Milli Mücadele Döneminde Milli Egemenlik Düşüncesinin Gelişimi Doç. Dr. Mesut Çapa ATATÜRK ARAŞTIRMA MERKEZİ DERGİSİ Sayı 42 Cilt: XIV Kasım 1998 Türkiye Cumhuriyeti'nin 75. Yılı Özel Sayısı Mustafa Kemal Paşa Millî Mücadeleyi başlatırken milli egemenliğe dayalı tam bağımsız milli bir devlet kurmayı düşünüyordu. Bu sebeple Millî Mücadele’nin her safhasında adım adım bunu gerçekleştirmeye çalışmıştır. Mondros Mütarekesinden sonra Türkiye’nin kurtuluşu için İngiltere’nin himayesini veya

Bu konu 3775 kez görüntülendi 1 yorum aldı ...
Milli Mücadele Döneminde Milli Egemenlik Düşüncesinin Gelişimi 3775 Reviews

    Konuyu değerlendir: Milli Mücadele Döneminde Milli Egemenlik Düşüncesinin Gelişimi

    5 üzerinden | Toplam: 0 kişi oyladı ve 3775 kez incelendi.

  1. #1
    Dygsuz - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik Tarihi
    30.07.2008
    Mesajlar
    10.793
    Konular
    3263
    Beğendikleri
    0
    Beğenileri
    3
    Tecrübe Puanı
    1047
    @Dygsuz

    Standart Milli Mücadele Döneminde Milli Egemenlik Düşüncesinin Gelişimi

    Milli Mücadele Döneminde Milli Egemenlik Düşüncesinin Gelişimi
    Doç. Dr. Mesut Çapa
    ATATÜRK ARAŞTIRMA MERKEZİ DERGİSİ Sayı 42 Cilt: XIV Kasım 1998 Türkiye Cumhuriyeti'nin 75. Yılı Özel Sayısı

    Mustafa Kemal Paşa Millî Mücadeleyi başlatırken milli egemenliğe dayalı tam bağımsız milli bir devlet kurmayı düşünüyordu. Bu sebeple Millî Mücadele’nin her safhasında adım adım bunu gerçekleştirmeye çalışmıştır.

    Mondros Mütarekesinden sonra Türkiye’nin kurtuluşu için İngiltere’nin himayesini veya Amerikan mandasını isteyenlerle Müdafaa-i Hukuk Cemiyetlerinin faaliyetleri çerçevesinde yerel kurtuluş çarelerini düşünenlere karşı Mustafa Kemal’in bir başka karan vardı: “O da millî hâkimiyete dayanan kayıtsız şartsız yeni bir Türk devleti kurmak!”. O İstanbul’da verdiği bu karan Anadolu’ya geçtikten sonra uygulamaya başlayacaktır.

    Mustafa Kemal Türk milletinin haysiyetli ve şerefli bir millet olarak yaşayabilmesi için böyle bir karan gerekli görmüştü. Bu da ancak tam bağımsızlığa sahip olmakla gerçekleştirilebilirdi. Türk Ata Yurdu’na ve Türk’ün istiklâline saldıranlar kimler olursa olsun onlara bütün milletçe silâhla karşı koymak ve onlarla mücadele etmek gerekiyordu. Bu karan her yönüyle ilk günden açıklamak isabetli olamayacağından “uygulamayı birtakım safhalara ayırmak ve olaylardan faydalanarak milletin duygu ve düşüncelerini hazırlamak ve kademe kademe yürüyerek hedefe varmağa çalışmak gerekiyordu”. Bu sebeple “Millî irade rejiminin” bütün ilke ve kurumlarının gerçekleşmesinde böyle bir yol takip edilmiştir.

    Millî egemenlik Millî Mücadele’nin ana prensiplerinden birini teşkil etmektedir. Gerek Mustafa Kemal’in sözlerinde ve gerekse kongrelerde alınan kararlarda ve basında bunun bir çok örneğini görmek mümkündür.

    Mustafa Kemal 22 Mayıs 1919’da Samsun’dan İstanbul Hükümeti’ne gönderdiği raporda “Millet birlik olup (yekvücut) millî hâkimiyet esasını ve Türklük duygusunu hedef edinmiştir” diyerek Millî Mücadele’nin üç ana prensibini; Millî Birlik Millî Hâkimiyet ve Türklük duygusunu olarak açıklamıştı.

    Bu prensipler Millî Mücadele teşkilatının kurulmasıyla anlam kazanacaktı. Düşman işgalini protesto için mitingler düzenlenmesi ve bu faaliyetlerin kamuoyuna İstanbul Hükümeti’ne ve yabancı devletlere duyurulması gerekiyordu.

    22 Haziran 1919 Tarihli Amasya Genelgesi’yle millî egemenliğe dayalı yeni Türk devletinin kurulması yolunda önemli bir adım atılmıştır. Mustafa Kemal Amasya Genelgesi ile Türk milletinin harekete geçmesini ve bütünleşmesini öngörüyordu. Özellikle “milletin istiklâlini yine milletin azim ve karan kurtaracaktır” anlayışı milli egemenliğin tek hakim güç olacağı yolundaki kararlılığın ifadesidir. Yine bu genelgede Sivas’ta bir “Milli Kongre”nin toplanması isteniyordu.

    Yalnızca miting ve gösterilerle büyük amaçlara ulaşmak mümkün olamazdı. Mustafa Kemal bütün çalışmalarda milletin katılımını sağlayarak sonuçlarını yine Türk milletine maletmek istiyordu. “Ben milletin vicdanında ve istikbâlinde hissettiğim büyük gelişme kabiliyetini bir millî sır gibi vicdanımda taşıyarak yavaş yavaş bütün cemiyetimize tatbik ettirmek mecburiyetindeydim” diyen Atatürk’e göre bu girişimler doğrudan doğruya milletin bağrından doğan güce dayanırsa kurtarıcı olabilirdi. Bunun için milli bir kongrenin toplanması gerekliydi.

    Mondros Mütarekesi’nden sonra Padişah tarafından kapatılan Mebusan Meclisi henüz açılmamıştı. Yani o sırada milleti temsil edecek bir meclis mevcut değildi. Millî egemenliğin tecellisi için öncelikle millî bir kongrenin toplanması ve hemen seçimlere gidilmesi gerekiyordu.

    Bu konu Erzurum Kongresin’de de dile getirilmişti. Kongre başkanlığına seçilen Mustafa Kemal Paşa konuşmasında “Milletin geleceğine yön verecek olan milli iradenin hiçbir dış müdahale olmadan ortaya çıkması Anadolu’dan beklenmektedir. Bu nedenle bir Milli Meclisin oluşturulması ve gücünü yalnızca milli iradeden alan sorumlu bir hükümetin kurulması ısrarla istenmektedir” demiştir.

    Bilindiği gibi Erzurum Kongresi sonunda Heyet-i Temsiliye seçilmişti. Kongre vatanın bağımsızlığını korumaya İstanbul Hükümeti’nin gücü yetmediği takdirde gayeyi elde etmek için geçici bir hükümet kurulacağını kararlaştırmıştı. Bu hükümet Milli Kongre tarafından seçilecekti; eğer kongre toplantıda değilse bunu Heyet-i Temsiliye yapacaktı. Kuva-yı Milliye’yi etken ve milli iradeyi hakim kılmak esastı. Milli Meclisin hemen toplanması ve hükümet işlerinin Meclis denetiminde yürütülmesini sağlamak için çalışılacaktı.

    Milli Kongre olarak adlandırılan Sivas Kongresi milli egemenliğin gerçekleşmesinde önemli bir dönüm noktası teşkil eder. Kongrede milli egemenlik ve tam bağımsızlıkla bağdaşmayan bir başka devletin himaye ve mandacılığına karşı çıkmıştır. Kongrede alınan kararlarda memleketi ve saltanatı korumak için milli kuvvetler (Kuva-yı Milliye)’i yapıcı duruma getirmek ve milli egemenliği hakim kılmak esastır denilirken bir çelişki de vurgulanmaktadır. Ancak saltanatla milli egemenliğin bağdaşamayacağını söylemek için vakit erkendir; Heyet-i Temsiliye o sırada yalnız İstanbul Hükümeti’yle mücadele etmek durumundadır.

    Kongrede milli iradenin hükümetin üstünde bir güç olduğu da ifade edilmişti. Kararlara göre çağımızda hükümetin milli iradeye uyması zorunluydu. Bu bakımdan Millet Meclisi’nin toplantıya çağrılması ve böylece millet ve memleketin mukadderatı hakkında alınacak kararların Millet Meclisi’nin denetimine arzedilmesi gerekiyordu.

    Milli Mücadele’de Sivas iç ve dış kamuoyuna milli egemenliğin öneminin duyurulduğu merkez olmuştur. Kongre hazırlıklarının yapıldığı günlerde gittikçe belirginleşen milli istek ve kararlar ile milli hakimiyetin Türk ve yabancı kamuoyuna sürekli bir biçimde duyurulması için 14 Eylül 1919’dan itibaren İrade-i Milliye gazetesi çıkarılmaya başlanmıştır. Gazetedeki bazı yazılan Mustafa Kemal dikte ettirmişti.

    Sivas Kongresi sonunda seçilen Heyet-i Temsiliye Türkiye Büyük Millet Meçlisi’nin açılışına kadar Anadolu’nun fiili hükümeti durumuna gelmiş ve millet adına uygulamalara başlamıştır. Kongreden sonra “Milli Meclis”in bir an önce toplanması gerekiyordu. Heyet-i Temsiliye ile İstanbul Hükümeti temsilcileri arasında Amasya’da yapılan görüşmelerden sonra seçimler yapılmış ve İstanbul’da Mebuslar Meclisi toplanmıştır.

    İrade-i Milliye gazetesinin gerek seçim döneminde ve gerekse açıldıktan sonra Mebusan Meclisi’nden hep “Milli Meclis” şeklinde sözetmesi oldukça ilginçtir. “Meclis-i Milli’de” başlıklı 8 Aralık 1919 tarihli bir yazıda milli egemenlikle ilgili şu hususlara yer verilmiştir:

    “... Milli egemenlik Meşrutiyet’in ilanından beri oldukça buhranlar içinde kalmış zaman zaman varlığını ipotek altında görmüş olmakla beraber bugün bütün dünyaya açık bir şekilde ispatlamış oluyor ki Türklerin sosyal ve siyasi hayatlarında önemli bir yeri vardır. Devlet ricalinin bu hakikati bilerek hareket etmesi bir taraftan milletin menfaati namına gerekli olduğu kadar diğer olanlar ellerinde tuttukları milli mukadderatı şahsi emelle ve menfaatlerine bulaştırmayanlar milletin siyasi murakabesinden hiçbir zaman ayrılmazlar. Milletlerin küçük bir guruba hakimiyetlerini vererek esir gibi yaşamak alışkanlığında bulundukları devirler çok uzak bir maziye karışmış gitmiştir.... Millet egemenliğine her zaman sahip olduğunu ve istediği vakit ne pahasına olursa olsun savunup koruyabileceğini çağdaş zihniyetini idari kabiliyetini de tasdik ettirmiş oluyor.”

    İstanbul’un işgali ve Mebusan Meçlisi’nin dağıtılmasından sonra 12 Nisan 1920’de İrade-i Milliye gazetesinde yayınlanan “Meclis-i Milli-i Fevkalade” (Olağanüstü Milli Meclis TBMM) başlıklı yazıda “... Yirminci asır medeniyetini yaşayan kavim ve milletlerin çobanla idare edilir koyun sürüleri olmadığı olamayacağı muhakkaktır. Bu itibarla onu idare edenlerin yanıbaşında ve milli egemenliğin bütün manasıyla tecelli ettiği bir Milli Meclisin yani parlamentonun toplanması bir zarurettir” denilerek Ankara’da Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin bir an önce açılması savunuluyordu.

    23 Nisan 1920’de Ankara’da Türkiye Büyük Millet Meclisi toplanmasıyla milli egemenlik Meclis ve hükümet düzeyinde temsil edilmeye başlamıştır. Mustafa Kemal Meclis’e verdiği bir önergede Meclis’in üstünlüğü (TBMM’nin üstünde hiçbir kuvvet mevcut değildir) Meclis’in seçtiği ve Meclis’ine karşı sorumlu bir hükümet kurma zorunluluğu ve padişahın gelecekte kanuni düzenleme içinde yeralması gerektiği gibi hususlar üzerinde durmuştu.

    2 Mayıs 1920’de kurulan 11 kişilik İcra Vekilleri Heyeti (Bakanlar Kurulu) TBMM adına daha doğrusu millet adına yürütme yetkisini kullanıyorlardı. İcra Vekilleri Heyeti’nde görev alan bakanlar Meclis’in “Vekilleriydi.

    Devlet içinde en üstün buyurma kudreti olarak tanımlanan egemenliğin millete ait olduğunu ifade eden Milli egemenliğe 20 Ocak 1921 tarihli Teşkilat-ı Esasiye Kanunu’nda geniş yer verilmiştir. Buna göre; “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir idare usulü halkın mukadderatını doğrudan doğruya ve fiili olarak idare etmesi esasına dayanmaktadır. Yürütme kudreti ve yasama yetkisi milletin tek ve gerçek temsilcisi olan Büyük Millet Meclisi’nde toplanır. Türkiye Devleti Büyük Millet Meclisi’nce yönetilir ve hükümeti Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti adını taşır” denilmekteydi. Amasya Genelgesi’nden beri milli egemenlik düşüncesinin ilk defa resmileşmesi ve kanunlaşması demek olan 1921 Anayasası 1924’ten itibaren diğer anayasalarımızın temelini oluşturmuştur.

    Milli Mücadele döneminde birtakım gelişmeler ve resmi kararlar dışında kullanılan deyimlerin çoğu milli egemenlik ve milli devletle ilgilidir. Bunlardan birkaçını şöyle sıralayabiliriz: Milli Mücadele Milli İstiklâl Milli Hareket Milli Zafer Türkiye Büyük Millet Meclisi Hakimiyet-i Milliye Kuva-yı Milliye İrade-yi Milliye Milli Hakimiyet Vicdan-ı Milli Milliyetçilik Milli Kongre Milli Meclis vd.

    Mustafa Kemal Milli Mücadele’nin başlangıcından itibaren her fırsatta milli egemenliğin Türk milleti için önemine değinmiş şahsi yönetimlerin sakıncalarından bahsetmiştir. Milli Mücadele’nin başarıyla sonuçlanması Saltanatın kaldırılması ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasıyla milli devlet milli egemenlik ve bağımsızlık hedefine ulaşılmış oluyordu.


    NOT: Başbakanlık Atatürk Kültür Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Atatürk Araştırma Merkezi ile Karadeniz Teknik Üniversitesi’nin ortaklaşa düzenlediği” Atatürkçü Düşünce içinde Mitti Egemenlik Kavramı” Panelinde 17 Nisan 1996 günü K.T.Ü. Atatürk Kültür Merkezinde sunulmuştur.

    ----------------------
    - ATATÜRK ARAŞTIRMA MERKEZİ DERGİSİ Sayı 42 Cilt: XIV Kasım 1998 Türkiye Cumhuriyeti'nin 75. Yılı Özel Sayısı


    Konu Bilgileri       Kaynak: www.azeribalasi.com

          Konu: Milli Mücadele Döneminde Milli Egemenlik Düşüncesinin Gelişimi

          Kategori: Karma Ödevler

          Konuyu Baslatan: Dygsuz

          Cevaplar: 1

          Görüntüleme: 3775


  2. #2
    Dygsuz - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik Tarihi
    30.07.2008
    Mesajlar
    10.793
    Konular
    3263
    Beğendikleri
    0
    Beğenileri
    3
    Tecrübe Puanı
    1047
    @Dygsuz

    Standart

    Millî Egemenlik ve Cumhuriyet


    Tarih: 15.11.09

    En üstün iradeye ve otoriteye hakimiyet yani egemenlik denir. Bir ülkede siyasî iktidarın gücünün kaynağını açıklayan bir kavram olan egemenlik şu şekilde ifade edilir: Belli bir ülke içinde tüm gerçek ve tüzel kimliğe sahip kişiler üzerinde hakim olan kamu gücünü ifade eder. Uluslar arası ilişkilerde ise diğer devletlerle bir devletin eşitliğini gösterirken bu anlamda ülke bağımsızlığına işaret eder. Bundan dolayı egemenliğin kaynağı meselesi daima tartışma konusu olmuştur. Bilindiği gibi insanın maddî ve manevî olmak üzere iki cephesi vardır. Manevî yönüyle insan diğer varlıklardan ayrılır. Böylece insanın tabiatında maddî ve manevi teslimiyet ve itaat duygusu sürekli bulunmaktadır. Bu birbirine tezat iki duygu insanın içinde daima vardır ve olacaktır da. Egemenlik hem maddî hem de manevî kaynaklardan kuvvet alır. Toplumların maddî güç kaynağı derken onların fizikî özelliklerinin yanında teşkilâtlanma yetenekleri ile malî zenginliklerini de içerir. Toplumun manevî güç kaynağı derken de onun inanç ve değerler bütününü anlarız. Manevî güçler özellikle milletleşmiş toplumlar için bitip tükenmek bilmeyen bir hazinedir. Bu hazinenin kaynağı da millî kültür ve millî değerlerdir. İşte egemenliğin şekli ve zihniyeti bu kültür normlarına göre hayat bulur. Bu değerleri genel olarak üçe ayırırız:

    1. Dinî değerler olup insanın iyiyle kötüyü ayırması için ve hayırlı bir insan olarak hayatını sürdürmesi için gerekli olan kurallardır.

    2. Hukukî değerler ise haklı ile haksızın ayrılmasına yardımcı olurlar.

    3. Töre dediğimiz sosyal değerler ise birbirine uyan ile uymayan şeyleri ayırır.

    Bazı bilim adamları egemenliğin temelinin ilâhî yani tanrısal olduğunu savunmuşlardır. Eski Türkler hakimiyetin temelini Gök Tanrı olarak bilirlerdi. Tanrı adına da bir kişi kabile veya boy bu yetkiyi kullanıyordu. Osmanlı sultanları kendi idarelerinin güçlerini anlatmak için sultanın dünyada “zıllullahi fi’l arz” olduğunu kendi neşrettikleri kanunnâmelerde yazmışlardır. Yani padişahlar yeryüzünde Allah’ın gölgesi gibi anlatılmıştır. Bir sembolü göstermesi açısından önemli olan bu tanım padişahın yetkisini tanrı adına dünyada kullandığını ifade eder. Sultanlar mutlak otoritelerini ilahî bir kaynağa bağlamak suretiyle daha da pekiştirmek istemişlerdir.

    Hukuken egemenlik kavramı çok eski bir kavram değildir. Her ne kadar tarih kitaplarında pek çok eski devletten bahsedilmesine rağmen kamu hukuku açısından bir siyasî kurum olarak 16. yüzyılın ürünüdür. İşte bu egemenlik kavramı da bu yüzyılda çıkmıştır. Bugün ki anlamda kullanılacak olan ‘millî devlet’ fikri de bu yüzyılın eseridir. Avrupa’da derebeylikten millî devletlere geçilince de egemenlik kavramı devletler hukukuna girmiştir. Eski site ve feodal devletlerin bir özelliği de sınırlarının ve yurttaşlarının belli olmamasıdır. Avrupa’da rönesans reform ve aydınlanma felsefesinin getirdiği yeni düşünceler toplumda tebaa yerine kendi aklıyla hareket eden akıllı bireylerin yani yurttaşların oluşmasına vesile olurlar. İşte Avrupa’da gelişen bu düşünce ve akımlar Osmanlı devletine girince hakimiyet tartışmalarından imparatorluk çok etkilendi. Özellikle azınlıklar ve devletin gayrimüslim tebaası ayrılarak ülkeyi parçalanma noktasına getirdiler. Durum bu merkeze geldiğinde hakimiyet-i milliye kavramından Osmanlı aydınları bahsetmeye başladı. Tanzimat ricali ile Namık Kemal bu kavramları kullandı. II. Abdülhamit bile Meşrutiyet Meclisi’ni açarken yaptığı konuşmasında saltanatla yönetilen bir ülke olmasına rağmen hakimiyet-i milliye teriminden bahsetti. 2. Meşrutiyet Meclisi açılırken de Ahmet Rıza bu kavrama sık sık atıf yapmıştır. Ki bu dönemde anayasada ifade edildiği gibi meclis “Umûm Osmanlıların vekilidir”. Umûm Osmanlılar dediğimiz zaman buraya her milletten ve her dinden insanlar girmektedir. Bu dönemde “egemenlik milletindir”ifadesi kullanılmış olsaydı hâlâ devlete bağlı unsurların hemen kopacağı gibi bazı kaygılar duyuluyordu. Bu endişelerden dolayı millî egemenlik bir anayasa kuralı hâline getirilmemiş cumhuriyetin ilan edilmesi beklenmiştir. Mustafa Kemal önderliğinde millî mücadele başlayınca millî bir irade ve millî bir ordu ortaya çıktı. Düzenli ordumuzun adı Kuva-yı Milliye olarak ilan edilince bu dönemde Ankara’da istiklali ve millî kuvvetleri destekleyen gazetenin de adı başlangıçta İrade-i Milliye iken Büyük Millet Meclisi’nin açılışıyla adı Hakimiyet-i Milliye oldu. Atatürk’ün şahsında billurlaşan millî hakimiyet fikri onun “hakimiyet bilâ kayd u şart milletindir” ifadesiyle meclisin duvarına nakşedildi. Gazi bir taraftan hürriyet istiklâl millî birlik ve irade derken diğer taraftan da millî şahsiyet din kültür tarih diyerek her Türk vatandaşına hitap etmiş Anadolu’da yaşayan herkesi millî bağımsızlık fikrinin etrafında toplamıştır. Millî Mücadele Anadolu’da bütün hızıyla devam ederken 1921 Anayasası’nda “hakimiyet kayıtsız şartsız milletindir”ibaresiyle zihinlere çakılan millî egemenlik ilkesi 20 Nisan 1924’te yapılan yeni anayasanın 3. maddesinde de yeniden zikredilmiştir. Anayasanın değiştirilemez hükümleri arasında bulunan bu ilke 1961 ve 1982 anayasalarında da aynen korunmuştur. Aslında millî egemenlik ilkesi 17 Ağustos 1919’da imzalanan Misak-ı Millî’de aynen ifadesini bulmuştur. Mustafa Kemal’in düşüncesine göre; “millet egemenliği hakimiyet-i siyaside olduğu gibi monarşik olmayıp kayıtsız şartsız millete aittir. Ve meclis halk iradesinin meşru temsilcisidir. 1921 Anayasası hazırlanırken meclis içerisinden bir kesim ‘Hükümet geçicidir. Osmanlı devleti ve İslâm hilafeti düşman elinden kurtuluncaya kadar görevini yapacaktır’ düşüncesini taşımaktaydılar. Mustafa Kemal yeni kurulacak devletin esaslarının belli bir sınıf zümre veya hanedana bağlanmadan teşkil edeceğini söylüyordu. Memlekette ne başka bir ülkenin himayesini isteyen mandacılar ve ne de saltanat isteyen hanedan taraftarları başarılı oldu. 1921 Anayasası’na 4. madde olarak getirilen umde ise şuydu:

    “Türkiye Büyük Millet Meclisi milletin yegâne ve hakiki temsilcisi olup millet namına hakimiyet hakkını kullanır. “

    Millet o günlerde olmasa bile ilerde çok partili hayata geçtiğinde serbest ve tek dereceli seçimlerle oluşan meclis marifetiyle yasama yapma hakkını milletin vekillerine devretmiştir. Hatta bu vekiller 1921 yılında düşmanın ileri harekatı sonucunda Polatlı’ya kadar yaklaşıp Ankara’dan top sesleri duyulmaya başlayınca tedbir olarak meclisin Kayseri’ye taşınması Birinci Mecliste müzakere edilmeye başlanmıştı. Birinci Mecliste Erzurum delegesi olarak bulunan Durak Bey meclis üyelerine hitaben bir konuşma yaptı. Konuşmasında şu anlamlı sözleri söylüyordu:

    “...Biz bu taşıma kararını nakletme kararını milletimize nasıl izah ederiz? Milletimiz büyük bir manevî çöküntüye uğramaz mı? Bunun hesabını vermek mümkün değildir. Belki bu karar zaferi bile menfî yönde moral cephesi itibariyle etkileyecek bir karar olacaktır. Bu nedenle Ankara’nın Kayseri’ye taşınmasına karşıyız ve bu teklifi kabul etmiyoruz. Gerekirse düşmanın bir gün Ankara şehrine girmesi mukadderse bu şehirde ilk savaşı veren Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeleri olacaktır. Bu devlet bize silah verecek kapı kapı ocak ocak sokak sokak bu şehrin her mahallinde bizler savaşacağız; gerekirse kanımızı dökeceğiz ve bu uğurda öleceğiz. “

    Durak Bey’in bu konuşması meclis üyeleri tarafından büyük bir tezahüratla karşılanır muazzam bir tasvip görür ve meclis önüne gelen taşınma fikrini toptan reddeder. O zamanlar yedi düvele karşı mücadele eden fakir ve yorgun millet yüreğindeki iman ile memleketini savunurken meclisi de ondan aşağı kalmazdı ve kalmadı da! Meclis millet hakimiyeti fikriyle demokratik bir devlet kurumunun da temellerini atmış oluyordu. Cumhuriyetin 29 Ekim 1923’te ilanından sonra ülke bazı iç isyanlarla boğuşmaya başladığı yıllarda millî egemenlik ilkesinin ne kadar kısa bir zamanda insanlarımızın zihnine sağlam bir şekilde yerleştiğini gösteren güzel bir örnek var elimizde.

    1924 Anayasası hazırlandıktan sonra yeni hazırlanan metin meclisin incelemesine sunulmuş ve özellikle metnin Cumhurbaşkanına yani devletin kurucusu ve banisi Atatürk’e “Meclisi gerekli gördüğü hallerde feshetme” yetkisini veren 25. maddesi büyük tartışmalara yol açmıştı. Meclis bu yetkinin Atatürk’e verilmesine karşı çıkıyordu. Atatürk de bu yetkiyi üzerine alma düşüncesindeydi. Gerekçesi de şuydu: Ülkede hâlen cumhuriyet fikrine karşı çıkan kuvvetler vardı. Bu yetkiyi kendi şahsî gücünü artırmak için değil Cumhuriyeti zararlı eylemlerden korumak ve kurtarmak için istiyordu. Mecliste bu madde ciddi şekilde müzakere edilir. Meclis üyeleri “Millî egemenlik fikri bundan yara alır bu ilke ve bu yetki cumhurbaşkanına verildiği takdirde Cumhuriyet büyük bir sarsıntıya uğrar.” şeklinde bir düşünceyi ortaya atarlar ve genç milletvekillerinden oluşan bir grubun Atatürk’le görüşmesi kararı alınır. Bu milletvekillerinden oluşan grup Atatürk’e gider. Bunların içinde genç bir inkılâpçı ve aydın olan Mahmut Esat Bozkurt da vardır. Sonraları bir yazar ve seçkin bir hukukçu olarak sivrilecektir. Heyetin diğer üyeleri de Şükrü Saraçoğlu ve Cemal Hüsnü Taray’dır. Aralarından Mahmut Esat’ı sözcü seçerler. Bozkurt köşkte konuşmasına şöyle başlar:

    “Paşam bu millet istiklâl mücadelesini kanıyla canıyla yaptı. Fedâ ettiği kanının ve canının altında Millî Egemenlik ilkesi yatmaktadır. Nasıl olur da meclis millî egemenlik düşüncesini sektedâr edecek çöküntüye uğratacak 25. maddenin anayasanın bünyesinde yer almasına rıza gösterir. Millî Egemenlik düşüncesinin bayraktarlığını siz yaptınız bu bayrağı taşımak görevini de bize siz verdiniz. Biz bu bayrağı heyecanla taşımak kararında ve azmindeyiz. Millî Egemenlik fikrinin haleldâr olmasına rıza gösteremeyiz. Bu nedenle 25. madde ile size verilmek istenen yetkiyi TBMM olarak reddedeceğiz. Eğer size bu yetkiyi verirsek paşam sizin Abdülhamit’ten ne farkınız kalır? “

    Bu ifadeler bir lidere söylenmiş ifadelerdir. Bu da gösteriyor ki cumhuriyetin ilanından sonra çok kısa bir zaman geçmesine rağmen milletvekilleri fikirlerini özgürce ve hiçbir tesir ve telkin altında kalmadan rahatlıkla söylemektedirler. Bu ifadeler bugün bile bu rahatlıkta söylenemeyecek bir düşünce tarzını yansıtmaktadır. Bu konuşmayı dinledikten sonra Atatürk biraz düşünür ve Bozkurt’a şöyle der:

    “Haklısın çocuğum Türk milletinin millî egemenliği elinden alınamaz. Ben yaptığım tekliften vazgeçiyorum. “

    Bu görüşmeden bir müddet sonra büyük Atatürk demokrasinin millî egemenlik düşüncesinin bir hoşgörü ortamında yaşaması gerektiğini kanıtlar bir biçimde kendisine karşı çıkan Mahmut Esat Bozkurt’u Adalet Bakanlığı’na getirdi. Bu yaklaşım da gösteriyor ki cumhuriyetin sağlam bir şekilde yaşaması için fikrî muhalefetin gerekli olduğudur. Bir demokraside dikensiz gül bahçesi olamaz. Milleti temsil eden her grubun ve düşüncenin bir şekilde meclis çatısında temsil edilmesi gerekir. Millî egemenliğin yerleşmesi için bir memlekette toplumsal uzlaşma ve barışın bütün hükümleriyle yerleşmiş olması gerekir. Millî Egemenlik nasıl demokratik haklarımızın ve hürriyetlerimizin biricik kaynağı ve dayanağı ise bu hakimiyet fikrinin uzun ömürlü olması için toplumsal barışın da olması gerekir. Bu barışın olduğu yerlerde de zenginlik ve refah artar. Orada yaşayan insanlar mutlu ve müreffeh olurlar. Bu barışın korunması millî birlik ve beraberliğimizin korunmasında yatar. Bunun temini için halk egemenliğine dayanmak lazımdır.

    Birinci Meclis açıldığında buradaki delegeler İkinci Meşrutiyet Meclisindeki acı tecrübeleri unutmadıkları için milletvekillerinin bu ülkenin selâmeti ve esenliği için çalışmasını esas almışlardır. İkinci Meşrutiyet Meclisinde milletvekili olan Hamparsum Boyacıyan Murat takma adıyla daha sonra Rus istilacılarla birlikte Erzurum ve Van’a Ermeni çetelerinin başında komutan olarak girmiştir. Milleti temsil eden meclisin üyeleri de bu ülkenin yasaları ve insanlarının dışında kimsenin emrinde olamaz. Meclis üyeleri milletin emrindedir. Başka bir devlet zümre veya liderin emrine giremezler.

    Devletimizin temel direği millî egemenliktir. Bu konuyu da Mustafa Kemal veciz bir şekilde özetlemiştir: “Muhterem ve aziz arkadaşlarım yeni Türkiye devletinin dayandığı ruh millî hakimiyettir ve milletin kayıtsız ve şartsız hakimiyetidir. “


    Not: Bu yazı Diyanet Aylık Dergi Ekim 2007 sayısında yayınlanmıştır.

    Yrd. Doç. Dr. Muammer Göçmen
    SDÜ İlâhiyat Fak

Etiketler

Yetkileriniz

  • Konu Acma Yetkiniz Yok
  • Cevap Yazma Yetkiniz Yok
  • Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
  • Mesajinizi Degistirme Yetkiniz Yok
  •  

Giriş

Giriş