1970’li yıllarda çocuk olmak, inanılmaz güzeldi. Dört tekerlekli patenlerin pek tanınmadığı bir zamanda, paten sahibi olmak ise ayrıcalıklıydı. Birçok kişi patenlerimle gezerken bana uzaydan gelmişim gibi bakar, yaşlılar şaşkın şaşkın gözlerini açar ve aynen şu ifadeyi kullanırlardı : “Biz düz yolda gidemiyoruz, şu çocuğun yaptığına bak. Ah ah zamane çocukları işte”.
Zamane çocukları, bu kavram galiba hiç değişmiyor. Bizde şimdiki çocuklara zamane çocukları demiyor muyuz?70’li yıllarda çocuk olmak. Sokaklarda geçen oyun dolu güzel saatler. Televizyonu olan evler mahallelinin uğrak yeriydi, çünkü herkesin evinde yoktu. Zaten televizyon izleme saatleri de kısıtlıydı. Akşam yedide açılan ekran, ilk zamanlar gece on’da daha sonrada on iki gibi kapanırdı hatırladığım. 110 voltluk şehir cereyanı, televizyonu çalıştırmaya yetmez, onun için televizyonun bağlandığı güç yükselticileri olurdu . Bazen görüntü kayar veya ekran kaybolursa evin en atletik yapılı ferdi, ya çatıya çıkar ya da balkona. Ta ki görüntü düzeltilinceye kadar anten sağa sola çevrilirdi. Dışarıdan bir ses; görüntü nasıl? El cevap: “daha kötü, daha da kötü”. Gece yarısı haberleri olan “Tele bakış” programı, spikerinin affına sığınarak, aramızda “kele bakış”a dönüşmüştü. İstiklal marşı kapanışta okunur, ancak o saate kadar çoktan uyku alemine geçmiş olurduk. Yalnızca hafta sonları o kadar saat oturmamıza izin verilirdi.
Bir de Salı günleri Türk sineması kuşağı ekranları şenlendirirdi. O zamanlar biz şanslı ailelerdendik. Siyah beyaz da olsa televizyonumuz vardı. Zaten renkli yayın da yoktu ki. Mahallenin hanımları, örgüsünü, dantelini, çoluğunu, çocuğunu kapar bize gelir, çaylar demlenir, çerezler hazırlanır, sinema saati beklenirdi. Ama filmin en heyecanlı yerinde film kesilir, necefli maşrapa pek bir süzülerek arzı endam ederdi ekranda.