Hz. Zeyneb salt Kerbelâ demek değilse de, Kerbelâ ile bir çetin sınav yaşamıştır. Bu bakımdan Onun asıl görevinin Kerbelâ vakası ile başladığı da söylenebilir. Ortalığın sütliman olduğu, hiçbir açık tehlikenin korkutucu boyutlara vararak gözükmediği Sünnetullah'ın hükmünü sürdürür gibi gözüktüğü dönemlerde bir Zeyneb olabilmenin güçlükleri olsa da; zulmün, fesadın, baskının ve İslâm'a aykırı bir takım uygulamaların içinde Zeyneb olabilmenin güçlülüğü ve önemi daha bir yadsınamaz anlam taşır.

Bu konu 6693 kez görüntülendi 22 yorum aldı ...
Peygamber Torunları Kufe Yolunda.. 6693 Reviews

    Konuyu değerlendir: Peygamber Torunları Kufe Yolunda..

    5 üzerinden | Toplam: 0 kişi oyladı ve 6693 kez incelendi.

  1. #1
    Aybalam76 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik Tarihi
    10.08.2008
    Mesajlar
    2.619
    Konular
    479
    Beğendikleri
    0
    Beğenileri
    0
    Tecrübe Puanı
    100
    @Aybalam76

    Standart Peygamber Torunları Kufe Yolunda..

    Hz. Zeyneb salt Kerbelâ demek değilse de, Kerbelâ ile bir çetin sınav yaşamıştır. Bu bakımdan Onun asıl görevinin Kerbelâ vakası ile başladığı da söylenebilir. Ortalığın sütliman olduğu, hiçbir açık tehlikenin korkutucu boyutlara vararak gözükmediği Sünnetullah'ın hükmünü sürdürür gibi gözüktüğü dönemlerde bir Zeyneb olabilmenin güçlükleri olsa da; zulmün, fesadın, baskının ve İslâm'a aykırı bir takım uygulamaların içinde Zeyneb olabilmenin güçlülüğü ve önemi daha bir yadsınamaz anlam taşır. İşte Zeyneb'i bu açıdan değerlendirmek gerekmekledir. Bu O'nu, destansı, tarihe geçmiş kişiliğiyle anlatmak demek olacaktır. Demek ki Zeyneb her ne kadar günümüz insanı için destansı niteliklerle donatılmış gözükse de bir destan kahramanı değildir. Demek ki her insan veya her kadın içindeki zıtlıkları birbirinden ayırarak yeri geldiğinde Zeyneb kimliğine bürünebilir.

    Bütünüyle gerçektir Zeyneb. Bu gerçeklik; acı olayın ardından kendini gösteren ızdırab yüklü günlerde daha somut ve belirgin olarak tespit edilebilir. Artık ne kardeşler; ne evlatlar, ne akrabalar... Nerededir yığınlarla mektup yazarak övgü dolu sözcüklerle vefa ve dostluktan; sadakat ve bağlılıktan söz eden insanlar? Kimdir dinin önderi ve kimdir başı kesilen, işkence edilen insanlar? Tüm kavramlar karışmıştır bir anda ve Resülullah'ın irtihalinin üzerinden çok zaman geçmiş değildir.

    Fakat cahiliye hortlamak istemektedir. Asırlardır Arapları, çöllerde yaşayan göçebe ve hatta vahşi bedevileri hükmü altında tutan, onları kendi ölçülerinde davranmaya mecbur eden cahiliye bütün yenginin, İslâm'ın kesin zaferinin öcünü almak için fırsat kollamaktadır. Şeytan hep ayaktadır ve hep dolaşıp durmaktadır, insanlar, Müslümanlar arasında fitne çıkarmak, fesadla onları birbirine düşürmek için. İslâm hâkim olmuştur ama insanların bütünüyle teslim olmadıklarını gösteren işaretler de yok değildir. Münafıkların faaliyette bulunduklarını gösterir olaylar birbirini izlemektedir. Resülullah'ın etrafında, O'nun varlığıyla bereketlenen ve ayrılığa düşmeyen Müslümanlar; O'nun bedensel varlığının yok oluşuyla birlikte meydana çıkan İslâm düşmanlarının sinsî ve amaçlı propagandalarına hedef olabilmektedirler. Artık mallar, evlatlar, kadınlar insanların bir takım yenilgilere düşmesine sebep olabilecektir. Artık Kur'anı Kerîm'de mü'minlere işaret edilen tehlikelerin birbirini izlemesi işten bile değildir.

    Birbirini izleyen fütuhatlar, genişleyen İslâm toprakları; bir takım çelişik düşüncelerle kendini gösteren idarî anlaşmazlıklar ve hepsinden önemlisi de İslâm! Yönetim sisteminin tehdit altında tutulmasını getirmiştir. Kavmi taassup hortlamış, idarî mekanizmalar bu taassubun hışmından kurtulamamış, İslâm ile iç içe olduğu kadar bir o kadar da İslâm’a ait olmayan anlayışlar peydah olmuştur. Bununla birlikte kim bilir kaç asır sürecek yozlaşmanın temeli atılmış, bid'at ve hurafeler için zemin hazırlanmıştır. O dönem; İslâm’ın en canlı yaşandığı ve somut olarak devlet sistemini, yönetim biçimini ortaya koyduğu bir dönemin hemen ardından gelmektedir. Bu ikinci dönem gittikçe genişleyerek, asırlar sürecek bir çizgiye başlangıç olacaktır.



    Konu Bilgileri       Kaynak: www.azeribalasi.com

          Konu: Peygamber Torunları Kufe Yolunda..

          Kategori: Ehlibeyt

          Konuyu Baslatan: Aybalam76

          Cevaplar: 22

          Görüntüleme: 6693

    Kralların taçları beni bağlar büyümü
    Orduları açamaz gönlümdeki düğümü
    Saraylarda süremem dağlarda sürdüğümü
    Bin cihana değişmem şu öksüz TÜRKLÜĞÜMÜ..

  2. #2
    Aybalam76 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik Tarihi
    10.08.2008
    Mesajlar
    2.619
    Konular
    479
    Beğendikleri
    0
    Beğenileri
    0
    Tecrübe Puanı
    100
    @Aybalam76

    Standart

    Bu bağlamda alınınca Zeyneb'in konumu ile herhangi bir Müslüman kadının konumu arasında doğrudan bir ilgi kurulabilir. Haksızlık karşısında durmak; doğruların savunuculuğunu yapmak; zulüm ve fitne ortamında dört duvar arasında kalmanın yetmeyeceğini görmek... Düşünmeli ki Zeyneb kendilerine yapılan bir zulmün değil, İslâm'a, Peygamberin torunlarına, Müslümanların geleceğine karşı yapılmış bir suikastın; tahribatın hesabını sormaktadır. Demek ki nefsî olmaktan öte sosyal ve asıl önemlisi de ilahî bir sorumluluktur bu. Bunu inkâr etmek mümkün olmayacağı gibi, bundan kaçınmak da gerçeklerin tevil edilmesine yol açmamalı.

    O gün, öylesine zor koşullar altında onurlu insanlar için iki seçenek söz konusu edilebilirdi; başkası mümkün değil. Onurlu; (yani İslâmiyetten taviz vermeksizin) ölmek veya onurlu yaşamak;(İslâmiyetin doğrularım haykırarak). Zeyneb'in kardeşleri onurlu ölümü yeğlemek zorunda kaldılar. Yaşamaları, belki yaşayacakları her fazla saniye İslâmiyetten verilmiş tavizler üzerine kurulmuş olacaktı. Evet, mümkündü belki uzun seneler nefes almaları, yemek yiyip, su içmeleri, görkemli bir yaşam sürmeleri... Mümkündü bozuk temel üzerine kurulmuş saraylarda zevk ve sefa içinde geçecek bir yaşama ve sefahat âlemlerine dalmaları... Amma mümkün değildi. Peygamber mirasına ihanet etmek; Allah ve Resulü’nün çizgisinden uzaklaşmak, geçici eğlenceler için kalıcı, uzun vadeli olanı yeğlemek... Peygamber torunlarının sevgili dedeleri, onlara baba kadar yakın olmuş İslâm Peygamberi, onları böyle bir sınava hazırlamış olmalıydı kuşkusuz. Ve bu sınav hakkıyla verilmeliydi.

    Zeyneb bu sınavı verdi alnının akıyla. Üzerine düşeni sonuna kadar yerine getirdi. Kısa yaşamına yüklenen ağır çileleri Zeyneb ile yaşamış kadar bilebilir miyiz? Annesinin, babasının vefatı, kardeşlerinin katliama uğratılışı, bunlardan belki daha da acı gelen Islâmiyetin üzerinde dolaşan karabulutlar Zeyneb'i nasıl etkilemişti, kim bilir? Peygamber'in (s.a.a.) sade yaşamıyla özdeşleşen ve ondan sonra belki bir süre devam eden İslâmî yönetimin halkla kaynaşmış ve halktan destek alan gelişmesinin kaydettiği gerilemeler az mı üzücü ve az mı yaralayıcıdır? Dostların düşman olması, düşmanların sinsi faaliyetlerini açıkça gösterme cesareti bulması ve Müslümanlar arasında ayrılık tohumlarının ekilmesi söz konusudur. Tüm asırlara uzayacak, Müslümanların birlikteliğine imkân vermeyecek ve böylece İslâm düşmanlarının gelişimini sağlayacak fitne tohumlarının yeşermesine, beslenmesine sadece seyirci kalmak zorunda bırakılarak izlemek az mı ezicidir?

    Kralların taçları beni bağlar büyümü
    Orduları açamaz gönlümdeki düğümü
    Saraylarda süremem dağlarda sürdüğümü
    Bin cihana değişmem şu öksüz TÜRKLÜĞÜMÜ..

  3. #3
    Aybalam76 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik Tarihi
    10.08.2008
    Mesajlar
    2.619
    Konular
    479
    Beğendikleri
    0
    Beğenileri
    0
    Tecrübe Puanı
    100
    @Aybalam76

    Standart

    Demek ki Zeyneb Kerbelâ ile başlayıp bitmiyor. Zeyneb'in ömrü de aslında kendisinde başlayıp bitmiyor ya... Onun yaşadıklarını yaşayan, onun karşılaştığı zorluğu paylaşmayı göze alan ve onunla aynı çileyi çekmeye kendisini severek hazırlayan her insan, her kadın, Zeyneb'i tanıyabilir, anlayabilir. Yoz kadına, tüketici ve gelenekçi kadına, anlamsız ve sadece cinsel cazibesi ile ilgi görmeyi becerebilen robot kadına, kadınlar adına anlamsız bir mücadele yüklenen ve onu çirkin bir çatışmaya iten feminist kadına, ilericilik ve serbestlik parolasıyla yola çıkarak batağa, gittikçe daha çok batağa saplanan şaşkın kadına karşı örnek bir kişiliktir Zeyneb. Anadır, eştir, evlattır, bacıdır, abladır... Günü gelince zalimden hakkını isteyen, zulme uğramışların hesabını soran bir yaralı kartaldır. Tüm kırıklıklara rağmen yıkılmadan yürümesini beceren, kan ağlasa da içi, görevini yüklenen sorumlu insandır, insan içinde insan, kadın içinde hanımdır. Her kadın ne kadar kendisi ise, O da o kadar kendisidir; yani kadındır ama hem Müslüman'dır, hem de ismi Zeyneb'dir. Salt kadın olmakla yetinmemekte, salt insanım diye diretmemekte, erkeklerle at başı mücadele diye inatlaşmamaktadır ama günü, zamanı gelince de hak yiyicilerden, insan kitlelerinden hesap sormakta geri kalmamaktadır.

    Zeyneb'i anlatmanın hem yeri hem de zamanıdır. Her yeri kaplayabilecek konumu ve her zamana sığacak misyonu yüzünden, tüm yaşanmış zamanlar adına ve yaşanacak olanlara da bir kez daha Zeyneb'i anlatmalı, tanıtmalıdır. Kişiliğini arayan çağ kadını için, çağına sığmak istemeyen ve çağının ölçüleriyle sınırlanmaktan ürken, yeni arayışlarla dolu kadın adına anlatılmalıdır Zeyneb. Ve kadınlar, hayatını onunla yaşar gibi olmalıdır. Hayatlar yeni biçimlerini bulmalıdır. Anlamsız ve tanımsız kadının tutsaklığı da kırılmaya başlanacaktır belki böylece.

    Kralların taçları beni bağlar büyümü
    Orduları açamaz gönlümdeki düğümü
    Saraylarda süremem dağlarda sürdüğümü
    Bin cihana değişmem şu öksüz TÜRKLÜĞÜMÜ..

  4. #4
    Aybalam76 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik Tarihi
    10.08.2008
    Mesajlar
    2.619
    Konular
    479
    Beğendikleri
    0
    Beğenileri
    0
    Tecrübe Puanı
    100
    @Aybalam76

    Standart Doğumu

    Nübüvvet evi yeni bir çocuk beklemektedir. Hz. Peygamber'in öz evlatları gibi sevdiği ve soyunun onlar tarafından devam edeceğini söylediği Hz. Hasan ve Hüseyin de bu evde doğmuştur. Peygamber'in sevgili kızı Hz. Fatıma'nın üçüncü çocuğu olacaktır bu. (Bazı kaynaklar Hz. Fatıma'nın üçüncü çocuğunun doğduktan sonra fazla yaşamayan oğlu Hz. Muhsin olduğunu kaydetmektedir.)

    Mutlu evdeki sessiz ve heyecanlı bekleyişin ardından sevinçli haber kısa sürede yayılacaktır. Hz. Fatıma bir kız çocuğu doğurmuştur. Ne matemdir tutulacak ne de anne hakaret görecek; baba utanç duyacaktır. Kız çocuğunun doğumu bir utanç sebebi olmaktan çıkmıştır çünkü. Diri diri toprağa gömülmekteydi cahiliye döneminin bahtsız kız çocukları... Varlıkları utanç bilinmekteydi; kusur görülmekteydi ailesi tarafından. Bu kiri, kötülüğü ancak toprağın temizleyebileceğini düşünürdü cahili toplumun insanı. Ve Kur'an-ı Kerîm, inmeye başlar başlamaz kız çocuklarına kaşı takınılan tutumu ele almış, bu kötü eylemden dolayı insanları uyarmıştı.

    Nübüvvet Evi'nin kız çocukları cahiliye döneminde de utanç vesilesi oluyor değillerdi. Hz. Peygamber'in kızları ile yakın bağı, onlara verdiği değer, gösterdiği saygı ve genelde bütün kadınların konumunu saygınlaştırmaya yönelik eylemi daha eski tarihlere dayanır. İlkin hanımı Hz. Hatice, sonra kızları ve Hz. Hatice'nin ardından çeşitli sebeplerle evlendiği hanımları, kadının yeni saygın konumu için en güzel örnekler olarak hatırlanmaktadır. Şimdi de, yani Hicretin beşinci yılında, Cemadiyelevvel'in beşinci günü Hz. Peygamber’in bir kız torunu dünyaya gelmiştir. Peygamber dedenin torunu, yiğit ve bilge baba ile ince, cennet kadınlarının başı diye anılan bir ananın kızı Zeyneb. O, doğuşu ile kendisini böylesine kutlu, ışıklı bir ortam içinde bulacak; kötülük, fitne, fesad, İslâm'a aykırı her türlü eğilimden uzak ve arık yetişecektir.

    Zeyneb'e adını Hz. Peygamber (s.a.a.) koymuştur. Bunun için çeşitli rivayetler varsa da en kuvvetlisi Hz. Peygamberin kısa bir süre evvel ölen kızı Zeyneb'in anısını yaşatmayı düşündüğüdür. Peygamber kızı Zeyneb'in vefatı çok acı olmuş ve babasını yaralamıştır. Tarihçiler Hz. Zeyneb'in Medine'ye hicret ederken hamile olduğunu ve bu sırada müşriklerden birinin karnına bir darbe indirerek Hz. Zeyneb'in düşük yapmasına yol açtığını yazarlar. Hz. Zeyneb, hicret sırasındaki imkansızlıklardan dolayı, şiddetli kanama geçirdiği halde tedavi görmemiş; vefat etmiştir. Bu yüzden Hz. Peygamber ilk kız torununun ismini Zeyneb koymuştur. Dedesi, peygamber torununa isim babası olmuştur.

    Kralların taçları beni bağlar büyümü
    Orduları açamaz gönlümdeki düğümü
    Saraylarda süremem dağlarda sürdüğümü
    Bin cihana değişmem şu öksüz TÜRKLÜĞÜMÜ..

  5. #5
    Aybalam76 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik Tarihi
    10.08.2008
    Mesajlar
    2.619
    Konular
    479
    Beğendikleri
    0
    Beğenileri
    0
    Tecrübe Puanı
    100
    @Aybalam76

    Standart Zeyneb'in soyu

    Anası: Zeyneb'in anası, Hz. Peygamber'e huy ve yaratılış bakımından son derece benzeyen ve Peygamberin (s.a.a.) en çok sevdiği kızı Hz. Fatıma (r.a.)'dır. Hz. Peygamber'in Fatıma'dan başka Zeyneb, Rukiyye ve Ümmü Gülsüm adlı üç kızı daha vardı, ama en küçük olan Hz. Fatıma, babasına çok daha yakındı. Annesinin vefatından sonraki dönemde baba kız birbirlerine oldukça yakın olmuşlardı ve Hz. Fatıma, en sıkıntılı, güçlüklerle karşı karşıya olduğu günlerde babasının yanında olup O'na yardım ederek "Babasının Kızı" veya "Babasının Annesi" diye adlandırılmıştı. Bu bakımdan Hz. Fatıma ile Hz. Peygamber'in bir baba kız ilişkisinin çok ötesinde yahut da gerçekte olması gereken, ihmal edilmiş bir baba-kız ilişkisini sergilediklerini söyleyebiliriz.

    Hz. Fatıma hakkında övgü dolu çok sözü vardır Hz. Resul'ün. Ama bunların içinde en kayda değer olanı şudur: "Cennet kadınlarının en üstünleri, Huveylid kızı Hatice, Muhammed'in kızı Fatıma, İmran hızı Meryem ve Firavun'un zevcesi, Muzahım kızı Asiye'dir." (Tabakaat). Aynı şekilde Hz. Peygamber zaman zaman sıkıntı ve darlığa düşen kızına "Âlemdeki kadınların en ulu'su olmaya razı değil misin?" diyerek Onu teselli etmiştir. Bunlardan başka Hz. Peygamber Hz. Fatıma'yı bedeninin bir parçası olarak nitelemiş; O'nu incitenin kendisini inciteceğini sözlerine eklemiştir. Nitekim Peygamber'in kutlu soyu bu kızı aracılığıyla sürecektir.

    Babası: Zeyneb'in babası da Hz. Peygamber'e yakınlık açısından hiç de anasından geri kalmayan Hz. Ali (k.v.)'dir. Hz. Ali, Peygamber (s.a.a,)'in amcası oğlu olmakla kalmayıp, daha küçük yaşlarda yanına alarak yetiştirdiği ve kardeşim diyerek yakınlık derecesini bildirdiği, İslâm Dini ile ilk şereflenen insanlardan biridir. Cesareti ve takvası; ilmî düzeyi üzerinde tartışılmayan ve Peygamber tarafından ilmin kapısı diye adlandırılan Hz. Ali, aynı zamanda oldukça güçlü bir hatip olarak da tanınmaktadır.

    Resul-ü Ekrem, Hicret edeceği gece Hz. Ali'yi kendi yatağına yatırmış; Hz. Peygamber'e suikast yapmaya gelenler yatakta Hz. Ali'yi bulmuş, Hz. Peygamber'in nereye gittiği hakkında ağzından tek söz alamamışlardır. Hicretten sonra Hz. Fatıma ile evlenmiş, bunun ardından Hz. Peygamber'e kâtiplik etmiş, Hz. Fatıma ile yoksul denilebilecek sade bir yaşantı sürdürmüştür. Hz, Ali, hem Peygamberle birlikte hem de ayrı olarak birçok savaşa katılmış ve hepsinde de olağanüstü başarılar göstermiştir.

    İslâm’ın 4. Halifesi olan Hz. Ali, Küfe Mescidi'nde sabah namazı kıldığı sırada Mülcem adlı bir Haricî tarafından zehirli kılıçla basından yaralanarak vefat etmiştir. Geride Hz. Zeyneb, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin gibi çocuklar bırakarak sevgili hanımı Hz. Fatıma'ya kavuşmuştur.

    Hz. Zeyneb sadece Hz. Peygamber gibi bir büyükbaba ve Hz. Fatıma gibi anne ile Hz. Ali gibi babaya sahip olmakla kalmamaktadır. O, aynı zamanda Hz. Hatice gibi Cennet kadınlarının en üstünü olduğu bildirilen ve İslâm'la ilk şereflenen bir hanımın da torunudur. Kuşkusuz gerek anasından, gerek babasından ve dedesinden birçok özellikler almıştır Zeyneb. Ancak Hz. Hatice'den de, İslâm yolunda fedakârlık yapmak, mal ve canını esirgememek, milyonlarını bir kenara iterek Şeyb'de üç sene süresinde iktisadî ambargo altında bırakılmaya tahammül edebilmek, açlıkla, ölümle yıldırılmamak gibi bir takım özelliklerin bir araya toplandığı sağlam bir, karakter miras kalmıştır O'na. Bu kararlılık, ne yaptığından ve neyi seçtiğinden emin adımlarla ilerleyiş ve duygu ile mücadele gücünü aynı potada yoğu-ruş; Hz. Zeyneb'in geleceğinde de görülecek ve hep hatırlanacaktır. Elbette ki bu benzerlikte en önemli etkenlerin biri Hz. Peygamber'in kutlu kişiliği etrafında bulunma onuruna erişmiş olmaktır. Ne var ki Hz. Peygamberin ardından kısa sürede unutulan, askıya alman, değiştirilmek istenen çok şey olmasına karşılık; kanı ve ölümü pahasına sonuna kadar yolunda yürümüştür Zeyneb.

    Hz. Zeyneb'in dedesi de Ebu Talib'dir. Peygamber'i büyüten, Onu küçücük; öksüz ve yetim bir çocukken kanatları altına alarak koruyan Ebu Talip olmuştur. Mekke'deki gücü kardeşleri Ebu Cehil ve Ebu Leheb'ten daha aşağı kalmayan Ebu Talib, diğer amcalarının Peygamberimize ettiği kötülüklere, düşmanlıklarına rağmen sonuna kadar O'nu koruması altında tutmaya devam etmişti. Kardeşi Abdullah'ın oğlunu koruyarak, büyükleriyle çatışmaya girmekten, konumunu tehlikeye atmaktan kaçınmamıştı.

    Babaannesi Fatıma Bint-i Esed, Peygamber Efendimiz annesini yitirdikten sonra O'na analık etmişti. Resülullah (s.a.a.) O'nun hakkında; "Bu, beni doğuran anamdan sonraki anamdır." diye buyurmuştur. Hz. Peygamberin Medine'ye hicretlerinin ardından o da çok geçmeden Medine'ye hicret etmiştir. İslâm'ı kabul eden kadınların on birincisi olduğu söylenmektedir. Hz. Resul'e beyat eden kadınların ilkidir. Vefatının ardından Peygamberimiz gerçekten çok üzülmüş ve "Anam vefat etti" demiştir. Namazını Peygamberimiz kılmış; mezara verilişinin ardından O'nunla birlikte bir süre mezarda yatmıştır, ibn-i Hişam ve İbn-i Sa'd Ebu Abbas'dan şöyle nakletmektedirler: "Hz. Ali'nin anası Hz. Fatıma öldüğünde Peygamberimiz kendi gömleğini O'na giydirdi ve mezarına girerek O'nun yanında yattı. Ashab dedi; Ya Resul, bu kadına yaptığını hiç kimseye yapmadın. Bunun üzerine Resul-ü Ekrem; "Ebu Talib'den sonra kimse bunun kadar benim iyiliğimi istememiştir; ben gömleğimi O'na giydirdim ki Cennet takıları taksınlar ve mezarında yattım ki mezardaki güçlükler O'nun için kolaylık olsun."

    İşte Hz. Zeyneb böyle'bir ailenin çocuğu idi ve böylesine yakındı Hz. Resul'e dört bir yandan. Bir Zeyneb oluşturacak koşullarda yetişmekteydi elbette. Ama yeteneği, gayreti, imanı, itilası, özgüveni ve bilinci bu koşullardan gereğince yararlanmasını daha bir mümkün kılacaktı. Fatıma'nın Resul'e (s.a.a.) komşu evinden, bir gül goncası yetişecekti ansızın. Bu gül goncasından yayılan koku sadece zamanıyla kalmayarak gelecek nesillere de erişecek ve O'nun kimliğini tanıtacaktı. Bu gül goncasını yıpratmaya, hırpalamaya uğraşanlar olacak, ama dosta değil düşmana, mü'mine değil münafığa batan dikenleriyle saldıracaktı Zeyneb... Diliyle, eliyle, gücü nasıl yeterse, kime yeterse... Susmayacaktı yalnızca, onları küskünlükle sineye çekmekle yetinmeyecekti Zeyneb, tüm ezen ve ezilenlere böylece tarihî dersini verecekti.

    Acılarla yoğrulu ömrü, kısalığına, rağmen en yoğun olaylara sahne olacak, boş ve durağan, hepsi birbirine benzeyen günler geçirmekle övünç duyan insanların yaşayacağı asırlarda da örnek özelliğini koruyacaktı. Zulmün konuştuğu, korkunun kol gezdiği, bedenlerin öfkeyle ürpererek susmayı yeğlediği dönemlerde; erkeklerin saraylara gizlendiği ya da parayla susturulduğu, kadınların ise eski cahili anlayış düzeyine indirgenmek istendiği günlerde Zeyneb konuşacaktı.


    Kralların taçları beni bağlar büyümü
    Orduları açamaz gönlümdeki düğümü
    Saraylarda süremem dağlarda sürdüğümü
    Bin cihana değişmem şu öksüz TÜRKLÜĞÜMÜ..

  6. #6
    Aybalam76 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik Tarihi
    10.08.2008
    Mesajlar
    2.619
    Konular
    479
    Beğendikleri
    0
    Beğenileri
    0
    Tecrübe Puanı
    100
    @Aybalam76

    Standart Hüzünlü Çocuk

    Hz. Zeyneb ve kardeşleri daha doğdukları andan itibaren açlık, yoksulluk ve çeşitli zorluklarla karşı karşıya gelmişlerdir. Doğumu Hicretin beşinci yılma, yani Müslümanların büyük sorunlarla karşı karşıya bulundukları önemli bir mücadele dönemine rast gelmiştir Zeyneb'in. Peygamber kızının çocuğu oluşu, yaşıtları arasında O'na ancak daha çok sıkıntı çekme hakkı sağlamıştır. Birçok çocuksu isteklerinin dudaklarında donuk kaldığı ve çoklukla aç kaldığı söylenebilir Zeyneb'in, Çeşitli rivayetler Peygamber kızının evinde süre-giden yoksulluğu, açlığı, bir lokma ekmekle tutulan oruçları bildirmektedir.

    Fakat Zeyneb ve kardeşleri için asıl acı duyurucu etkenler açlık ve yoksulluk olmamıştır. O dönemde Müslümanlar zaten refah içerisinde yaşamıyorlardı ve zaten Müslüman olmayı yeğlemekle çeşitli yokluklarla baş başa kalacaklarım, ekonomik ambargolarla tehdit edileceklerini bilmekteydiler. Ama Müslümanlar için aç, çıplak, evsiz barınaksız kalmaktan daha acı gelen olay, Zeyneb henüz beş yaşını tamamlamışken vuku buluyor ve sevgili dedesi, Hz. Peygamber'in ebediyete irtihaline tanık oluyordu. Sadece Zeyneb için değil, bütün Müslümanlar için kendilerini kimsesiz, korunmasız, sahipsiz hissettikleri bu olayla Müslümanlar büyük bir paniğe kapılıyor ve İslâm düşmanları tarafından sevinçle karşılanan bir kargaşa meydana geliyordu.

    Hz. Zeyneb Müslümanlar arasında sürüp giden çeşitli ihtilaflara tanık oldu. O, annesi ve babasını yaralayan çeşitli olaylardan diğer kardeşleri gibi nasibini aldı. Peygamber'in kutlu varlığıyla şenlenen, bereket ve bolluk kazanan evleri artık gamlı, sıkıntılı ve bekleyiş dolu bir havaya bürünmüştü. Zeyneb, annesinin beklediğini biliyordu. Annesi, sevgili biricik annesi bir an önce ölmek, bu dünyayı, eşini, çocuklarını terk ederek, sevgili babasına kavuşmak istemekteydi. O'na mutluluk veren, yüzündeki hüzün dolu ifadeyi değiştirebilen sadece bu düşünce ve bu bekleyişin biteceği umuduydu. Çünkü Hz. Peygamber, vefatından az evvel kızı ile konuşarak, ölümüne üzülmemesini, yakınları arasında O'na ilk kavuşacak olanın kendisi olduğunu müjdelemişti. Ama ne kadar sürecekti bu bekleyiş ve Peygamber kızı ne zamana kadar güç yetirecekti etrafında olup bitenlere? Fitne odakları boş durmuyor ve Peygamber'in irtihalinin hemen ardından harekete geçerek bu ortamı, Müslümanların ruh halini değerlendirmeye gayret ediyordu. Bunun için de en fazla etkilenenler doğal olarak Peygamber'in (s.a.a.) yakınları oluyordu. Hz. Fatıma Peygamber (s.a.a.)'in irtihalinden sonra çeşitli sebeplerle gerçekten oldukça üzüntülü günler yaşamış ve denilebilir ki bu ölümüne kadar sürmüştür.

    Bu üzüntüleri tek tek sıralamak mümkün değil. Unutulmamalıdır ki hem Hz. Fatıma hem de Peygamber (s.a.a.)'in öteki yakınları aynı sıkıntıyı paylaşmışlar; farklı açılardan da olsa oldukça karmaşık ve kimi zaman içinden çıkılamayacak denli uzun süren açmazlarla karşı karşıya kalmışlardır. Bütün olup bitenlerin ardından Hz. Fatıma oldukça yıpranmış ve birçok sahabiye kırılmıştır. O dönemler denilebilir ki hem Hz. Fatıma hem de ailesi için çok zorlu geçmiştir. Gerek Hz. Zeyneb; gerekse kardeşleri annelerinin bu üzüntü ve kırgınlığına ortak olmuş, ister istemez küçük kafalarını büyük meselelerle yormuşlardır. Bu dönemlerin, hem Hz. Zeyneb'in hem de kardeşlerinin yetişme ve olgunlaşmaları açısından oldukça etki ettiği gelecekte görülecektir.

    İslâmiyet’in üzerinde, fitne ve fesad yaylalarının kara rüzgarlar estirdiği günlerde Zeyneb ve kardeşleri İslâm Peygamberi'nin dilediği doğrultuda eğitim görmekte ve Peygamber ocağının eşsiz terbiyesiyle büyümektedirler. Dedeleri Hz. Peygamber hayatta yoktur ama anneleri sağdır ve babaları, ilim ve irfanda eşi benzeri bulunmadığı Hz. Peygamberce vurgulanan Hz. Ali, çocuklarının eğitimi ile ilgilenmektedir. Gerek Hz. Fatıma'nın gerekse Ali’nin maddî durumları iyi değildi. Hz. Fatıma, annesi Hz. Hatice'den kendisine kalan tüm mirası babasına vererek İslâm yolunda harcanmasını istemiş; Hz. Ali de zaten varlıklı olmadığı gibi, seferlere katılma dışında salt Peygamber'in kâtipliğini yapmakta ve ilimle uğraşmakta olduğu için para kazanmaya vakit ayıramamış; dolayısıyla ömürleri hemen hep sıkıntı ve darlıkla geçmişti. Hz. Peygamber'in vefatının ardından da durumlarında herhangi bir değişiklik olmamıştır. Çünkü babası Peygamber olduğundan ve O'na dayandırılan bir Hadîs-i Şerife göre bıraktıkları mîras değil, sadaka işlemi görecek ve yakınları bunlardan yararlanamayacaklardı.

    Ne ki çekilen maddî sıkıntılar Peygamber torunlarının üzerinde olumsuz etki yaratmaktan uzak izler bırakmıştır. Yoksulların acısını gönülden duymak, açlıktan midesi kemirilenlere yakınlaşmak, her zaman mazlumun ve ezilenin yanında olmak için onların duygularını tatmış olmaktan daha iyi yol var mıdır? Nitekim acılar Peygamber'in vefatıyla kalmayarak, daha altı ay geçmeden Hz. Fatıma vefat edecek, çocukları annesiz, babalan da O'nun gibi bir eşten yoksun kalacaklardı. Beş yaşında dedesini yitiren Zeyneb, beşbuçuk yaşında da annesiz kalarak büyük ölçüde kendi kendine yetmesini öğrenecek; anne sıcaklığı ve güveni yerine sorunları kendi başına çözümlemeye sığınacaktı.

    Annesini yitiren Zeyneb'in yaşı küçüktür ama bilinçli olduğu, annesinin O'na söylediği bazı rivayetlerle bildirilen şu sözlerle bellidir; "Kardeşlerine dikkat et, iyi bak Zeyneb. Bundan sonra onların annesi sensin." Böylece Zeyneb içinin acısını bir yana koyarak kardeşlerinin acısını dindirmeye, onların sorumluluğunu yüklenerek küçük bir anne olmaya çalışacaktır. Nitekim annesi de öyle yapmamış mıdır? Hz. Hatice'nin vefatının ardından Hz. Peygamber, minicik kızının kendisine annelik ettiğini görecek ve bu küçük kıza "Babasının annesi" denilecekti. Evlenme çağma kadar Hz. Zeyneb'in yaşamı çeşitli sorumlulukları en iyi şekilde yerine getirme çabalarıyla geçmiştir. Bu çabalar içinde hem iyi bir abla ve evlat olmak, hem de iyi bir Müslüman hanım gibi kendini yetiştirmek, bunların dışında bir de Peygamber torunu ve Hz. Fatıma'nın kızı oluşunun verdiği bir ciddiyetle durumuna lâyık olmak için dikkat göstermek de yer alır.

    Genç kızlığı, Hz. Peygamberin vefatının ardından başlayan kargaşanın çeşitli yansımalarla etkilediği bir toplum içinde geçer Zeyneb'in. Cahiliye toplumunun kadını değişmiş, yerine Kur'an'da ölçüsü verilen ve Peygamberin düzeltmeleriyle belirginlik kazanan kadın gelmiş olmalıdır. Bu değişimde hiçbir şey hazır değildir kadınlara da, erkeklere de... Sahabe hem ilk Müslümanlardan olmanın, Peygamber'e yakın olmanın gücüne sahip; hem de tamamıyla değiştirilmek istenen bir toplum yapısı yerine yeni bir örgü kurmak sorumluluğunun ağırlığını taşımakta. Gelecek Müslüman nesillerinin ve İslamiyet'in iyi anlaşılır kılınır olmasının, bu dönemden aktarılacak örneklerle doğrudan ilgili olacağının hesabı yapılmaktadır kuşkusuz.

    Kralların taçları beni bağlar büyümü
    Orduları açamaz gönlümdeki düğümü
    Saraylarda süremem dağlarda sürdüğümü
    Bin cihana değişmem şu öksüz TÜRKLÜĞÜMÜ..

  7. #7
    Aybalam76 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik Tarihi
    10.08.2008
    Mesajlar
    2.619
    Konular
    479
    Beğendikleri
    0
    Beğenileri
    0
    Tecrübe Puanı
    100
    @Aybalam76

    Standart Hz- Zeyneb'in Üvey Anneleri

    Annesinin rahatsızlığı sırasında Zeyneb büyük kız olduğu için hem annesine bakıyor, hem de, kardeşleriyle ilgileniyordu. Annesinin yerini tutmak için oldukça gayret sarf eden Zeyneb'in olgunlaşmasında o günlerin rolü büyüktür. Daha sonraları, annesi vefat ettikten sonra da Zeyneb, annesinin vasiyeti uyarınca kardeşlerine ablalık edecek ve onların bütün sorunlarıyla ilgilenmeye, aralarındaki kardeşlik bağının en güzel şekilde korunmasına çalışacaktı.

    Hz. Farıma'dan sonra her ne kadar zor da olsa Hz. Ali, çeşitli defalar evlenmek zorunda kalacak, bunu en başından itibaren sevgili hanımı Hz. Fatıma'nın hatırı için yapacaktı. Hz. Fatıma kocasının kendisine bağlılığını ve sevgisini bildiğinden ölümünden sonra, ne kadar sürebileceği belli olmayan hayatı boyunca onun yalnız ve çeşitli sorunlarla içice yaşamasına razı olmamış ve ilk evleneceği hanımı da vasiyet etmişti. Hz. Ali'nin bu evlilikleri zamanın sosyal ve ekonomik ve hatta büyük ölçüde siyasî şartlarından ileri geldi de denilebilir.

    Hz. Ali'ye eş, Hz. Zeyneb ve kardeşlerine de üvey anne olan bu hanımların isimleri şöyle sıralanabilir:[1]

    1- Ümmü'l-Benîn Bint-i Hizam

    Bu hanımdan Hz. Ali'nin Cafer, Abbas, Abdullah ve Osman adlı dört oğlu olmuştur. (Dördü de Kerbelâ'da şehid olacaktır.)

    2- Leyla Bint-i Mesut.

    Bu hanımdan doğan Abdullah ve Ebubekir isimli oğulları da Kerbelâ'da diğer kardeşleri gibi şehid olacaktır.

    3- Esma Bint-i Ümeys

    Esma, Hz. Ebubekir'in hanımı iken O'nun vefatı üzerine Hz. Ali ile evlenecek ve O'na, Muhammed Asgar ile Yahya isimli iki evlad verecektir.

    4- Rebii Teğlebi'nin kızı Sehba'dan da Ömer ve Rukiyye isimli iki çocuğu olur Hz. Ali'nin.

    5- Ebu'l As îbn-i Rebii'nin kızı Emame.

    Bu hanımdan Hz. Ali'nin Muhammed Evsat isimli bir oğlu olur.

    6- Caferi Hanefi'nin kızı Havle'den, Muhammed-el Ekber, Ibn-i Hanife isimli iki kızı olur.

    7- Ümmü Saîd Bint-i Urve'den Ümmü Hasan ve Remle-i Kübra isimli iki kızı olur.

    8- Amr el Kays'ın kızı Fakbah'dan ise Hz. Ali'nin bir kızı olur, hemen ölür.

    Bu hesaba göre Hz. Zeyneb’in dördü öz olmak üzere 19 kardeşi bulunmaktaydı. Ancak birçok kaynakta bunların dışında Hz. Ali'nin bütün evlatlarının sayısının otuzu aştığı ve hatta 48'e kadar yükseldiği bildirilmektedir. Bunlardan bazıları Kerbelâ'da, Hz. Hüseyin ile birlikte şehid olacak, bir kısmı da esir edilerek Kufe'ye götürüleceklerdi. Kaynaklarda Kerbelâ olayının ardından Ehl-i Beyt'ten erkek olarak sadece Hz. Hüseyin'in oğlu Zeynül-Abidin Ali, Muhammed Bakır ve Hasan'ın oğulları Zeyd, Ömer ile Hasan-ı Müsenna ve bunların yanı sıra Ukbe adlı bir kölenin kaldığı yazılmıştır.

    Kralların taçları beni bağlar büyümü
    Orduları açamaz gönlümdeki düğümü
    Saraylarda süremem dağlarda sürdüğümü
    Bin cihana değişmem şu öksüz TÜRKLÜĞÜMÜ..

  8. #8
    Aybalam76 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik Tarihi
    10.08.2008
    Mesajlar
    2.619
    Konular
    479
    Beğendikleri
    0
    Beğenileri
    0
    Tecrübe Puanı
    100
    @Aybalam76

    Standart Hz. Zeyneb'in Evliliği

    Hz. Zeyneb evlenme çağına geldiğinde Hz. Ali, O'nun için en iyi hayat arkadaşını seçmekte oldukça titizlik gösterir. Hz. Zeyneb'in kişiliği oldukça gelişmişti ve evleneceği erkeğin de buna paralel olarak oldukça olgun bir kişiliğe sahip olması beklenmekteydi. Bunun için damat adaylarını sıkı bir elemeden geçirecektir Hz. Ali. Ancak Zeyneb'i kiminle evlendireceğini de bilmektedir. Zeyneb için Ben-i Haşim ve Kureyş'ten gelenler arasında en uygun Abdullah lbn-i Cafer görülmüştür. Arada mevcut akrabalık, tarafların birbirini çok iyi tanımasını getirmektedir. Damat adayı Abdullah'ın babası Cafer îbni Talib, Hz. Ali'nin kardeşidir bilindiği gibi.

    Cafer aynı zamanda Hz. Peygamber'in en sevdiği kimseler arasındadır da... Dürüst kişiliğinden dolayı O'na Zülcenaheyn (iki kanatlı) veya Ebu'l Mesakin (yoksulların babası) demekteydiler. Ebu Hureyre, Hz. Cafer hakkında "Peygamber (s.a.a.) efendimizden sonra Cafer îbn-i Talib'den daha iyisi yoktur " der.

    Cafer bilindiği gibi İslâm'ın ilk geldiği dönemlerde Mekke'de oldukça kötü davranışlara, işkence ve alaylara, kötülüklere maruz kalarak Habeşistan'a hicret eden Müslümanlardandır. Cafer'in Habeşistan'dan dönüşü Hayber Zaferi ile aynı tarihe rastlamaktadır. Döndüğünde Hz. Peygamber Cafer'i kucaklayıp öpmüş ve: "Bilmiyorum. Cafer'in gelişine mi sevineyim, Hayber'in fethine mi?" demiştir. Bunun ardından Cafer, Rum diyarına gönderilen ordu ile sefere çıkmıştır. Bu sırada Mute isimli bir köyün yakınlarında İslâm tarihinin önemli savaşlarından biri olur. Bazı rivayetler ordu komutanının Cafer olduğunu, bazıları da komutanın ilk olarak Zeyd, O ölünce de Cafer olduğunu bildirir. Zeyd'in ölümünün ardından sancağı Cafer kapar; müşrikler sancağı tutan sağ elini düşürünce, sancak sol eline geçmiştir Cafer'in. Sol eli de kesilen Cafer sancağı kucaklamaktadır artık. Ve ardından şehid olur.

    Abdullah îbn-i Cafer'in annesinin adı Enes'in kızı Esma'dır. Esma, Peygamber'in hanımı, Mü'minlerin Annesi Meymune'nin ve Hz. Hamza'nın hanımının kardeşidir. Cafer'in Esma dışındaki hanımlarından çocuğu olmamıştır. Cafer'in şehadetinin ardından Esma, Hz. Ebubekir ile evlenir. Bu evlilikten Yahya ve Muhammed Asgar adlı iki çocuğu olacaktır.

    Abdullah, Habeşistan'da doğar. Orada doğan ilk Müslümanlardan birisi de Abdullah'tır. İbn-i Hacer, El-Esabe adlı kitabında Peygamberimizden şu sözleri nakletmektedir: "Abdullah yaratılış olarak bana çok benziyor. Allah'ım Cafer'e salih çocuklar ver ve O'nun ticaretine hayır ver." Peygamberimiz bu sözleri üç kere tekrarladıktan sonra şöyle devam eder: "Ben dünyada ve ahirette onların dostlarındanım."

    Abdullah'ın Hz. Zeyneb ile evlenme önerisi Hz. Ali tarafından çok düşünülmeden kabul edilecektir. Kuşkusuz Hz. Zeyneb'in de kararı önemlidir ve O da babasının kararına karşı çıkmaz. O güne kadar değişik evlilik önerileriyle karşılaşmıştır Hz. Zeyneb. Ancak Abdullah'ın kişiliği, karakteri ve imanı, O'nun seçilişinde önemli bir rol oynayacaktır.

    "Bu evlilikten dördü erkek olmak üzere beş çocuğu olacaktır Abdullah ve Zeyneb'in. Bunlar;

    1- Ali

    2- Muhammed

    3- 3-Un-ul Ekber

    4- Abbas

    5- Ümmü Gülsüm olarak sıralanabilir.

    Muaviye, Ümmü Gülsüm'ü siyaset icabı oğlu Yezid'e almak için girişimlerde bulunmuştu. Ancak Hz. Ali, kızının evlenme sorumluluğunu Hz. Hüseyin'e vermiş, O da Muaviye'nin isteğini kabul etmemişti. Yezid'in gençliğinden itibaren sürdürdüğü sorumsuz, İslâmi yasaklara aldırışsız davranışları ona karşı güven duymalarını engellemekteydi. Hz. Zeyneb'in evleneceği erkeğin İslâm'ı bütünüyle yaşamasının gerektiği gibi, karakter olarak da uygun olmasını istiyordu Hz. Hüseyin. Sonuçta amcaoğlunun teklifi kabul edildi ve Hz. Zeyneb, Abdullah ile evlendi.

    Evlenmesi Zeyneb'in ailesinden kopmasına yol açmayacaktı. Zaten evleri de baba ocağına uzak değildi. Abdullah, amcasını çok seviyor ve sayıyor, bu yüzden ona yakın yaşamayı yeğliyordu. Hz. Ali'nin görevi icabı Kufe'de kalırlar. Abdullah amcasının katıldığı savaşların hepsinde bulunur. Sıffin savaşındaki komutanlardan birisi de Abdullah'tır. Abdullah işlerinde de yakındır amcasına... Bir çiftçi, Hz. Ali'ye bir dileğini iletmek ister Ve Abdullah'tan aracılık yapmasını rica eder. Abdullah yardım eder ve adam tutup zamanın parasıyla 40.000 dirhem vererek teşekkür etmek ister Abdullah'a.., Abdullah'ın tepkisi oldukça sert olur. "Biz iyiliği satmayız" diye cevap verir adama ve dostluğunu sürdürmez.[2]

    Hz. Zeyneb'in bu dönemdeki yaşamıyla ilgili fazla kaynak bulunmamaktadır. Zeyneb'in genç kızlığı sırasında İslâmî tesettür kurallarına oldukça dikkatle uyduğu rivayet edilir.[3] Ancak Kerbelâ savaşı sırasında Zeyneb'in örtüleri savaş meydanında düşmanlarınca yırtılır, parçalanır ve Zeyneb ömrü boyunca acısını taşıyacağı bu olayın daha da derin yaralar açtığını duyar içinde. Onu perişan, saçı başı karmakarışık bir durumda açılmış görenler "Güneş gibi parlamakta olan bu hanım da kimdir, şu çadırdan öbürüne giriyor?" diye sorarlar birbirlerine.[4] Hz. Ali'nin kızı olduğunu öğrenince de şaşırırlar. Evet, Zeyneb'i görmüş, tanımışlardır daha önce ama İslâmî tesettürü onun kadın güzelliğinin ortaya çıkmasını saklamıştır hep. Abdullah îbn-i Eyyubî Ensari, O'nu Mısır'a gittiğinde görür, şaşkınlıkla "Andolsun Allah'a ki O'nun gibi bir hanım görmedim, yüzü ay parçası gibiydi" der. Oysa o sırada Hz. Zeyneb 55 yaşında, yaşlanmaya başlamış bir hanımdı. Bu da gösteriyor ki çektiği sıkıntılardan etkilenmeyecek kadar güzeldi Zeyneb ve bir bakıma bu güzelliği sağlam karakterinin ve iç ahlakının yansılanışıydı bedenine... Annesi Hz. Fatıma'nın yüzünü parlatan nurdan bir şeyler almıştı mutlaka...

    Hz. Zeyneb'in Abdullah ile olan evliliğinin geleceği ile ilgili bir takım farklı rivayetler vardır. Bazı rivayetlere göre Hz. Zeyneb ile Abdullah, Kerbelâ olayının öncesinde birbirlerinden ayrılmışlardı ve bunun için Hz. Zeyneb Kerbelâ'ya kocası olmaksızın çocuklarıyla gitmişti. Başka rivayet ise bu evliliğin sürdüğünü, ancak söz konusu ayrılıkların Abdullah ile Zeyneb arasında evliliklerinin öncesinde yapılmış bir anlaşmayla gerçekleştiğini, bildirmektedir. Bu anlaşma, Hz. Zeyneb'e kardeşleri ve ailesiyle dilediğince yakın olma serbestliğini veriyordu.

    Kralların taçları beni bağlar büyümü
    Orduları açamaz gönlümdeki düğümü
    Saraylarda süremem dağlarda sürdüğümü
    Bin cihana değişmem şu öksüz TÜRKLÜĞÜMÜ..

  9. #9
    Aybalam76 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik Tarihi
    10.08.2008
    Mesajlar
    2.619
    Konular
    479
    Beğendikleri
    0
    Beğenileri
    0
    Tecrübe Puanı
    100
    @Aybalam76

    Standart Fitne ve Kargaşa Ortamında

    Dönem, fitne ve kargaşanın yeniden hâkim kılınması, kurulan dengenin tersine döndürülmesi için yoğun uğraşıların olduğu, büyük dolapların döndürüldüğü ve sinsi insanların çirkin yüzlerini göstermek için maskelerini çıkarttığı dönemdir. Zaman, tarihin hiçbir döneminde bu kadar somut olarak ortaya konmamış bir hak düzeninin, uygulamada yüzde yüze yakın basarı gösterdiği ve daha da güçlenmeye doğru koşar adımlarla ilerlediği ışıklı, nurlu bir zaman... Ortam, ilk bakışta hep aynı ortam ve yüzeysel düşünenler için de ortalık süt liman... Çünkü kimse Peygamber'e ve getirdiklerine somut olarak karşı çıkıcı sözler söyleyememektedir, görünürde kimsecikler çıkıp da Kur'an'ın hükümlerini reddetmeye cesaret edememektedir. Camiler tıklım tıklım dolmakta, fütuhatlar yapılmakta, mal varlığı üst üste yığılmaktadır. Kısacası bu öyle bir geçiş dönemidir ki ne suçlanacak bir kimse ve bir suç, ne de huzur ve onur duyulacak bir gidişin öncülüğünü yapanların yokluğu çekmektedir dikkatleri.

    Böyle bir ortamda akıl ve izan sahiplerinin, sağduyu ile yorum yapabilecek düzeye erişmiş yetişkinlerin, sorumluluk sahibi aydınların dikkatini çekerek onları uyaracak çok şey vardır mutlaka... Çünkü hiçbir yozlaşma ansızın gelmez ve başıbozukluk yerden bitmişçesine gelip dayanmaz kapıya. Bu yüzden o dönemde de Hz. Peygamber'in sünnetine sımsıkı yapışmanın ve üst üste getirilmek istenen bid'atların toplumu etkilemesinin önüne geçilmesinin gereğine inanan vicdan ve akıl sahibi Müslümanlar harekete geçtiler.

    Kısa bir süre öncesine göz atalım. Yani Hz. Zeyneb ve kardeşlerine karşı girişilen büyük katliamı hazırlayan koşulların değerlendirmesini yapalım. Hicretin kırkıncı yılında, o büyük cihadın ardından bu kadar çok ve aynı zamanda az zaman geçmişken daha kutlu Ramazan aylarından birinde Hz. Zeyneb ve kardeşleri ye bütün Müslümanlar, İslâm’ın Dördüncü halifesini yitireceklerdir. Ramazan ayının on dokuzuncu günü, sabah namazı sırasında Ibn-i Mülcem isimli bir Harici, Hz.Ali'yi vuracak, Hacca, isimli arkadaşı, Muaviye'yi ve Amr isimli diğer arkadaşı da Asoğlu Amr'ı öldürmeye çalışacaktı.

    Kader yerini bulacaktır. Mübarek başı Mülcemoğlu'nun kılıç darbesiyle yaralanan Hz. Ali, bir kilime yatırılarak evine götürülecek, baş uçunda merakla bekleyen çocuklarına teselli verecek, vefat ettiği gece kendisine sunulan bu bardak sütün yarısını içip yarısını da Mülcemoğlu'na gönderecek ve Mülcemoğlu "zehirlidir" diye bu sütü içmeyecektir. Hz. Ali daha sonra çocuklarına vasiyet ederek öç almalarını yasaklayacak ve Ramazan'ın 21. günü vefat edecekti. Hz. Hasan, babasının cesedini yıkayıp kefenleyecek, namazına imamlık edecekti.

    Mülcemoğlu, definden sonra kendisini çağıran Hz. Hasan'a, kendisini bırakmasını; suikasttan kurtulan Muaviye'yi öldürmesi için izin vermesini söyler. Ne ki Hz. Ali, eğer ölürse Mülcemoğlu'nun kılıç darbesiyle öldürülmesini buyurmuş, affetmelerinin de mümkün olabileceğini söylemiştir. Hz. Hasan, Mülcemoğlu'nu bir kılıç darbesi ile öldürdükten sonra halk ölüsünü yakar.

    Artık Hz. Ali yoktur. Peygamber kızı ye Hz. Ali... Ehl-i Beyt'in bu kutlu üyeleri birbirlerinin ardından dünyadan göçüp gitmiş, arkalarında belirsizlik ve soru işaretleriyle dolu bir ortam bırakmışlardır. Hz. Hasan, Hüseyin, Zeyneb ve diğerleri... Peygamber’in torunları, soyunun devam edeceği mübarek insanlar bu ortamda nasıl bir tavır almalı ve fitneye karşı kimin yanında, neye rağmen durmalıdırlar? Hz. Ali'nin varlığı sırasında da hemen hemen aynı sorunlar vardır fakat gidilen yol, çizilen çizgi oldukça nettir. Şimdi ise hem Hz. Hasan ve Hüseyin hem de diğer kardeşleri için ağır bir sorumluluk halinde karşılarına dikilen soru, ne yapmaları, nasıl davranmaları gerektiği olacaktır.

    Hz. Ali'nin vefatının ardından aynı gün Hz. Hasan, Küfe Mescidi'nde halka bir konuşma yapar ve halk koşarak O'na beyat eder. Beyatın ardından Ibn-i Mülcem öldürülecek ve kargaşalıklar büyük ölçüde patlak vermeye devam edecektir. Ordu da kendi içinde bölünerek Haricîlerin propagandalarının etkisinden kurtulamayacaktır. Bir kısmı yağma ve talana dalacak ve böylece Hz. Hasan'ın Muaviye ile uzlaşması zorunluluk haline gelecektir. Ne ki bu uzlaşma, hiçbir zaman İslâm’dan herhangi bir taviz verme anlamını taşımayacağından, sonuç olarak Muaviye uzlaşma koşullarına uymayacak ve Hz. Ali'nin çocuklarına karşı yapılan haksızlıkları görmezden gelmeyi yeğleyecektir.

    İslâmî hilafetin saltanata dönüştürüldüğü evrede Hz. Ali ve oğlu Hasan öldürülmüştür. Sırada İslâmî hilafetin savunuculuğunu canı ve kanı pahasına savunacak olan; Peygamberin diğer torunları, torunlarının çocukları, hanımları vardır. Peygamberin omzunda gezdirdiği, öpüp koklamaya kıyamadığı torunları birbirleri ardı sıra İslâmî kıyamlarından taviz vermemek için öldürüleceklerdir. Hz. Zeyneb gibi öldürülemeyip esir alınanlar, pazarlarda cahiliye düzeni esirleri gibi teşhir edilerek gezdirilenler ise ölümden de beter bir yaşama zorlanacaklardır. Susturulmaya, gerçekleri, haksızlıkları sonuna kadar haykırmak yerine halinden memnun ve durumu onaylamış görünmeye mecbur edilmenin zilletine katlanamayacaklar, bu yüzden de ölünceye kadar rahat bir nefes alamayacakları koşullara itileceklerdir.

    Hz. Hasan, Hüseyin, Zeyneb.... Hasan öldürülmüştür, sırada Hüseyin vardır. Zeyneb de kendisine yönelik düşmanlıklardan payını alacaktır bir gün. Fitne odaklarının tahrikleri sürmektedir. Saltanat mekanizmasının işlerliğinin sağlanması için çıkar çevrelerinin işbirliği de öyle... Egoizmi aşarak insanların birliği ve eşitliği üzerine kurulan İslâmî yönetim, cahiliyet devrindeki asabiyetin yeniden canlanması, sömürü mihraklarının iştahının kabartılması, rahatlama ve gevşeme ile birlikte yayılan zevk düşkünlüğü ile sarsılmaktadır. Kur'an hükümleri isteklere uydurulmaktadır. Peygamberin izini sürmekte direnenler çeşitli bahanelerle sindirilmekte ve yönetimin kilit noktaları cahili zihniyet taşıyan saltanat meraklılarınca parsellenmektedir. Hatta öyle bir noktaya gelinmiştir ki, zulme ve haksızlıklara karşı çıkanlar İslâm ve Kur'an ve hatta Peygamber düşmanlığıyla suçlanarak halkın gözünde karalanmakta ve ayrılıkçı güçler diye tanımlanmaktaydılar.

    Peygamber torunları ve Müslümanlar mahzun oluyorlardı elbet. Ama üzülmek gam çekerek tasalanmak neye yarardı? Harekete geçmek doğruyu bildirip yanlıştan sakındırmak, tüm tehlikeleri göze alarak İslâm’ın karartılmaya çalışılan geleneğini ışıklandırmak zorundaydılar. Artık İslâmî devletten söz etmek mümkün olamadığına göre kendi başlarına harekete geçmeliydiler. Yezid, babasının faaliyetlerinin sonucunda saltanat makamına getirilmiş ve hilafet makamını gasp etmeden önce de çeşitli ahlaksızlıklarıyla tanınmış biridir. Halk zorla O'na beyat ettirilmiş, etmeyenler acımasızca öldürülmüş ve tehdit edilmişlerdir.

    Hz. Hüseyin de Medine valisi Velid tarafından Yezid'e beyat etmeye davet edilir. Aksi halde boynu vurdurulacaktır, Yezid'in emri budur. Hüseyin beyat etmez ve Velid de tüm tahriklere rağmen Hz. Hüseyin'i serbest bırakır, O'nun kanını akıtmanın vebalinden çekinir. O dönemde Medine ve çevresinde Hz. Hüseyin ve kardeşleri için hiç de güvenilecek bir hava esmemektedir. Irak'tan davet mektupları gelmekte, halk torbalarla mektup göndererek Hz. Hüseyin'i çağırmakta, O'na beyat edeceklerini bildirmektedir. Ümmü Seleme (r.a.) O'nun Irak'a gitmesinin önüne geçmek ister. Olacağın önüne kim geçebilir? Hz. Hüseyin de, kardeşleri de bilmektedirler neler olabileceğini ve aşağı yukarı kestirmektedirler olacakları. Hz. Ömer'in oğlu Abdullah da Peygamber torunlarının kafilelerle yola çıkmasını önlemek ister. Korkulu, tehdit dolu, acılı bir rüzgâr esmektedir. Irak'tan çağrılar sıklaşmaktadır. O ortamda baskı ve zulmün sistemleştirildiği ve aksi eylemlerin önünün derhal alındığı şartlarda kesinkes bir tavır almanın mümkün olamayacağının bilincindedir Hz. Hüseyin. Hz. Zeyneb de kardeşini destekler. Zaten iki kardeş bütün işlerinde birbirleriyle müşaverede bulunmakta olduklarından, aldıkları karar da hemen hemen aynı olmuştur. Madem ki susmamak, harekete geçmek, mevcut saltanatı zorlamak gerekmektedir ve madem ki Medine'de bunu sağlamak oldukça zordur; öyleyse gidilmesinde hayır ve yarar vardır.

    Bunun üzerine ön çalışmalara başlarlar.



    İlk Mektup

    Küfe'den gönderilen ilk davet mektubu, tövbeci-ler diye tanınan meşhur grubun başkanı Süleyman b. Sured'e aittir. Mektup şöyledir:

    "Selam olsun sana.

    Senin düşmanlarını mağlup eden ve öldüren Allah'a hamdolsun. Düşmanın haksızca bu millete hakim olup hakimiyeti ele geçirdi. Senin hakkını çiğnedi. Milletin rızası olmaksızın millete hükmetti. Kavmin özgürlük yanlılarını ortadan kaldırmak isteyerek rahmetinden nasipsiz kalmıştır Evet... İmamı ve önderi olmayan bizlerin yardımına koş ki;

    Allah da senin sayende bizleri doğru yola ulaştırsın...

    Numan b. Beşr (Ibn-i Ziyad'dan önceki Küfe valisi) hükümetin bir elemanı olup sarayda oturmaktadır. Bizim pnunla ilişkimiz yoktur. Cuma ve bayram namazlarını onunla kılmayız- Ziyaretine de gitmeyiz. Eğer senin bize geleceğini bilirsek, onu şehirden sürüp çıkartır, Şam'a geri yollarız, înşaallah."

    Bu mektuplar sayılamayacak kadar çoklukta ve birbirini takip ederek Hz. Hüseyin'i harekete geçmeye zorluyor; O da kendisini büyük bir sorumluluğun altına girmiş sayarak bu görevden kaçamayacağım biliyordu. Bir rivayete göre Hz. Hüseyin'e bu içerikte tam 12 bin mektup gönderilmiş Kufe'ye gelmesi için. Bu davet mektuplarına karşılık Hz. Hüseyin sessiz kalamazdı elbette ve ilk önce bir cevap mektubu yazmıştır;

    "Hani ve Said mektubunuzla birlikte buraya geldiler. Bunlar bugüne kadar benimle buluşan ikinci elçilerinizdir. Evet... Topluluğunuza hak yolda önderlik edecek kimsenin bulunmadığından haberdar oldum. Şimdi ben, kardeşim, amcamın oğlunu, en güvendiğim kimseyi, Müslim b. Akil'i sizin ileri gelenlerinizin görüşlerini öğrenip bana bildirmesi için size gönderiyorum. Eğer sizin temsilcilerinizin sözleri ve yazdığınız mektuplarla O'nun göndereceği rapor birbiriyle aynı olursa, hemen Kufe'ye doğru hareket edeceğim."

    Görüldüğü gibi Hz. Hüseyin bilinçli davranmakta, geleceğin neyi getireceğini aşağı yukarı bilse dahi etrafında bulunan yakınlarının hayatlarını tehlikeye atmaktan kaçınmakta, bunun için harekete geçmeden önce durumu bilmek ve kendisine verilen sözlerin mahiyetinden, ciddiyetinden emin olmak istemektedir. O, yola yalnız çıkmayacaktır. Yanı sıra kardeşleri, çocukları, yeğenleri, hanımı ve diğer yakın akrabaları ve O'na candan bağlı olan birçok Müslüman da harekete geçmek üzere hazırlık yapmaya başlamışlardır. Hz. Zeyneb, kardeşinin yanında olmak ve O'na hem maddî hem de manevî güç vermek için her zaman hazırdır zaten. Hz. Hasan'ın öldürülüşünden sonra kardeşler birbirlerine daha bağlanmış, olacakları biliyormuşçasına hüzünlü bir sevgiyle birlikte hareket etmeye alışmışlardı. Şimdi Hüseyin bütün davranışlarıyla Hz. Ali'nin çocuklarına örnek ve destektir. Babaları da vasiyetinde Hasan ve Hüseyin'den kardeşlerini korumalarını, onlarla ilgilenmelerini söylemiştir,. Artık Hasan yoktur ve koruyuculuk görevi Hüseyin'e aktarılmıştır. Zeyneb ise kadın oluşunun verdiği yetkinlikle aile çevresinde otorite sahibidir. Fiziki ve manevi güçlülüğü, olgun ve kendisinden emin kişiliği salt aile çevresiyle kalmayarak tüm tanıyanlar üzerinde saygın bir etki uyandırmaktadır ve konuşma alanındaki başarıları yaygın bir üne kavuşmasına yol açmıştır.

    Şimdi; ne zamana kadar süreceği ve nasıl biteceği bilinmeyen bir yolculuk beklemektedir onları. Medine'den göç etmek anlamına gelecek bu yolculuk; İslâm'ın geleceği kurtulsun, Müslümanların başında dolaşan kara bulutlar dağılsın, fitne ve fesad odakları yerle bir olsun diye çeşitli fedakârlıklarla, çetin koşullar altında yapılacak, etraflarını çevreleyen düşmanlar maskelerini takmaya gerek görmeksizin türlü tuzaklar kurarak yollarına çıkacaktı. Onlar bunu biliyor ve yine de mevcut durumun devamı anlamına gelen sessizliği kırmak için harekete geçmeyi kaçınılmaz bir görev olarak görüyorlardı.

    Hz. Hüseyin'in elçisi Müslim îbn-i Akil, Kufe'ye varınca İmam Hüseyin adına beyatları kabul edip, ordu hazırlamaya başladı, imam Hüseyin taraftarları ve Yezid'in zulümle dolu uygulamalarından bıkan bir kısım halk büyük bir coşku içinde Hz. Hüseyin'in temsilcisi Müslim îbn-i Akil'e beyat ettiler. Müslim'in çevresi kısa zamanda genişleyerek yeni ve kalabalık grupların da katılımına açılır. Müslim bu durumu ayrıntılarıyla Hz. Hüseyin'e rapor edip Mekke'ye gönderir.

    Zamanın Küfe Valisi Ubeydullah b. Ziyad, zulüm ve dalaverelerle yönetimini sürdürme gayretinde olan Emevilerin desteklediği biridir. Halk bu valinin yaptığı haksızlıklardan ve islâm dışı uygulamalardan bıkkınlık getirmiş, Müslim îbn-i Akil'in varlığını fırsat bilerek onun etrafında toplanmıştır. Ibn-i Ziyad doğal olarak bu durumdan hoşlanmayacaktır. Çünkü O şimdiye değin İslamî hükümleri başarıyla çarpıtarak dilediğince, hüküm sürmesini becermiş, kendisine karşı çıkan tek tük grupları komplolarla dağıtmış, yüzeysel bir İslâmî anlayışın hâkim olduğu bir topluluk oluşturma yolunda büyük hizmetler vermiş saltanat yanlısı biriydi. Bu seferki gruplaşmaları da ilk etapta önemsemedi Vali. Nasıl olsa bunları da ya baskı ve zulümle, ya da mal ve para, olmazsa mevki vaadiyle kandıracak ve etrafındaki çıkarcılar kalabalığının büyümesi ile varlığını güvence altına alacaktı. Sarayda yapılan hesaplar buydu ve azımsanmayacak sayıdaki adamıyla İbn-i Ziyad halkın heyecanını bastırmak için çeşitli yöntemler deneyecekti bu kez de.

    Kabile taassubunu körüklemek, cahili kavramları gün yüzüne çıkartmak, zorbalık ve mal varlığıyla üstünlük temin etmek, saltanat makamlarının başlıca silahıdır. Peki ya mü'minin silahı? O, imanı ve takvası ile üstün olabileceğinin bilincinde olduğundan silahları Kur'anî kavramlarla donatılmıştır. Hile, yalan, dolan, fitne ve entrika, terör ve toplu katliamlar, çıkar unsurları ve her ne olursa olsun işkence yoktur mü'minin silahları arasında... Ancak birden bire köpürerek valiye karşı ayağa kalkan Küfe halkı, saraydaki hesapların çarşıya uyup uymayacağını kısa zamanda gösterecekti. O halk, çok geçmeden, salt saraya değil, altın ve gümüşe de kanarak, Hz. Hüseyin'e, Hz. Zeyneb'e ve bütün Müslümanlara verdikleri sözü unutacaklardır. Müslim'in etrafı ansızın boşalacak, halk yüzüne bakmayacak, savunmasız kalan Hz. Hüseyin'in elçisi, İbn-i Ziyad tarafından tutuklattırılarak kafası kesilecek, kesilen bu kafa saltanatın durumunu sergilercesine sarayın çatısından aşağı atılacaktı. Gericilik, zulüm ve baskının defterine kaydedilecek bir zafer olacaktı bu. Dolayısıyla Resülullah'ın gerçekleştirdiği tüm yeniliklerin çarpıtılması için de önemli bir adım olarak anılacaktır.

    Küfe'de bütün bunlar olup biterken; kendisine biat edildiğine dair ayrıntılı mektubu almanın huzuru ve güvencesi ile Hz. Hüseyin ve ailesi yola çıkış hazırlıklarım tamamlamışlardır. Hz. Hüseyin, Medine'den Mekke'ye gitmiş; burada da üstüne düşen görevleri yerine getirmek istemiştir. Kur'an ve Allah'ın Resulü’nün gösterdiği yola halkı yeni baştan çağıran Hz. Hüseyin; helalleri haram, haramları da helal yapanlara karşı bilinçli bir mücadele baş-latılmasını istemektedir orada. Hacc mevsimidir ve insanlar akın akın Mekke'ye doğru gelmektedir. Bu atmosfer içerisinde bir süre Mekke'de kalan Hz. Hüseyin, Haccını yarıda bırakarak Arafe günü Küfe yolunu tutar.



    Kralların taçları beni bağlar büyümü
    Orduları açamaz gönlümdeki düğümü
    Saraylarda süremem dağlarda sürdüğümü
    Bin cihana değişmem şu öksüz TÜRKLÜĞÜMÜ..

  10. #10
    Aybalam76 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik Tarihi
    10.08.2008
    Mesajlar
    2.619
    Konular
    479
    Beğendikleri
    0
    Beğenileri
    0
    Tecrübe Puanı
    100
    @Aybalam76

    Standart Zeyneb'in Kocası) Abdullah Niçin Kerbelâ'ya Gitmedi?

    Hz. Hüseyin, Kerbelâ'ya gitmek istediğinde Hacc mevsimiydi. Hz. Hüseyin, Mekke'den ayrılırken dostları onu engellemeye çalıştılar. Bu sırada Abdullah îbn-i Abbas şunları söyledi: "Ey amcamın oğlu, bazı kişiler senin Irak'a gitmek istediğini söylemekteler. Bu gerçek midir?" Hz. Hüseyin olumlu cevap verdiğinde Abdullah, "Ben bu işin şerrinden sizi Allah'a emanet ediyorum. Söylesenize, siz önderlerini öldürenlerin tarafına mı gitmektesiniz? Eğer sizi çağıranlar doğruysa, buna sözüm yok. Ama başlarındaki yöneticiler onlardan fazlasıyla vergi alıp çıkarlarını zedelediği için sizi çağırıyorlarsa, korkarım içtenlikleri doğru değil ve sizi yalnız bırakacaklardır."

    Hz. Hüseyin'in cevabı şöyle olur: "Ben kendi hayrımı Allah'tan isterim."

    Eniştesi ve amcasının oğlu Abdullah da itiraz eder Hz. Hüseyin'e... O sırada Hz. Zeyneb çocuklarını hazırlamış, kardeşleriyle Kerbelâ'ya gitmek için harekete geçmiştir. Abdullah onlarla Hz. Hüseyin'e bir mesaj gönderir. Bu durum kafalarda bazı soru işaretleri uyandırmaktadır. Abdullah niçin kendisi gitmemiştir de mektup göndermeyi yeğlemiştir acaba? Hasta mıdır, yoksa Hz. Hüseyin'in tutumunu onaylamamakta mıdır? Bunların ikisi de değildi. Öyleyse neydi sebep? Ibn-i Esir ve Taberi, Abdullah'ın mektubunun aslını şöyle naklederler.

    "Size Allah adına and veririm ki, mektubumu okuduğunuzda Kufe'ye gitmekten vazgeçeceksiniz. Çünkü gittiğiniz yol sizi yok olmaya ve askerlerinizin dağılmasına doğru götürmektedir. Benim yüreğim yanıyor şimdi. Çünkü siz yol bulanların bayrağısınız ve mü'minlerin ümidisiniz. Gitmekte acele etmeyiniz. Cevabınızı bekliyoruz, selamlar..;"

    Neden Abdullah mektubu kendisi götürmemiştir de çocuklarıyla göndermiştir? Bir kırgınlık yok arada belli ki... Anlaşıldığı kadarıyla Abdullah işleriyle meşguldür ya da öncelikle Mekke Valisi ile görüşüp bir durum değerlendirmesi yapmak istemiştir. Nitekim Abdullah, Yezid tarafından atanan Vali Emru îbn-i Sa'd'ın yanma gider ve bu görüşmede Vali'nin Hz. Hüseyin'in Mekke'den çıkmasını engellemek için bir mektup yazmasını ister. Emru, Abdullah ne yazarsa yazsın imzalayacağını söylemiştir. Abdullah bu mektubu Hüseyin'e götürüp gitmesini önlemek isteyince Hüseyin bunu reddeder ve der ki: "Ben artık hayatımdan vazgeçmiş ve Allah'ın buyruğunu yerine getirmek için kesin karar vermiş durumdayım."

    O sırada Zeyneb ve çocukları Hz. Hüseyin ile bu ölüm yolculuğuna çıkmış bulunmaktadırlar. Abdullah'ın niçin gitmediğini ise hiçbir tarih yorumcusu bildirmemiştir bugüne dek. Ama kalbi Hz. Hüseyin ile birlikte olan Abdullah'ın niçin gitmediğini anlamak zor değildir. O, hanımını, çocuklarını, bütün sevdiklerini göndermeyi göze almış, kendisi hakkında muhtemelen yapılacak suçlamaları da hesaba katmıştır kuşkusuz. Hz. Hüseyin'in ve üç çocuğunun şehadetinin ardından uzun süre acı çekecektir Abdullah. Oğulları Muhammed ve Un-ul Ekber dayıları ile birlikte şehid düşer Kerbelâ'da.

    Abdullah ise Hz. Hüseyin ile birlikte giden dostları tek tek şehid olduktan sonra, İslâmî doğruların gündemde tutulması ve Hz. Hüseyin'in kıyamının amacını hatırlatmak için devreye girecektir.


    Kralların taçları beni bağlar büyümü
    Orduları açamaz gönlümdeki düğümü
    Saraylarda süremem dağlarda sürdüğümü
    Bin cihana değişmem şu öksüz TÜRKLÜĞÜMÜ..

Etiketler

Yetkileriniz

  • Konu Acma Yetkiniz Yok
  • Cevap Yazma Yetkiniz Yok
  • Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
  • Mesajinizi Degistirme Yetkiniz Yok
  •  

Giriş

Giriş