-Distimi (Kronik Depresyon) 2-Paranoya 3-Panik Atak 4-Anksiyete 5-Sosyal Fobi 6-Konserviyon Bozuklukluğu 7-Somatizayson Bozukluğu 8-Tik bozuklukları 9-Tokofobi 10-Uykusuzluk

Bu konu 2250 kez görüntülendi 1 yorum aldı ...
psikolojik hastalıklar hakkında genel bilgiler 2250 Reviews

    Konuyu değerlendir: psikolojik hastalıklar hakkında genel bilgiler

    5 üzerinden | Toplam: 0 kişi oyladı ve 2250 kez incelendi.

  1. #1
    GARAGIZ - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik Tarihi
    31.07.2008
    Mesajlar
    2.041
    Konular
    545
    Beğendikleri
    0
    Beğenileri
    0
    Tecrübe Puanı
    675
    @GARAGIZ

    Standart psikolojik hastalıklar hakkında genel bilgiler

    -Distimi (Kronik Depresyon)
    2-Paranoya
    3-Panik Atak
    4-Anksiyete
    5-Sosyal Fobi
    6-Konserviyon Bozuklukluğu
    7-Somatizayson Bozukluğu
    8-Tik bozuklukları
    9-Tokofobi
    10-Uykusuzluk
    11-Uyum Bozuklukları
    12-Şizofreni
    13-Hipokondriyazis ( Hastalık Hastalığı )
    14-Pasif-Agresif Kişilik Bozukluğu (PAK
    15-Id-Ego
    16-Alkolizm

    Distimi (Kronik Depresyon)

    Diğer bir değişle kronik depresyon. Bazı araştırmacılar tüm depresyonlari biyolojik kökenli olduğunu ve beyindeki kimyasal maddelerin yetersizliğine bağlı olduğunu öne sürerlerken; bazıları da, düşünce sistemindeki psikolojik dengesizliğe dikkat çekmekteler. APA (American Psychological Association) ya göre, distimi şöyle tanımlanıyor;


    Son iki senedir depresif ruh halinde olmak ve bunun yanı sıra aşağıdakilerin en az ikisinden yakınmak:


    İştah azalması veya aşırı yemek
    Sürekli yorgunluk durumu
    Düşük benlik algısı
    Uyku bozuklukları
    Yoğun ümitsizlik duyusu
    Yoğunlaşamama
    Kararsızlık

    Distimik birey, genelde "hep böyle" hissettiğini söyler. Şiddetli semptomlar yoktur, dolayısıyla bu hastalık sinsi bir şekilde değişerek, distimik ruh durumu yaşam biçimi haline dönüşür.
    Bununla mücadele etmek için, geçmişten günümüze taşıdığınız kırgınlıklar ve küskünluklerle barışmalı, geçmişte olanları affetmelisiniz. Böylece enerjinizi öfke balonuna yönlendimeyip daha mutlu yaşam balonuna yönlendirebilirsiniz.
    Mutsuzluğunuz ve sürekli yakınmalarınızla ilgi çekebilirsiniz ancak sonunda çevrenizdekiler sizden bıkacaklardır.
    Unutmayın gördüğünüz ilgi belki de yakınma davranışınızı kalıcı kılmaktadır.
    Kimse sizin hayatınızı iyileştirmeyecektir. Olumsuz düşünme alışkanlığınıza son vererek kıpırdanmalısınız. Hiçbir şey yapmayarak sürekli yakınmaktansa "daha iyi olmak için ne yapabilirim" sorusuna cevap verin, alternatif üretin ve uygulayın.

    Paranoya

    Başlıca belirtisinin sanrılar olduğu psikiyatrik bozukluklardır. Hasta genellikle iyi giyimlidir ve kişilikte bir dagilma ya da günlük bir bozulma görülmez. Fakat egzantrik,garip,kuşkucu ya da düşmanca tutum içinde olabilir. Hastanın duygudurum sanrısının içeriği ile uygunluk gösterir. Büyüklük sanrıları olan hasta coşkulu,kötülük görme sanrıları olan hasta kuşkucudur. Klasik tanım sanrısal bozukluğu olan hastaların belirgin ve sürekli varsanılarının bulunmamasını öngörüyorsa da DSM-III-R ve DSM-IV de kısa süreli varsanıların (özellikle somatik tip sanrısal bozuklukta beden kokusuyla ilgili ya da genel olarak işitsel) bulunabileceği kabul edilmiştir. Konuşmanın akışını ve niteliğini etkileyecek düşünce bozuklukları genellikle yoktur. Bilişsel işlevler genellikle iyi bir düzeydedir. İntihar,cinayet ve şiddet içeren diğer davranışların cokluğu bilinmiyorsa da klinisyenin bu konuda uyanık olunması gerekir. Şiddet öyküsü olan kişilerde yıkıcı davranış cok yaygındır. Sanrısal bozukluğu olan hastaların kendi durumlarına ilişkin yargıları oldukça bozuktur ve hastahaneye genellikle polis,aile üyeleri ya da iş arkadaşları tarafından getirilirler. Sanrı iceriği dışında yargıda belirgin bozukluk saptanmaz. Sanrısal bozukluğu olan hastalar sanrı sistemlerinin dışında genellikle güvenilir bilgiler verirler.

    Yaygınlık

    Sanrısal bozuklukların toplumdaki dağılımını değerlendirmek
    - bozukluğun yaygınlığının görece az oluşu
    - bozukluğun tanımı ile ilgili değisik görüşler
    - hastaların aileleri ya da çevreleri tarafından zorlanmadıkça hekime başvurmamaları
    gibi nedenlerden dolayı güçlük göstermektedir. Fakat şizofreniden ve duygudurum bozukluklarından cok daha nadir bir bozukluk olduğu bilinmektedir. Ortalama başlangıç yaşı 40 tır fakat 18-90 yaşları arasında dağılım gösterir. Kadınlar yönünde hafif üstünlük vardır. Çoğu hasta evlidir ve bir işi vardır,klinik tablo güncel bir yer değişikliğiyle ve düşük sosyoekonomik durumla bağlantılı olabilir.


    Panik Atak

    Başta "Panik Bozukluk" olmak üzere, bir çok psikiyatrik bozuklukta görülebilen; aniden beklenmedik bir anda, herhangi bir yerde ortaya çıkan yoğun kaygı-bunaltı, korku karışımı bir nöbettir.

    Bu nöbet kişiye öylesine yoğun bir korku ve rahatsızlık duygusu yaşatırki; kötü bir şey olacağı veya sonunun geldiğini, öleceğini hisseder. Panik atak sırasında bazı hastalar; kalp krizi geçirdiklerini aklını kaçıracağını, felç geçireceğini, kontrolünü yitireceğini, düşüp bayılacağını hissederler. Bu korku fırtınasını yaşayan insan doğal olarak o ortamdan ve durumdan kaçma, uzaklaşma davranışı gösterir, bir an önce yardım alınabilecek bir sağlik kuruluşuna müracat edilir.Bazı durumlarda hastanın, hastahane veya doktor doktor görmesi bile onu rahatlatıp, nöbeti geçirmektedir.


    Toplumda Panik Bozukluk ve Oranlar:
    -Panik Bozukluk her yaşta başlayabilir.
    -En sık 20-30 yaş arasında başlar, yaş ilerledikçe başlama oranı düşer.
    -Etnik, kültürel farklılıklar çok önemli bulunmamıştır.
    -şehir yaşamında, kırsal bölgelere göre daha sık görülmektedir.
    -Ekonomik durumla bağlantısı bulunamamıştır.
    -Eğitim düzeyiyle panik bozukluğu arasında direkt bir ilişki saptanmamıştır.
    -Evli insanlarda, dul yada boşanmış insanlara göre daha az görülmektedir, (bir çalışmada boşanmış yada dullarda 5 kat daha fazladır.)

    Panik bozukluk-kadınlarda erkeklere göre 2-3 kat daha sık görülür.
    Panik bozuklu tanılı hastaların %75-80'i kadındır. Aile çalışmalarında; eğitim, etnik yapı, sosyal durumla bağlantı bulunmamıştır.
    yaşam boyu yaygınlığı değişik çatışmalarda %1,5-3,5 arasında saptanmıştır. Bu oran gittikçe artmaktadır.
    Değişik hastalıklara bağlı olarak ortaya çıkan panik ataklar ve "sinirli belirtili atakların" ise %15-20 arasında olduğu bildirilmektedir. Dolayısıyla gerek panik bozukluğuna bağlı gerekse diğer psikolojik, biyolojik nedenlere bağlı panik atakların her yüz kişiden 20-25 inde görüldüğü anlaşılmaktadır. Bu oran her 4 kişiden 1'inin panik ataklı olduğu anlamına gelmektedir. Paniğin bu kadar popüler olması bu yaygınlığı ve korkutucu belirtileri olsa gerek...
    Panik hastalarının çoğunluğu psikiyatri dışı hekımlere başvurmaktadır. Görülen belirtiler otonomik ve fiziksel belirtiler olduğunda kalp hastalığı görünümü verebilmektedir. Ilk başvurular bu yüzden dahili branşlar olmaktadır.
    Stein, 1994, Chignon 1993'de yaptıkları bir araştırmada panik bozukluklu hastaların % 35'nin sık sık nefes alma, % 20-30'unda kalp damarlarının normal çıktığı, anjiosu normal bulunan hastaların % 35-45'inin ayrıntılı muayenesinde panik bozukluğu olduğu saptanmıştır. (Mukerji, katun) bu yanlış anlayış ve yöntemin ABD'ye yıllık maliyetinin 33 milyon dolar olduğu iddia edilmektedir.



    Panik Atak Türleri

    1-Beklenmedik Ataklar:
    Nedensiz, birden ortaya çıkan nöbetler, Panik Bozuklukta bu tür ataklar vardır.

    2-Duruma bağlı olanlar:
    Korkulan herhangi bir nesneyle yada bir durum karşılığında ortaya çıkar.

    3-Durumsal yatkınlık gösterilen panik ataklar:
    Genellikle destekleyici bir etken vardır, fakat bu etken herzaman atağa yol açmaz. Örneğin, hastada araba kullanırken panik atak oluşmasına karşın, bazen araba kullandıktan sonra atak geçirebilmektedir.

    Panik Atağın 13 bedensel bilişsel belirtisi vardır. Bunlardan 4 tanesinin olması nöbet için yeterlidir. Çoğunlukla 7-10 arası belirti yaşanmaktadır. Nöbet hızlı başlangıçlıdır, 10 dakikada zirveye çıkar. Bazen yarım-veya bir saat sürebilir.


    Panik Atakta Görülen Belirtiler:
    1-Çarpıntı, kalp atışlarını duyumsama, kalbin yerinden fırlayacakmış hissi, göğüste basınç bazen sol kola yayılan ağrı ve uyuşmalar...
    2-Terleme (Sıcak -Soğuk boşalımlar, bazen üşüme bazen alevlerin basması hissi)
    3-Titreme-sarsılma-itilme hissi
    4-Boğulma ve nefes alamama hali (Boğazda düğümlenme veya bir yumru, tıkanma hissi)
    5-Soluğun kesilmesi (Derin nefes alma ihtiyacı havanın yetmemesi gibi hisler)
    6-Göğüste daralma, sıkışma, ağrı duyumsama
    7-Bunaltı, karında ağrı, şişkinlik ve gaz oluşması
    (Bazen mideden başlayıp boğaza doğru yayılan kalkışma rahatsızlık hali)
    8-Baş dönmesi, sersemlik hissi, düşecekmiş ya da bayılacakmış gibi olma hali
    9-Derealizasyon (Gerçek dışılık duyguları panik yaşandığında olaylar bir sis perdesinin gerisinde algılanır, cisimler, küçülür her şey bulanıklaşır).
    10-Depersonalizasyon (Benliğinden ayrılmış olma hali: sanki bedenle ruh birbirinden ayrılıyor ve kişinin kendisini hissedememe, algılayamama kendisine yabancılaşma durumu oluşması).
    11-Panik anında kontrolünü kaybedeceği yada çıldıracağı korkusu (Kendisine çocuklara, çevreye zarar verme korkusu)
    12-O esnada "yaşamım buraya kadarmış" duygususu-ölüm korkusu
    13-Ellerde, kollarda, bacaklarda, başta ve birçok yerde uyuşmalar, yanmalar, karıncalanmalar, diken ,diken olma halleri
    14-Üşüme, ürperme ya da ateş basmaları


    Panik Atak ve Panik Bozukluğun Teşhisi

    *(DSM_IV'e göre panik atağı tanı ölçütleri)

    Not: Panik atağı kodlanabilir bir bozukluk değildir. Aşağıdaki semptomlardan dördünün (ya da daha fazlasının) birden başladığı ve on dakika içinde en yüksek düzeyine ulaştığı, ayri bir yoğun korku ya da rahatsızlık duyma döneminin olması:

    1-Çarpıntı, kalp atımlarının duyumsama ya da kalp hızında artma olması
    2-Terleme
    3-Titreme ya da sarsılma
    4-Nefes darlığı ya da boğuluyor gibi olma duyumları
    5-Soluğun kesilmesi
    6-Göğüs ağrısı ya da göğüste sıkıntı hissi
    7-Bulantı ya da karın ağrısı
    8-Baş dönmesi, sersemlik hissi, düşecekmiş ya da bayılacakmış gibi olma
    9-Derealizasyon (gerçekdışılık duyguları) ya da depersonalizasyon (benliğinden ayrılmış olma)
    10-Kontrolunu kaybedeceği ya da çıldıracağı korkusu
    11-Ölüm korkusu
    12-Paresteziler (uyuşma ya da karıncalanma duyumları)
    13-Üşüme; ürperme; ya da ateş basmaları.


    *DSM-IV (Psikiyatrik hastalıkları sınıflandırma kitabı)'e göre


    Panik Bozukluk Nedenleri

    1- Genetik ve ailesel nedenler.
    2- Biyolojik teoriler
    3- Psikodinamik teoriler
    4- Gelişimsel teoriler
    5- Öğrenme kuramlari
    6- Bilişsel modeller

    1- GENETİK VE AİLESEL ÇALIŞMALAR:
    Panik bozukluğu olan hastaların birinci derecede yakınlarında panik bozukluğu ve panik atak görülme oranı %15-30 arası bulunmuştur.
    Aynı yumurta ikizlerinde aynı anda panik bozukluk görülmesi %30-40 arası saptanmıştır.
    Panikte klinik belirtilerin hastaların çoğunda benzerlik göstermesi genetik nedenleri düşündürmektedir.
    Yapılan genetik çalışmalarda; 16g 22 kromozomunda bir genin bu konumdaki rolünden bahsedilmektedir. Fakat kesinlik için yeni araştırmalara ihtiyaç vardır.

    2-BİYOLOJİK TEORİLER:
    Panik atağı esnasında oluşan biyokimyasal ve fizyolojik değişikliklerden yola çıkarak; beynin hangi bölgelerinde ne türlü reaksiyonlar ortaya çıktığı araştırılmıştır.
    Panik atağı olan ve olmayanlara "sodyum-laktat" enjeksiyonu yapılmıştır. Panikli insanlarda "panik atağı" ortaya çıkarken, kontrol gruplarında çıkmamıştır.
    Diğer yandan asırı egzersizle artan laktat panikte artmış, oksijen tüketimi, metabolik hızı artıran kafein, yohimbin ve karbondioksitinde panik atağı ortaya çıkardığı bilinmektedir.
    Karbondioksit beyinde katekolamin ve noradrenerjik siklusu artırarak paniğe neden olur. Panik esnasında aşırı noradrenalin salgısı olmakta ve otonomik belirtileri ortaya çıkarmaktadır. (Çarpıntı, ağız kuruluğu vs..)

    -LOKUS SERULEUS'UN PANİKTE ETKİSİ:
    Beyinde 4. ventrikül tabanında gelişmiş olan çok sayıda hücreden oluşan bir alandır. Beynin bir çok bölgesiyle bağlantıları vardır. Beyindeki noradrenalinin %70 inden fazlası bu bölgeden karşılanmaktadır. Beyindeki noradrenerjik aktivite artışı, korku ve bunaltı ortaya çıkarır.
    Maymunlarda yapılan çalışmalarda lokus seruleusa elektrikle uyarı verilmiş ve panik benzeri durum çıkmıştır. Hayvanlarda bu bölgenin lezyonları, çıkarılması vs. anksiyeteyi (bunaltı), tehlike ve ağrıya verilen yanıtları azaltmaktadır. Lokus seruleus aktivitesini azaltan ilaçlarda hayvanlarda korkuyu azaltmaktadır. Lezyonlarda ayrıca hayvanlar saldırgan olmakta ve yeme-içme davranışlarında artış gözlenmektedir.
    Bu çalişmalar sonucunda lokus seruleusun daha ziyade "alarm sistemi " olduğu ve zararlı, hatalı uyarıları diğerlerinden ayırdığı ileri sürülmektedir.
    Aşırı uyarı halinde bütün beyin fonksiyonları ve irade dışı çalışan sistemler uyarılmaktadır.
    Orta derecede ise uyanıklık ve dikkatte artış olmaktadır.
    Az uyarılma halinde korkusuzluk, ani impulsif davranışlar ve dikkatsizlik ortaya çıkmaktadır.

    -SEROTONIN VE PANİK İLİŞKİSİ:
    Sinir hücreleri arasında iletişim görevi olan önemli bir "norotransmitter" dir. Serotonin seviyesindeki değişiklikler, serotonin işlev bozukluklarında paniğe yol açtığı söylenmektedir.
    Beyin görüntüleme çalışmaları ve panik:
    Panik oluşturan kafein, yohimbin, laktat gibi ajanlarla PET ve SPECT çalışmaları yapılmıştır. Beyin kan akımında düzensizlikler saptanmıştır
    MRI da hipotalamus ve temporal bölgelerde bozukluklar saptanabilmiştir.

    3-PSİKODİNAMİK TEORİLER:
    Alt benlikten kaynaklanan dürtülerle üst benliğin yasaklarının çatışması sonucu anksiyete ortaya çıkar. Benliğin savunma mekanizmaları bunu karşılamıyorsa panik ataklar ortaya çıkabilir. Bastırılan cinsellik, saldırganlık dürtüleri, yasak dürtülerde paniğe neden olabilir.

    4-GELİŞİMSEL KURAMLAR:
    John Bowlby tarafından geliştirilmiştir. Anksiyetenin belirlenmesinde içgüdüsel dürtülerinin önemini dikkat çekmiştir. Birinci içgüdü bağlılıktır. Bağlılık figürünü kaybetme tehlikesinde anksiyete ortaya çıkar. Anksiyete korkunun bir bileşimidir.
    Çocuklukta aileden ayrılmanın, yetişkinde karışık anksiyete (panik)-depresyon oluşturduğuna inanmaktadır.
    Bowlby agorafobinin ayrılma anksiyetesi olduğunu açıklar. Bağlılık figürüne güvenle bağlanamamaktan kaynaklandığını söyler.

    5-ÖğRENME KURAMLARI:
    Koşullu refleks kuramına göre anksiyete; tehlikeli dış uyaranlara karşı organizmanın koşulsuz yanıtıdır. Fobiler klasik şartlanma yoluyla nötral uyarana bağlı bunaltıdadır.

    6-BİLİŞSEL MODELLER:
    Bedende herhangi bir sebeple ortaya çıkan belirtileri (örneğin, çarpıntı, uyuşma..) kişinin gereksiz ve tehlikeli olarak algılaması ve "çarpıtıp" ciddi rahatsızlıklar olarak değerlendirmesi paniğe yol açmaktadır. Herhangi bir anksiyete durumuna eşlik edebilecek önemsiz kalp atışı, baş dönmesi, ağiz kuruluğu; kişi tarafından bayilacağı, öleceği, kalbinin duracağı şeklinde yorumlanır.
    Bu modelle göre; dış uyaranlardan çok düşünce, ımajinasyon, bedensel belirtiler gibi içsel uyarılar panik atakları ortaya çıkarabilir. Zararlı, tehlikeli yorumlanan uyaranlardan sonra ortaya çıkan bedensel kıpırtılar, duyumlar da yanlış yorumlanır ve "kısır döngüye" girilmiş olunur. Kişi artık dikkatini sürekli bedensel duyumlarına verir ve tetikte bekler ve olumsuz düşünceleri pekişir.


    Panik Atağın Alt Tipleri

    Panik atak yaşayanların hepsi aynı biçimde belirti ve korku yaşamayabilirler. Araştırmalara göre paniğin alttipleri sunlardır;

    -KLASİK PANİK
    -KOGNİTİF PANİK
    -NONKOGNİTİF PANİK
    -NOKTURNAL PANİK
    -ALEKSİTİMİK PANİK
    -GASTRO İNTESTİNAL PANİKLER
    -KORKUSUZ (nonfearful) PANİK

    Klasik panik: kişide önce çarpıntı, heyecan başlar göğüste sıkışma, sol kola vuran ağrı ve uyuşma görülür. Bununla birlikte hızlı soluk alıp verme ve boğazda düğümlenme başlar. O anda kalbin solunumunun duracağı; kalp krizi geçirileceği hissi oluşur. Yakınlarından kalp krizi geçirenlerde daha sık görüldüğü gözlenmektedir.


    Kognitif panik: Bilinç sistemini etkiler. Kendisini tam algilayamama,ruhun bedenden ayrılması hissi.Etrafı sisli,cisimleri uzak farklı algılama baş dönmesi,boşlukta olma hissi görülür.
    Ayrıca kontrolün yitirileceği elde olmadan kötü şeylerin olabileceği , aklın kaçırılabileceği bazen ölüneceğinden korkulur.

    Nonkognitif panik: Kognitif panikteki belirtiler görülmez .Daha çok bir fenalık , göğüste baskı , çarpıntı hissi olur.

    Nokturnal panik: Uykudan ani bir çarpıntı ve korku ile uyanıldığı paniklerdir. Hemen pencere açılır ve hava alınmaya çalışılır uykuda "panikle ölürüm" diye kişinin uykusu kaçar bilinçli olarak uyumamaya çalışır. Zamanla uykusuzluğun getirdiği diğer sorunlarda ortaya çıkar.

    Aleksitimik panik: Nöbet nöbet bedensel belirtilerin olduğu bir türdür.

    Gastro intestinal panikler: Midede , karında başlayıp göğüse doğru dalga dalga yayılan fenalık hissidir. Boğazda düğümlenme yumru hissi oluşturur. Beraberinde bulantı , şişkinlik , gaz, ishal olabilir. Bu türünün "abdominal epilepsiyle" ayırd edilmesi önemlidir.

    Korkusuz (nonfearful) panik: Panik bozukluğun teşhis kriterlerini karşılayan bir durumdur. Buradakı panik ataklarda korku, anksiyete görülmez. Bu gruptakiler nöroloji, kardioloji uzmanlarına daha çok müracat ederler.Tahlillerde ve muayanede hiç bir şey saptanmaz.


    Panik Bozuklukla Görülen Diğer Psikiyatrik ve Biyolojik Bozukluklar:

    Psikiyatrik bozukluklar:

    1- DEPRESYON: Panik hastalarının %40-50'sinde depresyon'da aynı zamanda görülmektedir. Bazen paniklerden sonra, aynı anda yada depresyondan sonra panikler ortaya çıkabilir. Panik atakların hemen ardından da birkaç saat veya bir gün depresif bir görünüm ortaya çıkabilmektedir.

    2- AGORAFOBI: %50-70 oranında en sık görülen eş zamanlı bozukluktur. yapılan araştırmada panik bozukluğu olan 3000 hastanın %65'inde agorafobi saptanmıştır.

    3- SOSYAL FOBI: %10-15 oranda bulunur. Sosyal, ekonomik; yaşamsal aktivitelerden kendini geri çekme. Yeni ve yabancı insan ve durumlarla karşılaşmaktan kaçma davranışı sosyal fobik kişilerde görülür. Panikte ikincil olarak sosyal fobik özellikler görülüğü gibi, panikli insanın ayrıca bir sosyal fobisi olabilir.
    Tedaviyle paniğe bağlı olanlar ortadan kalkar. Sosyal fobi için ayrıca bir tedavi gerekebilir.

    4-SOMATOFORM BOZUKLUK: %6-8 arasında eslik eder. Kadınlarda daha fazladır. Sosyo-ekonomik ve kültürel yetersizlik , ırk farkı önemlidir. Yoğun bedensel yakınmalar vardır ve hiç biri fiziksel sebebe bağlanmaz.

    5-HIPOKONDRIYAZIS: Sürekli kendini dinleme ve sağlık kitaplarını okuma, hastalıklar bulma; doktor, doktor dolaşma; tahliller yaptırma durumudur. Panik bozuklukta %20-30 oranında eşlik eder.

    6-MADDE KULLANIMI: Alkol başlangıçta sıkıntı ve paniği giderdiğinden panikli insanların bir kısmı "alkolle kendi kendini tedavı" yoluna gider. Zamanla bağımlılık gelişir sürekli alkolle dolaşılır ve sabahtan içilmeye başlanır.


    Alkol kullanım bozukluğu % 20-25 arasındadır. Diğer maddeler (yeşil reçete ilaçları uyarıcı ve uyuşturucu özelliği olan maddeler vs.) %5-10 oranda değişmektedir.
    Manik depresif bozukluk: Depresyon ve onun tam tersi coşma, uçuşma nöbetlerinin (mani) olduğu bu hastalığın panikle görülme oranı %10-12 arasındadır.

    KISILIK BOZUKLUKLARI:
    -Kaçıngan
    -Obsesif-kompulsif
    -Paranoid
    -Borderline
    Kişilik bozuklukları'da % 40 oranda eşlik eder.

    Genel anksiyete bozukluğu: Burada sürekli kötü bir şeyler olacağı kaygısı ve " diken üzerinde olma" hali vardır. %15- 20 oranda görülebilir.
    Obsesif -kompulsif bozukluk: Takıntı ve saplantıların olduğu (temizlik kontrol, bulaşma takıntıları, tekrarlayıcı davranışlar)

    Biyolojik bozukluklar:

    1-MITRAL VALV PROLAPSUSU:
    Kalp kapakçığı sarkması olan MVP'susu panik bozukluklu hastaların yaklaşık % 40-50'sinde bulunmaktadir. MVP'susunun toplumda görülme sıklığı % 5 ve kadınlarda iki kat daha fazladır. MVP'susunun belirtileri panik bozuklukla benzerdir. Sebep mi? Sonuç mu? olduğu tartışmalıdır.
    -Göğüs ağrısı, çarpıntı ile acillere başvuran hastaların % 40'inda panik bozukluğu saptanmıştır.
    - Göğüs ağrısı nedeniyle anjiografi yapılan hastaların % 40-60'ında panik bozukluğu bulunmuştur.
    Tedavi olmayan panikli hastalarda koroner arter hastalığına bağlı ölümler üç kat daha sık görülmüştür.

    2- TIROID BEZI ANORMALLIKLERI:
    Panik bozukluklu hastalarda tiroid fonksiyon bozuklukları daha sıktır "hipertiroidi" genel nüfusa göre yüksektir.

    3-IRRITABL KOLON SENDROMU:
    Bağırsakların aşırı duyarlı olması hali ve bağırsak problemlerinin yaşanması da panik bozuklukla birlikte bulunabilmektedir. Anksiyete tedavisiyle bu hastalar düzelebilmektedir.

    4-AKCIGER HASTALIKLARI:
    Müzmin tıkayıcı akciğer hastalıklarında %8-20 arası panik bozukluğu bulunmaktadır. (Astım, bronşit, amfizem, allerjik akciğer hastalıkları....)

    5- MIGREN:
    Migrenli olanların bir kısmında panik bozukluğu olabilmektedir. Baş ağrısı şikayeti olan erkek hastaların %12'sinde, kadınların ise %15inde panik bozukluğu saptanmıştır.

    6-EPILEPSI (SARA NÖBETLERI):
    Temporal nöbetlerde görülen, korku, yabancılaşma, farklı algılama aşırı sıkılma ve taşikardi gibi belirtiler, panik atakta da görüldüğünden gözden kaçabilir. Ayrıca beynin sağ temporal bölümü alınan insanlarda panik benzeri belirtileri olabilmektedir. Bundan dolayı paniğin "temporalimbik" anormallik olduğu ileri sürülmektedir.


    7-BEYIN-DAMAR HASTALIKLARI:
    Beyin-damar hastalıkları panik bozuklukta diğer hastalara göre iki kat fazladır. Panikteki tansiyon yükselmelerinin buna yol açtığı söylenmektedir.


    Panik Bozuklukta Ortaya Çıkan Diğer Durumlar:

    1-Agorafobi
    2-Madde bağımlıkları ve kötüye kullanımları. (Amfetamin, kafein, alkol, diazem türü ilaçlar)
    3-Hipokandriazis
    4-Yaygın anksiyete bozukluğu
    5-Sosyal fobi
    6-Özgül fobi
    7-Obsesif- kompulsif bozukluk
    8-Alkol bağımlılığı
    9-Organik hastalıklar
    - Hipertiroidizim
    - Hiperparatiroidizim
    - Hipertansiyon
    - Feokromasitoma (Böbreküstü bezi hastalığı)
    - Vestibüler disfonksiyon (Kulaktaki denge fonks. boz.)
    - Kardiak aritmiler
    - Konvulsif bozukluklar (Sara nöbetleri)


    Panik Bozuklukta Risk Faktörleri (Kimler paniğe daha yatkın?)
    -Birinci derece akrabalarında panik ya da başka anksiyete bozukluğu olanlar.
    -Sıkıntılı, telaşlı, aceleci, mükemmeliyetçi, insanlar.
    -Düşünce ve duyguların yeterince dışarıya yansıtamayan, "içsel insanlar."
    -Alkol yada başka bağımlılık yapabilen maddelere yatkınlık ve bağımlılık
    -Geçmişinde panik atak diğer anksiyete bozukluklarından bir rahatsızlık ya da depresyon geçirmiş olmak.
    -Sürekli baski altinda olmak, engellenmek yada kendi kendini baskılamak.
    -Sosyal fobik, kaçingan kişilik yapıları
    -Sürekli "verici" davranma "iyilik meleği"gibi davranma "hayır" diyememe.
    -Öfkesini, kızgınlığı dışarıya yansıtamayan insanlar
    -Dürtülerini sürekli bastıran insanlar -Cinselliği baskılamak, cinsel tatminsizlik ve yoğun bilinç dışı aldatma dürtüleri ve gizli homoseksüel eğilimleri olanlar.
    -Aşırı hırslı, sürekli başarı ile beslenen, başarısızlıklarda kendisini suçlayan yapı..


    Nereye Kadar Panik? (Paniğin seyri, gidişatı):
    Panik bozukluk en çok 30'lu yaşlarda ortaya çıkar. Az sayıda çocuklukta başlar. 45 yaşında başlaması olağan değildir. Gidişatı kişiden kişiye değiştiği gibi aynı kişide bile belirtiler değişebilir. Uzun süreli izleme çalışmalarında % 40'nın belirtilerden arındığı, yaklaşık % 50'sinin belirtilerinin çok hafiflediği ve yaşamlarını engellemediği saptanmıştır. % 10-20 arası belirtilerin iniş-çıkışlarla devam ettiği görülmüştür.


    Panik Bozuklukta Tedavi:

    Panik atak kesinlikle kontrol altına alınabilir.

    Tedavide Temel ilkeler sunlardır:
    1-Panik atakları ortadan kaldırmak


    2-Sürekli atak yaşayacağım diye bunaltı, kaygı yaşamayı önlemek.
    3-Panik atak korkusuyla yapılmayan davranışların yapılır hale gelmesi (tek başına yola çıkabilmek, kapalı mekanlara girebilmek, yalnız kalabilmek gibi... )
    4-Panikle birlikte görülebilen diğer bedensel ve psikolojik sorunları gidermek
    5-Zamanla paniği önemsemeyecek ve unutacak seviyeye gelmek
    6-Panikten dolayı bozulan aile, is-sosyal yaşamın eskisi gibi normalleşmesi.
    7-Hiçbir panik belirtisi ve davranışı olmadığı halde tedaviye bir süre daha devam ettirmek.

    Atakların Oluşmaması İçin, Hastaların Geliştirdiği Davranışlar

    Panik Bozukluğu olan hastalar, yaşadıkları panik ataklar nedeniyle zamanla yaşamlarında bazı değişiklikler yaparlar. Çok şiddetli ölüm korkusu veya kontrolünü yitirme duygusu yaşadıklarından düsünce davranışların da aşırılıklar abartılar, korkular, dikkati çeker, fakat bütün bunlar hastanın elinde ve iradesinde değildir. Yapılan panik tedavisiyle bütün belirtiler ortadan kalkar.

    Örnekler:
    "Her an bana bir şey olabilir, düşüp bayılırım" korkusuyla aşağıdaki davranışlar geliştirilir:
    Yanında su taşıma,
    Sürekli kalbini ve nabzını dinleme ve tutma,
    Tansiyon aletiyle dolaşma, sürekli tansiyonunu ölçme ve ölçtürme,
    Yakınlarının adreslerini, telefonlarını özel bir şekilde yanında taşıma,
    Panik krizi yaşanır endişesiyle cinsel ilişkiden kaçma, sportif aktiviteleri bırakma,
    Sürekli yanında birilerinin bulunmasını isteme, yalniz kalamama, sokağa çıkamama, kalabalık, kapalı yerlere girememe, toplu taşıma vasıtalarına binememe...
    Bulunduğu muhitten uzağa gidememe,
    Tatile seyahate çıkamama,
    Birçok sağlık sigortasına üye olup, kartları yanında taşıma,
    Bir yere gideceği zaman sağlık kuruluşlarının olduğu güzargahlar dan gitme,
    Sık sık, acil ünitelerine başvurup kalp grafikleri (EKG) çektirme, Check-Up,lar Yaptırma,
    Berbere diş hekimine gidememe, Boğazını sıkan bir şey giyememe,
    Sütyen takmaktan sıkıntı duyma,
    Cenaze arabası, ambulans, itfaiye aracı görünce hastanelere gidince fenalasma hissi,
    Uykuda panikle ölürüm diye uyumama ve uykusunu kaçırma,
    Tansiyon yükselecek, kalp krizi geçirilecek veya felç kalınacak korkusu ile aşırı rejim-diyet uygulaması (bazi panik krizlerinde tansiyon ciddi bir şekilde yükselmekte ve yapılan kan tahlillerinde kolesterolda yüksek çıkmaktadır.),
    Tv'lerdeki, basındaki intihar, cinayet, felaket haberlerinden aşırı etkilenme, onlar gibi olma korkusu,
    Otomobilde panik yaşarım korkusu ile, otomobiline binememe, otomobilini satma,
    Uçağa, vapura binememe,
    Tek başına banyo yapamama, tuvalete gidememe, kapıda birisini bekletme,
    Bayılırım, ölürüm diye aylarca banyo yapamama,
    Panik krizi geçtikten sonra, aşırı yorgunluk, keyifsizlik halinin ortaya çıkması.
    Tünellerden, köprülerden geçememe, yüksek yerlere çıkamama. Kendisini aşağı atma korkusu,
    Panik anında bayılırım korkusuyla organlarını ve cildini belli etmeyecek giysi giymek.
    Değerli takı takmamak,
    Panik sürecinde tuvalete gitme isteği,


    Daha fazla güvenebileceği birilerinin yanına taşınma (aileden biri, doktoru ya da hastanelere yakın...)
    Uyumadan önce dua etmek. Birgün panikle ölebilirim diye yakınlarına ve sevdiklerine servetini dağıtma ve vasiyet yazma.
    Her gömleğinin, ceketinin cebine kriz anında kullanılmak üzere ilaç koyma,
    Issız ve şehirden uzak yerlere gidememe


    Hasta-hekim arasında çok iyi bir iletişim olmalıdır. Hasta hekimine her an ulaşmalıdır.
    Tedavide kullanılan ana ilaçlar antidepresanlardır. Yardımcı olarak; sakinleştiriciler,
    yatıştırıcılar, bedensel belirtileri önleyen ilaçlar kullanılır.
    Antidepresanların bir kısmı eski kuşak ilaçlardır. (Anafranil, tofranil, ludiomil, insidon, laroxyl, tolvon... gibi )
    Yeni kuşak, ilaçlar (efexör, seroxat, cipram, remeron, prozac, lustral, serzone, faverin, gibi.. )
    Bu ilaçların bir kısmı paniği tedavi eder. Hekimin yaptığı muayene ve tecrübesi sonuca en uygun ilaç seçilir. Bir ilaç her hasta da aynı sonucu vermeyebilir.
    Ilaçların bir kısmı (eski kuşak) başlangıçta belirtileri arttırabilir, ağız kuruluğu, sıcaklık hissi, terleme, kiloartışı , kabızlık, cinsel problemler yapabilir. Yeni kuşakta bulantı, titreme, cinsel problemler, kilo artışı gibi yan etkileri olabilir. Bunlar kalıcı değildir. Bir süre sonra azalabilirler.
    Panik bozuklukta ilaç tedavisinin en aşağı bir buçuk yıl olması gerekir.
    -Hekim önerisi dışında kesinlikle ilaç almamak gerekir.
    -Panik belirtileri düzelir düzelmez ilaçları ne azaltmak nede kesmek gerekir. Yoksa kısa sürede tekrarlar.
    -Yardımcı ilaçlar yeşil reçeteye tabi olanlar (Xanax, diazem, nervium benzeri ilaçlar.)
    Ve bazı kalp-tansiyon ve mide ilaçlarıdır. Bunların kısa süreli kullanılması gerekir.
    -Başka hastalıklarınız nedeniyle ilaç alacaksanız doktorunuza danışın.
    -ilaçlar zamanla iştahınızı arttırır. Özellikle -tatlıya- karşı dayanılmaz istek olur. Bunun için tedbir alın bol su için, meyve ağırlıklı beslenin.
    Ilaç tedavisi dışında -bilişsel, davranışsal, terapi'nin panikte iyi sonuç verdiği bilinmektedir.
    Burada kişinin bedensel belirtileri algilama ve onlara "kötü anlamlar yükleme" olayı anlatılır.
    Düşünce, beden ve belirtilerin ilişkisi; belirtilerini-düşünceyi nasıl etkilediği konuşulur. Yani önce hastalığın nasıl oluştuğu, belirtilerinin anlamını ne olduğu ve nelere yol açamayacağı anlatılır. Daha sonra kaçınma davranışlarının nasıl yok edileceğini geçilir. Bunları mutlaka bir terapistle birlikte yürütmek gerekir.
    Terapiye istekli ve azimli olduktan sonra bir ayla üç ay arasında epey yol alınır.
    -Panikli olmak bir "kader" olmamalı.


    Öneriler
    1-Hastalık hakkında doktorunuzdan ve yayınlardan çok iyi bilgi alın.
    Temel Kural: "Düşmanını Tanı" Sana ne yapıp ne yapamayacağını bil!
    2-Dahili, fiziksel muayeneler ve tahlillerde hiçbir şey yoksa; bir daha tahlil yaptırmayın ve dahili muayeneye gitmeyin.
    3-Her hastanın tedavi süresi, onun kişiliğine durumuna bağlı olduğundan tedavi süresini bilin ve bu süreyi en verimli bir şekilde kullanın.
    4-Yakınlarınızıda doktorla görüştürün. Hastalığın sizin elinizde ve iradenizde olmadığını öğrensınler ve size "yüklenmesinler"
    5-Umudunuzu ve kendinize olan güveninizi hiçbir zaman yitirmeyin. "Başaracağım, bu hastalığı yeneceğim ve yaşama sımsıkı sarılacağım. Kendime inanıyorum ve güveniyorum!"
    Telkinini sık sık yenileyin.
    6-Mümkünse her gün yarım saat yürüyüş yapın.
    7-Her gün duş alın.
    8-Yüzme imkanınız varsa yüzün.
    9-Yılda iki kez tatil yapın.
    10-Çözemediğiniz ve sizinle direkt ilişkisi olmayan sorunlarda üzülmeyin. "Kulak arkası edin."
    11-Kahve, koyu çay, kolalı içeceklerden uzak durun.
    12-Midenizi tıka basa doldurmayın, uzun süre aç kalmayın.
    13-Sizin gibi panik yaşayan insanlarla bir araya gelin. Sosyal-kültürel faaliyetlerde bulunun.
    14-Panik krizini hissettiğiniz an dikkatinizi başka yere vermeye çalışın.
    15-Nefes egzersizleri yapın (Derin nefes alıp içinizde tutun ona kadar sayın ve ağzınızdan üfler gibi yavaş yavaş verin)
    16-Her gün gevşeme (relaksasyon) egzersizleri yapın. Bütün vücut kaslarınızı kasıp
    sonra gevşetin.
    17-Sex yaşamınızı canlandırın, fanteziler üretin.


    Anksiyete

    Anksiyete kişi için rahatsızlık oluşturan her hangi bir durum veya tehlike algısına karşı ortaya çıkan evrensel bir yanıttır.
    - Anksiyete ve korku cok yanlış bir şekilde birbirinin yerine kullanılmaktadır.
    Örneğin,ısırmak üzere havlayarak kendi üzerine gelen bir köpek karşısındaki kişinin yaşadığı duygu korkudur. Benzer şekilde kişi,bir uçak yolculuğu sırasında ucağın hava akımına kapılması sonucunda korkuya kapılır. Her iki örnekte de kişide korkuya eşlik eden bedensel duyumlar ortaya çıkar. Bunlar arasında taşikardi (dakikadaki kalp atım sayısının artması),carpıntı,terleme,sıcak basması ve soğuk ürperme,el ve ayaklar yanı sıra bütün vücutta titreme veya sarsıntı,boğazda düğümlenme hissi,baş dönmesi ve dengesizlik hissi gibi belirti ve bulgular sayılabilir. Aynı belirtiler kişide gün içerisinde hiç beklenmedik bir yerde ve anda ortaya çıkan ve "panik atağı" olarak ifade edilen yoğun anksiyete atakları sırasinda ya da sosyal fobi adını verdiğimiz bir bozuklukta kişinin,başkalarının önünde konuşmak ya da yazı yazmak veya yemek yemek gibi aktivitelere girdiğinde de ortaya çıkabilmektedir.

    Ancak anksiyete ile korku arasındaki bu benzerliklere karşın her iki durum arasında cok önemli temel bir farklılık bulunmaktadir.Yukarıda verilen uçak yolculuğu örneğinde olduğu gibi korku duygusunu yaşamaya yol acan tehtid eden bir 'DIŞ' etken,tehlike söz konusudur. Fakat anksiyetede kişinin yaşamını tehtid eden bir DIŞ tehlike söz konusu değildir. Anksiyetede de bir tehlike algısı vardir. Ancak bu yaşama yönelik olmayıp hedef olarak benliğe yönelmiştir. - Kısaca bunaltıyı,"gerçeklik ilkesi" ne göre calışmakta olan benliğimiz yaşamaktadır. Benliğin bütünlüğü koruyabilmesi yanı sıra ruhsal yönden günlük kalite ve konforun sağlanması için,bunaltıya karşı korunmak üzere savunma düzenekleri devreye girecektir. Ancak kullanılan savunma düzenekleri yetersiz kaldığında ortaya çeşitli görünümleri olan aksiyete bozuklukları çıkar.

    Sosyal Fobi

    Anksiyete bozukluklari sinifi icinde degerlendirilir. Sosyal fobi genellikle 13 - 24 yaslari arasinda baslar. Ancak daha kücük ve büyük yaslarda da görülebilir. Kadinlarda daha fazla görülmesine karsilik erkeklerin tedaviye daha cok müracat ettikleri bilinmektedir. Psikodinamik teoriye göre sosyal fobinin meydanagelmesinde en önemli nedenler ebevenylerin asiri disiplinli olmasi ve ailenin isbirliginden uzak tutumlarinin olmasidir. Belirlenmis bir genetik nedeni olmamakla birlikte ailesinde sosyal fobi olan kisilerin diger insanlara göre üc kati daha fazla risk altinda bulundugunu arastirmalar göstermektedir.ABD de görülme orani %2 - 3 arasindadir.

    Sosyal fobinin DSM 4 e göre tani ölcütleri (Cocuklar icin gecerli degil):

    A. Sosyal ortamlarda yada performans gerektiren durumlarda veya tanimadik insanlar önünde ortaya cikan belirgin ve inatci korku. Kisi asagilanmasina veya utanmasina neden olarakbicimde davranacagindan yada anksiyete (kaygi) belirtileri göstereceginden korkar.

    B. Korkulan toplumsal durumla karsilasma hemen her zaman anksiyete dogurur, bu da duruma bagli ya da durumsal olarak yatkinlik gösterilen bir panik atak bicimi alabilir.

    C. Kisi, korkusunun asiri yada anlamsiz oldugunu bilir.

    D. Korkulan toplumsal yada bir eylemin gerceklestirildigi durumlardan kacinilir yada yogun anksiyete ve sIkIntIyla bunlara katlanilir.

    F. 18 yasinin altindakilerde süresi en az 6 aydir.

    G. Korku ya da kacinma bir maddenin (örnegin kötüye kullanilabilen bir ilac, tedavi icinkullanilan bir ilac) ya da genel tibbi bir durumun dogrudan fizyolojik etkilerine bagli degildir ve baska bir mental bozuklukla daha iyi aciklanamaz.

    H. Genel tibbi durum ya da baska mental bozukluk varsa bile A tani ölcütünde sözü edilen korku bununla iliskisizdir.

    Sosyal Fobinin Tedavisi:

    Ilaclar ve psikoterapiler es zamanli olarak kullanilmalidir. Tek basina ilac tedavisi genelde yeterli degildir. Psikoterapilere ilave olarak hipnoterapide cok yararli olur. Davranisci psikoterapilerde korkulan duruma kademeli olarak maruz birakma teknigi kullanilir. Ayrica gevseme egzersizleri kullanilan diger tedavi yöntemlerindendir.

    Ilac Tedavisi:

    Selective serotonin reuptake inhibitor leri (SSRIs) en cok kullanilan ilaclardir. Ilac tedavisi en az 6 ay sürer. Ilaclardan cok kisa süre icerisinde etkili olmalarini beklemek yanlis olur

    Konserviyon Bozuklukluğu

    Bir yada daha fazla nörolojik belirtinin (felç, kötlük yada duyu bozuklukları gibi) varlığı ile karakterize ve nörolojik belirtileri açıklayacak bilinen bir tıbbi bozukluğun bulunmadığı bir pskiyatrik bozuklukluktur. Bu klinik görünümler psikanaliz literatüründe Konversiyon Histeri olarak adlandrılır.

    Klinik Özellikleri

    Felç, körülük ve konuşamama en yaygın belirtilerdir. Depresif ve anksiyöz belirtiler çoğu ez eşlik edebilir. Özellikle kol ve bacaklarda duyu yitimi ve bozukluğu yaygındır. Duyu bozuklukları dağılımı genellikle nörolojik bozukluklardaki anatomik özelliklere uymaz. Anormal hareketler, yürüyüş bozukluğu ve zayıflığı, belirli kas gruplarında titreme ve silkinmeler ve tikler görülebilir. Hastalar nadiren yere düşer ve düştüğü zaman yaralanma olmaz. Epilepsi benzeri nöbetler de görülebilir ve bunları ayırmak zor olabilir. Bu nöbetlerde genellikle dil ısıma, idrar kaçırma ve kendini ciddi biçimde yaralama olmaz.

    Konuşma genellikle normal olmakla birlikte ses kısılması ve konuşamamama da sık görülen belirtilerdendir. Daha seyrek olarak çocuksu, kekeleyerek yada bir çocuğu taklit edercesine konuşma görülebilir. Duygulanım belirtileri olarak yukarıda belirtilmiş olan anksiyete ve depresyon dışında klasik yayınlarda güzel aldırmazlık adı verilen bir durum görülebilir. Bu hastanın ciddi bir belirtiye gösterilmesi beklenen duygusal tepkiyi göstermemesi, yerine göre ilgisiz bir görünüm sergilemesi durumudur.

    Ayrıca boğazda düğümlenme,öksürük,hıçkırık,hava yutma,öğürme,kusma,geğirme gibi sinir sistemlerini ilgilendiren belirtiler de görülebilir. Bilişsel yetilerde, düşünce akışı ve içeriğinde herhangi bir bozukluk görülmez.

    Oluş Nedenleri

    "Histeri" sözcüğü Yunandada dölyatağının dolaşması anlamına gelir. Bu tür davranış bozukluklarının cinsel doyumsuzluktan kaynaklandığı düşüncesinin kökenleri de ilk çağ yunan uygarlığı dönemine dayanır. Hipokrat,çırpınmalarla kendini gösteren hastalıkların bir bölümünün gerçek sara olmayıp histeri vkaları olduğundan ve bu iki türü birbirinden ayırt etmenin güçlüğünden söz edilmiştir. Bu bozukluk ortaçağda cin çarpmasına bağlanmış, on dokuzuncu yüzyılda ise organik bir hastalık olarak kabul edilmiştir.

    Tedavi

    Koversiyon bozukluğu belirtilerinin çözülüşü genellikle kendiliğinden olmakla birlikte içgörü kazandırmaya yönelik destekleyici terapi yada davranış terapisi ile desteklenebilir.
    Tedavi öncesinde hastanın çok iyi bir değerlendirmesi yapılarak bedensel bir hastalığının bulunmadığından emin olunmalıdır.
    Hastanın psikoterapi önerisine direnç göstermesi durumunda zorlanma yaratan etken üzerine odaklanilabilir. Hastaya yakınmalarının hayali olduğunu söylemek çoğu zaman durumu daha da kötüleştirir.
    Psikodinamik yaklaşımlar içinde ise hastanın ruhsal çatışmasını ve konversiyon belirtisinin simgesel anlamını araştırmaya yönelik psikanalitik psikoterapi ve içgörü yönelimli psikoterapi yer alır.
    Aile psikoterapisti çoğu olguda gerekli bir yöntemdir.
    Konversiyon bozukluğunda ilaç tedavisinin çoğu kez ikincil bir yeri vardır. Belirtilerin niteliğine göre anksiyolitik yada antidepresan grubu ilaçlar doktor denetimi altında kullanılabilir.

    Somatizayson Bozukluğu

    Temel özelliği fiziksel muayene ve laboratuvar incelemeleri ile açıkanmayan çok sayıda bedensel belirtinin varlığıdır. Yakınmaların çokluğu ve birden fazla organ sistemini tutması ile diğer somatoform bozukluklardan ayrılır. Kronk bir bozukluktur,belirtiler otuz yaşından önce başlar ve birkaç yıllık bir dönem içinde ortaya çıkar. Bozukluk psikososyal zorlanma etmenleri ile yakın bir ilişki gösterir ve toplumsal ve mesleki işlev bozukluğuna ve yoğun bir tıbbi yardım arayışına neden olur.

    Klinik Özellikler

    Somatizayson bozukluğu hastalarının birçok bedensel yakınma ve uzun,karmaşık bir tıbbi öyküleri vardır. Bulantı ve kusma,yutma güçlüğü,kol ve bacaklarda ağrılar, enerji harcamaksızın nefes darlığı çekme,bellek yitimi ve gebelik ve adet dönemleriyle ilgili bozukluklar en yaygın belirtiler arasında yer alır.

    Psikolojik yakınmalar ve kişiler arası ilişkilerdeki sorunlar belirgindir. Anksiyete ve depresyon en yaygın pskiyatrik belirtilerdir. İntihar tehditleri sıklıkla görülmekle birlikte intihar eylemleri nadirdir. Gerçekleştirilen intihar eylemlerinin çoğu kez madde kullanımına bağlı olduğu bildirilmiştir. Tıbbi öykü çoğu kez belirsiz, tutarsız v karışık özellikler gösterir,geçmişteki belirtilerle gücel belirtiler birbirlerinden ayırt edilemeyebilir. Hastalarla ilgili olarak bağımlı, ben-merkezci, hayranlık ve ilgi toplama açlığı içinde ve karşısındakini yönlendirici bir kişilik yapısı tanımlanmıştır.

    Bu bozukluğa genellikle major depresif bozukluk, kişilik bozuklukları, yaygın anksiyete bozukluğu ve fobiker gibi başka psikiyatrik bozukluklar eşlik eder. En çok bulunan kişilik bozuklukları yada özellikleri kaçınan,paranoid,kendine zarar verici ve obsesif-kompulsif türdedir.

    Oluş Nedenleri

    Psikososyal etmenleri temel alan yaklaşımlar bu bozukluğn belirtilerini bir çeşit toplumsal iletişim olarak görür. Buna göre belirtilerin nedeni toplumsal sorumluluklardan kaçma, heyecanları ida etme, bir inancı yada duyguyu simgeleştirmedir.
    Dar çerçeveli psikanalitik yorumlar belirtilerin bastırılmış içgüdüsel dürtülerin yerine konmuş ruhsal öeler olduğunu varsaymaktadır.
    Davranışsal bakış açısı ebeveyn örmeği ve ebeveynlerden öğrenililenler ve etnik töreler nedeniyle bazı çocukların diğerlerinden daha fazla olarak ruhsal sorunlarını bedenlerine yansıtmayı öğrendiklerini vurgulamaktadır. Ayrıca bu bozukluğu gösteren hastaların bir bölümünde aile içi fiziksel istismara uğrama öyküsü vardır.

    Tedavi

    Hastanın hekim tarafından izlenmesi ve bu hekimin aylık periyotlarla düzenli bir biçimde hastayı görmesi yeğlenir. Kontrollerin süresi fazla uzun olmamalı ve ayrıntılı laboratuvar incelemelerinden kaçınılmalıdır. Bireysel ve grup terapisi yaklaşımlrı yardımcı olabilir. Birlikte bulunabilen diğer psikiyatrik bozukluklar için psikoterapiye ek olarak ilaç tedavisi de uygulanabilir. Fakat bu hastalar ilaçları rastgele ve güvenilmez bir biçimde de kullanmaya eğilimli olduklarından ilaç kullanımı denetlenmelidir

    Tik bozuklukları

    Bu durum istemsiz, belirli bir tarzda,hızlı ve tekrarlayıcı hareket ya da ses çıkarma durumudur. Süresi genellikle 1 saniyeyi geçmemektedir. Bu duruma direnç gösterilemez gibi hissedilir. Tik davranışının vücutta görülen yeri ( kaş, göz, omuzda oluşması gibi) , sıklığı ve zorlayıcılığı, çeşitli zamanlarda değişebildiği gibi, topluluk içinde olma ya da tek başına bulunmaya göre değişebilmektedir. Tikler tek bir bölgede veya birden fazla bölgede ya da organda hissedilebilir. Tik davranışının yapılması ile birlikte geçici bir rahatlama elde edilir.

    Tik davranışlarını arttıran etmenler:

    Yoğun stres durumları, kaygı düzeyinin arttığı haller, bitkin düşmek, can sıkıntısı hissetmek, kişi için önemli bir olaya katılmak , başkaları önünde aktif bir eylemde bulunmak( söz almak, bir toplantıya katılmak gibi) durumlarında artış gösterebilmektedir. Alkol alımı, kişiyi keyifle oyalayabilen bir aktivite ( kitap okumak, tv. seyretmek gibi) dinlenme esnasında azalabilmektedir.

    Tik bozukluğuna yol açabilen diğer durumlar:

    Tik bozukluğuna neden olan kalıtsal hastalıklar arasında Tourette sendromu, Huntington hastalığı, torsiyon distonisi, ve nöroakantozis sayılabilir. Ayrıca ensefalit, Sydenham koresi, ilerleyici bir hastalık olan Creutzfeldt-Jacob sendromu da tik sebepleri arasındadır. Epilepsi (sara) hastalığı tedavisinde kullanılan ilaçlar, L-dopa, bazı stimulan ilaçlar da bu tür bir duruma yol açabilirler. Karbon monoksit zehirlenmeleri, kafa travmaları, bazı kromozom bozuklukları, zeka geriliği de tik davranışlarını oluşturabilir.

    Basit hareketsel tikler: Bazı kas gruplarının hızlı, belli bir anlam içermeyen ve tekrarlayıcı bir şekilde kasılması durumudur. En çok sırasıyla gözde, kafagenelinde, omuz , ağız ve el bölgesinde görülmektedir.

    Karmaşık hareketsel tikler: basit şekle göre daha yavaş, daha amaçlı gibi görünen ve daha çok kas grubunu içine alan tiklerdir. En çok kendi vücuduna veya başkasına dokunma ya da vurma, zıplama, kendi ellerini ya da nesneleri koklama şeklindedir.

    Hareketsel tikler işlev açısından birbiri ile zıt etkili kasların aynı anda birlikte kasılması ile oluşmaktadır.

    Basit sese dayalı tikler: Hece şeklinde olmayan sesler çıkartmaktır. Boğazını ısrarla temizleme, burun çekme, öksürme, bağırma, havlar gibi ses çıkarma bunlara örnektir.

    Karmaşık sese dayalı tikler: Daha anlaşılabilir,hecelere dayanan sözcükler, cümleler i tekrarlamak şeklindedir.

    Tik bozukluğunun başlangıç ve ilerleyen dönem özellikleri:

    Yapılan araştırmalara göre, toplumda bin kişide 2-6 arasında görülmektedir. Erkeklerde kadınlara göre 3 kat daha fazla görülmektedir. Genellikle 7 yaş civarında başlamaktadır. İlk oluşan tik genellikle göz kırpmadır. Onu izleyerek kol ve bacakta yerleşik tikler ,daha nadiren de sese dayalı tikler başlangıç tikleri olmaktadır. Küfür etme şeklindeki tikler (koprolali) de daha nadir başlangıç yakınmasıdır. Başlangıçta % 2-3 oranında görülen koprolali ilerleyen dönemlerde % 2-30’lara dek çıkabilmektedir.

    Tik bozukluğu kişilerin yaklaşık % 40 kadarında ergenliğin başlangıç evrelerinde tamamen düzelmektedir. % 30 kadar hastada bir miktar düzelme ile hafiflemiş olarak devam eder. Geri kalan % 30 kadar hasta erişkinlik hayatında da tik bozukluğu belirtilerini göstermektedir.

    Tik bozukluğu obsesif kompulsif bozukluk ile sıklıkla bir arada görülebilmektedir. Sıklıkla kontrol etmeye,saymaya ve düzenleme ve benzerleştirmeye yönelik davranışlar şeklindedir.

    Hastalığa sebep olan geni saptama çalışmaları sürmektedir. Bu rahatsızlığı olan kişilerin bazı beyin bölgelerinde metabolizma hızı artmış, bazı bölgelerde ise azalmış bulunmuştur.

    Tedavi:

    İlaç tedavileri yanında terapi ile başarı sağlanmaktadır.


    Tokofobi

    Doğum yapma korkusu olarak tanımlanan tokofobi, düşünüldüğünden daha yaygın ve etkili. Tokofobi konusunda bugüne dek ilk kez yapılan bir araştırma, en az 6 kadından birinin doğum yapmaktan aşırı korktuğu için hamile kalmaktan vazgeçtiğini veya düşük yaptığını ortaya koydu.

    Bu konuda İngiltere'nin önde gelen uzmanlarından Dr.Kristina Hofberg, bu korkunun her yaşta, her ırkta ve her kültürde görülebileceğine dikkat çekiyor. Uzmanlar genel olarak bu korkuyla yeterince ilgilenmiyor, ancak kadınlar için bu konu yaşamsal önem taşıyor.

    'Royal College of Obstetricians' and Gynaecologist' Year Book' isimli dergide yayımlanacak olan çalışma, ilk kez hamile kalan her 5 kadından birinin doğumdan aşırı derecede korktuğunu gösteriyor. Hofberg'in görüşlerine başvurduğu 370 çocuksuz, hamile olmayan 7 kadından biri doğum sancılarından aşırı korktuğu için hamile kalmayı ertelediğini ya da doğurmaktan tümüyle vazgeçtiğini belirtiyor.

    Şu anda 1.200 kadın üzerinde daha ayrıntılı bir çalışma yürüten Hofberg, bu korkunun hamile kalma korkusundan farklı olduğuna dikkat çekiyor:'Bu patolojik bir terör. En uç şekliyle kadının kürtaja başvurmasına, alkol veya uyuşturucu kullanmasına, hatta karnını yumruklamasına kadar vardırılabilir. Öyle ki tokofobik kadınlar, başarılı bir doğumdan sonra dahi doğum anını yıllarca hatırlayıp panik ataklar yaşayabilirler. Bazı kadınlar kendilerini kısırlaştırarak böyle bir sorunla karşılaşma olasılığını tümüyle ortadan kaldırabilir. Bazıları ciddi biçimde korunarak hamile kalmamaya çalışır. Bu tür bir yaklaşım çocuk isteyen ancak doğumdan korkan kadınlar için çok üzücü bir durumdur. Bunlar bir daha çocuk sahibi olamayacaklarını bile bile menopoza girer.'

    Doğum korkusu genellikle doğum anında acı çekmekten, ölmekten, aklını yitirmekten, doğum yapacak ekibe güven duymamaktan kaynaklanıyor. Ayrıca çocukluğunda cinsel tacize uğramış kadınlar tokofobiye daha yatkın.

    Tokofobik kadınlar doğum sancısı çekmemek için sezaryen ameliyatını çözüm olarak görebilir. Bu gibi durumlarda doğum ekibinin büyük bir duyarsızlıkla bu isteği reddetmesi kadınları başedemeyecekleri kadar büyük bir psikolojik sorunla karşı karşıya bırakır. Hofberg'e göre bunun çözümü, kadının sorununu açık yüreklilikle dile getirmesi ve doğum ekibinin ve eşin soruna daha büyük bir duyarlılıkla yaklaşması.

    Uykusuzluk

    Uyuyamamaktan ya da herkesin uyuduğu saatlerde uyuyup uyanık olduğu saatlerde uyumaktan şikayetçiyseniz aşşağıda sayacağım yöntemlerden kendinize en uygun olanları seçip deneyebilirsiniz.
    -
    Uyuyamaktan korkmayın. Yatakta sessizce yatarak geçirilen saatler de uyku kadar iyi gelecektir. Uyumuyor ve planlar yapıyorsanız başucunuza koyacağınız bir kalemle defter,aklınıza gelen her şeyi hemen yazmanız durumunda size çok yardımcı olacaktır. Uyku saatlerini yitirmenin size zarar vermeyeceğini düşünün. Bedeniniz bu açığı gelecek uyku diliminde telafi edecektir.
    -
    Koyun yerine size sunulan nimetleri sayın. Uyku,eğer halinizden hoşnutsanız gelir. Endişe,üzüntü gibi duygular ne kadar özenle kendimizden gizlersek gizleyelim,bizi uyanık tutarlar. Sahip olmadıklarınızla mücadele etmek yerine,hayatınızdaki güzel şeylerin listesini yapmayı deneyin.
    -
    O anda yatağa uyumak için girdiğinizi ve ne olursa olsun uyuyacağınızı düşünmeyin. Yatağa yattığınızı ve rahatladığınızı ne kadar rahat olduğunuzu vs. düşünmeye çalışın.


    Uyum Bozuklukları

    Zorlanma yataran yaşam olaylarına karşı olağandışı duygusal ve davranışsal tepkilerle kendini gösteren klinik tablolardır. Tanıma göre zorlanma etmenlerinin başlangıcından sonraki üç ay içinde gösterilebilir zorlanma etmenlerine bir tepki olarak gelişir ve duygusal ve davranışsal belirtiler zorlanma etmenine karşı gösterilmesi beklenen belirtilere göre daha fazkadır veya toplumsal yada mesleki işlevsellikle belirgin bir bozulmaya neden olur.
    Bu belirtiler başka bir psikiyatrik bozukluğun tanı ölçütlerini karşılamaz ve daha önce var olan bir bozukluğun alevlenmesi niteliğini taşımaz. Zorlanma etmeni başladıktan sonrali üç ay içinde uyum bozukluğu belirtileri başlar ve etmen yada bunun sonuçları ortadan kalktıktan sonra altı aydan daha uzun sürmez.

    Tıbbi yada cerrahi nedenlerle hastaneye yatan hastalardaki en yayın psikiyatrik tanılardan biridir. Psikiyatrik hastaları arasında yapılan bir taramada örneklem popülasyonunun %10 unun bu tanıyı karşıladığı görülmüştür.
    Zorlanma etmenlerinin şiddeti klinik tablonun şiddetiyle her zaman koşutluk göstermez. Bir kişiyi etkileyebileceği gibi bir aileyi yada grubu da etkileyebilir.


    Şizofreni

    Bozukluğun temel bir başlangıç biçimi yoktur. Belirtiler kısa zamanda gelişim gösterebileceği gibi yavaş ve sinsi olarak da ortaya çıkabilir. Çoğunlukla gözlenen başlangıç belirtileri cevreye karşı ilgi azalması,toplumdan kaçma,aşırı biçimde kendi bedeni ile uğraşma,üzerinde cok durulmuş ve garip değerlendirmelere varmış düşünce içeriklikleri,metafizik ve dinsel uğraşlar,kendine bakmada bozulma biçiminde olabilir. Bunun dışında bazen obsesif-kompulsif bozukluğu,depresif bir klinik tabloyu,sinirlilik,aşırı yorgunluk,bitkinlik gibi silik belirtileri ya da manik bir sendromu andıran belirtiler ortaya çıkabilir. Bazen ani olarak ortaya çıkan algı bozuklukları,düşünce dağınıklığı ve bulanıklık başlayabilir.
    -
    Şizofrenik hastaların genel görünümünde,davranışlarında,konuşma ve ilişki kurma biçimlerinde,duyulanımlarında,bilinç,bellek,yöneli m,algılama ,gereği değerlendirme,düşünce gibi bilişsel yetilerinde cok yönlü ve çeşitli bozukluklar görünür

    Belirtiler

    - Duygulanım bozukluğu ;ilgi azalması,yokluğu,duygularda küntleşme,uygunsuzluk ve dengesizlik
    - Çağrışım bozukluğu ; çağrışımların düzensizleşmesi ve biribinden kopuk hale gelmesi.
    - İki değerlilik ; kişide birbirine karşıt duygu ve eğilimlerin aynı anda var olması.
    - Otizm ; gerçek dünya ile ilişkiyi azaltarak ya da keserek kendine göre bir iç-dünya kurma ve bu iç-dünyanın gereksinimlerine ve kurallarına göre düşünme ve davrama
    - Algılama,yönelim ve bellekte temel bozuklukların olması
    - Düşünce içeriğinde sanrılar,kalıplaşmış ve yineleyici fikir ve uğraşlar
    - Varsanılar ve yanılsamalar
    - Hareket bozuklukları
    - Kendi düşüncelerinin yüksek sesle söylendiğini işitme
    - Bedensel edilginlik duygusu ; dış gücler tarafından bedenin etkilenmesi
    - Duygu,irade ve dürtülerin dış güclerce etkilenip denetlenmesi duygusu.

    Şizofrenik hastalarda görülen çağrışım bozukluklarının başlıca yansımaları sözcüklerin anlamından cok akışı,ahengi ve kafiyesini izleyen clang çağrışım,art arda gelen sözcükler arasında formal mantık kurallarina uygun bağlarin bulunmadığı sözcük salatası,bir kaç sözcükten parçaların ya da bir kaç kavramın bir araya getirilmesiyle yeni sözcükler oluşturmak anlamına gelen neolojizmdir.
    -
    Düşünce süreci soyutlama ve formel mantık kurallarını izleme biçimindeki niteliği yitirebilir ve somut,paralojik (mantıksal çıkarımı uygunsuz),regresif (çocuksu),büyüsel bir nitelik alabilir.
    -Yirmi dokuz yaşında ve mesleği öğretmenlik olan bir erkek hasta sanrısal yaşantısı nedeniyle bozulan mesleki işlevselliği konusunda sesinin kısıldığı,gırtlak kanserine yakalanmış olabileceği ve bu nedenle iyi öğretmenlik yapamadığı biçiminde bir yorum getiriyordu.
    -Otuz altı yaşında ve mesleği postahane memurluğu olan bir erkek hasta özgür irade diye bir şeyin olmadığını,herkesin her davranışının zorunluluk yasalarına uyduğunu,fakat kendisinin düşünce yoluyla insanlara istediği hareketi yaptırabıleceğini söylüyordu.
    -Doktoru ile aynı soyadı taşıyan bir hasta daha ilk görüşmede doktorun kendi babası olabileceğini söylemişti.


    Hipokondriyazis ( Hastalık Hastalığı )

    Adını kaburgaların altındaki bölgeyi anlatan latince "hypochondrium" sözcüğünden alan bu bozukluk, bedende fiziksel bir bozukluk olmaksızın sürekli hastalık kaygıları ve çeşitli bedensel yakınmalarla karakterizedir. Bu bozukluğu ilk kez adlandıran hekim Hipokrattır ve bu hastalarda karın bölgesiyle ilgili yakınmaların yaygın oluşundan ötürü bu adı vermiştir. Hastaların bedensel yakınmaları önemli ölçüde sıkıntıya yol açar ve kişisel, mesleki ve toplumsal rolleriyle ilgili işlevlerde bozulmaya neden olur.

    Klinik Özellikler

    Hipokondriyak hastalar kendilerinde henüz saptanmamış ciddi bir hastalık bulunduğuna inanırlar ve kendilerini bunun aksine inandırmak çok zordur. Tek bir hastalığın varlığına inanabilirler yada zaman geçrikçe özgül bir hastalığa ilişkin düşünceleri değişebilir. Fakat hastalık inancı bir somatik sanrıda olduğu kadar sabit değildir. Klinik tabloya çoğu kez depresyon ve anksiyete belirtileri eşlik eder. Hastaya bu tanının konulabilmesi için klinik tablonun altı aydan daha uzun sürmesi öngörülür.

    Oluş Nedenleri

    Hipokondriyak kişilerin bedensel duyumlarını artırma ve genişletme eğiliminde olduklarına ilişkin önemli ölçüde veri vardır. Sözgelimi normal bir kişinin karında gerginlik olarak hisettiği duyumu hipokondriyak kişi karın ağrısı olarak algılayabilmektedir. Hipokondriyak kişi bedensel duyumlar üzerine odaklanabilmekte, onları yanlış yorumlayabilmekte ve yanlış bir bilişsel şema nedeniyle bunu bir tehlike olarak algılayabilmektedir.
    İkinci bir kuram kişinin toplumsal öğrenme modeli öne sürer. Buna göre hasta insan rolü kişinin görünürde üstesinden gelinmesi güç olan sorunlardan kaçınmasına olanak sağlar.
    Üçüncü bir kuram hipokondriyazisin diğer zihinsel bozuklukların değişik bir biçimi olduğu düşünülen klinik tabloların başında depresif bozukluklar ile anksiyete bozuklukları gelir. Bu hastaların yaklaşık %80 inde eşlik eden depresif bozukluklar ve anksiyete bozuklukları bulunduğu tahin edilmektedir ve buradan hareketle bu hastaların bu tür bozuklukların bir alt- tipini oluşturduğu düşünülmektedir.

    Bu bozuklukla ilgili psikodinamik açıklama bu hastalarda başkalarınına yönelik saldırgan ve düşmanca dürtülerin bastırma ve yer değiştirme mekanizmalarıyla fiziksel yakınmalara dönüştürüldüğü, hastaların öfkelerinin geçmişteki reddedilmeler, düş kırıklıkları ve kayıplardan kaynaklandığı, fiziksel yakınmalar aracılığıyla başka insanlardan yardım ve ilgi gördükleri ve ardından onları etkili olamadıkları gerekçesiyle geri çevirdikleri biçimindedir. Bir başka yaklaşım da hipkondriyak belirtileri bilinçdışı suçluluk duygularına bağlar.

    Tedavi

    Hipokondriyak hastalar çoğunlukla psikiyatrik tedaviye direnç gösterirler. Zorlanma etmenlerini azaltılması ve kronik hastalıkla baş etme üzerine odaklanan yaklaşımı benimseyebilirler. Toplumsal desteğin ve etkileşimin anksiyete düzeylerini azaltması nedeniyle grup terapisi yeğlenebilir. İçgörü yönelimi bireysel terapi genellikle başarılı olmamaktadır. Düzenli olarak gerçekleştirilen fizik muayene ve yardımcı incelemeler çoğu kez hastaya yakınmalarının ciddi bir biçimde ele alındığı konusunda güvence verir. İlaç tedavisi ise ancak eşlik eden anksiyeteve depresyon belirtileri için uygulanmalıdır.


    Pasif-Agresif Kişilik Bozukluğu (PAK

    A.T. Beck ve A. Freeman Özet Çeviri: Aras. Gör. Aysegül Durak Batigün*
    Pasif-agresif kişilik bozukluğunun göze çarpan en belirgin özelliği, dıştan gelen herhangi bir isteğe, engelleme ve tepki gösterme davranışlarıyla karşı koyulmasıdır. Sözkonusu bu davranışlar işi erteleme, kalitesiz iş yapma ve unutma biçiminde kendini gösterir. Bu insanlar mesleki ve sosyal alanlarda standartların altında bir performans gösterirler. Tahmin edilebileceği gibi bu özellikler pek çok kişide görülebilir ama PAKB olan bireylerde kronik ve esnetilemeyen bir davranış örüntüsü haline gelmiştir.
    PAKB olan bireyler herhangi bir konuda insanlarla doğrudan yüzyüze gelerek sorunları çözmekten kaçınırlar ve bunun tehlikeli olabileceğine inanırlar. Kaçınan (avoidant) kişilik bozukluğu olan bireyler, başkaları tarafından reddedilme ve yanlış değerlendirilme korkusu nedeniyle atılgan davranışlardan kaçınırken, PAKB olan bireyler yüzleşmeyi başkaları tarafından kontrol edilme ve davranışlarına müdahale olarak yorumlarlar. Bu kişilerden istemediği bir işi yapması istendiğinde, bu isteğe gücenme ve bu gücenmişliği davranışlarla ifade edememe özellikleri birleşerek pasif olarak işi engelleyici bir tarz ortaya çıkar. Buna ek olarak, iş ile ilgili sorular soran kişiye/kişilere kızma, onların önerilerini önemsememe ve göz ardı etme gibi davranışlar gözlenir. İşte ve okulda yapmak zorunda oldukları görevlerinin bulunması nedeniyle de kızgınlık ve gücenmişlikleri artar. Otorite figürleri genellikle keyfi ve adaletsiz olarak algılanır. Bu özellikleri ile tutarlı olarak diğer kişilerle problemleri olduğunu kabul etmez ve bu problemlerinin, yaşadıkları güçlüklerinin nedeni olduğunu göremezler.
    Milon (1969) bu özelliklere ek olarak, bu kişilerin sürekli olarak karamsar ve kötümser bir ruh hali içerisinde olduklarını, başka bir deyişle, her ne olursa olsun olayın negatif yönüne odaklandıklarını belirtmektedir.

    Tarihsel Bakış
    Pasif-agresif kişilik kavramı üzerinde uzun yıllar çalışılmış, ancak terim II. Dünya Savaşı’na kadar netlik kazanamamıştır. 1945'de "immaturity reaction" kavramı askeri birimler tarafından çaresizlik, pasiflik, tepkilerde yetersizlik veya saldırganlık gibi rutin askeri stresleri tanımlamak için kullanılmıştır. 1949 yılından sonra ise, Askeri servislerin yayınladığı teknik bültende bu tür davranış özelliklerini tanımlamak amacıyla “pasif-agresif” terimi kullanılmıştır. DSM-I' de ise kendi içinde üç alt kategoriye ayrılmıştır: Pasif-agresif, pasif-bağımlı ve agresif. Pasif-bağımlı tip olarak adlandırılan alt kategori çaresizlik, kararsızlık ve başkalarına yapışma gibi özellikleri taşıyan ve bizim bağımlı kişilik bozukluğu olarak tanımladığımız bozukluğa benzemektedir. Pasif-agresif ve agresif tip ise engellenmeye karşı gösterilen tepki açısından farklılık gösterirler. Tahmin edileceği gibi agresif tip sinirlilik, kızgınlık ve tepinme nöbetleri gibi reaksiyonları ve davranışları kapsarken, pasif-agresif tip somurtma, inatçılık, ağırdan alma, yetersizlik ve engelleme gibi pasif yollarla saldırganlığın gösterilmesini kapsar. DSM-II’de pasif-agresif alt tipi ayrı bir kategori halinde, DSM-I’de yer alan diğer iki kategori ise “diğer kişilik bozuklukları” adı altında sınıflandırılmıştır. DSM-III’de ise yalnızca pasif-agresif kişilik bozukluğunun ayrımı yapılmakla kalmamış, bağımlilik özellikleri taşıyan kişiler de “bağımlı kişilik bozukluğu” adı altında ayrı bir kategoriye yerleştirilmişlerdir. Psikopatoloji ile uğrasan ilk teorisyenler, PAKB’nun özelliklerine çok benzeyen bir kişilik tipi tanımlamışlardır. Örneğin Kraepelin (1913) ve Bleuler (1924), olaylara negatif bir tarz ile tepki gösteren kişilerden söz etmektedirler. Kraepelin, bu kişilerde aşırı duygusal dalgalanmalar ve negatif deneyimlere aşırı tepki gösterme gibi özelliklerin görüldüğünden söz ederken, Bleuler, müdahale edildiğinde kendilerini engellenmiş hissetme ve sinirlenme gibi özelliklere değinmektedir. Diğer psikoanalitik teorisyenler de benzer özellikler üzerinde durmaktadırlar. Örneğin Reich (1945), sürekli olarak şikayet eden ve diğer insanlara karşı pasif saldırganlik sergileyen bir mazoşistik kişilik tipini tanımlamaktadır. Bu kişiler, hoş olmayan duyguları ve bağımsız uyaranları tolere etme yetisinden yoksundurlar. Araştırma ve Deneysel Veriler PAKB ile ilgili olarak çok az araştırma yapılmış olmasına rağmen, bunlardan iki tanesi bozukluğun özelliklerini test etmeye yöneliktir. Whitman, Trosman ve Koening (1954), DSM-I kriterlerini göz önünde bulundurarak, ayaktan tedavi gören 400 hasta ile yaptıkları bir çalışmada en sık rastlanan kişilik bozukluğu tanısının pasif-agresif tip olduğunu ve bunların %23’ünün bağımlı tip, %19’unun ise pasif-agresif tip kriterlerini karşıladığını belirtmektedirler. Ayrıca erkekler kadınlardan iki kat daha fazla PAKB kriterlerine uymaktadırlar. Bu kişilik bozukluğu ile en sık birlikte görülen bozukluklar ise anksiyete (%41) ve depresyon (%25) dur. Hem pasif-agresif hem de pasif-bagimli alt tiplerinde, suçluluk ve misilleme korkusu nedeniyle saldırganlık açık bir biçimde gösterilememektedir. Bu nedenle, tedavi planı yapılırken, saldırganlık korkusu ve bağımlılık konuları tedavinin anahtar bileşenleri olarak göz önünde bulundurulmalıdır. Small, Small, Alig ve Moore (1970), DSM-II kriterlerine göre PAKB tanısı alan 100 hastayı 7 ve 15 yıllık aralarla izleyerek bir çalışma gerçeklestirmişlerdir. Bu çalışma bulgularına göre, duygusal ve somatik şikayetlerin sürdüğü dönemlerde kişilerarası ilişkilerde yaşanan güçlük, semptomatolojinin temel özelliği olarak karşımıza çıkmaktadır. Ayrıca depresif ve alkol bağımlılığı olan kişilerde pasif-agresif kişilik özelliğinin yüksek oranda görüldüğü de belirtilmektedir.

    Bilissel Terapi Yaklaşımı
    PAKB olan bireylerin otomatik düşünceleri, onların olumsuz bakış açısı ve bağımsızlık gibi özelliklerini ve dirençlerini yansıtır. Örneğin insanlardan gelebilecek herhangi bir isteği fazla sırnaşıkça ve talepkar bulabilirler. Tepkileri ise, bu isteği gerçekten yerine getirip getirmemeyi isteyip istemediklerini düşünmeden, otomatik olarak reddetmektir. Diğer insanların kendilerini kullanmak istediklerini düşünür ve değersiz oldukları duygusuna kapılırlar. Bu olumsuzluk, düşüncelerinde bir saplantı halindedir. Bu kişiler birçok olaya olumsuz olarak yaklaşırlar. Nötr ya da olumlu olaylarda dahi olumsuz yönleri arar ve bunlar üzerinde yoğunlaşırlar. Bu durum, depresyonda görülen olumsuz düşünce tarzından farklıdır: Depresif kişiler, çevre veya gelecek ile ilgili kendine zarar verici veya negatif düşünceler üzerine odaklanırlarken, pasif-agresif kişiler diğer insanların kendilerini takdir etmedikleri veya kendilerini kontrol etmeye çalıştıklarını varsayar, bunların üzerine odaklanırlar. Birisinden negatif bir geribildirim aldıklarında kendilerinin yine yanlış anlaşıldığını düşünürler. Olumsuz otomatik düşüncelerin bu denli çok olması, bu hastaların hissettikleri öfkenin bir belirtisidir. Bu hastalar olayların bir "kesin"lik çerçevesi içinde gelişmesini isterler ve belirsiz bir durum ile karşılastıklarında toleransları çok düşük olur. Bu katilik, obsesif-kompulsif kişilikte görülen doğrudan hedefe yönelme saplantısından farklıdır. Pasif-agresif davranış bozukluğu olan kişinin önem verdiği sey, elde etme olayından çok başkalarına bağımlı olmama halidir. Belirleyici bazı otomatik düşünce tarzları asağıdadır:
    Bana bunu yapmamı ne cesaretle söylerler.
    Ben ne yapmak istersem onu yaparım.
    Yaptığım bu iş için kimse bana kredi vermiyor.
    İnsanlar beni kullanıyorlar.
    Hiçbir şey benim istediğim gibi gitmiyor.
    İnsanlar bana daha çok saygı göstermeliler.
    Tüm bunlara ek olarak, bu hastalar atılgan davranışlar gösterme konusunda zorluklar yaşarlar. Yani, başkaları ile çatışmaya girmenin kötü birşey olduğuna, onaylanmama ve kabul görmemeye yol açabileceğine inanırlar. Kendilerini gösterme konusunda başarısız oldukları halde başkalarının isteklerine boyun eğmeyi de gücendirici birşey olarak algılarlar. Kendilerinden yapılmasını istenenleri doğrudan veya dolaylı olarak yapmazken, başkalarının işini de pasif olarak bozmaya çalışırlar. Kendi çelişkilerini açıkça ortaya koymaktan ve boyun eğmekten kaçınırlar. Kuralları, insanların onları razı etmek için kullandıkları birer araç olarak görür, başkalarının da o kurallara uymak zorunda olduklarını göz ardı ederler. Durumu yalnızca kendi cephelerinden görürler ve kendilerine haksızlık edildiğine inanırlar. Örneğin bir hasta kendisine fatura verilmediği için sinirlenmiş, bir randevu ayarlamaktan da kaçınarak terapistin telefonlarını ve mektuplarını da cevapsız bırakmıştı. Öfkeli telefon konuşmaları başlayıncaya kadar, sorunun, faturasını alamaması olduğunu açıklamamıştı. Güdülerini gizleme konusunda son derece ihtiyatlı olan paranoid kişilik bozukluğuna sahip bireylerin tersine, bu hasta kendisine haksızlık edildiğini düşünmekteydi. Park yasağının olduğu bir yere arabasını park ettiği için arabası polis tarafından çekilen bir hasta da, bu konu ile ilgili kural çok belirgin olmasına rağmen arabasının çekilişine çok sinirlenmişti.
    Pasif-agresif kişiler, kısmen de olsa zayıf olan sosyal ve mesleki performansları nedeniyle karamsar bir bakış açısına sahiptirler. Hayatın çekilmez olduğuna inanırlar ve olumsuz deneyimleri üzerinde yoğunlaşırlar. Sanki herşeyi bir olumsuzluk süzgecinden geçirmektedirler. Genellikle olumsuz bir tutum içerisinde olan depresif hastalardan farklı olarak, çok çalışmanın kendilerine yaşamsal ödüller sunmasını beklemezler. Bu kişiler kendilerini kaderin bir kurbanı olarak görürler ve kendi tavırlarının yaşamlarını ne denli etkilediğini açıkça göremezler. Olaylar iyi gitmeye basladığı zaman, olumsuz bir şeyin gelmek üzere olduğunu düşünürler. Bu tip düşünce biçimlerinden bazıları aşağıda verilmiştir:
    İnsanlar beni anlamıyor.
    Hayat çekilmez.
    Hiçbir şey benim istediğim gibi değil.
    Eğer izin verecek olursan insanlar seni kullanır.
    Ne yaparsan yap, hiçbir şey istediğin gibi gitmez.
    İnsanlara açık olmak tehlikelidir.
    Kurallar keyfi ve beni boğuyorlar.

    Davranış
    PAKB olan bireylerin davranışları, onların bilişsel örüntülerini yansıtır. İşi erteleme ve kalitesiz iş yapma gibi pasif-karşıtsal bir davranış, bir işi yapmak zorunda olmanın yarattığı gücenme duygusundan kaynaklanan bilişler ile ilgilidir. Erteleme yönünde bir tutum takınmak, direnci göstermenin en kolay yoludur. Bazı durumlar ile karşı karşıya kaldıklarında ters bir sonuç ile karşılaşma riskini göze alamadıklarından ve etkin bir biçimde davranma yeteneğinden de yoksun olduklarından dolayı, talepler karşısında pasif olarak geri çekilme yolunu seçerler. Yerine getirmeleri gereken bir görev ya da yükümlülük ile ilgili istenmeyen bir sonuç ile karşılaştıklarında, bu sonuçlara nasıl uyum sağlayacakları ve başa çıkacaklarını düşünmek yerine, otorite sahibi kişilere kızar, sinirlenirler. Bu kızgınlık nadir olarak dışa vurulur ama aslında pasif bir misilleme yoluyla (örneğin sabotaj) ortaya çıkar. Terapi sırasında bu durum, seanslara para ödememek veya terapist ile işbirliğine girmeyi reddetmek şeklinde kendini gösterir. Randevusunu unutan pasif-agresif bir hasta buna örnek olarak verilebilir. Terapist bu hastaya ilk uygun zaman olan 2 gün sonrası için randevu vermiş ama hasta, hem ilk randevunun kaçırılmasına hem de ikinci randevunun hemen verilmemesine sinirlendiği için telefonu kapatmadan önce "eğer hala yaşıyor olursam gelirim" demişti. Hastanın gösterdiği bu tepki, ya terapistin ilk görüşmelerinden önce hasta ile ilişki kurmasını gerektirecek veya ilk randevuya kadar terapistin endişelenmesine neden olacaktır.

    Duygu
    Pasif-agresif davranış bozukluğu olan hastalarda görülen en belirgin negatif duygusal haller kızgınlık ve sinirliliktir. Keyfi standartlara uymalarının beklendiğini ve her zaman yanlış anlaşıldıklarını veya takdir edilmediklerini düşündükleri için bu durum pek şaşırtıcı değildir (Örneğin bir hasta, kasabasındaki sokak işaretlerinin okuyamayacağı kadar küçük olmasından dolayı kızgındı). Bunun yanısıra hedeflerini kişisel ve profesyonel olarak sınıflandırmada güçlük çekerler. Davranış ve tutumlarının, yaşadıkları problemlerin nedeni olduğunu görmedeki başarısızlıkları, onların kızgınlık duygularını daha yoğun yaşamalarına ve çevrelerinin onlarin işini bir kez daha bozduğuna inanmalarına neden olur. Yaşadıkları kızgınlık ve öfkenin yanısıra, dışsal kontrole karşı hassas olmaları nedeniyle diğer kişilerin getirdiği öneriler kendi özgürlüklerine müdahale olarak yorumlanır. Diğer insanlarla birlikteyken, hem bu kişiler tarafından kontrol edilmeyi beklerler hem de buna siddetle karşı çıkarlar.

    Terapiye Basvurma Nedenleri
    Pasif-agresif kişilik bozukluğu olan hastaların terapiye başvurma nedenlerinin başında, diğer insanların beklentilerine direnç göstermeleri ve bu insanlardan şikayetçi olmaları gelmektedir. Bu durum evlilik ilişkisinde olduğu kadar isçi-işveren ilişkisinde de ortaya çıkabilir. Eş tarafından yapılan şikayetler genellikle hastanın ev işleri ile ilgili herhangi bir sorumluluk almak istememesi ile ilgilidir. Bir kadın, kendisinin de kocasının davrandığı gibi davranıp, isteklerini cevapsız bırakarak ilişkiyi bitirmekle tehdit edene kadar kocasının davranışlarını değiştirmediğini söylemişti. Bu noktada hasta, eşi kendisini tekrar ilişkiye adayana kadar onunla geçici bir işbirliğine girişmiş, sonra eşinin isteklerine karşı geri çekilmesi ve direnişi yeniden başlamıştır. Bu tip hastalar bazen de işverenleri tarafından, iş yerinde kuralları önemsemedikleri ve işi ağırdan aldıkları için tedaviye girmeye zorlanırlar. Bu hastaların tedaviye başvurmalarının başka bir sebebi de depresyondur. Depresyona neden olan faktör ise hem kişilerarası ilişkilerde hem de iş yaşantısında sürekli olarak ödülden yoksun kalmalarıdır. Örneğin dıştan gelen taleplere karşı gösterdikleri direnç, hayatlarında hiçbir şeyin doğru gitmediği yolunda bir inanca kapılmalarına neden olabilir. Dahası, çevrelerine bakış açıları (örneğin, başkaları tarafından kontrol edilmeye yatkin olmaları), onları tüm dünyaya karşı olumsuz düşünceler beslemeye sevk eder. Bu durum ise genellikle kronik bir distimik bozukluk ile sonuçlanır. Hatta, bu hastalar bir başarısızlık veya kayip ile karşılastıklarında yaşadıkları depresyonun şiddeti daha da artar. Değerlendirme Stratejileri Pasif-agresif kişilik bozukluğu olan bir hasta ile görüşme yapılırken, hastadan tüm bilgileri almanın güç olacağı gözönünde bulundurulmalıdır. Bu hastalar, sorulara eksik veya kısa cevaplar verebilir ya da başka bir tanı grubundaki hastanın kolayca cevaplayabileceği bir soru karşısında sinirli bir tavır sergileyebilirler. Her ne kadar soruları cevaplandırırken aktif bir görünüm sergileseler de, ya doğrudan cevap vermekten kaçınır ya da gereksiz bir sürü detay üzerinde dururlar. Bunu yaparken de "bu soruya cevap vermek zorunda değilim" veya "bu soruları soran kişi beni kontrolü altına almaya çalışıyor" şeklinde düşünebilirler. Bu olumsuz tutum tarzı, hayatlarının çok zor olduğu, hiçbir şeyin kendi istedikleri gibi gitmediği yolunda bir değerlendirme yapmalarına neden olur.
    Yaşadıkları güçlüklere nasıl katkıda bulunduklarını düşünmek yerine, başkalarını suçlamayı tercih ederler. "İnsanlarin beni yönetmelerine izin vermeyeceğim" şeklindeki bir tutum, kuşkusuz PAKB tanısı koymak için yeterli değildir. Kişinin akademik, sosyal ve mesleki aktiviteleri ile ilgili bilgileri de almak gerekir. Bu hastalar, genellikle "yanlış baslangıç" ve hedeflere ulaşma yolundaki basarisiz girişimlerini anlatacaklardır. Bu örüntü depresif bir hastada görülenden daha kroniktir. Patronlarının onlara haksızlık ettiğinden, iş hayatında gerekli özgürlüğün verilmediğinden veya farklı muamelelerin kurbanı olduklarından dolayi işlerini kaybettiklerini söyleyebilirler. Paranoid hastalar da farklı muamele gördüklerinden ve diğerleri tarafından sömürüldüklerinden bahsetmelerine rağmen, PAKB olan hastalardan daha ihtiyatlıdırlar.
    PAKB olan hastalar, işlerini kendi yöntemleriyle halletmekten çok, diğerlerinin onlara ne derece karıştığı ile daha yakından ilgilidirler. Bir tanı konulduğunda, hastanın sosyal becerilerinin değerlendirilmesi, tedavi planının yapılmasında yardımcı olur. Bazi hastalar kendilerini uygun bir biçimde ifade edebilme becerisine sahip olmalarına rağmen, işlevsel olmayan tutumları nedeniyle bu becerileri kullanamayabilirler. Yani, birçok pasif-agresif hasta uygun sosyal davranışlar sergilerken, bazıları uygun sosyal tepkiler gösterebilecek beceriye sahip olmayabilirler. Böyle bir durum, tedavi planının önemli bir bileşeni olabilir.

    Klinik Stratejiler
    Kişilik bozukluğu olan hastalar tedaviye başladıklarında, davranış ve düşünceler üzerindeki uzun süreli değişimlere genellikle ilgi duymaz, bunun yerine depresyon gibi bir Eksen I bozukluğu veya diğer insanlardan gelen baskılar nedeniyle tedaviye başlarlar. Bu durum özellikle, yaşadıkları güçlüklerin kendilerinden değil de diğer insanlardan kaynaklandığına inanan PAKB olan hastalar için geçerlidir. Bu nedenle yapılacak ilk iş, hastayı tedaviye başvurmaya iten sebebin saptanması olmalıdır. Pasif-agresif hastalar ile çalışırken izlenebilecek ilk strateji, bu hastalara işbirlikçi bir tavır ile yaklaşmaktır. Bu her ne kadar bilişsel terapide uygulanan genel bir kural da olsa, PAKB olan hastalarda otorite figürlerini reddetme eğilimi bulundugu için, ayrı bir önem taşır. Önemli olan, tedavide aktif olarak seçim yaptıklarını ve terapist tarafından manipüle edilmediklerini ya da yönlendirilmediklerini farketmeleridir. Terapist, hastanın kendi seçtiği konular ya da problemler üzerinde konusmasını sağlayabilir, daha sonra ise hasta, sorunlarının neler olduğunu bulabilmesi için kendi stratejilerini gelistirmesi yönünde teşvik edilir. Bu yöntem, hastanın bağımsızlık konusundaki arzularını gerçekleştirmek, aynı zamanda da pasif yaklaşımlarını kırmak konusundaki çalışmalar esnasında yardımcı olur. PAKB olan hastalarla ilgili olarak tedavide izlenebilecek ikinci strateji, onların otomatik düşüncelerinin farkına varmalarını sağlamaktır. Bu hastalarda içgörünün zayıf olması, zihinsel süreçlerinin, duygu ve davranışlarıyla nasıl bir ilişki içinde olduğunu görmelerine engel olabilir. Oldukça yaygın olarak kullanılan bu strateji, tedavi planının özünü oluşturabilir ve bilişsel modelin rasyonelinin anlatıldığı tedavinin erken aşamaları bu strateji için en uygun zamanlardır. Düşüncelerinin daha fazla farkına varmaları sayesinde bu hastalar, negatif duygu ve işlevsel olmayan davranışlara yol açan otomatik düşüncelerini tanımlamayı öğreneceklerdir. Önemli olan diğer bir strateji, terapistin tedavide tutarlı davranmasıdır. Zaman, ücret v.b konulardaki kurallar titizlikle uygulanmalıdır. Bu hastalar, problemlerinin kaynağı olarak diğer insanları gördükleri ve onları suçladıkları için izlenen bu strateji, hastanın tutum ve davranışlarının nasıl olumsuz sonuçlar doğurduğunu ona göstermekte yardımcı olur. Örneğin hasta bir seansa geç geldiğinde (ki bu tip hastalar bunu sık sık yaparlar) terapist terapiyi her zamanki saatinde bitirecektir. Bu geç kalma durumu, eger terapist ve terapiye karşı tipik bir pasif-agresif tepki ise, terapist bu konu üzerinde durabilir. Buradaki otomatik düşünce “zamanında orada olmak zorunda değilim, hiç kimse bana ne yapacağımı söyleyemez” türünde bir düşünce olabilir. Konu üzerinde konuşma yoluyla terapist hastaya düşünce ya da davranışları doğrudan olmayan (indirect) yollar yerine, doğrudan (direct) iletmesini öğrenmesinde yardımcı olabilir. PAKB olan hastaların tedavisinde yardımcı olacak diğer bir strateji de, onların diğer insanlarla olan ilişkilerine odaklanmaktır. Örneğin hasta, birisine karşı kızgınlık duyuyor ve tepkisini işini iyi yapmayarak gösteriyorsa, bunun altında “insanlar cezalandırılmalı” ya da “her ne olursa olsun istediğim gibi yapacağım” türünde inançlar yatabilir. Bunların avantaj ve dezavantajları belirlenmeli ve alternatif stratejiler üretilmelidir.

    Özel Teknikler
    Bu genel stratejiler ile birlikte, PAKB olan hastaların biliş, duygu ve davranışlarını tanımlamakta kullanılabilecek birkaç özel teknik de mevcuttur. Özellikle otomatik düşüncelerin belirlenebilmesi için pek çok yöntem vardır. Duygusal degişimler esnasında oluşan otomatik düşünceler seanslar sırasında tanımlanabilirken, seanslar arasında geçen süre içerisinde oluşan otomatik düşünceler ev ödevleri ile yakalanabilir. Örneğin bir hasta seans sırasında sinirlenebilir ve “hiçbirşey yapamıyorum, beni baskı altında tutuyorsunuz” türünde bir şikayette bulunabilir. Bu durum, hastanın getirilen önerilere veya taleplere karşı direnç olusturduğunu gösterebilir. Bu noktada terapist ve hasta, bu düşüncelere neden olan bilişleri yakalamaya çalışmalıdır. Genellikle iki tür bilis vardır. Bunlardan ilki depresyon ve sinirlilik gibi negatif duygulara yol açar, ikincisi ise hastanın kendisinden istenenlere, taleplere karşı gelistirdiği bilişlerdir (Örneğin: Niçin insanlar beni bu işleri yapmaya zorluyor?). Bu bilişler tanımlandıktan sonra terapist ve hasta, bunların geçerliliği ile ilgili verilerin olup olmadığını değerlendirebilir ve alternatifler ya da daha geçerli açıklamalar üretebilirler. Otomatik düşünceleri belirlemek amacıyla hastaya verilen ev ödevlerini hastanın yerine getirmesi, hastanın anksiyete ve depresyonunda rol oynayan otomatik düşüncelerinin saptanmasında yardımcı olur. Bu ödevlerin yapılmaması da yararlıdır çünkü; yapılmamasına neden olan bilişler üzerinde çalışma imkanı sağlar. Örneğin kendisinden hafta içerisindeki otomatik düşüncelerini kaydetmesi istenen bir hasta, bunları kaydetmeyi birkaç kez düşündüğünü ama her seferinde de “niçin? Bunun faydalı olabileceğine inanmıyorum, hiçkimse bunu yaptığım için bana birşey vermeyecek” gibi düşüncelere kapıldığını belirtmişti. Bu hastalar ile işbirliği kurmak, önemli tekniklerden birisidir. Her seansın başlangıcında o seansın içerik ve yapısı hasta ve terapist tarafından birlikte planlanmalı, gündem oluşturulmalıdır. Her bir seansın sonunda ve özel müdahalelerden sonra geribildirim verilmelidir. Bu, hastanın izlenen prosedürün mantığını anlayıp anlamadığından emin olmayı sağlar ve terapist ve terapi hakkında varolabilecek olumsuz bilişlerin ortaya çıkma olasılığını artırır. Davranışın analiz edilmesi de genellikle yararlı bir yöntemdir. Örneğin, “bu toplantıya gitmemeliyim” veya ”toplantı kötü bir zamanda” gibi düşüncelerle işyerindeki toplantıya gitmeyen bir hasta, bu gitmeme davranışının, işyerinde kendisine yapılan haksızlığın ve bundan kaynaklanan mutsuzluğunu aktarmanın iyi bir yolu olduğuna inanıyor olabilir. Bu davranışın analizi, toplantıya gitmemenin aslında olumsuz sonuçlar doğurduğunu ortaya çıkartabilir. Bu noktada hasta ve terapist, memnuniyetsizliği toplantıya gitmemek gibi dolaylı bir yolla aktarmaya çalışmak yerine, doğrudan aktarma yollarını tartışabilir.

    Hastalığın Tekrarini Önleme
    Hastalığın tekrarını önlemek için başvurulabilecek en iyi yöntem takip seansları düzenlemektir. Diğer kişilik bozukluklarında da olduğu gibi PAKB olan hastaların işlevsel olmayan düşünceleri, bu düşünceleri tetikleyen ortamlar ile karşılaşmadıkları sürece ortaya çıkmayabilir. Bu nedenle hastayı olumsuz olarak etkileyebilecek olan durumlar iyi tesbit edilmelidir. Otomatik işlevsel olmayan örüntüler kadar, akılcı ve işlevsel bilişler ve davranışlar da saptanarak kaydedilebilir. İzleme seansları, hastanın yeniden işlevsel olmayan örüntüler içerisine girmesini engelleyecektir. Bu seanslar esnasında başarılı stratejiler yeniden gözden geçirilebilir, problem alanları belirlenebilir ve potansiyel sorunlar tartışılabilir. Hastaya terapinin, çeşitli durumlarla etkili bir biçimde başa çıkabilmek için bir araç olduğu anlatılmalıdır. Stresli bir durum ile karşılaşıldığı zamanlarda, bu stresle başa çıkabilmek için hastanın terapiye tekrar ihtiyaç duyması normal bir durumdur.

    Terapistlerin karşılasabileceği Sorunlar
    PAKB olan hastalarla çalışmak, onların olumsuz tutumları ve problemleri ile başa çıkmada alternatif yolları kullanma konusundaki gönülsüzlükleri nedeniyle, şüphesiz çok zordur. Buna ek olarak bu hastalar tedavi esnasında ücret, seanslara zamanında gelme ve güvenirlik gibi pratik konularda da güçlük çıkartırlar. Bu sorunları en aza indirgemek için, terapi sırasında hasta ile işbirlikci bir yaklaşıma girmek doğru olacaktır. Örneğin hastaya verilecek bir ev ödevi ile ilgili olarak onun da fikri alınmalı, ne kadar yararlı olacağını kendisinin bulmasına çalışılmalıdır. Hastanın kendi küçük hedeflerini geliştirmesini sağlamayı denemek en iyisidir, ancak bu, terapinin ilk aşamalarında beklenmemelidir. Terapistin, PAKB olan hastaların tavırlarını, sonradan edinilmiş ve öğrenilmiş hastalıklı davranışlar olarak kabul etmesi ve kişisel yaklaşmaması daha yararlı olacaktır. Bu hastalarla çalışılması güç de olsa, önemli gelişmeler sağlanabildiği gözlenmiştir.

    Kaynak: Beck, A.T. & Freeman, A. (1990). Passive-aggressive personality disorder. Cognitive Therapy of Personality Disorders (pp. 333-358). NewYork: The Guilford Press.



    ID
    Freud un "o" anlamında kullandığı bir sözcüktür.Freud, psişik aygıtın organize olmamış parçalarını tanımlamak için bu kelimeyi kullanmıştır.Tarihsel anlamda nasıl ego bilincinin ardılı ise id de bilinçdışının ardılıdır. Klasik teoriye göre id gelişimsel olarak egonun öncesindedir. Yani ruhsal aygıt ayrışmamış id olarak başlar,bunun bir kısmı düzenli bir egoya dönüşür. Tümüyle bilinç dışındadır. Ruhsal aygıtın en eski parçasıdır. Kalıtımla geçen,yapıda var olan her seşi içerir. Duygusaldır,ilkeldir,örgütlenmemiştir. Libido kaynağıdır. Bilinçdışı kuralları geçerlidir. Dış dünya ile bağlantısı yoktur. Zaman,yer kavramı yoktur. Zıt dürtü ve eylemler yan yana bulunabilir. Yani ikilem vardır. Haz ilkesine göre bunların doyum ve boşalması sağlanır.Gerçeklik ilkesi geçersizdir. İd birincil süreç düşünce biçimi denilen zamanın mekanın farklılıklarını ayırdedemeyen düşünce biçimine uyar.

    EGO

    Freud a göre id'den gelişen,ya da bazı yazarlara göre ortak bir oluşumda doğustan var olan bir yapıdır. Zevk ve haz ilkesi yerine,gerçekçilik ilkesi geçerlidir. Akıl ve sağduyu denebilecek şeyleri temsil eder. Mantıklı düşünce süreci geçerlidir. Gerçekle ilişkiyi kurar. Birinci işlevi budur. Obje ilişkileri (insanlarla olan ilişkiler)bununla sağlanmaktadır.Birincil özerk işlevler de ego'ya aittir. Bunlar çatışmaların etkili olamayacağı işlevlerdir. Konuşma,soluma,yürüme egonun özerk işlevidir ve sağlıklı insanlarda kekemelik,psikolojik felc vb. olmaz. Bunların olmaması başarılı ego gelişiminin kanıtlarıdır.
    -
    Ego, ruhsal aygıtın genellikle yürütme işlevi denen,id'in,süperego'nun ve güncel dış dünyanın güçleri arasında aracılık işlevi gören bölümdür. Bunların her birinin diğeri üzerindeki haklarını temsil eden büyükelçidir. Bir uyum organıdır. Ve üçünün güçlerini bir dengede tutmaya çalışır. Ego,içsel ahlakın ve çevrenin istekleriyle uyuşabilen duygu yüklü düşlemlerimizin en yüksek düzeyde doyumunu sağlamayı amaçlar.
    -
    Freud'a gör id ile ilişkisinde,at sırtında bir adama benzetilir. Bu adam atın kendisinden çok olan gücünü kontrolu altında tutmak durumundadır. Sürücü bunu kendi gücüyle yaparken ego id'den ödünç aldığı enerjiyle yapar.
    -
    Ego; algı,motor,bellek,duygulanım,savunma ve ikincil süreçle ilgili entelektüel işlevlerin yerleşim yeridir. Ego'nun hem bilinçli hem de bilinçdışı bölümleri vardır. Bilinçdışı olan bölüm, id ve süperego'nunkiler gibi birincil süreç işleyiş biçimiyle karakterizedir.
    -
    Freud'a göre ego, id'in çevreyle ilişkisinden ortaya çıkıyordu. Bugünkü Pskanalitik kuram ego'nun id gibi bebeksi bir id-ego ortak kökünden ayrıştığını öne sürer.

    Süperego

    İçe alınan değerler,idealler,toplumun ahlaki yargıları,alışkanlıkları,gelenek,görenek gibi şeyleri temsil eden kişilik parçasıdır. Ödipal kompleksin çözülmesiyle oluşur. Bu 5-6 yaş dolaylarındadır. Ama süperego,zaman içerisinde katkılara açıktır. 5-6 yaştan sonra özellikle ergenlik çağında bazı etkiler alarak,ortaokul vb. katkı kaynakları olabilir. Kişi bazı özellikleri içe alıp kendine mal edebilir. Ego ideali'nin de süperegoya yakın bir anlamı olmakla birlikte süperego baskısı suçluluk doğururken ego ideali utanç doğurmaktadır.


    Alkolizm

    Alkol kullanımı ile ilgili sorunların her geçen gün artması bu kullanımla ilişkili bozuklukların tedavisinin de daha sistematik olarak yapılmasının gerekliliğini doğurmuştur. Birleşik Devletlerde alkol kullanımının toplum sağlığı açısından kalp hastalıkları ve kanserden sonra üçüncü sırada yer alması sorunun önemi açısından iyi bir veri oluşturmaktadır. İnsanlık tarihi kadar eski olan alkol kullanımı çağlar boyunca değişik bakış açıları ile ele alınmıştır. Töresel, bir anlamda sosyokültürel açıdan; alkol kullanımının kişinin kendi isteği ve iradesi ile medikal bağlamda ise; kullanımın hastalıkla ilgili olduğu kabul edilmiştir. Alkol kullanımı ve sonuçlarının; kullanan yanında aile ve toplumu da psikolojik, sosyal, ekonomik açılardan önemli boyutlarda etkilemesi sorunu "biyopsikososyal" bir model içinde ele alma gereği doğurmuştur.

    Alkol kullanımı ile ilişkili tanımlamaların tarih boyunca değişmesi yanında tedavi çaba ve programlarında da paralel değişiklikler gözlenmiştir. Birleşik Devletler' de temeli 1950'lerde atılan en yaygın alkol tedavi modeli olarak, Minnesetto modeli kabul edilmektedir. Birleşik Devletlerde 1970'lerin sonu ve 1980'lerin başında tedavi hizmetleri devlet sektöründen yavaş yavaş özel sektör organizasyonlarının eline geçmiştir. Ülkemizde ise 1980'lerin başında devlet sektörü yeni yeni bu organizasyonları kurmaya başlamıştır. İlk " alkol tedavi klinikleri" üniversite bünyelerinde kurulmuş ve bunu 1983 yılında Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi bünyesinde kurulan AMATEM izlemiştir.

    ALKOLÜN TARİHÇESİ
    Alkolün tarihi insanlık tarihi kadar eskidir. İlk bira bundan 8 bin yıl önce Mezopotamyalıların arpayı ekmek yapmak için ıslah etmesiyle yapılmıştır. Sümerlerin 6 bin yıl önce Godin Tepelerinde (Batı İran ve Anadolu) bira ve şarap içtiği bilinmektedir. Daha sonra fermante edilmiş meyve, tahıl ve baldan oluşturulan alkolü hayatına sokmuştur insanoğlu. Alkol kimi zaman kutsal sayılıp, dini törenlerde kullanılmış, kimi zaman eğlencenin ayrılmaz bir olmuştur. Alkolün icat edilmesiyle birlikte, alkol alışkanlığı da ortaya çıkmıştır.

    Alkol alışkanlığının bir hastalık olarak kabul edilmesi eski çağlara dayanmaktadır. Roma filozofu Seneca, alkolizmi bir akıl hastalığı olarak tanımlamıştır. Alkolizm terimi ilk kez İsveçli hekim Magnus Huss tarafından, “Alcoholismus Chronicus” isimli makalede (1849) kullanılmıştır

    ALKOL KULLANIMI VE ALKOLİZM
    Günde 1-2 kadeh içki almanın kalp hastalığı riskini azaltabileceğine işaret eden bilimsel araştırmalar bulunmasına rağmen bazıları için alkol kullanımı kontrol edilemeyen bir saplantıya dönüşür. Alkolü az miktarda, problemsiz olarak kullanan pek çok insan olduğu gibi bu nedenle zaman zaman başı derde giren kişiler ve yelpazenin en ucunda alkolsüz yaşayamaz hale gelen, bu yüzden hayatı felç olmuş insanlar vardır.

    Alkol; beyin, sinir sistemi, mide, sindirim sistemi, karaciğer, kemik iliği gibi hayati merkezler başta olmak üzere bütün vücudu etkiler. Etkinin şiddeti alınan alkolün miktarına ve sıklığına göre değişir..Alkolün neden olduğu toplumsal, ruhsal, adli vb kötü sonuçlar bir hayli fazladır.

    Alkol kullanımının tıbbi olarak kabul edilen normal sınırı günde erkekler için 2, kadınlar için 1 içkidir. Birim olarak 1 içki bir kutu yada şişe biraya, bir bardak şaraba ya da 45 ml' lik bir "tek" sert içkiye (votka, viski vb) eşittir. Bu şekilde hesaplandığında alınan içkinin türünün hiç bir önemi yoktur.Yani üç bira içmekle üç duble votka içmek ayni miktarda alkol alınmasını sağlar ve etkisi aynıdır.

    Alkolizm deyince bir çok insanın zihninde, parklarda ispirto şişesine sarılıp sızan ağır alkol bağımlıları canlanır.Oysa alkolizm, bireyin beden ve ruh sağlığını, aile, sosyal ve iş uyumunu bozacak derecede sık ve fazla alkol alma; alkol alma isteğini durduramama seklinde ortaya çıkan bir bozukluktur.

    Alkolizmin nedenleri tam olarak bilinmemektedir. Alkolizmde tek etken aramamak ve çok etkenli bir bozukluk olduğunu kabul etmek gerekir Bu etkenler arasında biyolojik, psiko sosyal ve ekonomik nedenler yer almaktadır. Biyolojik etkenler arasında kalıtımsal etkenlerin varlığı, bazı aile araştırmaları ve ikiz olma ve evlat edinme araştırmaları sonucu kabul edilmektedir. Ayrıca alkolizm adaylarının daha alkol kullanmaya başlamadan önce alkole karşı yüksek dayanma gücü göstermeleri ve bazı ırkların alkole karşı doğuştan bir dayanıksızlık gösterdiği (Japonlar, Koreliler, Taywanlılar, Amerikan Kızılderilileri gibi) bilinen biyolojik etkenlerdir.

    Alkolizmin psiko -sosyal ve ekonomik nedenlerine göz atacak olursak, alkoliklerin henüz alkole başlamadan önce ve çocukluklarında hiperaktif, tutarsız, amaç ve değerlere fazla duyarlı olmayan, sosyopatiye eğilimli kişiler oldukları saptanmıştır.

    Din ve töreleri ile alkolü onaylamayan toplum kesimlerinde alkolizm oranı daha düşüktür.Alkolun kolay elde edilebilirliği ile fazla alkol kullanımı arasında da bağ bulunmaktadır.

    Bu etkenlerin yanı sıra toplumsal ve bireysel stres etkenleri alkol alma eğilimini artırabilir. Alkol bazı kişilerde en çabuk etki eden bir yatıştırıcı, rahatlatıcı olarak kullanılabilir. Ancak stres aşırı alkol kullanan kişilerin çoğunda içmek için kullanılan bir bahanedir. Her stres altında kalan alkolik olmadığına göre kişide biyolojik, psikolojik bir yatkınlığın bulunması gerekir.

    Alkol kullanmanın problem haline dönüşmesi için kişinin sürekli alkol alıyor olması da gerekmez. Kişi, zaman zaman kullansa da, alkol almaya bağlı olarak aşağıdaki problemlerden birisini dahi tekrar tekrar yaşıyorsa profesyonel yardımı gerektirecek düzeyde alkol kullanma problemi var demektir:

    1.İşte, okulda ya da evde üstüne düşen görevleri tekrarlayıcı bir biçimde aksatma.

    2.Fiziksel olarak tehlikeli durumlarda yineleyici biçimde alkol kullanımı

    3. Alkol ile ilişkili ortaya çıkan yasal sorunlar .

    4.Alkolün neden olduğu ya da alevlendirdiği sürekli ya da tekrarlayıcı insanlar arası sorunlar: ( Alkollü iken eşle tartışmalara girmek ya da kavga etmek.)

    Yukarıda anlatmaya çalıştığımız “alkoliklik” terimini tam olarak kavramamız için alkolik bireylerde görülen özellikleri bilmemiz gerekir. Aşağıda sıraladığımız özelliklerden en az üç tanesini taşıyan bireye tıp dilinde”alkol bağımlısı “denilmektedir.

    * Niyetlendiğinden daha fazla miktar ve sürede alkol almak.

    * Kişi bırakmayı istediği ya da defalarca bırakmayı denediği halde yeniden içmeye başlar. Zaman zaman bir kaç gün ya da ay içmeyebilir. Bunu 'istediği zaman bırakabildiğinin' kanıtı olarak göstermeye çalışabilir.

    * İçkiye fazla vakit ayırır. Bazıları gün içinde kimseye farkettirmemeye çalışarak içebilir.

    * İçki içmeye fırsat bulamadığı zaman sosyal faaliyetleri, hobileri, başka zevk verici aktiviteleri azaltır.

    * Alkole bağlı ya da alkolle artan fiziksel (karaciğer hastalığı, yüksek tansiyon, gastrit vb), ya da psikolojik (depresyon, anksiyete, uyku bozukluğu vb) problemler yaşamasına rağmen içmeye devam eder.

    * Ayni etkiyi almak için içtiği miktarı arttırır ya da başkaları için çok sayılacak miktarlarda içtiği halde etkilenmez (Bunu alkole dayanıklı olduğunun kanıtı olarak öne sürebilir).

    * Alkol almadığı zaman titreme, terleme, çarpıntı gibi şikayetler yaşar.

    Toplum, alkol kullanımını kontrol edemeyen kişilerin ruhen zayıf hatta dengesiz olduğunu düşünür. Bir çok alkolik de kendisini böyle görür. Ancak alkolizmin bir hastalık olarak görülmesinden asıl kasıt kişinin alkol karşısında iradesini ve seçim yapma gücünü kaybetmesidir. Alkol karşısında güçsüzlüğünü kabul etme ve bu konuda yardım arama iyiye doğru değişimin ilk adımıdır.Milyonlarca insan bu ilk adımla başlanan yolda alkolün sosyal hayatlarına verdiği zararların üstesinden gelmiştir.


    Konu Bilgileri       Kaynak: www.azeribalasi.com

          Konu: psikolojik hastalıklar hakkında genel bilgiler

          Kategori: Psikoloji

          Konuyu Baslatan: GARAGIZ

          Cevaplar: 1

          Görüntüleme: 2250


  2. #2
    Aydın - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik Tarihi
    01.11.2009
    Mesajlar
    221
    Konular
    53
    Beğendikleri
    0
    Beğenileri
    0
    Tecrübe Puanı
    100
    @Aydın

    Standart

    pskiyatri kitabının özeti gibi olmuş. eline sağlık.. da ben bu yazıyı sonuna kadar okumuş biri var mı merak ettim şimdi

Etiketler

Yetkileriniz

  • Konu Acma Yetkiniz Yok
  • Cevap Yazma Yetkiniz Yok
  • Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
  • Mesajinizi Degistirme Yetkiniz Yok
  •  

Giriş

Giriş