Her bakımdan insanların en üstünü olan Muhammed aleyhisselâm, daha gençliği sırasında Mekke halkı arasında diğerlerinden farklı olarak çok sevilmiştir. Güzel ahlâkı, insanlara görülmemiş bir şekilde iyi davranması, sakinliği, yumuşaklığı ve diğer üstün halleriyle insanlar arasında fevkalade farklılığı ile herkes O'na hayran olmuştur. Mekke halkı, O'nda gördükleri şaşılacak derecedeki doğru sözlülük ve güvenilirlikten dolayı da O'na "El-emin (Güvenilir)" dediler ve gençliğinde bu isimle meşhur

Bu konu 2345 kez görüntülendi 1 yorum aldı ...
Peygamber Efendimiz (sav)'in Gençliği 2345 Reviews

    Konuyu değerlendir: Peygamber Efendimiz (sav)'in Gençliği

    5 üzerinden | Toplam: 0 kişi oyladı ve 2345 kez incelendi.

  1. #1
    -
    - - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)

    Standart Peygamber Efendimiz (sav)'in Gençliği


    Her bakımdan insanların en üstünü olan Muhammed aleyhisselâm, daha gençliği sırasında Mekke halkı arasında diğerlerinden farklı olarak çok sevilmiştir. Güzel ahlâkı, insanlara görülmemiş bir şekilde iyi davranması, sakinliği, yumuşaklığı ve diğer üstün halleriyle insanlar arasında fevkalade farklılığı ile herkes O'na hayran olmuştur. Mekke halkı, O'nda gördükleri şaşılacak derecedeki doğru sözlülük ve güvenilirlikten dolayı da O'na "El-emin (Güvenilir)" dediler ve gençliğinde bu isimle meşhur oldu.

    Muhammed aleyhisselâm yirmi yaşlarında bulunduğu sıralarda, Mekke'de asayiş tamamen bozularak zulüm son derece yaygınlaşıp mal, can ve namus emniyeti kalmamıştı. Mekke'nin yerli halkı, ticaret için ve Ka'be'yi ziyaret maksadıyla gelen yabancılar haksızlığa ve zulme uğruyorlar, haklarını almak için müracaat edecek bir merci de bulamıyorlardı. Bu sırada ticaret maksadıyla Mekke'ye gelen Yemenli bir tüccarın malları, As bin Vâil adında bir Mekkeli tarafından zorla elinden alınıp gasp edilmişti. Bu hadise üzerine Yemenli," Ebû Kubeys" dağına çıkıp feryat ederek hakkının alınması için kabilelerden yardım istemişti. Artık zulmün had safhaya ulaştığını dile getiren bu tip hadiseler üzerine Haşim ve Zühre oğulları ve diğer kabilelerin ileri gelenleri Abdullah bin Cedan'ın evinde toplandılar. Yerli, yabancı hiç kimseye zulüm ve haksızlık yapılmamasına, zulme mani olmaya ve haksızlığa uğramış olanların haklarını almaya karar verdiler ve bu maksatla bir adalet cemiyeti kurdular. Muhammed aleyhisselâmın genç yaşta katıldığı ve kuruluşunda da çok tesirli olduğu bu cemiyete, daha önceden de Fadl adındaki iki kişi ile Fudayl adında biri tarafından kurulup zamanla unutulan böyle bir cemiyeti de hatırlatmak bakımından Fadılların yemini mânâsında "Hılf-ul Fudul" Cemiyeti denildi. Bu cemiyet, zulmü önleyip Mekke'de bozulmuş olan asayişi yeniden kurdu. Tesiri uzun müddet devam etti.

    Muhammed aleyhisselâma peygamberlik bildirildikten sonra Eshâb-ı kirama anlatıp: (Abdullah bin Ced'anın evinde yapılan yeminleşmede ben de bulundum. Bence o yeminleşme kırmızı tüylü develere (servete) sahip olmaktan daha sevimlidir. Şimdi de böyle bir meclise çağrılsam icabet ederim.) buyurdu. Mekkeliler öteden beri, ticaretle uğraşarak geçimlerini sağlarlardı. Muhammed aleyhisselâmın amcası Ebû Talib de ticaretle uğraşıyordu. Muhammed aleyhisselâm yirmibeş yaşında bulunduğu sıralarda Mekke'de geçim sıkıntısının iyice artması üzerine Mekkeliler Şam'a gitmek üzere büyük bir ticaret kervanı hazırlamıştı. Ebû Talib, yeğeni Muhammed aleyhisselâma bu kervana katılmasını tavsiye etti. Amcası Ebû Talib'in bu tavsiyesi üzerine Mekke'de üstün ahlâkı ve meziyetleriyle tanınan ve "Tahire (çok temiz)" lakabıyla anılan hazreti Hatice'nin mallarını götürüp satmak üzere bu ticaret kafilesine katıldı. Bu işe büyük bir memnuniyet gösteren hazreti Hatice, kölesi Meysere’yi de O'nun yanına yardımcı olarak vermişti. Üç ay süren bu ticaret seferi sırasında kervanda bulunanlar Muhammed aleyhisselâmın üzerinde O'nu gölgeleyen bir bulutun ve kuş şekline giren iki meleğin O'nunla birlikte sefer bitinceye kadar hareket etmesi, yolda yürüyemeyecek derecede yorulup kervandan geri kalan iki devenin ayaklarını eliyle sığamasından sonra develerin birden süratlenmesi gibi nice harikulade hallerini görünce, O'nu son derece sevip şanının çok yüce olacağını anlamışlardı. Busra denilen yere vardıklarında, daha önce amcası Ebû Talib'le ticaret için geldiklerinde konakladıkları manastırın yakınında bir yerde bu seferde de konaklamışlardı. Gördüğü bir çok alametlerden O'nun son peygamber olacağını anlayıp söyleyen rahip Bahira ölmüş, O'nun yerine Nastura adında başka bir rahip geçmişti.

    Manastırın yakınına gelip konan Kureyş kervanını seyreden rahip Nastura yakınında bulunan bir kuru ağacın altına birinin oturmasıyla birlikte yeşermesini görerek koşup geldi. Bir elinde bulunan sahifede yazılı olanlara, bir de Muhammed aleyhisselâmın yüzüne bakıyor ve baktıkça da hayrete düşüyordu. Nastura bildiği, duyduğu ve okuduğu alametleri aynen görüp, Muhammed aleyhisselâmı göstererek: (İsa aleyhisselâma İncil'i indiren Allah hakkı için bu zat son peygamber olacaktır. Ne olaydı ben O'nun peygamber gönderilerek emrolunduğu zamana ulaşsaydım) dedi. Muhammed aleyhisselâm Busra pazarında Hatice Hatunun mallarını satarken de O'nunla pazarlık yapan bir Yahudi inanmadığı için (Lât ve Uzzâya «iki put ismi» yemin et ki inanayım) deyince Muhammed aleyhisselâmın (Ben o putlar adına asla yemin etmem! Onların yanından geçerken yüzümü başka tarafa çevirerek geçerim) cevabını alınca O'ndaki diğer alametleri de gören Yahudi: (Söz senin sözündür. Vallahi bu zat peygamber olacak bir kimsedir ki, âlimlerimiz kitaplarda bunun vasfını bulmuşlardır.) diyerek hayranlığını açıkladı.

    Kureyş kervanı ticaretini tamamlayıp Mekke'ye dönünce, kervanda bulunan ve Hatice hatunun akrabası olan Zübeyr ve kölesi Meysere Muhammed aleyhisselâm hakkında işittiklerini ve gördüklerini Hatice hatuna bir bir anlattılar. Hatice hatun mallarını satmak üzere teslim ettiği Muhammed aleyhisselâmın bereketiyle iyi kâr getirdiğini görerek çok memnun olmuştu. Fakat o bundan ziyade kervanı karşıladığı sırada Muhammed aleyhisselâmı gölgeleyen iki meleği görmesi ve ticaret seferi sırasında vuku bulan harikulade hallerin kölesi Meysere tarafından teker teker anlatılması üzerine hemen amcasının oğlu Varaka bin Nevfel'e gitti. Varaka bin Nevfel, putlara tapmayan okumuş ve çok bilgili, yaşlı bir Hıristiyan idi. Daha önceden de rüyasında gökten ayın inip koynuna girip, koltuğundan çıkarak bütün alemi aydınlattığını gördüğünü Varaka bin Nevfel'e anlatan Hatice hatuna Varaka bin Nevfel: (Ahir zaman peygamberi doğmuştur. Sen onun hanımı olursun. Senin zamanında ona vahiy gelir. Onun dini bütün âlemi doldurur. Sen ona en önce îmân eden olursun. O peygamber, Kureyş kabilesinin Haşim oğulları kolundan olacak...) demişti.

    Hatice hatun bu defa kölesi Meysere'nin anlattığı şeyleri de Varaka bin Nevfel'e söyleyince, o da hayrete düşüp: (Bu söylediklerinden anlaşılıyor ki, şüphesiz Muhammed aleyhisselâm bu ümmetin peygamberi olacak. Ben zaten bu ümmetten bir peygamberin çıkacağını biliyor ve onu bekliyordum. Bu zaman onun tam zamanıdır.) dedi. Böylece hazreti Hatice'nin sevgisi ve itimadı daha da arttı.

    Muhammed aleyhisselâm 12 yaşında iken amcası Ebu Talib ile ticaret için Busra'ya kadar, 17 yasında iken amcası Zübeyr ile Yemen'e, 20 yaşında hazreti Ebû Bekir ile Şam'a ve 25 yaşında iken hazreti Haticenin mallarını satmak üzere Şam'a olmak üzere dört defa seyahate çıktı. Bu seyahatlerinden başka hiç bir yere seyahat yapmadı.


    Konu Bilgileri       Kaynak: www.azeribalasi.com

          Konu: Peygamber Efendimiz (sav)'in Gençliği

          Kategori: Peygamber Efendimiz (S.A.V.)

          Konuyu Baslatan: -

          Cevaplar: 1

          Görüntüleme: 2345


  2. #2
    -
    - - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)

    Standart


    Peygamberimizin çocukluğu ve gençliği temiz ve iffetli bir şekilde geçmişti. Peygamberlikten sonra nasıl bir ahlâka sahipse, kırk yaşından önceki hayâtı da öyle temiz ve nezihti. Halbuki gençlik yıllarını geçirdiği Mekke şehri, o zamanlar o kadar karışıktı ki, Mekkeliler arasında yaşayıp da cahiliye çirkinliklerine bulaşmamak âdeta mümkün değildi.
    İslâm öncesi Cahiliye döneminde dolandırıcılık, hile, aldatma, hak yeme, verdiği sözde durmama, hıyanet eksik olmuyor, çok basit bir iş gibi görülüyordu.
    Peygamberimiz bu dikenli ve tehlikeli yollardan hiç yara almadan alnı ak, yüzü pak olarak kurtuldu. Başkalarına bulaşan kötü hallerden bütünüyle uzak kaldı. Çünkü Cenab-ı Hak onu Cahiliye devrinin her türlü mundarlıklarından, çirkinliklerinden nefret duyacak bir kabiliyette yaratmıştı.
    Peygamberimizin gençliği, amcası Ebû Talib'in yanında ve onun himayesi altında geçti. Ebû Talib yeğeni için o zaman pek revaçta olan ticareti, meslek olarak seçmişti. Zaten kendisi de meşhur bir tüccardı.
    Peygamberimiz amcası ile birlikte ticarî seyahatler yaparak tecrübesini arttırdı. Doğruluğu, alış verişindeki adaleti ve hakkaniyeti kısa zamanda çevresinde duyuldu ve meşhur oldu. O zamanlar Arabistan'da doğru ve güvenilir kimselere sermaye verilir, ticaret yapılarak kârı paylaştırılırdı. Peygamberimize de buna benzer işler verilmiş, o da en doğru bir şekilde işini başarmıştı.
    Verdiği sözde durmak ticarî hayâtta en çok aranan bir vasıftı. Peygamberimiz, peygamberlikten önce de ahde vefalı ve güven duyulan, itimat edilen bir insan olarak tanınmıştı. Kendisi bu alanda örnek bir şahsiyet olarak biliniyordu.
    Abdullah bin Ebi'l-Hamsa, Peygamberimizle olan ticarî bir hatırasını şöyle anlatmaktadır:
    "Peygamberliğinden önce Resulullah Aleyhisselâmla birlikte bir alış verişte bulunmuştuk. Bu alış verişten kendisine biraz vereceğim kalmıştı. Onu, 'Bulunacağın falan yere getireceğim' diye söz vermiştim. Fakat verdiğim bu sözü iki gün unuttum. Üçüncü gün hatırlayıp sabahleyin gittiğim zaman onu yerinde buldum. Bana, 'Delikanlı, sen beni sıkıntıda bıraktın. Ben şuracıkta üç gündür seni bekliyorum' buyurdu."
    Peygamberimiz ticarî işlerinde hesabını doğru tutar, haksızlık etmezdi. Peygamberliğinden önce kendisiyle alış veriş yapmaktan çok memnun kalırlardı.
    Bir gün Saîb adında bir zât Peygamberimizin huzuruna gelerek Müslüman oldu. Saîb, Araplar arasında tanınmış birisiydi. Sahabîler, Resul-i Ekremin yanında onu övmeye başladılar.
    Bunun üzerine Peygamberimiz, "Saîb'i methetmeyin, onu ben hepinizden iyi tanırım" buyurunca, Saîb de, "Sana canım feda, seninle ticarî arkadaşlık etmiştik. Hak hususunda hatır gönül tanımaz, zerre kadar riyakârlık göstermezdin" diye Peygamberimize olan hayranlığını ifade etti.
    Peygamberimize peygamberlik vazifesi verilince Mekkeliler ona karşı tavırlarını değiştirdiler. Ona inanmaya yanaşmadılar. Aleyhinde konuşmaya, insanlara kötü göstermeye başladılar. Daha önce çirkin bir halini görmedikleri için sadece "şair, büyülenmiş" gibi ifadeler kullanarak çamur atmaya çalıştılar.
    Zaten ona kötü bir şey isnad edemezlerdi ki... Çünkü sönük şahsiyetli, tanınmayan, bilinmeyen bir insan değildi. Araplar onu çok iyi tanıyorlardı. Mekke'de doğmuş, aralarında büyümüş, gözlerinin önünde yetişmişti. Bunun için onu yakından tanıyorlar, çocukluğunu, gençliğini çok iyi biliyorlardı. Kırk senelik hayâtı, aralarında geçmişti.
    Bu arada Peygamberimiz iman etmeleri için onlara davette bulunurken, Kur'ân diliyle onlara peygamberlikten önceki hayâtını hatırlatıyor, imana gelmeleri için ikaz ediyor, şöyle diyordu:
    "Bundan önce aranızda yıllarca bulundum, bunu düşünmez misiniz?" (Yunus Sûresi, 16.)
    Peygamberimizin gençlik yıllarını siyer yazarları İbni Sa'd ile İbni İshak şöyle anlatıyorlar:
    "Resulullah Aleyhisselâm gençlik dönemine girinceye kadar mertlik ve insanlık bakımından içinde bulunduğu toplumun en üstünü, ahlâkça en güzeli, soy sopça en şereflisi, komşuluk haklarını en iyi gözeteni, yumuşak huylu oluşuyla en büyüğü, doğru sözlülükte en yücesi, kötülükten ve insanları alçaltan huylardan uzak duruşta en önde olanıydı. Yüce Allah onda bütün iyi haslet ve meziyetleri toplamıştı. Bunun için o, kavmi arasında 'el-Emin (güvenilir insan)' unvanıyla anılırdı."
    Ne gariptir ki, Mekke müşrikleri Peygamberimize inanmadıkları, onu öldürmek için plânlar kurdukları sırada bile mallarını emanet olarak onun yanında bırakıyorlardı. Nitekim, hicretinden bir gün önce topladıkları gençlere, Peygamberimizi öldürmek için görev verdiklerinde, Peygamberimiz evine Hz. Ali'yi bırakarak yola çıkmıştı. O sırada müşriklerin bazılarının malı Peygamberimizin yanında emanet olarak bulunuyordu. Peygamberimiz yola çıkmadan önce Hz. Ali'ye, sabahleyin emanetleri sahiplerine vermesini tenbih ediyordu.
    Dostun da, düşmanın da güvendiği, emniyet ettiği, takdir ettiği tek insan; hiç şüphesiz, Resul-i Ekrem Efendimizdi.


    (Mehmet Paksu)

Etiketler

Yetkileriniz

  • Konu Acma Yetkiniz Yok
  • Cevap Yazma Yetkiniz Yok
  • Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
  • Mesajinizi Degistirme Yetkiniz Yok
  •  

Giriş

Giriş