A) XVI. Yüzyılın Siyasi ve Sosyal Durumu
XVI. yüzyıl her yönüyle Osmanlı için bir altın çağdır. Bu devirde devletin sınırları üç kıtaya yayılarak Türk tarihindeki en geniş sınırlara ulaşmış kudret ve zenginlikte üstünlüğü övülecek duruma gelmiştir. Devlet adamları zeki, dürüst, ahlaklı, adil ve yetenekli kişilerdir. Ordu ve donanama tam manasıyla bir disiplin içindedir. Ekonomik durum yerli yerinde, halkın geliri ve rahatı gayet iyidir. (SOYSAL, 2002, s.379).
XVI. yüzyılın olaylarını şöyle sıralayabiliriz:
Osmanlı Devletinin başına geçen Yavuz Sultan Selim ilk seferini doğu sınırlarında durmadan karışıklık çıkaran Şah İsmâil üzerine düzenler. Safevî Devleti’nin başında bulunan Şah İsmâil, Türk asıllı olduğu halde siyasi emelleri uğruna doğu Anadolu halkını bölüp ayırmaya uğraşmaktadır. Yavuz Sultan Selim, Osmanlı Devleti’ni uzun süre uğraştıran Şah İsmâil’i ( 23 Ağustos 1514) Çaldıran’da yener. Böylece imparatorluk için manevi bir tehlike olan Şîî-Safevî propagandasının önüne geçer. (TDEK, 1992,s.13).
Yavuz Sultan Selim’in Çaldıran’da kazandığı bu zafer devletin başarılar zincirinin başlangıcı olmuştur. Bu seferin ardından Ridâniye (1517) ve Merc-i Dâbık (1516) zaferleriyle Suriye, Filistin, Hicaz ve Mısır Osmanlı ülkesine katılır. Ayrıca Ramazan Oğulları ve Dulkadir Oğulları gibi önemli merkezlerde Maraş, Mardin, Kayseri, Diyarbakır, Adana ve çevreleriyle birlikte Osmanlı ülkesine katılmıştır.
Osmanlı Devleti’nin Doğu’da kazandığı bu başarıların önemli bir sonucu olarak İslam dünyasında egemenliğin sembolü olan “Halifelik” Osman Oğulları ailesine geçmiştir. 10 Temmuz 1517’de Mekke Emiri, Mekke ve Medine’nin ana hatlarıyla Mukaddes Emanetler ve Peygamberimizin bayrağı olan Sancak-ı şerîf’i teslim eder. (İSLAM, 1992, s.96).
Yavuz Sultan Selim’in 21 eylül 1520 gecesi vefat etmesi üzerine Sultan Süleyman Han 30 Eylül 1520’de tahta çıkar. Sultan Süleyman Han hukuka bağlılığı ile ünlüdür. Adildir. Zulme sapanları affetmez. Devlet memurlarını geçerli bir gerekçe olmadıkça azletmez, mutlaka haklı sebeplere dayandığı zaman azlederdi. Kanuna ve adalete bu derece düşkün olması sebebiyle ona “Kanûnî” unvanı verilmiştir. Avrupalılar arasında ise “Muhteşem Süleyman” ve “Büyük Türk” diye anılmaktadır. (GÜNENSAY, 1943, s.142)
Osmanlı İmparatorluğu Yavuz Sultan Selim’den sonra oğlu Kanûnî Sultan Süleyman zamanında da muazzam kudret ve hakimiyetini devam ettirdi. Hem doğuda hem batıda fakat bilhassa batıda önemli başarılar kazandı . Kırk altı yıllık saltanatı döneminde Avrupa seferlerine ağırlık verildi. 1521’de Belgrat, 1522’de Rodos Kalesi fethedildi. Macaristan üzerine düzenlenen sefer başarıyla sonuçlanır ve 1526’da Budin teslim alınır. 1529’da yapılan seferde Viyana kuşatılır. 1532’de Almanya seferine çıkılır. Kanije ve Temeşvar alınır, Avrupa’yı bölmek için 1537’de Fransızlara “Kapitülasyon” olarak adlandırılan ticari müsaadeler verilir. (İSLAM, 1992, s.92).
Osmanlı Devleti üç kıtayı kendisine bağladığı gibi denizler üzerindeki hakimiyetini de başarıyla sağlamıştır. Daha Yavuz Sultan Selim zamanından itibaren büyük denizci Barbaros Hayrettin ile birlikte Cezâyir ve Tunus’un Osmanlı Devletine bağlanmasıyla denizlerdeki hakimiyet başlamıştır. Preveze Deniz Zaferiyle birlikte Akdeniz bir iç deniz haline getirilmiştir. Kemal Reis, İlyas Reis, İshak Reis, Oruç Reis, Hızır Hayrettin Reis ( Barbaros Hayrettin Paşa), Pîrî Reis, Uluç Ali Reis, Turgut Reis, gibi namlı kaptanlar Cebre, Cezayir, Tunus, Sakız, Korsika Adası ve Trablusgarb’ı Osmanlı topraklarına kattılar. Osmanlı denizcileri XVI. yüzyılın başında itibaren Hind sularında da görülmeye başladılar. (İSLAM, 1997, s.97).
Fakat önce Kıbrıs Lepant malubiyeti daha sonrada İran ve Avusturya savaşları bu muazzam askeri ve siyasi kuvvetin yükseldiği yerden aşağıya düşmeye başladığına birer işaret oldu.
Kanûnî’nin ölümünden sonra Sultan II. Selim Osmanlı tahtına geçmiştir. II. Selim devlet işleriyle uğraşmaktan çok kadın, kız ve içki sohbetlerine düşkündü. Sultan II. Selim devrinde Sokulu Mehmet Paşa’nın tedbirli yönetimiyle devletin bütünlüğü ve ihtişamı sürmüş ama yüzyılın sonunda çok değişik ırk, dil ve dine mensup toplulukların oluşturduğu Osmanlı Devleti’nde bazı aksaklıkların, yanlışlıkların ortaya çıkmaya başladığı, alınan bazı tedbirlere rağmen açık bir şekilde görülmeye başlamıştır. (TDEK,1992,s.131)
Askeri ve idari Osmanlı kurumları özellikle Sokulu Mehmet Paşanın ölümünden sonra süratle bozulmaya başladı. Bu zorluklar o dönemdeki bazı mütefekkirler ve tarihçiler tarafından görülmüş ve tehlikenin büyüklüğü az çok hissedilmiş olduğu halde imparatorluğun dıştan görünen göz kamaştırıcı parlaklığı içinde bunlar esaslı bir şekilde göze çarpmamıştır. (BANARLI, 1998, C.1,s.516)
Sultan II. Selim zamanında devletin büyüklüğü ve ihtişamı belirli bir süre daha devam eder. Kuşkusuz bunda vezir-i azam Sokulu Mehmet Paşa’nın payı büyüktür. Bazı tedbirler alınsa da aksaklıklar kendini XVII. yüzyılda göstermiştir.
Sultan II. Selim zamanında daha çok deniz muharebeleri yapılmıştır. Kıbrıs’ın fethi, İnebahtı yenilgisi, Batı Avrupa topluluklarının Osmanlıya bağlanması devrin önemli hadiseleridir. Sultan II. Selim zamanında devletin kaderini değiştirebilecek üç projeye başlanır. Süveyş kanalının açılması, Karadeniz’i Hazar denizi ile birleştirecek kanalın açılması ve Marmara ile Karadeniz arasında İznik ve Sapanca gölleri ile Sakarya’yı birbirine bağlayacak kanalların açılması fakat bu projelerin ortak bir olumsuz yanı olmuştur ki buda hiçbirinin tamamlanamamış olmasıdır.
Sultan II. Selim’in 1571 yılında vefat etmesi üzerine Osmanlı tahtına Sultan III. Murad Han çıkmıştır. Bu dönemde de yine Sokullu Mehmet Paşa vezîr-i azam görevinde bulunmaktadır. Yalnız eski gücünün kalmadığı görülmektedir. 1577’de Sokullu Mehmet Paşa’nın itiraz etmesine karşılık Lala Mustafa Paşa komutasındaki ordu İran seferine çıkmıştır. Safevi devleti ile zorlu savaşlar yapılmış barış ise ancak savaşın başlamasından on üç yıl sonra 1590’da yapılmıştır.
1595’de vefat eden Sultan III. Murad Han yerine Sultan III. Mehmet Han tahta çıkmıştır. Bu arada aldığımız Estergon Kalesi de geri verilmiştir. Padişah sefere çıkar ve Macar ovasına girilir. 1596’da Eğri kalesi fethedilir. Haçova zaferi bu asırda Osmanlı Devleti’nin kazandığı son zafer olmuştur. (İSLAM, 1992,s.96).
XVI. asır Osmanlı Devleti’nin zirveye ulaşması ve hemen ardından duraklama devresine girmesi ve düşüşe geçmesine karşın Safevîler ve Bâburlular (Hind Timurî) bir yükseliş devresine girmişledir. İran ve Azerbaycan’da siyasi ve askeri hakimiyet kuran Safevî Devleti’nin kurucu olan Şah İsmâil çok kısa bir süre içinde Ceyhun nehrinden Basra Körfezine ve Afganistan’dan Fırat nehrine kadar büyük bir alanı alarak buralara hakim oldu. İran, Horosan ve Azerbaycan Safevî hakimiyeti altına girdi. Fakat Şîî olan Safeviler ile Sünnî olan Osmanlılar arasında manevi zıddiyet nihayet Şah İsmâil’in orduları ile Yavuz Sultan Selim’in ordularını karşı karşıya getirince Yavuz’un 23 Ağustos 1514’te kazandığı Çaldıran Meydan Muharebesi ile Şah İsmâil’in Safevî hakimiyetine tamamen son verilmekle birlikte bu devletin bir İran devleti halinde yaşaması gibi bir netice ortaya çıktı. Nihayetinde büyük Safevî Devleti son buldu. (GÖNENSAY, 1943,s.143)
XVI. asır sadece Anadolu’daki gelişmelerle kalmamış bu dönemde Ortaasya’da da önemli hadiseler meydana gelmiştir. Türkistan’da hakimiyet kuran Timûr hanedanının çocukları bu dönemde Türkistan’daki hakimiyetlerini hemen hemen terk etmek zorunda kalmışlardır. Bunun sebebi ise Timûr varislerinin Özbek’lerle yaptıkları mücadeleler olmuştur. Türkistan’da birçok büyük ülkeler ve mamur şehirler Özbekler tarafından işgal edilmiştir. Fakat kesin bir hakimiyet kurulamamıştır. İstiklal davasında bulunan mahalli beylerin isyanlarıyla karşılaşılmıştır. Böylelikle bütün XVI. asır Türkistan’da geçek bir düzenin ve otoritenin oluşamadığı karışık bir düzen olarak geçmiştir. Bunlarla beraber Timûr’un çocuklarından olan Bâbür Şah bir Türk-Moğol hakimiyeti ve Türk devleti kurmayı başarmıştır. Yalnız bu devlet Türkistan’da değil Hindistan’da kurulmuştur. Özbeklerin baskısı sonucu Hindistan’da devlet kuran Bâbür Şah’ın burada oluşturduğu medeniyet Türk tarihinin iftiharla anacağı medeniyetlerden biri olmuştur. (BANARLI, 1998.C.1, s.516).
Bâbür Şah’ın kurduğu bu saltanat yirmi yıl sürmüş ve ondan sonra bunu çocukları devam ettirmiştir. Bunlar içinde Celâleddîn Ekber Padişah babası gibi devleti huzur içinde yönetip yarım asırlık saltanatı boyunca Türk-Moğol imparatorluğunun en parlak devrini yaşatmıştır. XVI. asırda Hindistan’da kurulan bu büyük medeniyetin zor dönemleri başladı ve birkaç asır daha yaşatılsa da Hindistan hakimiyeti Avrupalıların eline kalmıştır. Bunlar da gösteriyor ki Bizans’ı yıkan ve Avrupa’da siyasi ve askeri büyük bir hakimiyet kuran Osmanlı İmparatorluğu’ndan başka on altıncı asırda Bâbürlüler ve Safevî’ler gibi iki büyük Türk-İslam devleti de doğu dünyasında Türk hakimiyetini ve dolayısıyla Türk medeniyetini yaşatmaya muvaffak olmuşlardır. Bâbürlüler ve Safevî’ler tarafından meydana getirilen eserler uzun süre Türklerin izini ve varlığını hissettirmiş dünya mimarisinde önemli bir yer ve itibar kazandırmıştır. (BANARLI, 1998,C.1.s.516).
Bu yüzyılın siyasi tarihine genel olarak baktığımız zaman Osmanlı Devleti’nin bütün müesseselerinde gelişme görülür. Kanûnî Sultan Süleyman zamanında ihtiyaçlara ve siyasi hayatın gereklerine göre kanunlar yeniden düzenlenir. Bununla birlikte eksikliği duyula ilim kurumları geliştirilmeye çalışılmıştır. İmar faaliyetleri yoğunlaşmıştır. Mimar Sinan gibi bir deha şahsiyet ve onun elinden çıkan öğrencilerinin, usta mimarların yaptıkları cami, medrese, han, hamam, köprü gibi ölümsüz eserlerle bütün ülke donatılmıştır. Osmanlı Devleti bu sosyal konular ve yapılan işlerle ilgili bütün konuların şeriata ve töreye uygun olmasına bilhassa özen göstermiştir. Bunları yaparken de devletin birliği ve bölünmezliği ile dini üstünlüğü esas alınmıştır. Bu düzeni bozmak isteyenler ise her kim olursa olsun hemen cezalandırılmıştır. Osmanlı padişahları, adaleti mülkün temeli ve halkı da yüce Allah’ın (c.c.) emaneti saymışlar kurulan düzende ırk, din, dil, ayrımı gözetmeden insanların huzur içinde yaşamalarına gayret etmişlerdir.