Divan edebiyatı, Türklerin İslâm dinini benimsemesinden sonra ortaya çıkan yazılı edebiyattır. Arap ve Fars edebiyatının etkisi altında gelişmiştir. Bu etki, Arapça ve Farsça sözcüklerin Türkçe'ye girmesinin yanı sıra, bu dillerin anlatım biçimlerinin benimsenmesiyle de kendini gösterir. Bu edebiyata Divan edebiyatı denmesinin nedeni, şâirlerin şiirlerini divan denen el yazması kitaplarda toplamış olmalarıdır. İslâm dininin benimsenmesinden sonra,Kuran'ın Arapça olmasından dolayı pek çok

Bu konu 5009 kez görüntülendi 4 yorum aldı ...
Divan edebiyatı (saray edebiyatı,klasik edebiyat) 5009 Reviews

    Konuyu değerlendir: Divan edebiyatı (saray edebiyatı,klasik edebiyat)

    5 üzerinden | Toplam: 0 kişi oyladı ve 5009 kez incelendi.

  1. #1
    GARAGIZ - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik Tarihi
    31.07.2008
    Mesajlar
    2.041
    Konular
    545
    Beğendikleri
    0
    Beğenileri
    0
    Tecrübe Puanı
    672
    @GARAGIZ

    Standart Divan edebiyatı (saray edebiyatı,klasik edebiyat)

    Divan edebiyatı, Türklerin İslâm dinini benimsemesinden sonra ortaya çıkan yazılı edebiyattır. Arap ve Fars edebiyatının etkisi altında gelişmiştir. Bu etki, Arapça ve Farsça sözcüklerin Türkçe'ye girmesinin yanı sıra, bu dillerin anlatım biçimlerinin benimsenmesiyle de kendini gösterir. Bu edebiyata Divan edebiyatı denmesinin nedeni, şâirlerin şiirlerini divan denen el yazması kitaplarda toplamış olmalarıdır.

    İslâm dininin benimsenmesinden sonra,Kuran'ın Arapça olmasından dolayı pek çok toplumun kültür dili değişime uğradı. İranlılar 9. yüzyılda edebiyat ürünlerini, Yeni Farsça diye adlandırılan bir dille vermeye başladılar. İran edebiyatının bu ürünlerinden Türk edebiyatı büyük ölçüde etkilenmiştir. Öte yandan Anadolu'da kurulan Türk devletleri, resmi yazışma dili olarak Arapça ve Farsça'yı kullandılar. Bu durum edebiyat dilinin değişmesine de yol açtı. Özellikle saray çevresindeki şairler ve yazarlar, yapıtlarını Arapça ve Farsça yazmaya başladılar. Osmanlı Devleti döneminde Arapça ve Farsça'nın yoğun etkisinde kalmış olan Osmanlıca dili divan edebiyatında kullanılan ana dildir.


    Divan Edebiyatı'nda nazım birimi
    Bir Osmanlı bahçe eğlencesi: şâir, misâfir ve sâki betimlemesi. 16. yüzyıl, Dîvân-ı Bâkî`den.Nazım sözlük anlamıyla "sıra", "düzen" demektir. Ama Divan edebiyatında nazım dendiğinde şiir anlaşılır. Divan edebiyatı, daha çok şiir türünde örnekler içerir ve düzyazı ürünler azdır. Divan şiiri, kurallarını Arap ve İran edebiyatından alan aruz ölçüsüyle yazılmıştır. Bunun yanında Nedim ve Şeyh Galip gibi bazı şairlerde hece ölçüsüyle yazılmış şiirlere de rastlamak mümkündür. Divan şiirinde daha çok Kur'an, Muhammed'in sözleri olan hadisler, peygamber ve kutsal kişilere ilişkin öyküler, tasavvufun ortaya attığı sorular, ünlü bir İran efsanesini konu alan Şehname gibi konular işlenmiştir. Bu şiirlerde Türk kültürüne ilişkin ögelerden de yararlanılmıştır.

    Divan şairi bu konuları, aruz ölçüleri içinde ve çok yaygın biçimiyle beyitlerle yazmıştır. Tek satırdan oluşan dize ya da mısra, genelde şiirin en küçük birimidir. Divan şiirinde ise en küçük birim beyitten, yani iki mısradan oluşur. Sözcük olarak beyit "ev" anlamına gelir. Mısra' ise, çift kanatlı bir kapının kanatlarından her birine verilen addır.

    Aruz ölçüsünde açık ve kapalı heceler çeşitli kalıplarda, kendilerine özgü bir düzen içinde sıralanır. Şairler eserlerini yazarken seçtikleri kalıba mutlaka uymak zorundadır. Aruz, esas olarak hecelerin uzunluğu ve kısalığı temeline dayanan bir şiir ölçüsüdür. Aruz ölçüsünü bir öğreti biçiminde ilk olarak ortaya koyan ünlü Arap dilcisi İmam Halil bin Ahmed'dir. Aruz ölçüsü, Arap, Türk, Fars, Afgan, Pakistan ve kısmen Hint edebiyatında kullanılmıştır. Türklerin İslamiyet'i kabul etmelerinden sonra medrese kültürü ile yetişen şairlerin Farsça'yı edebiyat dili olarak benimsemeleri, aruzun Türk edebiyatına da girmesini sağlamıştır.

    Aruz ölçüsü nazım şekillerine göre değişik kalıplarda kullanılır. Örneğin Rubâi nazım şekli ahreb ve ahrem adı verilen belli aruz kalıplarıyla yazılabilir. Rubai'de mısralar; a+a+b+a şeklinde kafiyelidir.


    Divan Şiiri'nin nazım biçimleri
    Ölçülü ve kafiyeli söz ya da yazıya "manzum" ya da "manzume" denir. Şiirde mısra' sayısı, dörtlük sayısı, sıralanış düzeni, kafiye yapısı gibi dış özelliklerin tümü, nazım biçimini oluşturur. Divan şiirinde pek çok nazım biçimi vardır, ama bazıları daha yaygın olarak kullanılmıştır.

    Divan Edebiyatı ;

    Dini nazım biçimleri :Tevhid Münacat Na't Medh-i çar-yar-ı güzin) Maktel-i Hüseyin Miraciye Hilye Mevlid Kırk hadis Menkıbname Kısse


    Ladini nazım biçimleri : Bahariye, Cemreviye, Fahriye, Mersiye, Medhiye, Gazavatname, Sahilname, Sâkiname, Kıyafetname, Sürname, Hamamname, Şehrengiz, Hicviye, Hezliyat, Tarih düşürme, Muamma, Lugaz, Dariye, Rahşiye

    Dini nesir biçimleri :Evliya tezkiresi, Kısas-ı enbiya, Siyer

    Ladini nesir biçimleri :Tezkire, Tarih, Sefaretname, Seyahatname, Siyasetname, Münazara, Münşeat

    Söz sanatları : Mecaz Mecaz-ı mürsel Teşbih Telmih Tecahül-i arif İstiare Tevriye Hüsn-i talil Leff ü neşr Kinaye Teşhis ve intak Tekrir

    Ayrıca bakınız>> Divan Edebiyayında Nesir (Düz yazı)


    Divan Şiiri'nin konuları ve özellikleri :
    Aşk teması,divan şiirinin merkezini oluşturur.Divan edebiyatı eserlerinde aşk-aşık-maşuk kalıbı her daim bulunur. Aşk uzlaşımsaldır; yani temel özellikleri hiç değişmez. Mesela bütün aşklar tek yanlıdır, aşık hep sever, acı çeker, hiçbir karşılık görmez, her zaman ondan ayrı kalışını dile getirir; ayrıca rakipleri de vardır. Bu yüzden hep kıskançlık içinde kıvranır durur. Sevgili ise hemen her zaman aşığa ilgisiz davranır, onu tanımazlıktan gelir. Sevgili (maşuk) hep bir sultan, efendi, sahip kimliğinde gösterilir. Sevgili şah, aşık ise kuldur. Aşık için en tehlikeli durum, sevgilinin eziyet ve cefa çektirmekten vazgeçmesidir.Divan şiirinde betimlenen sevgili tipi de tektir ve değişmez. Bütün divan şairleri farklı çağrışımlara yol açabilecek mazmunlar kullansalar da, gerçekte tek bir tip sevgili imajı çizerler. Bu geleneksel sevgili tipinin boyu servi gibi uzun, beli ince, saçları uzun ve siyah, yanakları gül kırmızısı, gözleri siyah, bakışları kılıç gibi keskin, ok gibi yaralayıcıdır. Başka bir özelliği de hep genç oluşudur. Böyle betimlenen sevgilinin aşığının (yani şairin) gözyaşı Nil ya da Fırat ırmakları gibi akar. Divan şiirinde bütün şairlerin kullandığı bu tür benzetmelere "mazmun" denir. Bu mazmunları yerli yerinde ve başarılı bir biçimde kullananlar başarılı şair sayılırdı.

    Divan şiirinde aşk 2 türlü işlenmiştir. Dünyevi aşk ve ilahi aşk. Aşk konusu ozanın dünya görüşüne koşut olarak anlam kazanırdı.(ilahi aşk) Tasavvuf yoluna giren ozan için amaç mutlak güzellik olan tanrıya kavuşmaktır. Bu da ancak maddeden sıyrılıp benliği yitirmek ve aşk (dervişlik) yoluna girmekle olur. İlahi aşk; maddi aşkla başlar: dünya üstündeki bir güzele aşık olan ozan, dünyanın güzelliklerine aşık olan ozan, bu durumu soyutlama yoluyla ilahi aşka dönüştürür ve Tanrı'nın benliğine kavuşmaya çalışır; Tanrı'da kendi benliğini eritme anlamına gelen "fenafillah" aşamasına erişince de gerçek mutluluğu bulur. Ama bu aşama ölümden sonra gerçekleşebilecektir. Divan şiirinde sevgilinin, erkek kimliğinde görülmesi, doğrudan doğruya tasavvuftan kaynaklanır. Yunan düşünürü Platon'a kadar uzanan bu yaklaşımda, en saf ve en gerçek aşk önemlidir; tensel zevkler, cinsellik söz konusu edilemez. Tensel zevkler ancak neslin devamı sağlanması açısından kadınlara duyulan aşklarda söz konusu olabilir. Bu nedenle Tanrı'nın gerçek güzelliğinin yansıdığı, gerçek aşk kaynağı genç erkekler, ilahi aşkın nesnesi olmuştur.(dünyevi aşk) Aşk konusu, yaşama bağlı ozanlar tarafından da dindışı bir anlayışla ele alınmış ve işlenmiştir. Yaşamdaki güzellikler ve güzelliğiyle simgeleşen kadın, divan şiirinde önemli yer tutar. Dünya nimetlerine bağlı divan edebiyatı ozanları, bu nimetlerden zevk alarak yararlanmasını bilmişlerdir. Söz konusu ozanlar için kadın tapılacak biridir: güzelliğiyle büyüler, zaman zaman ilgi gösterip zaman zaman rakipleriyle gönül eğlendirerek ağşığını üzer. Aşık sürekli bir üzüntü içinde kıvranıp durur, daha doğrusu platonik aşkın girdabında boğulacak gibi olur.

    Divan şirinde yaygın işlenen konulardan biri de doğadır. Ama doğa, şairin hünerini göstermesi için bir araçtır. Çünkü şair, doğayı kendisinin gördüğü gibi değil, önceki usta şairlerin gözüyle yansıtır. Doğa, daha çok kasidelerin ve mesnevilerin konusu olmuştur. Bahar ve kış mevsimleri o kadar çok işlenmiştir ki, bu iki mevsimi anlatan şiirlere ayrı adlar bile verilmiştir. Baharı anlatan şiirlere bahariye, kışı anlatanlara da şitaiye denmiştir. Bahar, şair için sevinç kaynağıdır. Bahar için yapılan benzetmelerden biri sultandır. Örneğin bahar sultanı ordusunu toplar, kış sultanına hücum ederek onu yener. Bâkî'nin "Bahar Kasidesi", en güzel bahariye örneğidir. Bahar betimlenirken gül, bülbül, lâle, sümbül, çimen gibi sözcüklere sıkça başvurulmuştur. Divan şairine göre bahar, yaşam ve canlılığın kaynağıdır. Kış ise can sıkıcı ve bunaltıcıdır; zalim bir padişaha benzetilir.

    Divan şiirinde, işlendiği biçimiyle doğa belli öğelerle sınırlı kalmıştı. Örneğin orman, dağ, ova, rüzgâr, yağmur gibi öğeler Divan şiirinde hemen hiç kullanılmamıştır. Divan şiirinde kayıklar vardır, ama deniz yoktur. Divan şiirinde bilinçli olarak yapay bir dünya yaratılmıştır.


    Divan Şiiri'nde söz sanatları
    Divan şairinin başarılı olabilmesi için dilin inceliklerini bilmesi gerekirdi. Şairin söz sanatlarındaki ustalığı şiirinin değerini arttırırdı. Bu nedenle şairler, hüsn-i ta'lil ve teşbih sanatına sıkça başvurmuşlardır. Hüsn-i ta'lil, nedeni bilinen bir olayı, daha güzel biçimde açıklama ve anlamlandırma sanatıdır. Benzetme de denen teşbih ise, bir durumu, bir oluşu, bir varlığı daha güzel bir duruma, bir oluşa, bir varlığa benzetmektir. Divan şairi için benzetilenler, daha doğrusu neyin neye benzetileceği belliydi ve kalıplaşmıştı. Bu amaçla hazırlanmış listeler bile vardı. Ama asıl yenilik hüsn-i ta'lil sanatıyla ortaya koyulurdu. Böylece şair bir sözcüğe ya da deyime, kullandığı dili iyi bilmesi oranında artan anlamlar yüklenmiş oluyordu...


    Divan Edebiyatında Nesir
    Divan edebiyatında üç tür düzyazı biçimi vardır. Yalın düzyazı, süslü düzyazı ve orta düzyazı. Yalın düzyazıda halkın konuştuğu dil kullanılmış, halk kitapları, halk öyküleri, Kur'an tefsirleri, hadis açıklamaları bu türde yazılmıştır.

    Süslü düzyazıda hüner ve marifet göstermek amaçlanmıştır. Bu türe genellikle medrese öğrenimi görmüş, Osmanlıca'yı iyi bilen yazarlar yönelmiştir. Çok uzun cümlelerin, bol söz ve anlam oyunlarının göze çarptığı bu türün en belirgin örneklerini Veysi ve Nergisi vermiştir. Süslü düzyazıda çok ürün verilmiş bir alan da tezkire'dir. Bu türün ilk klasik örneğini, 16. yüzyılda Aşık Çelebi yazmış ve tezkire geleneği 19. yüzyılda Fatih Efendi'ye değin sürmüştür.

    Orta düzyazı ise, divan edebiyatının hemen hemen bütün klasik yazarlarının yazdığı bir türdür. Belirgin özellikleri, söz ve anlam oyunlarından, hüner ve marifet göstermekten kaçınılmış ve içeriğin ön planda tutulmuş olmasıdır. Özellikle tarih, gezi, coğrafya ve din kitapları bu türde yazıldı.

    Divan Edebiyatı'nın tarihsel gelişimi
    Divan edebiyatının ilk örnekleri 13. yüzyılda ortaya çıktı. Bu edebiyatın ilk ürünlerini veren Mevlana Celaleddini Rumi bütün yapıtlarını Farsça yazdı. Aynı yüzyılın bir başka büyük şairi Hoca Dehhani'ydi. Horasan'dan gelip Konya'ya yerleşen Dehhani, özellikle İranlı şair Firdevsi'nin etkisinde şiirler kaleme aldı. 14. yüzyılda Konya, Niğde, Kastamonu, Sinop, Sivas, Kırşehir, İznik, Bursa gibi kültür merkezlerinde şairler ve yazarlar Divan edebiyatının yeni örneklerini verdiler. Bunların çoğu kahramanlık hikâyeleri, öğretici, eğitici ve dinsel yapıtlardı. Bu arada İran edebiyatının konuları da Türk edebiyatına girmeye başladı. Mesud bin Ahmed ile yeğeni İzzeddin'in 1350'de yazdıkları Süheyl ü Nevbahar, Şeyhoğlu Mustafa'nın 1387'de yazdığı Hurşidname, Süleyman Çelebi'nin (1351-1422) Vesiletü'n-Necât başlığını taşımakla birlikte Mevlid adıyla bilinen ünlü yapıtı, İran edebiyatının etkisiyle yazılmıştır. Divan edebiyatı, özellikle şiir alanında en parlak dönemini 16. yüzyılda yaşadı. Bâkî ve Fuzuli Divan şiirinin en iyi örneklerini verdiler. 17. yüzyıla girildiğinde Divan edebiyatının ulaştığı düzey, İran edebiyatınınkinden geri değildi. Divan şairleri, şiirlerinde "fahriye" denen ve kendilerini övdükleri bölümlerde şiir ustalığının doruğuna çıkmışlardı. Öğretici şiirleriyle tanınan Nabi ve bir yergi ustası olan Nef'i bu yüzyılın ünlü şairleriydi. Divan edebiyatı, en özgün şairlerinden olan Nedim'in ve Şeyh Galib'in ardından, 18. yüzyılda bir duraklama dönemine girdi. Daha sonraki şairler özellikle bu iki şairi taklit ettiler ve özgün yapıtlar ortaya koyamadılar. 19. yüzyılda Divan edebiyatı artık gözden düşmüş ve eleştiri konusu olmuştu. İlk eleştiriyi getiren Namık Kemal'di. Tanzimat'la birlikte Türk edebiyatında Batı etkisinde yeni biçimler, konular denenmeye başlandı. Divan edebiyatı böylece önemini yitirmekle birilikte, Tevfik Fikret, Mehmet Âkif Ersoy ve Yahya Kemal Beyatlı, Türk edebiyatının aruz ölçüsüyle son şiirlerini yazdılar, denilirse de zamanımızda da bu vezni kullanabilen şâirler vardır. Arûzun az kullanılıyor olması, zorluğundandır. Yoksa başka ölçülerle veya ölçüsüz yazılan şiirlerdeki lirizm ve âhenk âruzla yazılan şiirlerin yerini tutamaz.


    Konu Bilgileri       Kaynak: www.azeribalasi.com

          Konu: Divan edebiyatı (saray edebiyatı,klasik edebiyat)

          Kategori: Edebiyat

          Konuyu Baslatan: GARAGIZ

          Cevaplar: 4

          Görüntüleme: 5009


  2. #2
    GARAGIZ - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik Tarihi
    31.07.2008
    Mesajlar
    2.041
    Konular
    545
    Beğendikleri
    0
    Beğenileri
    0
    Tecrübe Puanı
    672
    @GARAGIZ

    Standart

    divan (divân) a.i.
    Topluluk, meclis, kurul. Ortak İslam kültürüyle iç içe olan doğu dillerinde çeşitli anlamlarda kullanılır.

    Muhtelif kelimelerle deyimler, tamlamalar ve terimler kurarak eski Osmanlı kültüründe sağlam bir yer edinmiş olan divân kelimesi bugün bazı anlamlarıyla kullanımdan düşmüştür.

    Hukukta lüzumu hâlinde, devlet teşkilatındaki yargılama kurullarının üstünde hak ve yetkillerle kurulan özel mahkeme (msl. Adalet divânı). Bazan normal mahkemelerle (msl. divân-ı âlî) divân denildiği olur. Mahkemedeki yargı ve adalet anlamından istifade ile divân-ı ilâhî (kıyamet gününde Allah huzurunda görülecek olan mahkeme) tamlaması da dinî bir terim olarak karşımıza çıkar. Mâliyede Pehlevî dilindeki ,"devân (hesap tutma fiili ve hesap defteri"ın aynı anlamıyla Arapçadaki ve oradan naklen Türkçedeki kullanım şeklidir. Kuyudat defteri olarak bilinir.


    Tarihte devlet işlerini idare etmekle yükümlü kişilerin oluşturduğu topluluk, "Divan-ı hümâyûn" adıyla anılırdı. Günümüzdeki millet meclisine denk bir kuru-luştur. Osmanlılar döneminde, görülen işin özelliğine göre çeşitli adlar alan (msl divânu'l-âm, divânu'l-adl, divân-ı hâs vs.) divânın, önce hangi millet tarafından teşekkül ettirildiği hususu şüphelidir. Topkapı sarayının Kubbealtı dairesinde toplanan divân, Osmanlılarda, siyasi, idarî, askerî ve kazaî teşkilatların esası olmak üzere ilk defa Fatih devrinde icraata başlamıştır. Önceleri yalnızca vezirler, kazaskerler, defterdarlar ve nişancıların bulunduğu divâna daha sonra İstanbul kadısı, yeniçeri ağası kaptanpaşa ve reisülküttâb efendiler de ilâve olunmuştur. Divân başkanlığını sadrazam yapar ve divân üyeleri de silsile-i merâtibe tabi olurlardı. Divân üyelerinini divândaki yerleri belliydi. Divânın toplanması teşrifatla icra edilirdi. Divanın çalışması ise haftada dört gün sabah namazlarından sonra devam ederdir. Divân esnasında üyeller kendileriyle ilgili muamelelerdeki fikirlerini söler ve gerekli talimatları alırlardı. Burada alınan kararlara "hüküm" denirdi ve hükümler padişahın tasdikinden sonra divân defterine kaydolunurdu. Divân-ı hümâyûn adı yeniçeriliğin kaldırılmasından sonra kullanılmaz olmuş ve yerine meclis-i vükelâ adı yerleştirilmiştir.

    Nitelik ve nicelik bakımından birçok değişikliklere uğramış olan divâna bugün millet meclisi diyoruz. Edebiyatta bir şairin şiirlerini belli bir düzene göre toplayan mecmuaya da divan denir. Eskiden herhangibir konu ile ilgili olarak yazılmış eserlere bu ad verilirdi (msl. Dîvânu Lugâti't-Türk). Kelimenin bu anlamı zamanla daralmış ve içinde seçme şiirler olan kitaplar divân adım almıştır. Bu kitaplar günümüz şiir antolojilerini andırırdı Daha sonraları belli bir yazarın şiirlerinden oluşan kitaplara da divân denilmistir (msl. Dîvânı Hikmet) Divân keli? mesi en özel ve en yaygın kullanımını İslâm edebiyatlarında, bir şâirin klasik edebiyat çerçevesine uygun olarak yazdığı şiirlerin belli bir düzen içinde derlendiği dergi-kitaplarda bulmuştur. Bu kitaplara nisbetle klasik edebiyatımıza daha yaygın bir kullanımla Divân edebiyatı denilmiştir. Dolayısıyla şâirlerin bu tür eserlerine de sözgelimi Divân-ı Hafız (Hafız'ın divânı), Divân-ı Fuzulî (Fuzulî Divânı)... gibi adlar verilmiştir. Şiirlerin bir düzen içinde sıralanmasına divân tertibi denilirdi. Böyle divanlara da Mürettep dîvân adı verilir. Bir divan, şâirin kendisi tarafından tertip edildiği gibi, özellikle şâirin ölümünden sonra başkası tarafından da düzenlenebilirdi.

    Mürettep bir divânda manzumeler, bölümlere göre şöyle sıralanır:
    1. Bölüm: Kasideler (Tevhîd , münacaât, na't ve pâdişâhlar ile devlet büyüklerine yazılan övgüler vs.).
    2. Bölüm: Tarihler (Ebced hesabı esas alınarak söylenmiş doğum, ölüm vs. önemli zaman dilimlerini bildiren şiirler).
    3. Bölüm: Musammatlar (Terkîb-i bend. murabba, tahmis, vs. şiirler).
    4. Bölüm: Gazeller (Her beytin son harfi esas alınarak Arap alfabesine göre alfabetik dizilmiş gazeller).
    5. Bölüm: Kıtalar (Kıta, matla, muamma, lugaz, müfret, azade vs. küçük şiirler).

    Bazan bir şairin bu bölümlerin herbirinden ayrı ayrı eser vermediği görülür. O zaman kitabı, divânçe adıyla anılır.

    Halk edebiyatında saz şairlerinin peşrevden sonra okudukları usulsüz fasılalara da divân denilir. Yine saz şâirleri tarafından aruzun "Fâilatün Fâilatün Fâilatün Failün" kalıbıyla yazılan şiirlere de divân adı verilir. Bu tür eserler, XVII. yy dan sonra Divân şiirinin halk şiirine etkisi sonucu ortaya çıkmıştır. Bunlar bestelendikleri makamlara (hüseynî, karcığar, rast, uşşak) göre birbirlerinden ayrılırlar.

    Ey peri dîvâne olurdun hevâ-yı aşk ile
    Okusan şevk ile alıp Aşkî'nın dîvânını ( Aşkî )

    divânçe (dîvânçe) a.f.b.
    Küçük divân, küçük şiir mecmuası. Divân şâirleri bazan divân'ı oluşturan şiir türleri ve nazım şekillerinden herbirine ayrı örnekler vermezlerdi. Daha çok sevdikleri türde şiir söyleyenler yanında mürettep divân oluşturamadan ölen şâirler de vardır. Bu şâirlerin az sayıdaki şiirleri tam bir divan oluşturamadığı için "Divânçe" adını alır. Ancak şâirlerin bazan kendi istekleriyle de divânçe oluşturduktan görülür, özellikle genç şairlerin eserleri bu tür örneklerdendir. Edebiyatımızda ölüm nedeniyle divan oluşturamayan Figani' nin (ölm. 1532) ve az şiir yazdığı için divan oluşturamayan Kara Fazlı' nin (ölm. 1563) divançeleri meşhurdur. Divânçelerin tertibi de genellikle bir divânda olduğu gibi kaside, tarih, musammat, gazel ve kıta sırasını izlerdi.


    Divan edebiyatı (atr.it.)
    Türklerin Müslümanlığı kabul etmelerinden sonra islam medeniyetinin bilim, inanç ve kuralları etkisinde ortaya koydukları edebiyat türü, "İslamî Edebiyat, Yüksek Zümre Edebiyatı, Havas Edebiyatı, Saray Edebiyatı, Enderun Edebiyatı, Klasik Edebiyat, Eski Edebiyat" gibi adlarla da anılan bu edebiyat en yaygın ama eksik bir kullanımla Dîvân edebiyatı adıyla anılmış ve yaygınlaşmıştır. Bunun nedeni şairlerin manzumelerini topladıkları eserlere Divan denilmesidir.

    Türklerin İslâm dinim kabul etmeleriyle, divan edebiyatı ürünleri vermeleri rasında uzun zaman geçmiştir. Goktürkçe'den Oğuzca'ya ve nihayet Türkiye Türkçesi'ne geçiş XIII. yy. a dek sürmüştür. Uygurca ise XI. yy. a kadar Hakâniye lehçesi adı altında birer Divân edebiyatı ürünü sayabileceğimiz Kutadgu Bilig ve Atabetül-Hakâyık'ı ortaya koymuştur. Aynı dil XV. yy ve sonrasında Çağatayca diye adlandırılmış ve Ali Şir Nevai'yi yetiştirmiştir. Bu bakımdan Divân edebiyatının coğrafyası Osmanlılar ile sınırlı kalamayacağı gibi, dili de Osmanlıca ile sınırlandırılamaz. Harezm, Hakani, Çağatay ve Azerî Türkçesi de Osmanlı Türkçesi kadar bu edebiyatta önemli rol oynar.

    Türklerin İslâm dinini kabul etmeleriyle toplum yapılarında köklü değişmeler olmuştu. XIII.yy a gelindiğinde ise sadece konak, medrese ve halk arasında değişik sanat ve edebiyat anlayışları kendini gösterdi. Çağın genel çerçevesi içinde arapça, bilim dili; Farsça, kültür ve sanat dili olarak benimsenmişti. Böylece Osmanlıca denilen bir karma dil ortaya çıktı ve arı Türkçeyi kullanan halk şâirleri yanında bir de Osmanlıca ile eserler veren avamlar sınıfı oluştu. Bu sınıfın ortaya koyduğu edebiyat iki kola ayrılır.Dindışı (Profane) ve Dinî-Tasavvufi Divân edebiyatı. Dinî-Tasavvufi Divân edebiyatı her ne kadar Divân edebiyatının genel kurallarıma uygunluk gösteriyorsa da adından da anlaşılacağı gibi tasavvuf konularıyla ilgilidir.

    Divân edebiyatı bu aydınlar sınıfı tarafından XIII. yy. da Arap ve daha çok Fars edebiyatlarının estetik yapısı üzerine kurulmuştur. Arapça ve Farsçanın medreselerde okutulması o devrin aydınlan diyebileceğimiz okuma-yazma bilen iran edebiyatı ve sanatını Türk dili ile yavaş yavaş bağdaştırmalarına yol açtı. Oysa dilde bir bozulma başlamıştı. Bunun başlıca nedenlerinden biri, hecelerin açık (kıta) veya kapalı (uzun) oluşunu esas alan aruz ölçüsüdür. Türkçe'de uzun ünlü bulunmayışı aruz nedeniyle dilin yozlaşmasına ve Osmanlıcaya kaymasına neden oldu.

    Divân edebiyatı beyit bütünlüğüne dayanan bir edebiyattır. Her ne kadar murabba, muhammes, vs. bend bütünlüğü esasına dayalı bir çok nazım şekilleri kullanılmışsa da ev (beyt)e, kapı (mısra)dan girilir ve içindeki insan (mânâ)a ulaşılır. Bu şiirde mânâ herşeydir. Bir beyit çeşitli anlamlarla yüklü olabilir. "Mânâsız bir şiir, içi olmayan badem gibidir (Nabi)." Bu edebiyatta mânânın daha önce söylenmemiş olmasına özen gösterilirdi. Bu amaca erişmenin yolu kıvrak bir zekâya sahip olmak, dilin inceliklerini bilmek ve birçok şâiri okumuş olmaktan geçerdi. Bir şâirin bütün birikimlerini edebî sanat denen süslerle de donatması şarttır. Mânâ bir dilber ise, edebî sanatlar onun ziynet eşyasıdır. Gerek dilber, gerekse süs malzemesi her şâir için aynıdır. Mânâ denen dilberi alımlı ve değişik şekilde süslemek, bir yetenek ister. Gerçek yenilik ise kimsenin aklına gelmeyen şeyi söylemek, gidilmemiş yolda gitmektir.

    Bu edebiyatın bir diğer özelliği kâfiye* üzerinde titizlikle durulmasıydı. Tam ve zengin kâfiyenin dışına pek taşmayan şâirler redif*in geniş imkanlarından da azamî ölçüde faydalandılar. Şâir, kelimeleri akıcı bir söyleyişe uygun gelecek şekilde seçmeli, onları bir kuyumcu titizliğiyle işlemelidir. Üslûp ve edayı sağlamalı, ancak bu konuda kendinden önce yaşamış şairlerin yolundan ayrılmamalı, Divân edebiyatının çerçevesi dışına taşmamalıdır. Anlamı zenginleştitrecek hikaye, latife, atasözü vs. ile sanatlar yapmalı, akıcı vezinler ile estetik güzellikler ortaya koymalıdır.

    Divan edebiyatı her ne kadar İran edebiyatını örnek almışsa da kaynakları yalnızca İran şiiri ile sınırlandırılamaz. Bu edebiyatın kültür birikimini oluşturan kaynakların başlıcaları şunlardır:

    1. Şâirin inanç esaslarını oluşturan Kur'ân âyetleri ve hadîsler.
    2. Dinî ilimler. Bunlar tefsîr (Kur'ân'ın yorumu), kelâm (Allah'ın birliğinden bahseden ilim), fıkıh (Dinin usul ve hükümlerini inceleyen ilim) gibi dinî bilgilerin yoğun olduğu dallardır.
    3. İslâm tarihi. Meşhur olaylar anlatılır.
    4. Tasavvuf. Şâirlerin şarap, mahbûb gibi kelimeleri tasavvufi manâlarını çağrıştıracak şekilde kullanmaları, söylediklerinden dolayı başlarının ağrımamasını sağlıyordu. Dinî Tasavvufi Divân edebiyatı ise zaten tasavvufu konu edinmiştir.
    5. İran mitolojisi. Firdevsî'nin Şehname adlı eseri.
    6. Peygamber ve evliya hikâyeleri. Mucizeler ve kerametler,
    7. Tarih, efsanevî olaylar ve kişiler. Bunlar esatir denilen hayal gerçek karışımı olaylar ve kişilerdir.
    8. Çağın ilimleri (Kimya, simya, hikmet, hey'et. felsefe, tıp, astronomi, musikî, beşeri ilimler vs.)
    9. Türk millî kültürü ve yerli malzeme (Günlük olaylar, gelenek ve görenekler vs.)
    10. Dil. Terimler, deyimler atasözleri vs. ile zenginleşen dil bu edebiyatın ana malzemesini oluşturur.

    Bütün bu araçlar kullanılarak bir sanat görünümü kazanan Divân edebiyatının bazı ortak kalıplan vardır. Bu kalıpların dışına çıkılmaz. Bunlann başında âşık maşuk aşk üçgeni gelir. Bunlara bazan rakîp de eklenebilir. Bu şiirde aşk esastır. Gerek İlahî gerekse beşerî aşkı andıran platonik aşk. hemen birçok beytin esasını oluşturur. Yani Divân şairi daima âşıktır. Sevilen ise her zaman vefasız ve cefakardır. Üstelik âşığın rakipleri vardır. Sevilen tek, seven yûzlercedir. Sözkonusu olan aşk asla ilacı bulunmayan bir derttir. Gerçi buna dert de denmez. Çünkü Divân şâiri bu durumdan mutlu olur. Bu derdin çaresi yine derdin kendisidir. Dolayısıyla tabibin yapacağı birşey yoktur.

    Sevilen ay parçasıdır, zaman zaman güneştir. Boyu Tûbâ ağacı, yahut servi, saçlan sünbül veya misktir. Yanakları gül ya da lâleyi andırır. Gözleri nergis gibi baygın bakar. Kaşları yay, kirpikleri oktur. Gamzesi kılıç veya hançer olup aşığın bağrına saplanır. Dudakları hokka yahut mücevher kutusudur. Dişler ise bu kutu içindeki incilerdir. Yine dudak bir nokta kadar küçük, bazan hiç yoktur. Bu dudak âb-ı hayât bağışlar. Ondan bir kere içen bir daha ölmez; ama içebilen olmamıştır. Çünkü o daima nazlanır. Vâdeder, ama sözünde durmaz vs.

    Divân edebiyatında kelime çok önemlidir. Her kelime tam anlamında ve yerli yerinde kullanılmalıdır. Bazan kelimelerin ikinci üçüncü anlamları beyte uygun düşer. Bu, tıpkı geometrik bir kompozisyondur. Her şeyde aşırı sınırları zorlar. Onun için bu edebiyatta büyük, en büyük; küçük ise en küçüktür. Bunların ortası olamaz. Bu bakımdan Divân şiiri, kahramanları daima birinci sınıf, zaman ve mekânı en uygun olan bir roman gibidir. Bu edebiyatın iç güzelliğini de kelime oyunları ve edebî sanatlar oluşturur. Manâyı beyitte yoğunlaştıran şair, bütün güzelliği yerine parça güzelliğine önem vermiştir. Başka edebiyatların uzun uzun anlattıkları bir konuyu Divân şâiri bir beyte sığdırmayı gaye edinmiştir.

    Divân edebiyatı şiir ağırlıklı bir edebiyattır. Ancak bu, düzyazı alanında eser verilmediğini göstermez. Bu edebiyatta düz yazı, süslü ve yalın biçimlerde kendini gösterir. Yüksek düzeydeki birkaç ilmî, felsefi, dinî, edebî eser ile mektup ve yazışmalarda süslü nesir hâkim ise de pek az yazar dışında bu tür yazılara fazla önem veren olmamıştır. Çoğu tercüme ya da adapte olan düzyazı eserlerin büyük çoğunluğu öğretici, aydınlatıcı ve yol gösterici özelliklere sahiptir. Din, ahlak, tasavvuf, terbiye, kültür, menkıbe, tıp, tabiat vs. konulanndaki bu eserlerde dil, şiirde kullanılandan daha yalındır. Arı bir üslupla kaleme alınanlarda cümleler kısa ve tabiîdir. Noktalama işaretlerinin olmadığı bu nesirlerin birkaçı, fazla süslü ve sanatkârane ise de genelde halkın okuyup anlayabileceği bir dil yapısına sahiptirler. Arapça ve Farsça ile de eserler kaleme alan sanatçı veya ilim adamları çok zaman.orta nesir diyebileceğimiz bir dil ile didaktik eserler ve tarih kitaptan da yazmışlardır. Divân edebiyatında şiir gibi düzyazı alanında hiçbir zaman kesin ve katı kurallara bağlı kalınmamıştır. Ancak bu edebiyatta düzyazı asla şiir kadar da edebî sayılmamıştır.

    Divân edebiyatında düzyazı ile meydana geterilen ürünler aşağı yukan şunlardır: Tefsir, hadîs, kelâm, dinî konular, sürnâme, münşeat, pendnâme, nasihatnâme, tasavvuf, tarih, vekâyinâme, gazavatnâme, kısas-ı enbiyâ, maktel, menâkıpnâme, tezkire, seyahatname, sefâretnâme, ilmî eserler, ansiklopedik eserler, hikâyeler, tercüme vs. yolla ortaya konulmuş çeşitli eserler. Ancak bunlardan bir kısmı şiir şeklinde yazılmış olabilir.

    Divân edebiyatındaki tür ve nazım şekillerinde büyük bir genişlik göze çarpar. Bu edebiyatın türlerini şöyle sıralayabiliriz:

    1.Divân. Değişik nazım şekilleriyle kaleme alınan şiirler.
    2. Hamse. Beş adet mesnevi.
    3. Münşeat. Mektuplar ve örnek düzyazı metinleri.
    4. Tezkire. Çeşitli sınıftan meşhur insanların biyografileri.
    5. Hilye. Hz. Peygamberin iç ve dış özellikleri.
    6. Mevlîd. Hz. Peygamberin doğumundan itibaren hayatının belli kesitleri.
    7. Siyer. Hz. Peygamberin hayatı ve savaşları.
    8. Sûrnâme. Büyük düğün törenleri.
    9. Gazavatnâme. Çeşitli kahramanların savaşları.
    10. Nasihatnâme. Öğüt verici kitaplar.
    11. Şehrengîz. Bir şehrin ve kişilerinin birçok yönden tanıtımı.
    12. Kırk Hadîs. Kırk adet hadîsin anlam ve açıklanması.
    13. Tarih. Tarih olayları.
    14. Seyahatname. Gezi yazıları..

    Divân edebiyatındaki türler bu kadarla bitmez. Müstakil kitap olmamakla birlikte divânlan dolduran şiirler de tür bakımından farklılık gösterirler. Tevhîd (Allah'ın varlığı ve birliğini anlatır), münacaât (Tanrı'ya yakarış), na't (Peygambere övgü), medhiye (bir büyüğün övgüsü), fahriye (şairin övülmesi), hicviye (birini veya bir şeyi yerme), mersiye (ağıt), lugaz (şiir bilmece); muamma (kişi adlan bilmeceleri), tarih (ebced hesabıyla yıl belirtme) bunlardandır.

    Divan edebiyatında nazım şekilleri de oldukça çeşitlidir. Nazım biriminin beyit oluşu, beyit sayısı ve kâfiyelenişine göre yeni nazım şekilleri ortaya koymuştur. Bu şekiller ya beyit esasına (msl. kasîde) veya bend esasına (msl. musammatlar) dayalı olurlar.

    Bu edebiyatın başlıca nazım şekillerini şöylece sıralayabiliriz:
    1. Kasîde (3399 beyit).
    2. Gazel (aşk, kadın, şarap konusunda 512 beyit).
    3. Müstezâd (bir uzun bir kısa dizeli gazel)
    4. Mesnevi (her beyit kendi arasında kafiyeli olmak üzere değişik uzunluktaki şiir).
    5. Terkîb-i bend ve Tercî-i bend (7-10 beyitlik bendler)
    6. Rubaî ve tuyuğ (4 dizeli kıta). Şarkı (bestelenmiş murabba)
    8. Musammat (bendlerden oluşan, dize sayısı 3-10 arasında değişen ve ayrı adlar altında gösterilen şiirler). Bunlardan başka az kullanılan müfred (tek beyit) ile azade (tek dize) yi de burada söyleyebiliriz.

    XIII. yy. dan XIX .yy.a gelesiye dek geçen altı asır içinde Divân edebiyatını yaklaşık tarihler vererek devrelere ayırabiliriz:
    1. Kuruluş devri: Türkçe kelimelerin daha çok kullanıldığı ve İran edebiyatı etkisinin yavaş yavaş kendini hissettirdiği dönem. Fatih zamanına dek (1451) sürer.
    2. Geçiş devri: Dilin Osmanlıca özellikleri gösterdiği ve şâirlerin edebiyatta köklü değişiklikler yaptıkları dönem. Yavuz zamanına dek (1512) sürer.
    3. Klasik devir: Divân edebiyatının yaklaşık bir asırlık ihtişam dönemi. Ahmed I. zamanına dek (1603) sürer.
    4. Sebk-i Hindî devri: Bir yandan klasik şiir devam ederken bir yandan da şiirimizde Sebk-i Hindî (Hind üslûbu) denilen bir akım kendini gösterir. Hindistan'da Babürlü Türk-Hind hükümdarlarının saraylarında gelişerek ortaya çıkmış bir tür olan Sebk-i Hindî'de aşırı süs ve sanata, fikri gizlemeye, uzayıp giden tamlamalara ve ince hayallere önem verilmiştir. Şeyh Galib'i dışta bırakırsak bu dönem Mehmed IV. zamanına dek (1748) sürer.

    Divan şiiri başlangıcından sonuna dek yüzlerce şâir yetiştirmiştir. Bu şâir ve yazarların en önemlilerinin adlannı yüzyıllar içerisinde şöyle sıralayabiliriz:

    13.Yüzyıl Divan Edebiyatı: Anadolu'da Divân edebiyatı XIII. yy. da Ahmed Fakîh ve Hoca Dehhanî ile başlar. Yüzyılın ikinci yansında ise Şeyyâd Hamza ve Sultan Veled vardır. Ancak bu yüzyılı -eserlerini Türkçe yazmış olmasa da- Mevlanâ ve -küçük bir mesnevisi ile Divân şairi sayabileceğimiz- Yunus Emre doldurur.

    14.Yüzyıl Divan Edebiyatı: XIV. yy. da dinî-tasavvufî, tarihi, ahlakî ve hamasi eserler dikkati çeker. Aşık Paşa, Gülşehri, Hoca Mesûd, Yusufi-Meddâh, Suli Fakîh, Şeyhoğlu Mustafa ve Mustafa Darir gibi isimler yanında da asnn en büyük şairi hiç şüphesiz Ahmedî'dir. Azerî Türkçesi ile eserler veren Kadı Burhanedîn ile Seyyid Nesimî ise Divân edebiyatının Osmanlı sahası dışındaki güçlü temsilcileridir.

    15.Yüzyıl Divan Edebiyatı: XV. yy.da ilk isim Ahmed-i Dâî'dir. Hemen arkasından bu çağın Şeyhü'ş-şuârası Şeyhi gelir. Bir müddet sonra gelecek olan Ahmed Paşa ise yer yer Şeyhi'yi de aşacaktır. Çağ içinde Necatî'nin yeri apayrıdır. O, Türk şiirinde dil ve öz bakımından yeni bir merhaledir. Diğer şairler içinde Avnî (Fatih), Adlî (II. Beyazıd), Cem Sultan, Harimî (Şehzade Korkut), Hümamî, Cemalî, Nişanı, Meliki, Mihrî ve usta şair Mesihî sayılabilir. Mesnevi sahasında ise Hamdullah Hamdî, Behiştî ve Revani vardır. Tacizâde Cafer Çelebi hem şiirde hem de düzyazıda ustadır. Düzyazı sahasında Sinan Paşa, Mercimek Ahmed, Ahmed Bican, Firdevsi-i Tavîl ve büyük tarihçi Aşıkpaşazade çağa damgalarını vururlar. Çağatay sahasında ise Ali Şir Nevaî'nin güçlü şiiriyle karşılaşırız.

    16.Yüzyıl Divan Edebiyatı: XVI. yy., Divân şiiri için bir ihtişam, bir gündoğumudur. Başta Fuzulî ve Bakî şiirdeki şöhretleriyle kendi çağlarından taşmışlardır. Düzyazılarıyla da önemli olan bu iki şair dışında geniş hayalleri olan Zatî, aşk ve rindliğin usta sözcüsü Hayalî, sade diliyle Nevi terkib-i bendiyle şöhrete erişen Ruhî bu yüzyılın usta şairleridir. Mesnevide Fuzulî, Taşlıcalı Yahya, Lamiî ve Kara Fazlî vardır. Emri, Figanî, Hayretî ve Hilye yazarı Hakani de önemli şairlerdendir. Bu çağ, düzyazı sahasında bir çeşitlilik ve bolluk içindedir. Sehî, Latifi, Aşık Çelebi, Hasan Çelebi, Beyani ve Ahdi, yazdıkları tezkireler ile; Lütfi Paşa, Hoca Sadettin, Gelibolulu Ali ve Kemalpaşazade tarihleriyle; Seydi Ali Reis ve Piri Reis denizcilikle ilgili eserleriyle; Feridun Bey de münşeatıyla Osmanlılarda düzyazının birdenbire genişlemesine yardımcı olmuşlardır.

    17.Yüzyıl Divan Edebiyatı: XVII. yy. Divân şiiri bir önceki yy.'ın sağlam temelleri üzerinde gelişir. Usta kasideci Nefî, Hikmet şairi Nabî, samimî edalı Şeyhülislam Yahya ve Sebk-i Hindi'nin ilk temsilcileri Nailî ile Neşatî bu çağın usta şairleridir. Diğer şairler arasında Bahaî, Fehîm, Sabit ve Nadiri ilk akla gelenlerdendir. Nesir sahasında yalın ve süslü eserler yan yana yürür. Bir tarafta Evliya Çelebi'nin Seyahatname'si karşısında ise Veysi'nin Siyer'i vardır. Katip Çelebi'nin geniş ilmî eserleri ile Naîmâ ve Peçevi tarihleri, Koçi Bey'in de Risâle'si önemli çalışmalardır. Nergisi ile Veysî'nin süslü düzyazıları çağa ayrı bir çeşni katmıştır. Tezkire yazarları olarak da Riyazi, Güftî, Rızâ ve Faizi'nin adlarını anmamız gerekir.

    18.Yüzyıl Divan Edebiyatı: XVIII. yy. da Divân şiiri İran edebiyatından uzaklaşıp bir parça mahallîleşir. İstanbul Türkçesinin büyük şairi Nedim, bütün Divân edebiyatı içinde dahi orijinal sayılır. Şeyh Galib ise Sebk-i Hindî'nin en güçlü temsilcisidir. Diğer şairler arasında Nazîm, Vehbî, Enderunlu Fazıl, Koca Ragıp Paşa, Sürurî, Fıtnat ve Haşmet sayılabilir. Düzyazı sahasında tarihçiler Silahdarzâde ve Raşid; tezkireciler de Salim, Safayî, Ramiz, Esrar Dede'dir. Değişik konularıyla Kani, İbrahim Müteferrika ve Giritli Aziz Efendi de dikkat çeken yazarlardandır.

    19.Yüzyıl Divan Edebiyatı: XIX. yy., Divân edebiyatının batı tesirindeki Türk edebiyatı karşısında çökmeye yüz tuttuğu dönemdir. Artık usta şair yok gibidir. Ancak eskinin tekrarı olabilecek Enderunlu Vasıf, İzzet Molla, Akif Paşa, Şeyhülislam Arif Hikmet, Leskofçalı Galib, Yenişehirli Avnî, Osman Nevres ve Kazım Paşa bu edebiyatın son temsilcileridir. Daha sonra yetişecek olan Şinasî, Ziya Paşa, Namık Kemal gibi şairler ise Divan edebiyatını çok iyi bilmekle beraber yıkılışına zemin hazırlayan ve yardımcı olan kişilerdir. Bu çağın nesir sahasında Şanizâde Atâullah ile Mütercim Asım ve tarihçi Es'ad efendi ünlü isimlerdir, Tezkireci olarak da Şefkat, Fatin ve Mehmed Emin Bey sayılabilir.

    Sonuç olarak, kendine özgü bir sanat anlayışı, sınırlı bir duygu ve şiir dünyası, sanatlı bir dili, İslam dini ve Tasavvufa dayalı bir düşünce örgüsü bulunan bu şekilci, kuralcı ve idealist edebiyat; yüksek bir değer taşıması, yer yer saf ve güzel örnekler ortaya koymasıyla, duygu ve heyecanlarıyla, ifade güzelliği ve diliyle, beyit ve dize yapısıyla, yoğun sanat, gücü ve söyleşiyle, altı yy.ı aşkın bir zaman Türk halkındaki sanat zevkinin en büyük bölümünü oluşturmuştur

  3. #3
    GARAGIZ - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik Tarihi
    31.07.2008
    Mesajlar
    2.041
    Konular
    545
    Beğendikleri
    0
    Beğenileri
    0
    Tecrübe Puanı
    672
    @GARAGIZ

    Standart

    Divan Edebiyatında Düzyazı (Nesir) Biçimleri

    Divan edebiyatı daha çok, şiir alanında geliştiğinden, düzyazı alanında şiir kadar yapıt ortaya konmamıştır. Bu alandaki yapıtlarda sanattan çok, öğreticilik esastır. Bundan dolayı; düzyazı, dili ve üslubu açısından üç ayrı bölüme ayrılır:

    1) Sade Nesir
    Halkı bilgilendirmek için, yalın, sanatsız bir dille yazılan yapıtlardan oluşur. Genel olarak tefsir ve hadis kitapları, din ve tasavvuf konularında yazılanlarla tarih, menakıpname ve destan niteliği taşıyan yapıtlar bu türdendir. Mercimek Ahmet'in Farsçadan çevirdiği "Kabusname" adlı yapıtı sade nesrin başarılı bir örneğidir.

    2) Orta Nesir
    Günlük konuşma dilinden ayrılmış, zaman zaman süslü nesrin niteliklerini taşımakla beraber; anlatılmak isteneni, anlaşılır bir şekilde ortaya koyan nesirdir. Öğretici bir amacı olan, bilim ve kültür konularında yazılmış yapıtların çoğu orta nesir niteliğini taşır.

    3) Süslü Nesir
    Hüner ve marifet göstermek amacıyla yazılmış, Arapça, Farsça sözcük ve tamlamalarla yüklü, "seci"lerin kullanıldığı, söz ve anlam sanatlarıyla dolu, bağlaçlarla uzayıp giden cümlelerle örülmüş, güç anlaşılır bir nesirdir. Divan edebiyatında süslü nesir türünün karşılığı olarak "inşa" sözü kullanılır. Süslü nesrin ilk örneğini "Tazarruname" adlı yapıtıyla Sinan Paşa kaleme almıştır.

    DİVAN EDEBİYATI DÜZYAZI BİÇİMLERİ
    Tarih - Vakayiname
    Tarih, geçmişteki belli bir dönemi anlatan, resmi niteliği olmayan yapıtlardır. Vakayiname ise Osmanlı Devleti'nin resmi tarihidir. Tarih yazarına "müverrih", vakayiname yazarına da "vakanüvis" denir. Silahtar Mehmet Ağa'nın "Tarih", "vakanüvis" göreviyle sarayda uzun süre çalışan Naima'nın "Naima Tarihi", Peçevi'nin "Peçevi Tarihi" adlı yapıtları bu türlerin başarılı örnekleri arasında yer alır.

    Tezkire
    Ünlü kişilerin yaşamöykülerinin toplandığı yapıtlardır. Biyografinin Divan edebiyatındaki karşılığıdır, ilk tezkire örneği, Ali Şir Nevai'nin, şairlerin yaşamlarını anlattığı "Mecalisü'n Nefais" adlı yapıtıdır. Latifi'nin şairlerin yaşamını anlattığı "Tezkiretü'ş Şuara" adlı yapıtı süslü nesir örneğidir. Sinan Paşa'nın "Tezkiretü'l Evliya" adlı yapıtı da evliyaların yaşamlarının yer aldığı bir tezkiredir.

    Seyahatname
    Yazarların gezip gördükleri yerlerden edindikleri izlenim ve bilgileri aktardıkları yapıtlardır. Amaç, gezilen yerlerin doğal güzelliklerini, toplumsal yaşamlarını, gelenek ve göreneklerini tanıtmaktır. Evliya Çelebi'nin "Seyahatname" adlı yapıtı bu türün en önemli örneklerinden biridir. Şeydi Ali Reis'in "Miratü'l Memalik"i hem bir seyahatname hem de bir anıdır.

    Sefaretname
    Osmanlı elçilerinin, bulundukları ülkelere ait bilgileri ve izlenimlerini içeren ve gezi yazısına benzeyen yapıtlardır. Yirmisekiz Çelebi Mehmet'in "Paris Sefaretnamesi" adlı yapıtı bu türün başarılı bir örneğidir.

    Siyasetname
    Devlet adamlarına yöneticilikle ilgili bilgiler veren yapıtlardır. Edebiyatımızda bu türün ilk örneği Yusuf Has Hacib'in mesnevi tarzındaki "Kutadgu Bilig" adlı yapıtıdır. Ayrıca Nizamülmülk'ün "Siyasetname", Lütfi Paşa'nın "Asafname" adlı yapıtları bu türün başarılı örneklerindendir.

    Münşeat
    Mektuplardan veya çeşitli konulardaki süslü nesir örneği olan düzyazılardan oluşan yapıtlardır. Nabi'nin özel-resmi mektuplarından ve değişik yazılarından oluşan "Münşeat" adlı yapıtı bu türün başarılı örneklerindendir

    Siyer
    Hz. Muhammed'in; hayatını anlatan yapıtlardır. Bu yapıtlarda Hz. Muhammed'in; dünyaya gelişi, peygamberliği, Miraç olayı, Hicret olayı, savaşları, mucizeleri ve vefatı derin bir heyecanla dile getirilir. Edebiyatımızda bu türün ilk örneği, Erzurumlu Darir'in "Siretü'n Nebi" adlı yapıtıdır.

  4. #4
    GARAGIZ - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik Tarihi
    31.07.2008
    Mesajlar
    2.041
    Konular
    545
    Beğendikleri
    0
    Beğenileri
    0
    Tecrübe Puanı
    672
    @GARAGIZ

    Standart

    Divan Edebiyatı Mazmunları

    Mazmun nedir?
    Anlam, kavram manalarına gelir. Edebiyatta, özellikle Divan Edebiyatı'nda bazı kavramları ifade etmek için kullanılan klişeleşmiş(kalıplaşmış) sözlere verilen addır. Mazmunlar benzetmeli, cinaslı ve nükteli sözlerdir.

    Örnek:
    Nergis: Göz
    Badem: Göz
    Keman: Kaş
    Ok: Kirpik
    Servi: Boy
    Serv-i Revan: Yürüyen sevgili
    Gonca: Dudak, ağız
    Yılan: Saç
    Gece: Saç
    İnci: Diş

    Daha önce hiçbir kimse tarafından söylenmemiş mazmunlara bikr-i mazmun denir.

    Divan Edebiyatının Mazmunları
    Divan edebiyatımız kimilerine göre klasik edebiyat, kimilerine göre eski edebiyat diye nitelendirilir. Divan Edebiyatımızın konusu geleneğin tespit ettiği değişmez yönleriyle ortaya çıkan aşktır. Aşk işlenmesi zorunlu olan bir konudur. Yani şair ister aşık olsun ister olmasın tanınmak istiyorsa mutlaka bunu işlemesi gerekir. Nasıl ki hayatta içkinin damlasını ağzına koymamış bir kimse, şiirlerinde bahsediyorsa meyhanenin güzelliğini anlatıyorsa. İşte bu, divan geleneğinin getirdiği zorunlu bir durumdur. Şair aşktan yabancı kalmaması ve aşkı kendine mihver yapması, kendini muhakkak aşık pozisyonunda göstermesi divan edebiyatında uyulması gereken bir şarttır. Divan Edebiyatında eline kalem alan genç, yaşlı, aşkı hiç tatmayanı, kadın-erkek, hükümdar, sadrazam kim olursa olsun aşk konusunu işlemek zorundadır. Aşkta işlenen sevgili ise tek tiptir. Bu sevgili tipi değişmez. Aşk konusunda söylemek istediğimiz; Divan Edebiyatı aşk merkezli kurulmuştur. Öyle ki aşk temi kaldırılacak olsa divanlar boşalır. geriye küçük bölümler kalır diyebiliriz.

    Divan Edebiyatında Sevgilinin Şekli Özellikleri, Tipi
    Divan Edebiyatı aşk, sevgili( Maşuk), seven ( Aşık) ve rakip arasında gelişen bir hadisedir. Sevgili genelde güzelliğiyle kaprisiyle aşığa hüküm eder durumdadır. Hüküm ve iradeyi elinde tutan sevgili ( maşuk) aşık için daima bir sultan, hükümdar veya sahip sıfatındadır. Aşk ise onun karşısında bir kul, köle veya Geda durumundadır. Konum farkı aynı kalmak şartıyla aşık, aşk derdiyle yatan bir hasta, sevgili ise dermanı kendinde bulunduran bir tabiptir. Veya aşık kendini maşukun zülüm ve kahrına bir kurban, onun öldürücü elinde bir şehit olarak tasavvur eder. Aşığına eziyet, cefa, naz, kahredici ilgisizlik ve vefasızlık divan şiirindeki sevgilinin değişmez özellikleridir. Aşık ise bunlara isyan etmeden kabullenen her cefayı bir lütuf gibi karşılan, aşkın yüksek bir ruh ve tevekkül terbiyesine ermiş bir aşık imajını verir. Bütün eziyet ve cefalara rağmen sevgiliden vazgeçmez.

    Gehi visalini anıp gehi firakını nabi.
    Ne yardan geçe bildik ne ihtiyar edebildik.

    Aşkta en korkulan ise sevgilinin eziyet ve cefadan vazgeçmesidir. Bu onun aşıktan yüz çevirmesi ve artık her şeyin her ümidin bitmesi demektir. Sevgilinin etrafındaki diğer aşıklar ise rakiptir. Rakipler yüzünden aşık, sevgilini karşısında gözden düşeceğinden korkar. Aşkın diğer halleri gibi kıskançlıkta tek taraflıdır.


    Kıskanan sadece aşıktır. Sevgilinin aşık'ı kıskanması asla söz konusu değildir. Aşığını mesut etmemek isteyen ondan ayrı kaldığında göz yaşı döken veyahut onunla birlikte sevincini paylaşan bir sevgili tipi Divan Edebiyatında yoktur.

    Aşık bütün ıstırap ve şikayetlerine rağmen aşkın terbiye edici tesirinden zevk duyar.

    Bela budur ki alıştı belalarınla gönül.
    Gamında gelsin dikbais-i meserret olur.

    Sevgilinin Fiziki Özellikleri
    Sevgilinin güzelliği Büt ve Cennet Hurisi gibi sıfatlar yanında Afet, Belay-ı Hüsn gibi isimlerle anılır. Sevgilinin özellikleri de gelenek tarafından belirlenmiştir. Şairler bu geleneği elverdiği çerçevede onların güzelliğini anlatırlar. Sevgili de bütün hususiyetleri kendinde toplayarak tek bir güzel afet özelliğine girer. Gelenek sevgilinin güzel tipini boyundan, saçlarından, gözünden, kaşından dudaklarına kadar bütün özelliklerini tespit etmiştir. İşlenişini ise şairler yapmıştır. Gelenekte sevgilinin boyu selvi ağacı gibi uzun, bir oyana bir bu yana sallanarak yürüyen ince belli ( Muy) uzun ve siyah saçlı ( asla sarışın ve kumral yok) yanakları gül gibi kırmızı, ayva tüylü ( Hal) bakışları, kılıç gibi keskin ( gamze) ok gibi yaralayıcı, bazen bakışları sevgiliyi öldürür. Kaşları oku atan birer yay, kirpikleri oktur. Daima sıhhatli yaşı civanlıktan öteye gitmez, ızdırap ve hüzün bilmez bir yapıdadır. Divan Edebiyatında maşuk, birkaç örnek dışında sevgilinin ölmesi söz konusu değildir. Bunun yanında aşık henüz olmamış bir tasavvur şeklinde kendi ölümünü söyler. Hatta kendi mezarından bahseder. Bu arada koku duygusu ile ilgili olarak da onun saçlarının misk kokusundan bahsedilir. Uzun boylu ve ince belli oluşunun yanında büst kısmı ön plana çıkar.

    Yanakları, alnı, saçı,kaşı, göz, kirpik, ağız, dudak, çene, dış hat, ben ve gerdan gibi unsurlar olarak sevgilini oluşturur. Divan Edebiyatı gül sevilen ile bülbül seven ve diken ( Rakip) mazmunları etrafında gelişmiş bir edebiyattır.


    Mazmunlar ve Divan Şiiri Estetiği

    Divan şiirinin, bir teşrifat halini almış aşk dairesinden başka, muhtevaca diğer yönleri de şekil dünyası kadar, başlangıcı İran Edebiyatı çıkan geleneğin devamlı tesir ve müdahalesi altında kalmıştır. Bu edebiyatın terbiyesini almış olan şair için geleneğin dışında bir şey tasavvur etmenin, onun tanımadığı, getirmediği başka şeyleri denemenin yollan kapalıdır. Geleneğin hükmü altındaki bu edebiyatta şairden şaire değişen ilham konuları, devirden devire farklılaşan şiir anlayışlan bahis konusu değildir. Ancak asırlar içinde mahallîleşmenin ağır bir yürüyüşle farkına vanlmadan geleneğe ilâve ettiği bazı unsurlardan söz edilebilir. Gelenek dış âlemde görülen her şeyi, yaşanılan her duygu ve her hayat tecrübesini değil, bunlar arasından yaptığı seçimin getirdiklerini şiire işlenecek konu olarak verir. Şairin bunlan bir tarafa bırakıp kendi başına ferdî olarak başka seçimlerde bulunması düşünülemez. Ona düşen, muhteva ve şekilde hazır bulunmayanı aramaya kalkışmaksızın sadece önüne geleneğin getirdiğini, hüner ve sanatını ortaya koyarak arının peteğini doldurduğu gibi işlemektir. Gelenek, divan edebiyatı asırlarında her yeni yetişen şairi, kendinden önce ne mevcut olmuşsa değiştirmeden onu devam ettirmeye, nesilden nesile devralınanı kabullenmeye mecbur kılmıştır. Bütün bu çağların anlayış ve itiyatları zemininde geleneğin süre getirdiğinin dışına çıkmak, sanatın dışına çıkmakla eş değerde bir mâna taşır. Şairin bu edebiyatın bünyesinde yer alabilmesi, bir şair olarak kabul görmesi için ilk şart geleneğe mutlak surette uyması, her şair gibi onun da kendisinden istenileni eksiksiz ve kusursuz olarak yerine getirmeye çalışmasıdır. Böyle hareket etmediği takdirde acemi ve ehliyetsiz bir şiir heveslisi sayılması veya bir çöğür şairi muamelesi görmesi kaçınılmazdır. Bu edebiyatın disiplinini kabul ettikten sonra şairden beklenen, kendisine geleneğin tanıdığı imkân ve sınırlar içinde, müesses değer ölçülerine en uygun ve en üst seviyede sanat göstermesidir.

    Bir şairin ele alabileceği konular, şiiri*nin dolaşabileceği ilham sahaları gelenek tarafından daha asırlar öncesinden seçilmiş olduktan başka, bunların hangi unsurlarla ve nasıl işleneceği de değişmez estetik prensiplere bağlanmıştır. Geleneğin sınırlı şekilde sunduğu konulardan birini şair. o zamana kadar be*nimsenmiş unsurları bir tarafa bırakarak onlar yokmuşçasına doğrudan doğruya kendi müşahedelerinin, kendi ferdî tesbitlerinin hazırladığı unsurlara dayanarak işlemek serbestlik ve cesaretini kendinde bulamaz.

    Divan şairi, kendisine geleneğin getirdiği hazır unsur ve malzemeden hareket etmek durumundadır. Belirli konular ve duygular etrafındaki bu hazır unsurlar divan şiirinin değişmez motiflerini meydana getirir. Bu motifler sisteminde şairin ele alacağı her unsur, geleneğin önceden belirlemiş olduğu ilgiler ve imajlarla kapalı bir daire teşkil eder. Bunlardan her birinin beraberinde başka neleri getireceği, nelerle birlikte ele alınacağı, çağrıştıracağı unsurlar, hangi imajlarla kullanılacağı önceden bellidir. "Gül" dendiğinde veya sevgilinin yüzünden bahsedildiğinde ardından nelerin geleceği, nelerin gelmesi gerekeceği başından bilinir. Devamlı okuduğu, elinden düşürmediği divanların terbiyesini almış olan şairin zihninde bunlar çoktan yerini almış ve hazır vaziyettedir. Şair motifler içindeki bu ilgileri parçalayıp unsurlan başka şekillerde başka yerlerde kullanarak gelenektekini bozamaz; asırlann getirdiği ve öğrettiği ne ise bütün bu hazır unsurları o çerçeveye göre İfade edip İşlemek mecburiyetindedir. Divan şiirinde her motif bir bağlı unsurlar grubudur. Bu grubun içinden herhangi bir unsur zikredildiğinde öteki unsurlar, biri yahut birkaçı ile onun beraberinde gelir. Bir motif bu gibi unsurlarla ne kadar çok yüklü olur*sa ifade o kadar "cemiyetli" olma meziyetini taşır. Burada serbest, herkeste başka başka olan bir çağrışım yerine, hadleri önceden belli ve her şairde beraberinde aynı unsurları getiren bir çağ*rışım mekanizması kendini gösterir. Her bir bağlı motif dairesinde neyin neyle beraber olacağı, neyin neyi takip edeceği önceden belirlenmiş bir çağrışımlar ağı. hangi şeyin hangi şeye benzetilebileceği başından tesbit edilmiş bir imaj örgüsü vardır. İşte motiflerdeki. biri söylenince ötekilerin de zihinde ve ifadede onun ardı sıra hazır bulunduğu bu bağlı unsurlar "mazmun" denen şeyi meydana getirir. Motiflerin bünyesinde mevcut bağlı unsurlar arasındaki belirli ve değişmez münasebeti ifade için mazmun terimi kullanılmıştır. Açık bir tarifi yapılmayan, lugatlarda gösterilen günümüz için yetersiz mânaların ötesinde yeni bir mâna almış bulunan bu sözle, bağlı unsurlar ve aralarında belirlenmiş münasebetlerin kastedilmekte olduğunu, divan şiirinin büyük bir âliminin şu ifadelerinde açıkça görmek mümkündür; "Klasik edebiyat çok defa muayyen mazmunlar etrafında dolaştığı için kelimeyi bulmak artık kolaylaşmış demektir.Birinci mısradaki lâle kelimesine nazaran ikinci mısrada da bir çiçek bulunması zaruridir.

    'Altın piyale' karînesiyle bu çiçeğin, san kadeh şeklinde ve şarap mazmununu ihtiva eden bir çiçek olması lâzım gelir. Bu vasıflan kendinde cemeden ise ancak 'nergis'tir. Çünkü divan edebiyatında çiçekler çok mahduddur. Nergisin bir ismi de zerrin kadehtir ve nergis daima mest, mahmur olarak tavsif edilir". "Bulacağımız kelime zülfe ait mazmunlardan olacak ve virane ve hazine ile münasebetdar bulunacaktır. Viranede hazineyi bekleyen ejderha tasavvuru aynı zamanda 'zülfe ait bir mazmun olup dilrübâ ile de kafiyedardır. Aranılan kelime de budur.Divan edebiyatı mazmunlarına nazaran denen' yokluktur. Öldürmek kelimesi ile bu mazmunun hakkı verilmiştir. Ancak öldürmek kelimesinde Ölüm ve fena mefhumlarından manada bir de kan' mânası vardır. Bunu ifade edecek kırmızı renk, ancak bize -dudağa aidiyeti şartıyla- lal, şarab, gonca mazmunlarını getirir"

    Mazmunun divan şiirinde bir motifteki bağlı unsur, yani biri zikredildiğinde diğeri de mutlaka onunla beraber gelen hazır unsurlar İlgisi demek olduğu, araştırmacıların dikkatinden kaçmış olan şu metinde de ayrıca görülür; "... Çünki erbâb-ı suhan. inşâd-ı nazm ü nesirde münasebet ve müşabehet arayıp o yolda sarf-ı mezâmîn eylediler. Yani her nerede 'gül' zikrettiler ise akabinde 'bül*bül' getirdiler. Hangi mahalde ki nâie-i uşşâkı feryâd-ı bülbüle nisbetle zikret*meyi murad eylediler ise nihâi-i kâmet-i mahbübu güle teşbih ile vird-i mezâmî-ni destelediler" (Ali Cemâleddin, Arûz-ı Türkî. İstanbul 1291, s. 116-1 171.)

    Bağlı unsurlar arasındaki münasebet açık yahut derece derece gizli olabilir. Mazmun sözünde kök mânası itibariyle bir gizlilik, gizli oluş kavramı vardır. Lugatlanmızın çoğunda mazmun kelimesine "mâna. meal. esas fikir" gibi divan şiirinde ifade ettiği hususu karşılamayan birtakım mânalar verilmiştir. Bununla beraber "bir şeyin diğer bir şeyin içinde olması" mânasını taşıyan zımn kelimesinden hareketle bazı lugatlarda "bir ifadenin içindeki gizli mâna" diye açıklanmak suretiyle bu kelimenin terim mânasına oldukça yaklaşıldığı görülmektedir: "Bir ma'nâyı hafiyi mutazammın olan kelimeye denir.


    Dikkatle anlaşılan ince ve dakîk mâna; bir söz ve ibareden çıkan gizli mefhum; iyi düşünülmüş ince manalı zarif söz, mazmun" (Ali Seydî, Resimli Kâmûs-ı Os-mânî, İstanbul1330, s. 948);

    "Bir şeyden zımnen anlaşılan mâna. mefhum, meâ!" (Hüseyin Kâzım Kadri,Türk Lügati, İstan*bul 1943, III, 3691)

    Tarifinin yapılmasına ihtiyaç görülmeksizin edebiyatçılar ve edebiyat tarihçileri tarafından çok defa kiişe söz, basma kalıp hayal veya mecazlı söz yerine kullanılagelen mazmun kavramının ne olduğu yahut ne olmadığı son zamanlarda münakaşa zeminine getirilmiş, bu konuda farklı düşünceler ileri sürülmüş*tür. Bunlardan bazılarında lugatlarda gösterilen mânaya göre izah şekli geti*rilmeye çalışılmış, bazıları meseleyi edebî sanatlar bakımından ele almış, aşağıdaki yazılardan sonuncusunda ise meselenin mahiyetine daha fazla yaklaşılmıştır.

    Mazmunda, bir ibaredeki kelimelerin ilk bakışta anlaşılan mânasının ardında gizli bir veya birkaç mâna vardır. Onunla ismi söylenmeden başka bir varlık veya hale işaret edilir. Esas söylenmek istenen şey arka plandadır. Bu gizlenmiş mâna. mazmunun bünyesindeki bağlı unsurlardan birinin veya birkaçının yardımı ile belli olur. Mazmun esas itibariyle daha çok. bir objenin veya bir halin kendisini söylemek yerine, bağlı unsurlarda mevcut vasıflarından birini veya daha fazlasını belirtecek ip uçarı verilmek suretiyle dolaylı bir şekilde ifade olunması demektir. Bir şeyi, adını anmaksızın onu çağrıştıracak yönlerini öne çıkararak gizli tutma mazmunun mekanizmasını meydana getirir.


    Mazmunda görünüşteki mânanın ötesindeki asıl mâna, ifadeye onu gizleyen bir hünerle yerleştirilir. Bu bakımdan mazmun kurmada edebî sanatların birinci derecede rolü vardır. Edebî sanatlar, arka plandaki mâna münasebetini kurma ve hissettirme yönünden mühim bir fonksiyon görürler. Mazmunlarda en başta teşbih, istiare, mürâât-ı nazîr ve hüsn-i ta'lîl, mecâz-ı mürsel ve tevriye yanında Telmih sanatı da başlı başına rol oynamaktadır. Mazmunda arka planın kurulması, çeşitli çağrışım unsurlarına ve karinelere ihtiyaç gösterdiğinden onun rükünleri bir mısra, çok defa da bir beyit hacminde yer kaplar.

    Mazmunlu bir ibarenin kelimelerinin sadece lügat mânasını bilmek mazmunda gizli olan şeyi anlamaya yetmez. Onu bulabilmek için başka şeylerin bilinmesine, her şeyden önce yeterli derecede bir divan şiiri kültürüne ihtiyaç vardır. Bir ifadenin sadece ön mânasına bakmakla mazmun atlanmış, oradaki estetik mesaj gözden kaçırılmış olur.


    Mazmunda gizli olarak ifade edilen şey, üzerinde düşünülerek ve okuyanın divan şiiri kültürünün derecesi nisbetinde çözülebilir.

    Mazmunu sembol ile karıştırmamalıdır. Sembol, birbirinden çok farklı yorumlarla mânalandırılabilirken mazmunda herkesçe aynı şekilde bulunabilecek belirli bir mâna vardır. Belirli tasavvurları taşıyan belirli kelimeler arasında kurulan bağlantı ile meydana gelen mazmunda şairin ne demek İstediği anahtarı belli bir şifre gibi çözülebilir. Mazmunlardaki esas mânayı bulmak divan şiiri kültürünün derecesi nisbetinde mümkündür. Mazmunları çözecek anahtarı ancak divan şiiri kültürü verir. Divan şiiri motifleri ve bunlardaki bağlı unsurlar tanındığı nisbette mazmunların dünyasına girmek mümkün olmaktadır.

    İfadeyi mazmuna dökmek şairde aranan baş meziyetlerdendir. "Bikr-i maz*mun" (mazmunda orijinallik) divan şairi için estetik bir ideal olduğu gibi onun sanat kabiliyeti için de bir değer ölçüsü sayılmıştır. Taşıdığı bağlı unsurları, benzeyen ile benzetileni, hatta kelimeleri bile aşağı yukarı olduğu gibi muhafaza etmek şartıyla bir mazmunu başkalarından farklı şekilde ifade edebilmek, ona yeni bir söyleyiş bulmak "nükte" sözü ile belirtilen bir meziyettir. Bazı lugatlarda mazmun için "nükteli, cinaslı, sanatlı söz" denmesi bundan dolayıdır. Arap ve Fars lugatlarında mazmun hakkında yer almamış bu mânalar Türk lugatçıları tarafından tesbit edilmiştir. Bu tariflerde "cinas" sözü ile anlatılmak istenen şey, malum lafız sanatı olmayıp mazmunda biri dış. öteki iç planda olmak üzere çift mâna bulunmasıdır. "Nâ-güfte"nîn (söylenmemiş) karşılığı olarak kullanılan "bikr" kelimesi mazmunu alışılmışın, söylenilegelenin ötesinde, başkalarında görülmedik tarzda kullanmayı belirtir ve buna bağlı olarak aynı zamanda buluş inceliği ve zarafet mânasını da taşır. Bu söz mazmunda şairin yaratıcı gücünü, orijinal olma kabiliyetini ifade eder. Başka şairterdekilerin bir tekrarı veya taklidi ve benzeri olmaktan çıkmış mazmunlar böyle bir tavsife lâyık görülmüştür.

    Mazmunu tek ve umumi bir çerçeve içinde görmek yerine değişik mazmun tiplerinden bahsetmek daha uygun olur. Bunlardan "basit" diye vasıflandırılabilecek mazmunlarda, bağlı unsurlar arasındaki sabit ve belirli münasebet kolayca kendini belli eder. "Gül" denince ardından hemen "bülbül'ün ortaya çıkması gibi aradaki bağlantının kolayca farkedilebileceği mazmunlar bu gruba girer. Bu tip mazmunlarda daha çok mürâât-ı nazîr. Hüsn-i ta'lîl ve mecâz-ı mürsel yapısı vardır. Dış mânanın ardında birden fazla mânanın ve birçok bağlı unsurun iç içe bulunduğu mazmunları da "karmaşık" mürekkeb. komplike mazmun olarak kabul etmelidir. Divan şiiri estetiğinde asıl makbul olan. Takdir uyandıran, taşıdığı addaki gizlilik kavramına uygun düşecek yapıdaki bu mazmunlardır.

    Mazmunlar için, gerçek hayattaki bir müşahedenin gösterdiği gerçek bir münasebeti ifade eden; esası gerçekte olmayıp sadece zihinde kurulmuş bir münasebeti belirten; cemiyetteki bir inanca, bir Örfe dayanan; öğrenilmiş bilgilere, önceden bir bilinene yönelik telmihler; objeyi başka bir obje ile benzerlik bakımından münasebetli kılan, bunlardan birini diğerinin yerine geçiren Teşbih-Benzetme, İstiare-Eğretileme ve mürâât-ı nazîr sanatı, me*câz-ı mürsel sanatı, Hüsn-i Talil, Tevriye sanatı ve diğer edebî sanatlar üzerine kurulu olmak üzere bir tip tasnif düşünülebilir. Ancak bir değil birçok sanatın bir arada yer aldığı mazmunların da bulunduğu ve bunların hiç de az olmadığı unutulmamalıdır.

    Başlangıçta, içindeki gizli mâna ve münasebet kolayca çözülebilen mazmunlar asırdan aşıra gittikçe kapalılık ve kesiftik kazanmış, hele "sebk-i Hindi" denilen üslûp estetiğinin tesiriyle bilhassa XVII. asırdan itibaren, anlaşılabilmek için okuyucudan ileri bir kültür ve divan şiiri bilgisi isteyen bir giriftliğe bürünmüştür.

    Mazmunlardaki esas maksadı ve ön mânanın ardında asıl söylenmek isteneni hakkıyla kavrayabilmek ve bulabilmek için ilk şart divan şiirinin imaj sistemini iyice tanımaktır. Divan şairleri bunu geçmişin büyük üstatlarını çok okumak suretiyle elde edebildikleri gibi okuyucunun da aynı yolu takip etmesi gerekir. Bir hocadan edinilen şifahî kültür yanında Hafız-ı Şirazi'nin Hafız divanı üzerindeki gibi şerhler, birtakım mazmun cedvelleri bu hususta ayrıca kılavuzluk etmekteydi. 20. asırda ülkemizde metin şerhinin müstakil bir üniversite disiplini haline gelmesiyle başlamış olan çalışmalar, Ferit Kam, Ali Nihad Tarlan gibi otoritelerin eser ve katkıları, yeni nesillerden araştırmacıların incelemeleri, mazmunların günümüz için kapalı kalmış dünyasının kapılarını aralamaktadır.

    Divan şiiri, mazmunların içindeki gizli âlemle temas kurabildiği ölçüde okuyucuya fikrî planda estetik bir zevk verir. Çeşitli, iç içe İmajlar, üslûp kıvrılışları, birbirini kovalayan çağrışımlar İçinden tattırdığı keşif zevki divan şiiri estetiğinin özellikleri başında gelir. Bu. divan şiirinin zihnf ve zevkte kültüre hitap eden yönünü meydana getirir.

    Divan şiirinin imaj sistemi yanında Kur'an-ı Kerîm, hadis, kelâm. İsiâm tarihi. İran mitolojisi ve astronomi de dahil olmak üzere Ortaçağ ilimlerine ait bilgilerle donanmış bir kültür, beraberinde mazmunlarda bunlara dair telmihlerin anahtarlarını da getirir.


    Ayrıca eski Osmanlı cemiyetini günlük hayatı ile. bunun içinde kıyafetten kullanılan eşyaya, çeşitli sosyal görüntü, âdet ve inançlarına kadar tanımış olmak, geçmiş yaşayıştan birçok akisler getiren bu mazmunlarda çok şeyi sezmekte yardımcı olacaktır.


    Hayattan uzak bulunduğu, kapılarını gerçek hayata kapamış olduğu sanılan, yahut böyle bir iddia ile tanıtılmaya çalışılan divan şiirinin tabanında nasıl bir sosyal hayatın bulunduğu, özellikle mazmunların ondan nasıl akisler taşıdığı ancak böyle bir hazırlıkla anlaşılabilir. Mazmunlar etrafında yapılan ciddi her yeni araştırma ile divan şiirinin farkedememiş yahut hiç görülmek istenmemiş bu cephesi artık kendini göstermeye başlamıştır.

    Divan şiirinin mazmun estetiği, kendi içinde olumlu yönleri yanında tenkidi davet etmiş aşırılıklara da zemin hazır*lamıştır. Her şeyi mazmuna dökmekte ifrat ve mazmunu giriftleştirme arzusu bu estetik ameliyeyi bir noktada bulmacaya döndürmüş, onu bir bilmece seviyesine indirmiştir. Divan şairlerinin mazmuna verdikleri değer ve mazmun düşkünlüğü dolayısıyla divan şiiri bir mazmun edebiyatı sayılmış, onların yaptıkları iş "mazmun avcılığından, diğer bir tabirle "mazmun -perdazlık'tan ibaret görülmüştür.

    Mazmunu meydana getiren bağlı unsurların belli ve bir noktada sınırlı oluşu divan şiirinin lugatına da tesir etmiş, dilin mazmunlar etrafında belirli bir kadro içinde kalmasına yol açmıştır. Buna mukabil mazmunu en ustalıklı bir şekilde kurabilmek endişesiyle her kelime titizlikle seçilmiş, her birinin çağnşım kabiliyeti dikkatle göz önünde tutulmuştur. Divan şiiri, mazmunlardaki belirli münasebetlerin çizdiği daire içinde hapsolurken öte yandan yine bunlar vasıtasıyla en ince en zarif buluş ve deyişlerini kazanır.

    Divan şiirinde mazmunlar, imajlar ne kadar hazır ve ortaklaşa unsurlar olursa olsun divan şairlerini aralarında fark bulunmayan, belirli ve değişmez bir şematizmin uygulayıcıları durumuna getirmemiştir. Malzemenin müşterek olmasına mukabil sanatta seviyesini bulmuş her divan şairi bunları işleyişte farklılık ve ayrı birer şahsiyet göstermiştir. Kullandıkları malzeme birbirinin aynı olduğu halde ne Baki ne Fuzuli ne Nefi ne Nedim Şeyh Galip birbirlerinin aynıdır. Nasıl ki beden ve iskelet yapısı ile aynı vücut teşekkülâtına sahip oldukları halde insanlar birbirlerinden ayrı bir görünüş ve çehrede iseler, divan şiirinin malzemece iskeleti hükmünde olan mazmun ve sabit imajların müşterek ve aynı olmasına rağmen şahsiyet sahibi olmuş her şair de bunları işleyiş ve ifadelendirişte birbirlerinden farklıdırlar. Kullandıkları mazmunların malzemesinin müşterek ve aynı oluşuna bakarak bütün divan şairlerinin birbirinin tıpatıp aynı şeyler söylediklerini sanmakla, röntgende beden hususiyetlerinin, dış görünüşe ait farkların silinip ortadan kalkması ile herkesin sadece aynı iskelet teşekkülâtında görünmesinden dolayı bütün insanların tamamen birbirlerinin benzeri olduğunu söylemek arasında fark yoktur.

    Sözü en çok edilen taraflarından biri olmakla beraber divan şiirinin mazmunları henüz etraflı ve derin incelemelerden mahrum bulunmaktadır. Farklı tip ve yapıda oldukları hissedilen bu mazmunların ciddi bir şekilde incelenmesin*den sonra onlar hakkında isabetli hüküm ve değerlendirmelere varmak mümkün olacaktır. Yalnız şu nokta da hemen belirtilmelidir ki bütün divan şiiri mazmunlardan ibaret içinde mazmundan başka bir şey bulunmayan bir edebiyat sanatı değildir. Çoğunluğu kuran bir unsur olmakla beraber onun yanında mazmun kadrosu içine sokulamayacak söyleyişler de yer almaktadır. Bunlara umumiyetle ya divan şiirinin icaplarına lâyıkıyla ayak uyduramamış şairlerde, yahut yüksek seviyeli şiirleri, kullandıkları kuvvetli mazmunları ile kendilerini ispatlamış üstatlarda rastlanır. Sanatlarına her bakımdan hâkim olan bu şairler kendilerinde mazmun dışına çıkmak cesaretini bulmuşlardır. Bu mazmun dışı ifadeler çok defa şairin en samimi ve tabii ifadelerini meydana getirir. Divan şiiri bunlarda çok defa en seçkin, en unutulmaz mısralarına yükselir. Namık Kemal 'in birçok yönlerinden cephe aldığı divan şiirinde, "sade fikir" diye bir ölçü ile adlandırıp o kadar beğendiği ifadeler ekseriya bunlardır.

  5. #5
    GARAGIZ - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik Tarihi
    31.07.2008
    Mesajlar
    2.041
    Konular
    545
    Beğendikleri
    0
    Beğenileri
    0
    Tecrübe Puanı
    672
    @GARAGIZ

    Standart

    Aruz Ölçüsü (Aruz Vezni)

    Aruz, Arapça bir kelimedir ve "Çadırın ortasına dikilen direk" anlamına gelir. Bir edebiyat terimi olarak "hecelerin uzunluk ve kısalıkları temeline dayanan nazım ölçüsü" demektir.

    1. Aruz ölçüsü ilk olarak Arap edebiyatında kullanılmıştır. Daha sonra İran Edebiyatı'na geçen bu ölçü, 11. yüzyıldan itibaren Türk şairlerince de uygulanmaya başlanmıştır.

    2. Rahat kullanılabilmesi için bol miktarda uzun heceye ihtiyacı olan bu ölçü, aslında Türkçe'nin kelime yapısına uygun değildir. Bu yüzden Aruzu ilk defa kullanan Karahanlılar Türkçe'nin kelimelerini bozarak kısa heceleri uzun okuma yoluna gitmişlerdir. Zamanla bu da yeterli olmamış; şairler, Arapça ve Farsça kelimeleri sık sık kullanmaya başlamışlardır. Bu durum, Türk dilinin kelime hazinesinin giderek yabancı kelimelerle dolmasına yol açmış, böylece şairlerin güzel kullanışlarından mahrum kalan Türkçe, anlam ve kavram bakımından yoksullaşma tehlikesiyle karşı karşıya kalmıştır. Diğer yandan Türkçe, aldığı bu yabancı kelime ve kavramları Türkçeleştirdiği zaman güçlü bir dil olmuştur. Aruzla birlikte, halk arasında yaşamaya devam eden milli şiir ölçümüz hece, bu yoksullaşmayı bir ölçüde durdurmuş ve Türkçe kendi geleneği içinde varlığını sürdürmüştür.

    3.1908'den sonra şairler arasında başlayan aruz hece tartışması, hecenin zaferi ile sonuçlanmış; ancak Divan Edebiyatı nazım ölçüsü olan aruzun da artık bir Türk şiir ölçüsü olduğu kabul edilmiştir.

    4. Aruz ölçüsü daha çok Divan Edebiyatında kullanılır.

    5. Aruzla yazılan ilk Türk eseri Yusuf Has Hacib'in yazdığı Kutadgu Bilig'dir.

    6. Aruz XI. asırdan beri heceyle beraber kullandığımız ölçüdür. Bu ölçü zamanla Türkçe'ye en iyi şekilde uygulanmış. Mehmet Âkif Ersoy, Yahya Kemâl Beyatlı, Faruk Nafiz Çamlıbel gibi şairlerimizin elinde ustalıkla kullanılmıştır.

    Not: Aruz ölçüsünün temeli, hecelerin uzun ve kısa olmaları özelliğine dayanır. Ölçünün doğru bulunması için önce mısradaki hecelerin değerinin tespit edilmesi gerekir. Aruz vezninde heceler iki şekilde değerlendirilir.

    Açık / kısa heceler ( . ) ( v ) | Kapalı / uzun heceler ( - )

    1.Açık / kısa heceler :
    1. Ünlülerle biten hecelerdir.
    2. Bu heceler aruz incelemesinde ( . ) ve ( v ) işaretleriyle gösterilir.
    3. Açık - kısa hecelerin ses değerleri "yarım" kabul edilir.

    2. Kapalı / uzun heceler: Tam ses değeri taşıyan hecelerdir.
    1. Ünsüzlerle ve dilimize Arapça ve Farsça'dan geçmiş uzun ünlüler (â, î, û )'le biten hecelerdir.
    2. Bu heceler aruz incelemesinde (-) işaretiyle gösterilir.
    3. Kapalı- uzun hecelerin ses değeri "tam"dır.

    Not 1: Arapça ve gelme Farsça'dan gelme uzun ünlülerle kurulan ( âb, ûl.) gibi iki sesli hecelerle; ( rûy, rûy, cûy.) gibi üç sesliler yerine göre, aruzda bir buçuk hece değerinde tutulur ve (- . ) işaretiyle gösterilir. Yine bu dillerden gelen iki ünsüz bitişik düzende olan (aşk, ahd.) gibi heceler de, yerine göre bir buçuk hece değerinde kabul edilir.

    Not 2: dize sonundaki bütün heceler uzun - kapalı ( - ) hece kabul edilir. Yani dize sonundaki ses ister uzun ister kısa olsun, mutlaka uzundur.

    1- Aruz ölçüsünde heceler açık (kısa), kapalı (uzun) ve medli (uzatılmış) hece olmak üzere üçe ayrılır.

    2- Başlıca tef'ileler şunlardır:


    Fa' (-)
    Fe ul (. -)
    Fa' lün (- -)
    Fe i lün (. . -)
    Fâ i lün (- . -)
    Fe û lün (. - -)
    Mef û lü (- - .)
    Fe i lâ tün (. . - -)
    Fâ i lâ tün (- . - -)
    Fâ i lâ tü (- . - .)
    Me fâ i lün (. - . -)
    Me fâ î lün (. - - -)
    Me fâ î lü (. - - .)
    Müf te i lün (- . . -)
    Müs tef i lün (- - . -)
    Mü te fâ i lün (. . - . -).

    Burada tef'ilelerle parantez içindeki hecelerinin değerlerinin aynı olduğuna dikkat ediniz.

    Bu temel parçaların birleşmesinden 8 ana kalıp ortaya çıkmıştır:
    1.fa'ûlün (fe'ûlün) (._ _)
    2.fâ'ilün, fâ'ilât (_._)
    3.mefâ'ilün (._._)
    4.fâ'ilâtün (_._ _)
    5.müstef'ilün (_ _._)
    6.mef'ûlâtü (_ _ _ .)
    7.müfâ'aletün (._.._)
    8.mütefâ'ilün (.._._)

    Her beyitte en az dördü bulunan bu parçalara tef'il, tef'ile ya da cüz adı verilir.

    3- Aruz vezninde tef'ileler heceleri bölebilir. Hece ölçüsündeki gibi okuyuşta tef'ilelerde durgu yapılmaz.

    4- Aruz vezninde hecelerin kısalığı ve uzunluğu esas olduğu için bazı Türkçe kelimeler kısa olduğu halde vezin gereği uzun okunur; buna imale denir. İmale kısa heceyi uzun yapar. Arapça ve Farsça kelimelerdeki bazı uzun seslerin vezin gereği kısa okunmasına da zihaf denir. Zihaf ise imalenin tersine uzun heceyi kısa yapmayı sağlar. Hece ölçüsünde böyle bir mesele yoktur. Türk edebiyatında imale çok sayıda bulunmakla beraber zihaf kusuru hoş karşılanmadığı için çok az yapılmıştır.

    5- Farsça tamlama eki olan "-i" ile "ve" anlamındaki "ü, vü" bağlacı vezin gereği uzun da kısa da olabilir.

    6- Medli heceler hafif bir "i, ı" sesi varmış gibi okunur. Bahâr kelimesi bahâr[ı], eşkden kelimesi ise eşk[i]den şeklinde söylenmelidir.

    7- Feilâtün / Feilâtün / Feilâtün / Feilün kalıbıyla yazılan şiirlerde ilk tef'ile bazı mısralarda Fâilâtün, son tef'ile ise Fa'lün olabilir. Bu sadece bu kalıba özgü bir durumdur. Bu kalıpla yazılan şiirlerde başta imale yapmaya gerek yoktur. Farklı tef'ile parantez içinde hemen altında gösterilir.

    8- Türkçe kelimelerle aruz veznindeki başarı Muallim Naci ile başlamış olup Türk aruzu Tevfik Fikret, Yahya Kemal Beyatlı ve Mehmet Âkif Ersoy tarafından gerçekleştirilmiştir. Hatta Mehmet Âkif o kadar başarılı olmuştur ki bir çok kişi İstiklâl Marşı'nın hece ölçüsüyle yazıldığını zanneder. Oysa bu marş aruzun "Fe i lâ tün / Fe i lâ tün /Fe i lâ tün /Fe i lün" kalıbıyla yazılmıştır.

    9- Aruzla yazılan bir şiirin hece sayısı bazan eşit olabilir. Mısralardaki açık kapalı dizilişinin aynı olması o şiirin aruzla yazıldığın gösterir.

    Cânı cânânı bütün vârımı alsın da Hüdâ (15 hece)
    Etmesin tek vatanımdan beni dünyada cüdâ (15 hece)

    10- Sessiz bir harfle biten kelime vezin gereği açık olması gerekirse, kendinden sonra sesli ile başlayan bir hece varsa birinci kelimenin sonundaki harf, ikinci kelimenin ilk hecesine ulanır. Buna ulama denir. Ulama kapalı heceyi açık yapar. Ulama genellikle yapılır; fakat her zaman yapılmak mecburiyetinde değildir.

    11- Servet-i Fünun edebiyatçıları bir şiirde değişik aruz kalıpları kullanmak suretiyle serbest vezne zemin hazırlamışlardır. Cenap Şahabetin'in "Elhân-ı Şita" adlı şiiri bu şekilde yazılmıştır. Bu şiirdeki bazı mısralar Feilâtün / Mefâilün / Feilün, bazı mısralar ise Mef'ûlü / Mefâîlü / Mefâîlü / Feûlün kalıbıyla yazılmıştır.

    12- Bir şiirin vezni en az iki mısradan hareket ederek bulunabilir. Tek mısraa bakarak vezin bulunmaz.

    13- Bir şiirin vezni bulunurken şu işlemler yapılır:

    a) Veznini bulacağımız mısraların hecelerindeki uzun seslilere dikkat ederek yazmalıyız.

    b) Önce mısralardaki hecelerin açık mı kapalı mı oldukları tesbit edilir.

    c) Medli hece olup olmayacağı özellikle kontrol edilmelidir. Bu ihmal edilirse bir mısradaki hece değeri eksik çıkar. Mısralardaki heceler sayılarak medli hece olup olmadığı konusunda bir ipucu yakalayabiliriz.

    d) Hecelerin açık kapalı değerleri karşılıklı kontrol edilir. Önce imkân varsa ulama, yoksa imale yapılır. Zihaf çok az bulunduğu için en sonra o ihtimal düşünülür.

    e) Hecelerin karşılaştırılması yapıldıktan sonra açık kapalı değerleri çizgi ve nokta şeklinde ayrı bir yere geçilir. Mısra sayısına göre tef'ile sayısı tahmin edilmeye başlanır. İlk tef'ile en az heceden oluşur. Genelde az heceli Fa', Fe i lün, Fâ i lün gibi tef'ileler sonda bulunur.

    f) Yazılan aruz kalıbı ile işaretler arasında uyum olmasına dikkat etmelidir.

    ARUZ KALIPLARIYLA İLGİLİ UYGULAMALAR

    1. Fâilâtün / Fâilâtün / Fâilâtün / Fâilün

    Saçma ey gö/z eşk[i]den gön / lümdeki od / lare su

    _ . _ _ / _ . _ _ / _ . _ _ / _ . _

    Kim bu denlü / tutuşan od / lare kılmaz / çâre su

    _ . _ _ / _ . _ _ / _ . _ _ / _ . _ Fuzûlî

    2. Fâilâtün / Fâilâtün / Fâilün

    Dinle neyden / kim hikâyet / etmede

    _ . _ _ / _ . _ _ / _ . _

    Ayrılıklar / dan şikâyet / etmede

    _ . _ _ / _ . _ _ / _ . _ Nahifî

    3. Feilâtün / Feilâtün / Feilâtün / Feilün

    (Fâilâtün) (Fa'lün)

    Hani ol gül / gülerek gel / diği demler / şimdi

    . . _ _ / . . _ _ / . . _ _ / _ _

    Ağlarım hâ / tıra geldik / çe gülüştük / lerimiz

    _ . _ _ / . . _ _ / . . _ _ / . . _ Mâhir

    4. Feilâtün / Feilâtün / Feilün

    (Fâilâtün) (Fa'lün)

    Ne Süleymân / ne Selîm'in / kuluyuz

    . . _ _ / . . _ _ / . . _

    Hazret-i Rab / b-i rahîmin / kuluyuz

    _ . _ _ / . . _ _ / . . _ Esrar Dede

    5. Mefâîlün / Mefâîlün / Mefâîlün / Mefâîlün

    Anı hoş tut / garîbindir / efendi iş / te biz gittik

    . _ _ _ / . _ _ _ / . _ _ _ / . _ _ _

    Gönül derler / ser-i kûyun / da bir dîvâ / nemiz kaldı

    . _ _ _ / . _ _ _ / . _ _ _ / . _ _ _ (Hayâlî)

    6. Mefâîlün / Mefâîlün / Feûlün

    Geçer firkat / zamânı böy / le kalmaz

    . _ _ _ / . _ _ _ / . _ _

    Sağ olsun sev / diğim Mevlâ / kerimdir

    . _ _ _ / . _ _ _ / . _ _ Nâilî

    7. Mefâilün / Feilâtün / Mefâilün / Feilün

    Cihânda â / şık-ı mehcû / r[ı) sanma râ / hat olur

    . _ . _ / . . _ _ / . _ _ _ / _ . _

    Neler çeker / bu gönül söy / lesem şikâ / yet olur

    . _ . _ / . . _ _ / . _ . _ / _ . _ Şeyhülislâm Yahya

    8. Mef'ûlü / Mefâîlü / Mefâîlü / Feûlün

    Ağlatma / yacaktın yo / la baktırma / yacaktın

    _ _ . / . _ _ . / . _ _ . / . _ _

    Ol va'de / -i tekrâr[ı] / -be-tekrârı / unutma

    _ _ . / . _ _ . / . _ _ . / . _ _ Esrar Dede

    9. Mef'ûlü / Fâilâtü / Mefâîlü / Fâilün

    Gül hasre / tinle yolla / ra tutsun ku / lağını

    _ _ . / _ . _ . / . _ _ . / _ . _

    Nergis gi / bi kıyâme / te dek çeksi / n intizar

    _ _ . /. _ _ . / . _ _ . / _ . _ Bâkî

    -----------------------------------------------------------------------

    Aruz, Arap Edebiyatı'nda manzum sözlerdeki ahenk ölçülerini öğreten ilmin adıdır. Hecelerin uzunluk ve kısalıklarına göre düzenlenmiş bir vezindir. Bu vezin Arap'lardan İran'lılara, onlardan da bize geçmiştir.

    İranlılar İslâmiyet'i kabul edince, Arap kültürünün de büyük tesiri altında kaldılar. Şiirde, Arap'ların kullandığı nazım ölçüsü olan aruz'u kullanmaya başladılar. Ancak Arap'ların kullandıkları aruz ölçüsünü olduğu gibi kabul etmediler. Kendilerine göre bir ayıklamaya tabi tutarak kulaklarına hoş, tabiatlarına uygun gelenleri seçtiler ve kullandılar. Aruz vezni, 5-11 inci yüzyıllarda Hakaniye Türkçesi'ne, 7-13 üncü yüzyıllarda Anadolu Türkçesi'ne, 8-14 üncü yüzyıllarda Çağatay ve Azeri Türkçesi'ne girmiş ve zamanımıza kadar bir çok şiirler yazılmıştır.

    11-17 inci yüzyıllar arası ve sonrası bu vezinde edebiyatımızın (Anadolu Türkçesi dönemi) bazı aruz şairleri ile bazı halk şairleri birbirlerinden karşılıklı olarak etkilendiler. Bir kısım divan şairleri hece vezniyle, bir kısım saz şairleri de aruz vezniyle şiirler söylediler. Milli Edebiyat döneminde ve zamanımızda ise şairler aruz veznini bırakarak hece veznine ve serbest tarza yöneldiler.

    Aruzda heceler uzun ve kısa olarak ikiye ayrılır. Uzun heceler çizgi (-), kısa heceler nokta (.) ile gösterilir. Uzun ve kısa heceler çeşitli biçimlerde yan yana gelerek kalıpları oluşturur. Bu kalıplar yan yana geliş biçimlerine göre, failatün, failün, mefailün ve benzeri değişik adlarla anılır. Aruz ölçüsüyle şiir yazmak için sözcükleri bu kalıplara uydurmak gerekir. Aruzda sözcükleri ses özelliklerini bozmadan kullanmak her zaman olanaklı değildir. Bu yüzden heceleri kimi zaman uzun, kimi zaman da kısa okumak gerekir. Sık rastlanan bu iki duruma imale (uzun okuma) ve zihaf (kısa okuma) denir. Zihaf, aruzda kusur sayılır.

    Aruz ölçüsünde hece ölçüsündeki duraklar yoktur. Dizelerdeki hece sayıları eşit olmayabilir. Dize sonlarındaki heceler kısa da olsa uzun kabul edilir. Aruzda bir sözcük sessiz biter, ondan sonra gelen sözcük sesli harfle başlarsa, bu sesli harf birinci sözcüğün sonundaki sessiz harfi kendisine çeker. Böylece birinci sözcüğün sonundaki sesiz harfle biten uzun hece kısa hece durumuna gelir. Bu duruma da vasl (ulama) denir.

Etiketler

Yetkileriniz

  • Konu Acma Yetkiniz Yok
  • Cevap Yazma Yetkiniz Yok
  • Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
  • Mesajinizi Degistirme Yetkiniz Yok
  •  

Giriş

Giriş