J:J:Rousseau “Aydınlanmanın Toplum Düşüncesi” Jean Jacques Rousseau Jean Jacques Rousseau, 28 Haziran 1712’de Cenevre’de doğdu. Protestan bir aileden gelen babası bir saatçiydi. Annesini erken yaşta kaybedince, bütün eğitimini babasından aldı; Fransız ve eski Yunan edebiyatının klasiklerini öğrendi. Ardından -Protestan bir papaz yardımıyla- Latince’yi söktü. Küçük yaşta çalışmak zorunda kaldıysa da özgür bir ruha sahipti Rousseau; çıraklık yaptığı bütün işleri yarım bıraktı, 1728’de ise -16

Bu konu 2584 kez görüntülendi 0 yorum aldı ...
J.J Rousseau Aydınlanmanın Toplum Düşüncesi 2584 Reviews

    Konuyu değerlendir: J.J Rousseau Aydınlanmanın Toplum Düşüncesi

    5 üzerinden | Toplam: 0 kişi oyladı ve 2584 kez incelendi.

  1. #1
    -
    - - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)

    Standart J.J Rousseau Aydınlanmanın Toplum Düşüncesi

    J:J:Rousseau “Aydınlanmanın Toplum Düşüncesi”
    Jean Jacques Rousseau
    Jean Jacques Rousseau, 28 Haziran 1712’de Cenevre’de doğdu. Protestan bir aileden gelen babası bir saatçiydi. Annesini erken yaşta kaybedince, bütün eğitimini babasından aldı; Fransız ve eski Yunan edebiyatının klasiklerini öğrendi. Ardından -Protestan bir papaz yardımıyla- Latince’yi söktü. Küçük yaşta çalışmak zorunda kaldıysa da özgür bir ruha sahipti Rousseau; çıraklık yaptığı bütün işleri yarım bıraktı, 1728’de ise -16 yaşındaydı o sıralar- Cenevre’den kaçıp İtalya’ya gitti. Burada Katolik mezhebine geçti ve sonradan sevgilisi olan dul bayan Louise Eleanore Warens’in himayesi altına girdi. Maddi açıdan rahatlamıştı artık. Çeşitli işlerde yine sebat göstermeden çalışırken, bulabildiği bütün zamanını bilgisini arttırmakla geçiriyordu. Sosyal, kültürel ve edebi alanların dışında, müzik konusunda da beste yapabilecek ve bir orkestra yönetebilecek düzeye erişmişti Rousseau. Hatta bir nota sistemi bile geliştirdi. Ancak, Bilimler Akademisi’ne sunduğu bu sistem yeteri kadar gelir temin etmedi ona.
    Warens’ten ayrılan Rousseau, Paris’e gitti. Kaldığı otelde oda hizmetçisi olan Therese Levasseur’e aşık oldu, evlendi ve çiftin beş çocukları oldu. 1750’de Diderot aracılığıyla Ansiklopediciler’e katıldı, Ansiklopedi için müzik maddeleri hazırladı, yazdığı makaleler ve “Köyün Kahini” adlı operayla ünlendi. Bu yıllarda, Rousseau’nun siyaset, hukuk, ahlak ve felsefe üzerine yazdığı makalelerinin büyük tartışmalar yarattığını gözlüyoruz. Bilim ve sanattaki ilerlemenin ahlaki ilerlemeyi sağlamadığı ve doğal insanın medeni insandan üstün olduğu biçiminde özetlenebilecek düşüncelerini toplumun diğer alanlarına da yayarak bir sistematik kurmaya çalışan Rousseau, giderek toplumsal eşitsizlik üzerine yaptığı vurguyu arttırdı ve miras üzerine vergi getirilmesini de önerdi.
    1754 yılından başlayarak, gittiği hemen her yerde, her ülkede muhafazakar kesimler tarafından göz altına alınan, hakkında sık sık soruşturma açılan, kimi eserleri yasaklanan Rousseau, 1757’de Ansiklopediciler’le de bağlarını kopardı. 1761’de yayınlanan ve Richardson’un “Pamela” romanı tarzında duygu yüklü bir eser olan “Yeni Heloise”in yarattığı etkinin ardından, 1762’de tamamladığı “Toplumsal Sözleşme”si Rousseau’nun dünya görüşlerinin yayılmasında büyük rol oynadı. Aynı yıl tamamladığı “Emile” ise dini çevreler tarafından tepkiyle karşılanırken, Paris parlamentosu, kitapta yer alan dini bölümlerin yakılması ve Rousseau’nun tutuklanması kararını verdi. Aynı yasaklar Cenevre’de de geçerliydi. Önce Paris’e, oradan Bern’e sığındı ama her seferinde Rousseau’yu sürgün cezası bekliyordu. Bu kez, David Hume’un daveti üzerine 1766’da İngiltere’ye geçti. Ne var ki tıpkı Diderot ve Voltaire’le olduğu gibi Hume ile de kapışınca bir yıl sonra yeniden Fransa’ya dönmek zorunda kaldı. Bir süre adını gizleyerek yaşadı Rousseau. Hakkındaki kovuşturmalar sona erdiğinde Paris’e dönen bu önemli düşünür yorulmuştu artık. Herkesten kuşkulanıyor ve çok az kişi ile görüşüyordu. Nihayet 1778’de Ermonoville’e yaptığı bir seyahat sırasında öldü. Kemikleri, Fransız İhtilali’nden sonra mezarından çıkarılarak Paris’teki Pantheon’a taşındı.Fransız ihtilalinin bilgi ve aklını Voltaire biçimlerdiyse, duygusal dünyası da Rousseau imzasını taşıyordu kuşkusuz. Voltaire klasik, Rousseau romantik geleneğin mirasçısıydı ama ikisi de devrime hizmet ettiler ve ne yazık ki ikisi de büyük rol oynadıkları Fransız İhtilali’ni göremeden, 1778’de veda ettiler hayata.
    Rousseau’ nun “Emile”de adlı eseri edebi olarak roman tarihinde belki büyük bir önem taşımaz ama bir romanın bilimsel bir metin olarak kurgulanışı, algılanışı ve gerçek hayat üzerindeki etkileriyle ve içerdiği felsefi düşüncelerle ilgiye değer. Muhafazakar çevrelerce -dördüncü bölümü nedeniyle- yakılmak istenen, birçok pedagog tarafından ise neredeyse tamamıyle uygulanmaya kalkışılan Rousseau’nun önerileri, elbette hayata geçirilebilecek türden değildir, zaten onun da böyle bir niyeti olduğu söylenemez. Rousseau, bir ütopya olarak nitelenebilecek bu radikal eğitim paketiyle, o anda varolan eğitim sisteminin insanlar üzerindeki olumsuz etkilerini göstermek istemiştir. Rousseau’nun yaşadığı dönemde bazı kavramlar ve kurumlar yoktu. Mesela ideoloji ya da ideoloji gibi sözcükler telaffuz edilmiyordu. Ama, onun romanında vurguladığı eğitimin yönlendirici ilişkisi, bugün devletin ideolojik aygıtları başlığı altında tekrarlanıyor. Ailede, kiliselerde ve okullarda verilen eğitimle düzene uygun kafalar yetiştirildiğini telaffuz etmeyen hiç bir çağdaş pedagog kalmadı artık. Özgürlük kavramı ise hiç bir zaman gerçekleşmeyecek bir düş gibi kalmayı sürdürüyor. Çünkü Rousseau’nun doğal insanı toplumdan yalıtık bir nitelik taşır. Her şeyin nötr olduğu bir ortam gerektirir bu tarz bir özgürlük. Oysa, maddi ve sınıfsal farklılıklar içerisinde dünyaya gelen çocukların Rousseau’nun önerdiği bir eğitimle yetiştirilmeleri bile toplumdaki farklılaşmanın önüne geçemez.
    Rousseau’nun manifestosunu yazdığı romantizm akımı Avrupa entelektüel hayatını oldukça etkilemiştir. Onunla aynı tarihlerde İngiltere’de başlayan Gotik edebiyat, Almanya’da Schiller ve Goethe hep romantizmle yoğrulmuştur. Mevcut hayata bir tepki, eskinin pastoral günlerine bir özlem olarak özetlenebilecek romantik anlayış, ifadesini Aydınlanmacı düşüncelerde bulan modernizmin şafağında modernizme yönelen sert bir eleştiri olarak önemlidir. Ancak, her ne kadar Rousseau, erken dönem bir romantik olarak bu tarz bir gericiliğe düşmemişse de, modernizme karşı eleştirel tutumlarıyla romantiklerin büyük bir kısmı Avrupa’yı saran devrimci duruma muhalif kalmışlardır. Başta Rousseau olmak üzere bütün romantiklerin toplumsal meselelere yönelik acı anlatıları, uyarıları vardır ama çözüm önerileri fazlasıyla naiftir. Hatta Mary Shelley’in “Frankenstein”ındaki gibi kırlara kaçışta bulurlar kurtuluşu. Ya da tekrar Rousseau’ya dönersek, doğaya uyumluluk yeterli olabilecektir güzel bir toplumsal hayat için...
    Siyasi, ahlaki ve felsefi düşüncelerin bir edebi metne yedirilmesi, 18.yüzyılda, henüz emekleme döneminde olan roman sanatının başlıca özelliklerindendi. Defoe, Richardson, Voltaire, Prevost, Swift, Fielding, Lurence Stern, Diderot, Goethe ve diğerleri, ister romantik olsunlar ister akılcı, bağlandıkları idealleri romanlarına taşımışlar, hatta kimileri romandan çok felsefi eserler üretmişlerdi. Rousseau’nun metnini bu bağlamda değerlendirmek, hem hikayesinin hem de karakterlerinin gerçeklikten uzak oluşunu kavramak açısından önemlidir.Daha çok insan ve toplum ilişkileri üzerine çalışmış,devletin eşitlik,özgürlük ve adaletin simgesi olması gerektiğine inanmış,ömrünün son 20 yılını Fransa da geçirmiş modern sosyalizm öncülerinden biridir.
    Sosyal sözleşmenin, asıl özüne inilirse, aşağıdaki şartlara indirgenebildiği görülebilir: ‘Her birimiz, müştereken, kendimizi ve bütün gücümüzü çoğunluğun iradesinin daha üstün olan iradesine tabi kılarız ve müşterek kapasitemizle, her bir üye bütünün ayrılmaz bir parçası olarak kabul ediliriz’...
    Kant ve romantik filozofları çok derinden etkilemiş olan Rousseau, bir Aydınlanma düşünürü olmakla birlikte, Aydınlanma hareketine, modernlik düşüncesine yönelttiği sert eleştiriyle tanınır. Bireysel insan varlığına ve onun mutluluğuna her şeyden çok değer vermiş olan Rousseau, insanın, kültürel farklılıklardan, sarayın yapaylıklarından, tutkunun ve rekabetin yol açtığı olumsuz etkilerden, özel mülkiyetin yarattığı eşitsizlikten arındırılarak, nasıl yeni baştan yaratılacağını araştırmıştır.
    Onun felsefesi de, modern felsefenin tavrına uygun olarak, benlik kavramı çevresinde döner; Descartes’ın öznel, tözsel benliğinden sonra, onun insanı, ahlâka dayanak olan, kendisine düşünce ya da mantıkla değil de, duyguyla ulaşılan, ve kişisel bir iyilik duyusuyla temellendirilen bir insani benliktir. Onun sözünü ettiği insani benlik, rasyonalistlerin ve empiristlerin ifade ettiği gibi, formel boyutları olan, içebakışla bilinen ve kendisini bilgiyle gösteren bir benlik değil de, daha çok romantiklerde söz konusu olan türden evrensel bir kişilik anlamında bendir; Rousseau’nun insanı, yaratıcı, ve kendisini dünyaya ve geleceğe fırlatan bir benliği tanımlar. O insanın özü itibariyle iyi ve ahlâklı bir varlık olduğunu savunmuş, insanda, akıldan çok, duyguların önem taşıdığını, ahlâk söz konusu olduğunda, akıl ve duyguların bir arada gidebileceğini belirtmiştir. Rousseau’nun bu insan görüşü, yalnızca etik için değil, fakat siyaset ve toplumsal yaşam için de bir temel oluşturur.
    Rousseau, özde iyi olan insanın birtakım temel hasletlerini uygarlığın gelişimiyle birlikte yitirdiğini söyleyerek, Aydınlanma karşısında eleştirel bir tavır almış ve Avrupa uygarlığının modern doğrultusuna yönelik eleştirisini ortaya koyabilmek için, insan doğasının tarihsel evrimini verirken, ilkel ya da vahşi insanı uygarlaşmış insanla karşılaştırmıştır. İnsanın tarihini doğa haliyle başlatan, doğal ilkel ya da vahşi insanın sağlıklı ve güçlü olduğunu, ölüm korkusu yoksun yaşadığı ya da ihtiyacı az olduğu için, bir mutluluk durumunda bulunduğunu söyleyen ve toplumla erdem arasında çok sarih bir karşıtlık kuran Rousseau, çağdaş toplum ile insanın doğası arasındaki mutlak antitezi gözler önüne sererken, Avrupa Uygarlığının sadece entellektüel kültürün sahte cazibesine kapıldığını, insanın iyi özünü bozup, hakiki ahlâki taleplerini göz ardı ettiğini onun doğal ihtiyaçların yerine birtakım suni ihtiyaçlar ikame ettiğini öne sürer.
    Modern uygarlığın hastalığını, çağdaş toplumun problemini kendince teşhis edip tanımlayan Rousseau, daha sonra çözüme geçmiştir. Özellikle İngiliz Aydınlanmacıların insan varlığında başkalarını gözeten bir ilgi, insan doğasında bağımsız bir diğerkamlık kaynağı bulunduğu görüşüne olduğu kadar, iyi bir insan doğası konsepsiyonuyla, özgeciliğin kendini sevmenin yalnızca kılık değiştirmiş bir şekli olduğu düşüncesine de karşı çıkan Rousseau, Emile’de, bir eğitim şeması içinde, insanı başka bireylerden tecrit edilmiş bir birey olarak ele alır ve gerçek özgürlüğün koşullarını araştırır. Ona göre, “insanın ne yapması gerektiği”, yani başka insanlarla olan ilişkilerinde nasıl davranması gerektiği sorusu “insan varlığının ne olduğu” sorusunu içerir ve bizi eğitim yoluyla sosyal kurumların reformuna götürür
    Aydınlanma Felsefesi:
    Avrupa’da 17. yüzyılın ikinci yarısıyla, 19. yüzyılın ilk çeyreğini kapsayan ve önde gelen birtakım filozofların aklı insan yaşamındaki mutlak yönetici ve yol gösterici yapma ve insan zihniyle bireyin bilincini, bilginin ışığıyla aydınlatma yönündeki çabalarıyla seçkinleşen kültürel dönem, bilimsel keşif ve felsefi eleştiri çağı, felsefi ve toplumsal hareket.
    Aydınlanma hareketi içinde yer alan düşünürler., düşünce ve ifade özgürlüğü, dini eleştiri, akıl ve bilimin değerine duyulan inanç, sosyal ilerlemeyle bireyciliğe önem verme başta olmak üzere, bir dizi ilerici fikrin gelişimine katkıda bulunmuşlardır. öyle ki söz konusu temel ve laik fikirlerin modern toplumların ortaya çıkışında büyük bir rolü olmuştur.
    Genel olarak değerlendirildiğinde, Aydınlanmayı belirleyen birtakım tavır ya da eğilimden söz edilebilir. Bunlar sırasıyla hümanizm, deizm veya ateizm, akılcılık, ilerlemecilik, iyimserlik ve evrenselciliktir. Bunlardan hümanizm, Aydınlanmada, her şeyden önce dünyanın, sınırları doğa tarafından değil de, ulusal sınırlar tarafından çizilen, insan! bir dünya olduğu, anlamına gelir. Dünya Tanrı tarafından yaratılmıştır, fakat o artık insanların elindedir. Buna göre, dünya, insanın değerleri, tutkuları, umut ve korkularıyla belirlenen insani bir evrede bulunmaktadır. Bu evrede, insanın evrensel olan doğasına büyük bir inanç beslenmiştir. Temel duyguların, fikirlerin her yerde aynı olup, ulusal, kültürel ve ırk bakımından olan farklılıkların yapay olduğu savunulur. Aydınlanma boyunca, bir yandan farklılıklara hoşgörüyle bakılırken, bir yandan da insanın doğası ve gerçek anlamı gün ışığına çıkartılmaya çalışılır. ‘İnsani olan hiçbir şey bana yabancı değildir’ sözü, Aydınlanmanın en önde gelen sloganlarından biridir.
    Aydınlanmada hümanizmi tamamlayan tavır ise ateizm veya deizm’dir. Başka bir deyişle, Aydınlanmanın hemen tüm düşünürleri çoğunluk ateist ya da deist idiler. Hıristiyanlıktan nefret eden bu düşünürler, batıl inançlarla, bağnazlık ve dini insanlığın ilerlemesi önündeki en büyük engel olarak görmüşlerdir. İnanç ve dine karşı çıkarken akıl ve bilime sarılan Aydınlanma düşüncesi, Tanrı’nın evrene müdahalesine kesinlikle karşı çıkmış ve bilimin gerektirdiği kendi içinde kapalı ve düzenli bir sistem olarak evren görüşünü benimserken, Tanrı’yı en iyi durumda bir seyirci durumuna indirgemiştir.
    Akılcılık ise, Aydınlanmada insanın rasyonelliğine, doğuştan getirdiği aklına inançla belirlenir. Buna göre, akıl insana matematiğin en soyut, en karmaşık doğrularını anlama ve öğrendiği bu doğruları evrene uygulama olanağı vermiştir. Aklı yine insana, iyi planlanmış gözlem ve deneylere dayanarak, doğayla ilgili sorular sorup yanıtlama imkanı sağlamıştır. Bununla birlikte, akla ve insanın rasyonelliğine duyulan inanç, doğa bilimleri ve matematik alanındaki başarılarla sınırlanmış değildir. Bu çerçeve içinde, bütün bir toplumun, insan doğasına ve hümanizmin değerlerine göre, aklın ışığında yeniden düzenlenmesi gerektiği inancı, Aydınlanmanın en önemli inançlarından bir başkasıdır. Bu dönemde din bile, aklın süzgecinden geçirilir ve dinin kendisinden çok, akıl yoluyla temellendirilemeyen batıl inançlara saldırılır.
    Aydınlanmanın akılcılığını tamamlayan şey, sınırsız iyimserlik olmuştur. Bu iyimserliğin temelinde ise, evrenin tüm yönleri ve her ayrıntısıyla rasyonel olduğu inancı bulunmaktadır. Fiziki evren rasyonel olduğuna göre, onda bir düzen vardır ve bu düzeni belirleyen şey de, belli sayıdaki rasyonel ilkelerdir. İnsan varlığı akıllı bir varlık olduğundan, ya da insan zihninin kendisi de rasyonel olduğundan, o bu ilkeleri keşfetme ve evrendeki düzeni anlayabilme kapasitesine sahip bir varlıktır. Öte yandan, insan iradesini belirleyen öğe de akıl olduğu için, insan evrenin yapısına ve düzenine ilişkin bilgisine dayanarak eylemek durumundadır. Bundan dolayı, insan varlığı yalnızca kendisini değil, içinde yaşadığı toplumsal düzeni de geliştirip yetkinleştirebilir.
    Bu bağlamda, Aydınlanmaya damgasını vuran bir diğer özellik, insan doğasının evrenselliğine duyulan inançtan başka bir şey değildir. Buna göre, herkes aynı akla sahip olduğundan, herkes aynı rasyonelliği sergilediğinden, uygun bir eğitim sürecinden geçmiş olan herkes aynı doğru sonuçlara ulaşmak durumundadır.
    Aydınlanmanın sonuncu ve en belirleyici yönü, ilerlemeciliktir. Aydınlanma hareketi içinde yer alan düşünürlere göre, Avrupa, bütün bir Ortaçağ boyunca süren bir batıl itikatlar ve bağnazlık dönemini geride bırakmıştır. Bu bağnazlığın yıkılışında, din karşısında kesin bir zafer kazanan bilimin etkisi büyük olmuştur. Modern bilim, evrenin tüm farklı görünüşlere rağmen, temelde çok büyük, fakat oldukça basit ve düzenli bir mekanizma olduğunu ortaya çıkarmıştır. Bu düzenli evrenin bir parçası olan insanın olup, insanla içinde yaşadığı toplum bu bilgi ışığında sonsuzca geliştirebilir. İnsanın refahı açısından büyük bir ilerleme kaydedilmiş olduğuna göre sınırsız ve sürekli bir ilerlemeyi engelleyecek hiçbir şey yoktur.Akla duyulan güven nedeniyle sadece dinsel değil, siyasi otoritelere de baş kaldırılmıştır.Laik bir dünya düzeni benimsenmiştir. Düşünce özgürlüğü ve hoşgörü fikri ortaya çıkmıştır.Sistemci felsefelerin yerini ; dil, kültür, toplum, sosyal düzen konusundaki düşünceler almıştır.Filozofun yerini aydın, düşünür, yazar almıştır.
    J:J:Rousseau’nun Aydınlanmada Toplum Düşüncesi:
    Rousseau “Toplum Sözleşmesi” adlı eserinde de, insanın özgür ve akıllı bir varlık olarak varoluşunu güvence altına alacak koşulları, onu hemcinslerinin zorbalığından koruyacak, bireyin doğal özgürlük kaybını daha yüksek bir Özgürlük türüyle telafi edecek tedbirleri, ünlü toplum sözleşmesi ve genel irade teorisiyle ortaya koymuştur. Başka bir deyişle, onun temel amacı “modern bireyde, insanlığın ilkel basitliğinden çıkışıyla birlikte zorunlu olarak kaybolan niteliklerin nasıl korunabileceği veya yeniden kazanabileceği” problemine tatmin edici bir çözüm getirmektir.
    Doğal yaşama halinden toplum düzenine geçiş, Rousseau’ya göre, insanda çok önemli bir değişikliğe yol açar. Davranışında içgüdünün yerine adaleti koyar; daha önce yoksun olduğu değer ölçüsünü kazandırır. Ödeyin sesi içtepilerin, hak ya da isteklerin yerini alınca o güne kadar yalnız kendini düşünen insan başka ilkelere göre davranmak, eğilimlerini dinlemezden önce aklına başvurmak zorunda kalır. İnsan bu durumda doğadan sağladığı birçok üstünlüğü yitirse de, yetileri geliştiği, düşünceleri açıldığı, duyguları soylulaştığı, ruhu yükseldiği için, onun en azından politik ve ahlâki bakımdan gelişme imkanı kazandığını söylemek gerekir. Yani, doğa halinden toplum haline geçişle birlikte, insan dönüşüme uğrar, içgüdüsel bir yaratık olmaktan çıkarak, benliği bağımsızlıkla değil katılımla, özgürlüğü varsayan bir katılımla belirlenen bir yurttaş haline gelir. Çok daha önemlisi, insan, bir dürtü yaratığı değil de, sorumlu bir ahlâki fail haline, sorumlu bir ahlâki fail haline, yalnızca toplumda gelir. Onu tam bir insan varlığı haline getiren, kendi kendisinin efendisi yapan, yabancılaşmış olma durumundan kurtaran tek şey, ahlâki özgürlüktür. Doğal özgürlük kaybı, insanın daha tam ahlâki özgürlüğüne, onu tam ve gerçek insan yapan manevi özgürlüğe erişmek durumundaysak eğer, Rousseau’ya göre, yapılması gereken zorunlu bir fedakarlıktır.
    Amacım, sivil toplumda, insanları olduğu gibi kanunları ise olmaları gerektiği gibi kavrayan her hangi bir meşru ve kesin bir idare kuralının olup olmadığını araştırmaktır. Bu araştırmada, adalet ile çoğunluğun mutluluk ve çıkarı bağdaşsın diye, çıkarların gerekleri olan haklar ve hukukun yükümlülüklerini her zaman bağdaştırmaya çabalayacağım demiştir.
    Konuya, onun önemini göstermeksizin başlayacağım. Siyaset üzerine yazı yazan bir prens ya da millet meclisi üyesi olup olmadığım sorulabilir. Cevabım olmadığım şeklindedir ve bu siyaset üzerine neden yazı yazdığımın da en önemli sebebidir. Bir prens ya da kanun yapan bir kimse olsaydım, olması gereken şeyleri söyleyerek vaktimi harcamazdım; ya yapardım ya da susardım.Doğuştan özgür bir devletin vatandaşı ve egemen olanların bir üyesi olduğumdan bu devlette sahip olduğum oylama hakkı, kamusal işlerde benim sesimin ne kadar etkili olduğu önemli değil, vazifemin onlar üzerine çalışmak olması için yeterlidir. Ve devlet üzerine her ne zaman tefekkür etsem araştırmalarımın ülkemi sevmem için bana her zaman yeni sebepler verdiğini görmekten büyük bir haz alıyorum!
    İnsanlar özgür doğarlar ama her yerde boyunduruk altındadırlar. Birisi kendisini diğerlerinin efendisi olarak görebilir; ancak, o aslında en büyük köledir. Bu değişim nasıl meydana gelmektedir?. Bilmiyorum. Bunu ne meşru kılabilir? Bu soruya cevap verebileceğime inanıyorum.Güç ve onun etkilerinden başka hiçbir şeyi düşünmeseydim şöyle söyleyebilirdim: bir kişi itaat etmeye zorlanır ve itaat ederse bunu en iyi biçimde yapar; kendi üzerindeki boyunduruğu kaldırıp atmaya kalkar ve atarsa bunu daha da güzel bir biçimde yapar. Özgürlüğü hissettirilmeden elinden alınan kişi özgürlüğünü geri almakta haklı olduğu gibi ilk aşamada özgürlüğünün elinden alınması da yanlıştı. Ancak, sosyal düzen diğer herkes için ana prensip olarak vazife gören kutsal bir haktır. Yine de bu hak doğadan kaynaklanmamaktadır ve bu nedenle sözleşme ile tesis edilebilir. Problem bu sözleşmelerin ne olduğunu bilmektir...
    Benim konumla bağlantılı olarak bu problem aşağıdaki terimlerle ifade edilebilir: ‘toplumun bütün gücüyle her bir üyenin mallarının ve kendilerinin korunduğu ve savunulduğu, geride kalan herkes katılırken her bir üyenin kendisinden başka kimseye boyun eğmediği ve daha önce olduğu kadar özgür kaldığı bir birliğin şeklini bulmak’. Bu toplumsal sözleşmenin cevabını verdiği temel problemdir.Bu sözleşmenin hükümleri....doğru bir şekilde anlaşılırsa, aşağıdakilere indirgenebilir: her bir üyenin, bütün haklarından feragat edip onları bir bütün olarak topluma devretmesi. İlk aşamada, herkes kendisininkini tamamen devredeceği için koşullar herkes için eşit olacaktır ve koşullar herkes için eşit olacağından hiçbir kişinin çıkarı geri kalanlar için bir külfet oluşturmayacaktır.
    Ayrıca, feragat ve temlik etme her hangi bir rezervasyon olmaksızın yapılacağından birlik mümkün olduğunca mükemmel olacaktır ve hiçbir üye talep edecek daha fazla şey bulamayacaktır. Fertler bazı hakları ellerinde bulundurmaya devam edeceklerse, kendisi ile toplum arasında hüküm verecek genel ve daha üstün her hangi bir muktedirin yokluğunda, her kes belirli meselelerde kendi kararını verebilecektir ve hemen sonra her meselede de böyle davranmak isteyecek; doğal yaşam devam edecek ve birlik, ister istemez, istibdatçı ya da anlamsız bir hale gelecektir. Nihayet, her fert, bütün meselelerde karar verme yetkisini kendi üzerine alarak, kendisi, gerçekte, hiçbir konuda karar verme yetkisini üzerine almamaktadır ve aynı haklara sahip olmayan sizden üstün hiçbir üye olmayacağından bütün kaybettiklerinize eşdeğer olanı kazanacaksınız ve sahip olduğunuzdan daha büyük bir güç elde edeceksiniz.
    Kaynakça:
    Emile au de l’Education (Emile ya da Eğitime Dair)
    Du Contrat Social (Toplum Sözleşmesi)
    Vikipedi, özgür ansiklopedi


    Konu Bilgileri       Kaynak: www.azeribalasi.com

          Konu: J.J Rousseau Aydınlanmanın Toplum Düşüncesi

          Kategori: Sosyoloji

          Konuyu Baslatan: -

          Cevaplar: 0

          Görüntüleme: 2584


Etiketler

Yetkileriniz

  • Konu Acma Yetkiniz Yok
  • Cevap Yazma Yetkiniz Yok
  • Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
  • Mesajinizi Degistirme Yetkiniz Yok
  •  

Giriş

Giriş