ALGI : Algının Genel Tanımı: Bir fiziksel çevrede yaşayan ve devamlı olarak bu fiziksel çevreyle karşılıklı etkileşim içinde bulunan insan, yaşamını devam ettirebilmek için çevresini tanımak ve kavramak zorundadır. İnsan çevresini duyu organlarına gelen bir takım bilgiler yolu ile tanır ve kavrar. Duyu organlarımız aracılığıyla gerçekleşen bu bilgilenme süreci sayesinde dış dünyayla ilgili bir takım veriler toplarız. Bu bilgilenme olayı, bir tür fiziksel enerjinin duyu organlarımızdan birine

Bu konu 1360 kez görüntülendi 0 yorum aldı ...
Algı -İnşaat Müh 1360 Reviews

    Konuyu değerlendir: Algı -İnşaat Müh

    5 üzerinden | Toplam: 0 kişi oyladı ve 1360 kez incelendi.

  1. #1
    ŞiMaL - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik Tarihi
    10.12.2009
    Mesajlar
    21.656
    Konular
    10831
    Beğendikleri
    0
    Beğenileri
    2
    Tecrübe Puanı
    100
    @ŞiMaL

    Standart Algı -İnşaat Müh

    ALGI :
    Algının Genel Tanımı: Bir fiziksel çevrede yaşayan ve devamlı olarak bu fiziksel çevreyle karşılıklı etkileşim içinde bulunan insan, yaşamını devam ettirebilmek için çevresini tanımak ve kavramak zorundadır. İnsan çevresini duyu organlarına gelen bir takım bilgiler yolu ile tanır ve kavrar. Duyu organlarımız aracılığıyla gerçekleşen bu bilgilenme süreci sayesinde dış dünyayla ilgili bir takım veriler toplarız. Bu bilgilenme olayı, bir tür fiziksel enerjinin duyu organlarımızdan birine ulaşıp, buradan da sinirler aracılığıyla beyne iletilmesiyle gerçekleşir. Bu olaya da, kısaca algı denir. Bir şeyi algılamak, onunla ilişkin duyum ve imgeleri bir bütün halinde toplamak ve bunların nesnel varlıklarına hükmetmektir.
    Algı çeşitli zihin işlevlerinin bileşimleriyle meydana gelen karmaşık bir olaydır. Algının gerçekleşebilmesi için bir takım uyaranlar olması gereklidir. Çevreden gelen uyaranların şiddetine göre, duyu organların alıcı uç sinirlerini uyarması, uç organların ise değişen düzey ve sayıda elektrik akımı dalgası şeklinde algılayıcı nöronlara iletilmesinden sonra, bu sinyaller özel sinir ağı aracılığı ile refleks hareketlere yol açan omurilikten kaslara gider. Bir alıcıya devamlı uyarım yapıldığı zaman, algı sinirleri bunu hemen algılayarak gerekli mesajı iletir. Ancak duyu organları, insanların duyusal boyutu adı verilen belirli sınırlar içindeki uyaranlara yanıt verebilmektedir ki bunlara da duyu eşikleri adı verilir. Dış çevreden gelen uyaranın, bu uyarım eşiğine erişmesinden sonra algı gerçekleşir. Dolayısıyla algı, çevreden gelen uyaranların ortaya çıkardığı duyumların eş zamanlı yada ardı ardına ayrımlarla anlamlanması ve belleği uyarması sonucunda ortaya çıkar.
    Duyumların, beyinde anlamlı ve tutarlı bilişlere dönüşmesi sırasında, uyaranların beyinde anlamlı ve tutarlı algılamalara dönüşmesi konusunda çeşitli teoriler bulunmaktadır. John Lang, algılama teorilerinin duyuya dayanan teoriler ve bilgiye dayanan algılama teorileri olarak iki ana grupta toplanacağını belirtmektedir. Ergonomik çalışmalar bilgiye dayanan algılama teorilerinden hareket etmektedir.
    Kısacası algılama, uyaranlar vasıtasıyla çevreden enformasyon alınışı, biliş ise bunların değerlendirilmesi olup, insanın bunların sonucunda gösterdiği eylem ve tepkilere mekansal davranış adı verilir. Bir uyaranın alınması ile bir eylemin başlamasına kadar geçen süreye ise, davranış gecikmesi yada tepki süresi denir. Ergonomik yaklaşımlarda tepki süresi, iş-zaman etüdleri, insan-ekipman arası etkileşimlerde özellikle önem kazanmaktadır. Yapılan çalışmalarda tepki süresi gecikmelerinin yaş, yorgunluk, cinsiyet gibi insana ait karakteristikler ve uyaranlara ait özelliklerden ( uyaran şiddeti, değişken sayısı, uyaranın netliği gibi ) kaynaklandığı belirlenmiştir.
    GÖRSEL ALGILAMA
    Çevrenin görsel algısının anlamlı bütünler haline gelebilmesi bazı algılama özelliklerine bağlıdır. Bu özellikler algılamada değişmezlik, algılamada organizasyon, görsel derinlik algılaması ve algı yanılmalarıdır.
    Algı yanılmaları, duyumların zihinde yanlış olarak yorumlanmasıyla oluşur. Algı yanılmaları, duyu organlarının özelliğinden, uyaranların niteliklerinden, fiziksel nedenlerden, geçmiş yaşantılardan, içinde bulunulan ortamın etkisinden ve kültürden ileri gelmektedir.
    (Şekil –1) düşey çizgilerin paralelliği; şekillerde düşey çizgiler mutlak birbirine paraleldir. Düşey çizgilerin paralelliği çeşitli tertiplerde bozulmuş gibi algılanmaktaysa da gerçekte tam paraleldir.
    (Şekil –2) DE köşegeni EF köşegeninin tam eşit olmasına karşın bu düzende DE köşegeni EF den küçük gibi algılanır.
    (Şekil –3) A-B-C prizmaları birbiriyle tamamen aynı ölçüde olmasına karşın A prizması daha küçükmüş gibi algılanır.
    Görsel derinlik algılaması ise çevrede ki üçüncü boyutun, iki boyutlu ağ tabaka da oluşan imgeler aracılıyla algılanmasıdır.



    GÖZ ,GÖZÜN YAPISI VE GÖRME DUYUMUNUN GERÇEKLEŞMESİ
    Fiziksel çevremizi algılamakta en fazla kullandığımız organ olan göz, merkezleri aynı eksen üzerinde olan küresel yüzeylere ayrılmış birtakım saydam ortamdan oluşur. Yaklaşık olarak 27 mm çapında bir küre şekli gösteren gözün kesitinde önden arkaya doğru sıra ile şu tabakalar bulunur:
    1-Göze ışığın girmesini sağlayan saydam tabaka
    2-Rengi kişilere göre değişen ve iris adı verilen bir diyafram. Bu diyaframın yani irisin ortasında göz bebeği bulunur. Bunun çapı göze gelen ışığa göre 2-5 mm arasında değişir.
    3-Göz billuru denilen esnek ve iki yüzü de konveks olan bir mercek. Kendisini çepeçevre kuşatan dairesel bir kasla göz küresinin içine yapışık olan billur, gözü iki bölgeye ayırır. Bölmeler, kırılma indisi suyun kırılma indisinden az büyük olan saydam sıvılarla doludur.
    4-Işığa duyarlı bir yapıya sahip olan ağ tabaka veya retina olarak adlandırılan kısım. Göze gelen sinirlerin gayet ince ipliklere ayrılarak ördüğü ağ tabakada, göz sinirinin giriş noktasında ( kör nokta olarak ta adlandırılır ) duyarlılık sıfırdır. Göz eksenini geçtiği noktada ise ( sarı leke yada fovea da) duyarlılık maksimumdur.
    Görme Duyumunun Gerçekleşmesi: Görme duyumunu gerçekleşmesi için muhakkak ışık gereklidir. Çevrede ki uyaranlardan gelen ışık ilk olarak saydam tabakaya gelir. Buradan ışığın yansımasını önleyerek görme keskinliğini sağlayan siyah pigment tabaka sayesinde, göze giren ışık irise ulaşır. İrisin ortasında bulunan açıklık (yani gözbebeği) çevre ve yüzey aydınlatması düzeyine göre, bir diyafram gibi çalışarak büyüyüp küçülerek, göze giren ışık miktarını ayarlar. Gözbebeğinin arkasında ise, çeşitli uzaklıklardaki nesnelerin görülmesini sağlamak üzere odağı ayarlanabilen mercek bulunmaktadır, ki bu, derinlik algılama ve stereoskopik görme (gece görmesi) için önemlidir. Işığa duyarlı olan alıcı uçlarının bulunduğu tabaka ise, gözün üçüncü tabakası (ağ tabaka) retinadır. Gözün en hassas ve en keskin görme noktası, retinanın ortasında olan ve aynı zamanda göz merceğinin ekseni üzerine rastlayan fovea (sarı leke) olup, burada algı uçları bulunur. Koni hücreleri adı verilen bu algı uçları, renk görüşü için gereklidir. Aynı zamanda gündüz ışığı şiddetlerinde akromatik (siyah-beyaz) görüşte de fonksiyonu vardır. Koniler, aydınlık düzeyi orta ve yüksek iken görev yapabilirler. Alacakaranlıkta tonları göremeyişimiz, konilerin az aydınlıkta fonksiyonlarını yapamamalarından kaynaklanır. Bütün retina da yaklaşık 7 milyon kadar koni hücresinin bulunduğu tahmin edilmektedir. Koniler aracılığı ile gerçekleşen görmeye fotopik görme (gündüz görmesi) denir. Ayrıca foveadan uzaklaştıkça sayıları artan, retinanın çevresinde kümeleşmiş öbekler halinde bulunan çubuk hücreleri vardır. Bu çubuk hücreleri aydınlık düzeyi düşük yani netliği az olan alacakaranlıkta görme olayını gerçekleştirirler. Işığa uyum şartları çok hassas olan koni hücreleri karanlığa uyma şartlarında tüm hassasiyetlerini kaybederler. Bu durumda sadece çubuk hücrelerle görüş gerçekleşir.
    Görme duyumlarını renk ve ışık uyaranları meydana getirir. Görme alanındaki nesnelerden gelen uyaranlar, (yani ışık ışınları) gözdeki merceğin dış bükey olması nedeniyle retinada ki görüntüleri ters olarak oluşturur. Retinadaki koni ve / veya çubuk hücrelerinin uyarılmasından sonra, uyaran optik sinirden geçerek geriye doğru gider. Her iki gözdeki optik sinirler, beyindeki oksipital bölgeye ulaşırlar ve böylelikle görme olayı gerçekleşir. İnsan gözü 180 derecelik alanda her şeyi görür. Fakat en detaylı görüş göz merceğinin aksında ki 3 derecelik açı içerisinde olur. (şekil-4)

    Cisimler üç metre kadar bir uzaklıkta bulundukça gözlerin çaprazlaması, uzaklık hakkında bir ip ucu verir. Bu ip ucu hem tek gözde hem de iki gözde meydana gelir. Gözler yakında bulunan bir cisme bakmak için çaprazlaştığı zaman bunları içe doğru çeviren kaslar gerilir, dışa doğru çevirenler ise gevşer. Bunun gibi gözler daha uzaktaki bir cisme bakmak için birbirinden uzaklaştıkça bunları dışa doğru çeviren kaslar gerilir, içe doğru çevrilenler ise gevşer. İşte bu kas gerilmelerindeki bu değişmelerden meydana gelen sinir akımları beyne giderler ve uzaklık hakkında ipuçları verirler. (şekil-5) şekilde yakında ki ve ayrıca uzaktaki objelere bakan gözün çaprazlama ve birbirinden ayrılması görülmektedir.
    Her gözde aynı cismin veya durumun az çok farklı bir resmi çıkar. Sağ göz cisimlerin sağ tarafına gelen şeyleri sol gözden biraz daha fazla görür. Aynı şekilde sol gözde sol tarafı sağ göze nazaran biraz daha fazla görür. (şekil-6) her iki gözün elde ettiği bu farklı görüşe retin ayrılığı denir.
    Retina üzerine düşen resmin büyüklüğü fizyolojiktir. Resim ne kadar küçük olursa cisim o kadar uzak demektir. Bildiğimiz bir nesnenin boyu bizde sabittir ancak bunun resmi küçük olunca, bu nesnenin büyük görüldüğü zamandan daha fazla bir uzaklıkta bulunduğuna karar veririz. (şekil-7)
    IŞIK VE GÖRME UYARIMI
    Görsel algının gerçekleşebilmesi için gerekli en temel ihtiyaç ışıktır. Işığın elektromanyetik dalgalardan (bir kaynaktan) özellikle güneşten çıkan ışık yayan enerji dalgalarından meydana geldiği bilinmektedir. Işık yayan enerji, çeşitli maddelere çarpar ve bu maddeler özelliklerine göre enerjiyi çeşitli şekillerde değiştirir. Işığın hızını azaltır, kırılma yaptırır, yutar veya yansıtır. Işık yansıyınca sert bir yüzeyde sıçrayan top gibi geri döner. Bütün ışık enerjisinin yansıdığı yüzeyler beyaz görünür. Bazı yüzeyler ise bütün ışığı yutar, absorb eder. Bu yüzeyler ışığı yansıtmadıklarından dolayı siyah görünür. Bazı yüzeyler ise ışığın bazı uzunlukta olan dalgalarını yansıtırlar bazılarını ise yutarlar. Bu kromatik görmeyi yani renkli görmeyi meydana getirir.
    Göz ancak dalga uzunluğu 400-700 milimikron arası olan elektromanyetik dalgaları almaya elverişlidir. 700 milimikronun üstü kızıl ötesi, 400 milimikronun altı ise ultroviyole dalgalardır ve gözü uyarmazlar.
    Cisimlerin Görülebilmeleri: Cisimlerin görülebilmeleri için ;
    1-Güneş, lamba, mum gibi ışık kaynaklarının cisimlere ve göze ışık yollamaları gerekmektedir.
    2-Ancak ışık kaynakları sayesinde görülebilen ve karanlık cisim adı verilen cisimlerin, ışık kaynaklarından çıkarak üzerlerine düşen ışığı dolaylarına ve göze göndermeleri ile gerçekleşir.
    Bir ışık kaynağından ışık alarak bunu çevrelerine dağıtan ve böylelikle görülebilen cisimlere aydınlatılmış cisimler denir. Cam, su, hava gibi ışığı iyi geçiren cisimlere saydam cisimler, tahta ve madensel cisim gibi ışığı geçirmeyen cisimlere saydamsız cisimler denir. Bunların yanı sıra ince kağıt, buzlu cam gibi ışığın bir kısmını geçiren cisimlere de yarı saydam cisimler denir.
    Yapılan deneyler göstermektedir ki, ışık kaynağından çıkan ışınlar doğrusal bir yolla yayılmaktadır. Işık yayılırken herhangi bir yüzey üzerine düşerse bir kısmı veya tümü bu yüzey tarafından geriye döndürülür. Ayrıca yüzey pürüzlü ise her doğrultuya doğru geri çevrilmiş ışınlar oluşur. Bu durumda gelen ışık pürüzlü yüzeyden yayınmaya uğrar. Ancak ışığın düştüğü cisim pürüzsüz, cilalanmış ise ışık, geliş doğrultusuna göre belirli bir doğrultuya doğru geri çevrilir ve bu yeni halde ışık yansımış olur.
    Birde ışığın, yansımadan daha karmaşık olan kırılması vardır. Bir saydam ortamdan bir diğerine gelen ince bir ışık demetinin bir kısmı bu iki ortamı ayıran yüzey üzerinde yansır, kalanı ise doğrultusunu değiştirerek öteki ortama girer. Bu doğrultunun değişmesi yüzeylerin yoğunluğuna göre bir takım kırılma indislerini bizlere verir.




    GÖRSEL ALAN VE GÖZÜN YETENELKERİ İLE IŞIK ETKİLEŞİMİ
    Baş sabit tutulduğu zaman gözler tarafından algılanan çevre parçası görsel alanı oluşturur. 1 derecelik koni içinde bulunan nesneler açık bir şekilde (net olarak) odaklanırlar. Bu koninin dışında ki nesneler gittikçe daha az net hale gelir ve silinirler. Görsel alan üçe ayrılabilir;
    1- Açık bir şekilde görme alanı: düşeyde 1 derecelik açı
    2- Orta alan: düşeyde 40 derecelik açı
    3- Çevresel alan: düşeyde 40 derece ile 70 derece arasındaki açı
    orta alana yerleştirilmiş olan nesneler tam olarak görülmezler fakat hareketleri ve kuvvetli kontrastları ayırt edilebilir. Çevresel alan ise, alın, burun, yanaklarla sınırlanır ve bu bölgede nesneler hareket ettikleri zaman ayırt edilebilirler.
    John Croney’in görme ile ilgili antropometrik genellemelerine göre, bir ortalama görüş çizgisi vardır ve yatayla 5 derecelik açı yapmaktadır. Belirli bir nesneye bakmaksızın oluşan ortalama görüş çizgisi boyunun aşağı yukarı hareketiyle görüş çizgisinin her iki tarafında 15 derecelik çizgilerden görüş konisi oluşur. Ayakta yatayla 30 derecelik açı yapan görsel alan ise nesnelerin görülmesi için uygun açıdır. Otururken oluşan normal görüş çizgisi ise yatayla 20 derecelik bir açı yapmaktadır. Yatayla 38 derecelik açı yapan alan ise oturan insanın normal görsel alanıdır.
    Göz hareketleriyle bu görsel alan yatay çizginin üzerinde 50 derecelik açı, yatay çizginin altında ise 70 derecelik bir açı yapacak şekilde artar ve görüş mümkün olur. Doğal baş hareketi ise 45 derecelik bir açı oluşturur. Göz ve baş hareketleri birlikte kullanıldığı taktirde normal görüş açısının maksimum değeri 180 derece olur. Ergonomik tasarım açısından bu alanlar ekipman ve çevre tasarımında önemlidir.
    GÖRSEL ALAN VE TASARIM
    Görme alanında ki nesnelerin daha ince detaylarının görülmesi görüş açılarına ve nesne ile gözlemci arasındaki mesafelere göre bazı parametrelerle mümkün olur. Bu parametreler;
    a-Nesnenin açısal büyüklüğü (nesne görülen açının içinde olmalıdır)
    b-Gözlenen nesne ile zemin arasında ki kontrast
    c-Nesnenin parlaklığı
    d-Gözlem noktasının nesneye olan uzaklığı
    e-Nesnenin gözlem zamanının süresi
    bu durumda şu formül ortaya çıkar; D = L x  / 3400
    D:metre cinsinden gözlenen detayın boyutu
    L:detay ile gözlem noktası arasında ki mesafe
    :dakika olarak verilmiş açısal büyüklük.
    En küçük algılanabilir detaylar için L < 3400  olmalıdır.
    Bir mekanda bulunan insanların görsel alanları, insanın bulunduğu mekan içindeki konumuna bağlı olarak, mekanı sınırlayan öğelerin ve mekandaki nesnelerin algılanmasında temel oluşturmaktadır. Tasarım esnasında mekanda gerçekleştirilecek eylemler göz önüne alınmak suretiyle, insanın estetik gibi psiko-sosyal gereksinmelerini de cevap verebilecek, mekan sınırlayıcı yüzeylerin oluşturulması, doluluk ve boşlukların bu öğelerin doku, renk gibi özelliklerine göre malzeme seçiminin yapılması mümkün olabilir. Ayrıca düşey biçimler ve yüzeyler yatay düzleme oranla görsel alanda daha aktiftirler, kapalılık ve sağlamlık duygusu vermeleri durumunda mekan ve biçimi belirleme de yardımcıdırlar.


    Bazı eylemlerin yapılacağı mekanların biçimlenişi, göz seviyesi ile birlikte görsel alan dikkate alınarak tasarlanmaktadır. Bunlara örnek olarak; açık hava tiyatroları, spor salonları, tribünler gibi seyir mekanlarında döşeme yüzeyi, seyir eyleminin gerçekleşmesi için görüş konisi içerisinde kalacak görsel alandan hareket edilerek, kademeli yada eğik olarak çözümlenebilmektedir.


    Bir mekandaki nesnelerin ve mekanı sınırlayan yüzeylerin görülebilmesi ve mekan ile dış dünya arasında ilişki kurulabilmesi yine görsel alana bağlıdır. Mekanı sınırlayan yüzeylerde yer alan pencere ve kapıların boyutlandırılması, oturan yada ayakta duran insanların görüş alanına giren dış dünyanın özellikleri ve mekanda ki eylemler göz önüne alınarak yapılmalıdır.


    İnsanın psiko-sosyal gereksinimlerinin karşılanması sırasında insanlar arasındaki ilişkide. Mekan ve şehir mekanının tasarımında, insan siluetinin kapsayan bilgilerin göz önüne alınması gerekir. Bu nedenle özellikle görüş açısına ve mesafeye göre değişen, görme alanında ki nesnelerin görünüş netliği ile ilgili uzaklık ilişkilerini incelemek gerekir.
    Bunlar;


    -Konuşan iki insan arasındaki uzaklık : 2.10 – 3.60 m
    -Görsel ilişki imkanının kaybolmaya başladığı uzaklık : 9m
    -Bir yüzün ifadesini görmek için maksimum uzaklık : 12m
    -Bir yüz görmek için gerekli maksimum uzaklık : 24m
    -Yapılan bir eylemin ayırt edilme limiti : 135m
    -Bir insan siluetini ayırt etmek için limit : 1200m
    -Göz seviyesi 1.65 m de bulunan bir insan için ufuk uzaklığı : 4500 m dir.
    Bu değerler sabit bir görüş yani baş hareket ettirilmediği zaman insanlar ve onların eylemlerinin anlaşılmasını esas alan bir ölçek sunmaktadır bize. Bu tip verilerden, özellikle çevrenin mekansal derinliği ve iki boyutlu kesitlerin belirlenmesinde yararlanmak mümkündür.


    Özellikle kentsel mekanlarda, cadde ve sokak kesitlerinin belirlenmesinde kent mekanını oluşturan nesnelerin boyutları arasında ki oran, görsel alan limitlerine göre belirlenebilir. Yani boyun hareketi yapmaksızın insanın göz yüksekliğinden geçen yatay bir doğrudan başlayan 60 derecelik normal görme açısı veya nesnelerin görülmesi için uygun olan 30 derecelik açı veya 15 derecelik açılardan hareket ederek, yol ve meydan genişliklerine göre, görsel alanda kalacak şekilde bina yükseklikleri belirlenebilir.
    GÖZ UYUMU, ADAPTASYON VE KAMAŞMA
    Göz Uyumu : Görsel alan içinde kalan nesneler, görüş mesafesi üzerinde değişik mesafelerde yer alabilirler. Göz uyumu, nesneler hangi uzaklıkta olursa olsun net görme için gözün sahip olduğu bir özelliktir. Yakın nesneler üzerinde göz uyumu, merceğin kalınlaşmasını gerektirirken, uzak nesnelere bakarken göz merceğinde 6 m den sonra uyum çabası kalmaz ve merceğin kalınlaşmasını sağlayan kirpiksi adaleler dinlenir. Ayrıca uzak izlenimi verdiği için dinlendirici renkler olarak kabul edilen yeşil ve mavi renkleriyle gözün dinlenmesi mümkündür.
    Uyum yeteneği zamanla merceğin elastisitesini kaybetmesinden dolayı yaşlanma ile birlikte azalır. Prensip olarak uzağı görme değişmez olarak kalırken, net görülen yakın mesafe farklı yaşlara göre değişmektedir.buna göre ortalama mesafeler şöyledir.
    -16 yaş : 8 cm
    -32 yaş : 12.5 cm
    -44 yaş : 25 cm
    -50 yaş : 50 cm
    -60 yaş : 100 cm
    ayrıca aydınlık düzeyi de uyum için önemli bir faktördür. Eğer aydınlık azsa net görülen en uzak mesafe yakınlaşır, en yakın mesafe de uzaklaşır ve göz uyumunun hassasiyeti ve hızı azalır. Diğe önemli bir nokta da kontrastdır ve kontrast arttıkça nesne çevresinden daha fazla ayrılarak belirginleşir ve buna bağlı olarak ta uyum hassas ve hızlı olur.
    Adaptasyon : Çevredeki aydınlatma koşullarına uyum sağlamak gözdeki retinanın duyarlılığına bağlıdır. Retinanın duyarlılığı gün ışığına göre karanlıkta daha büyüktür. Gün ışığından karanlık bir mekana geçildiği zaman adaptasyon hızı ilk 5 dakikada çok büyüktür. Tüm adaptasyonun %80 ini sağlamak için yaklaşık 25 dakika gereklidir. İyi bir gece görüşüne geçmek yani adapte olabilmek için 25 – 30 dakikalık bir süre gereklidir. Işığa adaptasyon ise, karanlığa adaptasyondan daha hızlı gerçekleşir. Buna göre çalışma alanları ve çevre tasarımında dikkat edilmesi gereken birtakım hususlar vardır.
    1-görsel alanda ki bütün iç yüzeyler aynı düzende aydınlatma düzeyine sahip olmalıdırlar.
    2-retinanın adaptasyon sürecinde, genel aydınlatma düzeyinde çok hızlı değişmeleri kullanmaktan kaçınmak gerekir.
    Kamaşma : Retinanın ışığa aşırı pozundan ortaya çıkan ve gözün adaptasyon mekanizmasının etkilendiği bir olaydır. Kamaşma üç farklı şekilde olabilir;


    1-Relatif kamaşma: görsel alanın farklı zonları arasındaki aşırı kontrastdan dolayı oluşan kamaşmadır.

    2-Total kamaşma: güçlü bir ışık kaynağı karşısında gözün tamamen kendisini adapte edemediği durumlarda ortaya çıkan kamaşmadır.

    3-Adaptatif kamaşma: adaptasyon sırasında ki geçici etkidir. Buna örnek olarak ta karanlık bir mekandan aydınlık bir mekana geçişte oluşan kamaşmayı gösterebiliriz.

    Kamaşma kontrolü açısından bir mekan veya çevre düzenlemede dikkat edilmesi gereken hususlar şunlardır;
    -kamaşma zamanı kısa olmalıdır.
    -kamaşma kaynağı yakın ve yüzey büyükse relatif kamaşma önemlidir.
    -görüş çizgisi üstünde yer alan güçlü bir ışık kaynağı, yanlara veya aşağıya yerleştirilmiş olanlara göre daha az kamaştırır.
    -kamaşma, görsel alanın bütününde genel aydınlık düzeyi düşük olduğu taktirde daha önemlidir. iyi aydınlatılmış bir odada bulunan bir pencere gözü daha az kamaştırır.
    E. Grandjean, aydınlatma aygıtlarının uygun dağıtımı ve iyi bir düzenleme için uyulması gereken hususları şöyle açıklamaktadır;
    1- Hiçbir ışık kaynağı çalışma esnasında, görsel alanda görülmemelidir.
    2- Aydınlatma aygıtlarının tümü ışıklık genelde 0.3 sb’yi ve çalışma düzlemine 0.2 sb’ yi geçmeyecek şekilde siperlerle donatılmış olmalıdır.
    3- Işık kaynağı ile gözleri birleştiren çizgi yatay ile 30 dereceden fazla açı yapmamalıdır.
    4- Floresan tüpleri görüş çizgisine dikey olarak yerleştirilmelidir.
    5- Çok güçlü birkaç lambadan faydalanmak yerine daha az yeğinlikte çok sayıda lambadan faydalanmak tercih edilmelidir.
    6- Makineler veya masa üstleri için ışık yansıtan malzeme ve renk kullanımından kaçınılmalıdır.


    Konu Bilgileri       Kaynak: www.azeribalasi.com

          Konu: Algı -İnşaat Müh

          Kategori: Karma Ödevler

          Konuyu Baslatan: ŞiMaL

          Cevaplar: 0

          Görüntüleme: 1360


Etiketler

Yetkileriniz

  • Konu Acma Yetkiniz Yok
  • Cevap Yazma Yetkiniz Yok
  • Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
  • Mesajinizi Degistirme Yetkiniz Yok
  •  

Giriş

Giriş