Doğu’nun ünlü bilgelerinden Sadi Şirazi, Gülistan isimli eserinde şöyle bir kıssa anlatır: Der ki: “Kubbe gibi yüksek bir yere güzel kokulu bir gülle, sıradan, bir otu yan yana gördüm. Ot, gülün dalına sarılmıştı. Bu duruma bir anlam veremeyip sordum. -Nasıl oluyor da bir gülle bir ot bir arada bulunabiliyorlar? Ot ağladı ve şöyle cevap verdi: -Senin niye şaşırdığını anlıyorum. Beni küçümsüyor, güzel bir gülün yanına yakıştıramıyorsun. Ama unutma ki ben de bu güzel güllerin yetiştiği

Bu konu 978 kez görüntülendi 0 yorum aldı ...
ot ile gul 978 Reviews

    Konuyu değerlendir: ot ile gul

    5 üzerinden | Toplam: 0 kişi oyladı ve 978 kez incelendi.

Konu: ot ile gul

  1. #1
    Emine - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik Tarihi
    14.08.2008
    Mesajlar
    20.276
    Konular
    10681
    Beğendikleri
    0
    Beğenileri
    13
    Tecrübe Puanı
    100
    @Emine

    Standart ot ile gul



    Doğu’nun ünlü bilgelerinden Sadi Şirazi, Gülistan isimli eserinde şöyle bir kıssa anlatır: Der ki: “Kubbe gibi yüksek bir yere güzel kokulu bir gülle, sıradan, bir otu yan yana gördüm. Ot, gülün dalına sarılmıştı. Bu duruma bir anlam veremeyip sordum.

    -Nasıl oluyor da bir gülle bir ot bir arada bulunabiliyorlar?

    Ot ağladı ve şöyle cevap verdi:

    -Senin niye şaşırdığını anlıyorum. Beni küçümsüyor, güzel bir gülün yanına yakıştıramıyorsun. Ama unutma ki ben de bu güzel güllerin yetiştiği bu bahçede büyüdüm. Ben de onlar gibi yüce ALLAH’ın bir kuluyum. Onun nimetleriyle beslenip bu hale geldim.

    -Yani bulunduğu halden memnun musun?

    -Elbette memnunum. Yüce ALLAH nimetlerinden beni de mahrum etmedi ve beni bu güzel gülle arkadaş etti. Bundan daha güzel bir şey olabilir mi?”

    Ot gibi sıradan kabul edilen bir varlığın bakış açısıyla yaratılıştaki hikmeti nasıl doğru kavradığını gösteren bir kıssa bu… Adı “kıssa” olunca da mutlaka bize vereceği bir “hisse” olmalı. Buna geçmeden, çağımız insanının kendinden, içinde bulunduğu durumdan sürekli şikâyet etme şeklinde tezahür eden psikolojisine değinelim önce. Şükür, sabır gibi bizi fıtrata uygun bir duruşa, davranışa yönelten kavramlar unutulunca insanı şekillendiren ne yazık ki başka anlayışlar olmaktadır. Bu anlayışlarda ise hikmetli bakış söz konusu olmadığı için her şey zahiri şekline göre değerlendirilmektedir.

    Bu bakış açısına göre çevremize baktığımızda insanlar arasında bilgi, zenginlik, statü, bedensel güzellik bakımından farklılıklar görüyoruz. Gözümüz hep yukarılara bakıyor. Zenginsek daha fazla nasıl zengin olabiliriz? Küçük bir memursak, daha üst makamlara nasıl çıkabiliriz? Kendimizden güzel gördüğümüz biri varsa onun gibi hatta ondan daha güzel olmak için neler yapabiliriz? Gibi sorular, hayati sorulara dönüşüyor.

    Kişisel ve toplumsal gelişme, ilerleme için ufkumuzu geniş tutmakta, önümüze yüksek hedefler koymakta elbette fayda vardır. Fakat, burada önemli olan niyetlerimiz... Bu durumu bir gelişme açısından mı düşünüyoruz? Bizi böyle bir harekete yönelten sebep bir kıskançlık mı, özenmek mi? Daha iyi durumda olanı örnek almak mı? Problem buradadır. Çevremizde yapacağımız küçük bir gözlem, ne yazık ki niyetlerimizin bu manada sahih ve temiz olmadığını gösteriyor. Kıskançlık, bir kurt gibi içimizi kemiriyor. Başarının, ilerlemenin ardındaki alın terini, çalışmaya, sabrı hiç dikkate almadan kolay yoldan aynı noktalara gelmek istiyoruz. Bu hırs, içimizdeki en büyük düşman olarak bizi yanlışlara sürükleyebiliyor.

    Böyle olunca da hem kendimize zarar veriyoruz hem de başkalarına... Enerjimizi yükseğe çıkmak için harcamak yerine yüksektekini aşağıya indirmek için harcıyoruz. Başarıyı bedel ödemeden elde etmek istiyoruz. Bunun için gerektiğinde torpil, rüşvet, yalan ve iftira gibi ahlaki olmayan yollara başvurabiliyoruz. Yöntem yanlış olunca da yükseğe çıksak, hedefimize varsak bile yine mutlu olamıyoruz. Çünkü daha yükseği var... Bu defa aynı yanlış yöntemler bu yeni hedefe çıkmak için kullanılıyor. Sonra bir ölüm yarışına dönüşüyor her şey...

    Yapılması gereken şey aslında çok kolay. Önce kıssada anlatılan ot gibi kendimizi, halimizi doğru tanımlamamız, bulunduğumuz halin hakkını vermemiz, değerini bilmemiz, farklılıkların hayata nasıl bir değer ve güzellik kattığını görebilmemiz gerekiyor. Sadece bunları yapabilmek bile meseleyi daha doğru kavramamız açısından yeterli olabilecek bir durumdur.

    Bir kadın ve bir erkek olarak farklı şekillerde yaratılmamızla başlayan bir hayatın insanlarıyız. Hayat sistemini kuran Yüce ALLAH, cinsiyetlerimizi ayrı yarattığı gibi, diğer özelliklerimizi de farklı yaratmış. Dünyanın diğer unsurlarında da durum aynı... Gece ve gündüz, kış ve yaz... Örnekler çoğaltılabilir ama; bu durumda ne bir adaletsizlikten söz edilebilir nede bir eşitsizlikten. Çünkü, farklılık hayatın en önemli zenginliğini oluşturuyor. Hep kadının olduğu bir hayatta insan nesli devam edemez. Hem gece yahut gündüz olsa ne olur bir düşünelim. Ya da yeryüzünde hiçbir hayvanın yahut bitkinin, ağacın bulunmadığını...

    Bu yüzden nasıl bir otla bir gül bir bahçede bulunabiliyorsa, çeşitli açılardan farklılıklar taşıyanlar da aynı hayatı birlikte paylaşıp, birlikte güzelleştirebilirler. Çünkü; sorumluluklar, yapılması gerekenler bulunulan hale göre değişmektedir. Küçük bir memurun yapması gerekenlerle bir yöneticinin yapması gerekenler aynı olmaz. Biri günde sekiz saat çalışarak sadece önündeki evrakları yazıp çizmekten sorumludur; diğeri ise belki binlerce kişiden sorumludur, dolayısıyla yükü ağırdır. Yine bir yoksulla bir zenginin bu manadaki görev ve sorumlulukları da aynı değildir.

    Farklılıklar, aslında bizi birbirimizden uzaklaştıran değil birbirimize yaklaştıran özelliklerimizdir. Zengin, zekât verdiği için yücelmez, fakir de aldığı için alçalmaz. Aynı şekilde emir veren üstün, emir alan düşük bir seviyede değildir. Zahiri bir bakışla bedenen güzel olduğunu söylediğimiz biri, böyle olmadığını düşündüğümüz birinden yüksekte olmaz. Yaratılışta bu durum dengelenmiştir. Biri güzelidir, diğeri akıllıdır. Biri hastadır, diğeri sağlıklıdır. Dolayısıyla birbirlerine bir şekilde muhtaç durumda kalırlar.

    Çağımızdaki manzarada meselenin benim baktığım tarzda olmadığını elbette biliyorum. Problem de burada zaten. Farklılıkları, bir üstünlük yahut düşüklük olarak görmek dünyevi bir bakış açısının sonucudur. Biz, bakış tarzımızı değiştirir, her şeye hikmet penceresinden bakabilirsek, kıssada anlatılan gül gibi “Görüyor musun bana ALLAH’ın verdiği nimete. Beni güzel bir gülle arkadaş etti.” diyebiliriz. Mutlu olabilmenin yolu bu bakış açısından geçiyor. Bu da şükürle taçlanmayı gerektiriyor.

    Önemli olan bakışta... Kimi akıllı, kimi güzel, kimi zengin... Bunlar zahiri bir gözle bakıldığında bizi doğru sonuçlara götürmezler. Bugün insanlığın, inansın yahut inanmasın saygıyla andığı peygamberler, büyük sufiler, bilge insanlar... Bunların ne zenginlikleri ne güzellikleri sadece maddi boyutta ele alınacak insanlar değillerdi. Karun ve onun gibi paraya para demeyenler hayırla anılmazken elinin emeği ile geçinen ama kişiliğiyle, bilgisiyle insanlığa yararlı olan niceleri hayırla anılıyor.

    Mutlu ve başarılı olmak insan için güzel bir hedef... Fakat, bu hedefe varmak için fıtratta çizilen rotayı takip etmeli, sahih ve samimi niyetler taşımalı insan... Kılavuzu hırsa, kıskançlığa, kibire prim veren anlayışlar değil; sabrı, şükrü, gayreti, çalışmayı, paylaşmayı, erdemliliği insanoğlu için üstün değerler olarak kabul eden; bunları başarı ve mutluluğun meşru donanımları olduğunu öğütleyen bilgece düşünceler olmalı... Bu düşüncelerin kaynağı ise bellidir. Kur’an-ı Kerim, bunun için vardır. Peygamberler bunun için gönderilmiştir. Öyleyse, onlarla aramızdaki mesafeyi kaldırmak, samimi bağlar kurmak olması gereken tek çare olarak görünüyor.


    Konu Bilgileri       Kaynak: www.azeribalasi.com

          Konu: ot ile gul

          Kategori: Dini Hikayeler

          Konuyu Baslatan: Emine

          Cevaplar: 0

          Görüntüleme: 978


Yetkileriniz

  • Konu Acma Yetkiniz Yok
  • Cevap Yazma Yetkiniz Yok
  • Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
  • Mesajinizi Degistirme Yetkiniz Yok
  •  

Giriş

Giriş