Türkiye Anayasalarının Kronolojik Sıralaması Anayasa, bir devletin temel kurumlarının nasıl işleyeceğini belirleyen yazılı belgelerdir. Anayasa denilen bu belgeyle ayrıca kişilerin temel hak ve özgürlükleri güvence altına alınmıştır. Kurtuluş Savaşı sırasında, 20 Ocak 1921'de Teşkilat-ı Esasiye Kanunu adıyla yeni bir anayasa kabul edildi. Bu anayasada egemenliğin kayıtsız şartsız milletin olduğu belirtiyordu. Yasama yetkisi de Büyük Millet Meclisi’ne bırakılmıştı. Cumhuriyet’in ilanından

Bu konu 2762 kez görüntülendi 1 yorum aldı ...
Türkiye Anayasalarının Kronolojik Sıralaması 2762 Reviews

    Konuyu değerlendir: Türkiye Anayasalarının Kronolojik Sıralaması

    5 üzerinden | Toplam: 0 kişi oyladı ve 2762 kez incelendi.

  1. #1
    Dygsuz - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik Tarihi
    30.07.2008
    Mesajlar
    10.793
    Konular
    3263
    Beğendikleri
    0
    Beğenileri
    3
    Tecrübe Puanı
    1050
    @Dygsuz

    Standart Türkiye Anayasalarının Kronolojik Sıralaması

    Türkiye Anayasalarının Kronolojik Sıralaması
    Anayasa, bir devletin temel kurumlarının nasıl işleyeceğini belirleyen yazılı belgelerdir. Anayasa denilen bu belgeyle ayrıca kişilerin temel hak ve özgürlükleri güvence altına alınmıştır.

    Kurtuluş Savaşı sırasında, 20 Ocak 1921'de Teşkilat-ı Esasiye Kanunu adıyla yeni bir anayasa kabul edildi. Bu anayasada egemenliğin kayıtsız şartsız milletin olduğu belirtiyordu. Yasama yetkisi de Büyük Millet Meclisi’ne bırakılmıştı. Cumhuriyet’in ilanından sonra daha kapsamlı bir anayasaya gereksinim duyuldu. 20 Nisan 1924'te bu amaçla, gene Teşkilat-ı Esasiye Kanunu adını taşıyan yeni bir anayasa hazırlandı. 1924 Anayasası’yla yasama ve yürütme yetkileri Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne bırakıldı. Meclis yasama yetkisini kendisi, yürütme yetkisini de cumhurbaşkanı ve bakanlar kurulu eliyle kullanıyordu. Cumhurbaşkanının onayıyla göreve başlayan bakanlar kurulu meclise karşı sorumlu sayılmıştı. Kurtuluş Savaşı döneminden başlayarak anayasa sözcüğü karşılığında teşkilat-ı esasiye kanunu kullanıldı. Anayasa sözcüğü ise, 1960'tan sonra hukuk sisteminde kullanılmaya başladı.

    27 Mayıs 1960’taki askeri darbeden sonra yeni bir anayasa hazırlandı. 1961 Anayasası olarak bilinen bu anayasa, halkoylamasıyla yürürlüğe girdi. Bu anayasada egemenliğin ulusa ait olduğu ve ancak yetkili organlarca kullanılabileceği ilkesi benimsendi. Türkiye Cumhuriyeti insan haklarına dayalı, milli, demokratik ve laik bir sosyal hukuk devleti olarak tanımlandı. Bu anayasayla iki meclisli bir parlamento öngörülmüştü: Millet Meclisi ve Cumhuriyet Senatosu. Bütün üyelerinin seçimle belirlendiği Millet Meclisi, Cumhuriyet Senatosu'ndan daha fazla yetkilerle donatılmıştı. Bu anayasayla yargı organlarının bağımsızlığı, kişi hak ve özgürlükleri ile sosyal hakları güvence altına alındı. Anayasa Mahkemesi, Danıştay, Yüksek Hakimler Kurulu gibi yeni kurumlar oluşturuldu.

    12 Eylül 1980'deki askeri darbeden sonra Milli Güvenlik Konseyi ile Danışma Meclisi (Kurucu Meclis) yeni bir anayasa hazırladı. Bu anayasa 7 Kasım 1982'de yapılan halkoylamasıyla kabul edilerek yürürlüğe girdi. 1982 Anayasası, bazı hak ve özgürlüklere önemli sınırlamalar getirmiş, Anayasa Mahkemesi'nin ve Danıştay'ın denetim yetkilerini azaltmıştır. Son yıllarda, özellikle Avrupa Birliği’ne üyelik sürecinin bir gereği olarak, 1982 Anayasası’nda hak ve özgürlükleri genişletici bir dizi değişiklik gerçekleştirilmiştir.

    1982 ile 1961 anayasaları arasında temel bir bakış açısı farkı olduğu şüphe gotürmez bir gerçektir. 61 anayasasında Milli Birlik Komitesi'nin daha geri planda olduğu ve aslında anayasa üzerinde söz hakkının Temsilciler Meclisi'nde olduğu bir sistem izlemiş bunun sonucunda da bu güne kadar Türkiye için çıkarılmış en özgürlükçü anayasa oluşmuştur.

    Fakat 1982 MGK ile durum tersine dönmüştür. Bunun en temel nedeni meclislerin çalışamaması olarak daha güzel bir söylemle 61 anayasının getirdiği ince eleyen sık dokuyan sistemin tıkanması olarak gösterilebilir. Yürütmenin üzerinde büyük bir güç haline gelmiş olan yargı organları onun her işine müdehale edebiliyor bu sırada meclis kısır döngüler arasında dönüp dolaşıyordu. Askerler bu durumda bir "Danışma Meclisi" kurmuş fakat bu meclisin sesi cılız olmaktan öteye gidememiştir.

    2001 değişikleri ile anayasaya yeni açılımlar getirilmesine rağmen bazı alanlarda hala çok büyük boşlukların olduğu görülmekte ve bazı maddelerin doktrinde açıklanması büyük teknik sorunlar ortaya koymaktadır.

    Kronolojik Sıra Ile Anayasalarımız

    Senedi İttifak
    Bu açıdan bakıldığında, Osmanlı tarihinde rastlıyacağımız ilk belge Senedi İttifak'tır: Senedi ittifak, Padişah II. Mahmut'la Anadolu va Rumeli ayanı arasında imzalanmış bir pakttır. Osmanlı tarihinde ilk kez; bu belgeyle bir padişah, devletin bozuk durumunu düzeltmek üzere, taşra teşkilatındân yardım istemektedir. Taşra teşkilatının yani Anadolu ve Rumeli Beylerinin sağlıyacağı bu yardım tek taraflı değildir. Bunâ karşılık, Padişah da vatandaşlarına bir takım taahhütlerde bulunmakta, mükellefiyet altına girmektedir. Yani Padişah artık eskiden olduğu gibi, dilediği şekilde hareket hakkına sahıip değildir. İki tarafşı bu anlaşmayla Padişahın hakları, az da olsa daraltılmıştır. Bu suretle ilk defa mutlak iktidar, sınırlı bir iktidara dönüşmeye başlamıştır.
    Tanzimat Fermanı
    Yine Anayasa hareketleri açısından, Osmanlı döneminin ikinci önemli belgesi 1839 tarihli Tanzimat Fermanı vaya diğer adıyla Gülhane Hattı hümayunu'dur. Bu da tabii ki bir Anayasa değildir. Fakat anayasal gelişmeler içerisinde önemli bir yeri olan bir belgedir. Gülhane'de yabancı devlet temsilcileri önünde okunan bu fermanla Osmanlı vatandaşlarına can ve mal güvenliği konusunda güvenceler verilmekte; askerlik ve vergi konularının daha adil bir şekilde düzenlenmesi öngörülmektedir.

    Bütün bunları gerçekleştirmek için Meclisi Ahkamı Adliye isimli bir kurulun oluşturulması da Tanzimat Fermanı'nda karar altına alınmıştır. Padişah, Fermanın sonunda; yeni çıkacak kanunlara uyacağını belirtmiş, bunlara aykırı hareket etmeyeceğine Allah üzerine yemin etmiştir.

    Senedi İttifak'ın Padişah'la Ayan arasında imzalanan iki taraflı bir pakt olmasına Karşılık, Tanzimat Fermanı, Padişah'ın tek taraflı iradesiyle tebaasına tanıdığı hakları ihtiva eden bir belgedir. Burada Padişah, bir çeşit ''auto-limitation'' yoluyla kendi haklarını kendisi sınırlandırmaktadır.

    Diğer Fermanlar

    Tanzimat Fermanı'ndan sonra iki ferman daha çıkarılmıştır. Bunlardan birincisi Padişah Abdülmecit'in Babıali'de okuduğu 1845 tarihli Hattı Hümayun'dur. Daha önce vaad edilen kanunların çıkarılmadığını vurgulayan bu fermanda Padişah, gerekli düzenlemelerin yapılması için direktifler vermektedir.

    Bunu takiben, 1856'da çıkarılan Istahat Fermanı da yine bir takım yasal düzenlemelerle imparotorluğun sorunlarına çözüm arayan önemli bir belgedir.

    Anayasaların hazırlanış şekillerinden biri olan ve ''ferman usulü'' denen bu yöntemle hazırlanan bütün bu fermanlar, Türkiye'nin anayasal gelişmesi içerisinde, birer nirengi noktasıdır.
    1876 Kanuni Esasi'si
    Osmanlı-Türk tarihinin ilk Anayasası 1876 tarihli Kanunu Esasi'dir. Bu Anayasa, dinci, monarşik bir devlet şekli kabul etmektedir. Padişahın, o zamana kadar fermanlarla sınırlanmış da olsa, tek başına kullandığı otorite bundan böyle, Padişahla meclis arasında taksim edilmektedir.

    Bu Anayasa ile yasama yetkisi, Meclisi Umumi adı verilen ve Heyeti Ayan ile heyeti Mebusan adlarında iki meclisten oluşan bir organa verilmiştir. Yani 1961 Anayasası'nda olduğu gibi, iki meclis sistemi kabul edilmiştir.

    Ayan Meclisi, İngiltere'nin Lordlar Kamarası'na benzetilerek, üyelerinin kaydı hayat şartıyla Padişah tarafından, doğrudan doğruya, atanması esası kabul edilmiştir. Ayan azası olabilmek için 40 yaşını doldurmuş, işleri ve eserleriyle memleketin güvenini kozanmış, devlet işlerinde iyi hizmeti ile tanınmış olmak koşulları aranmıştır.

    Mebusan Meclisi'nde müzakere ve kabul edilen kanun lâhiyaları daha sonra Ayan Meclisi'nde görüşüşür. Ayan Meclisi, önüne gelen kanun tasarılarını şeriata, Padişahın hak ve ayrıcalıklarına; hürriyetlere Anayasa hükümlerine, devletin bütünlüğüne, ülkenin iç güvenliğine, genel ahlâkcı aykırı hususlar görürse bu tasarıları kesin olarak red eder veya değiştirilmek üzere Mebusan Meclisi'ne geri gönderir. Kabul ettiği kanun tasarılarını ise Padişahın tastikine sunmak üzere Sadrazam'a havale eder.

    Mebusan Meclisi, her elli bin erkek vatandaşa bir temsilci olmak üzere, seçilecek kimselerden meydana gelir. Seçme ve seçilme hâkkı yalnız erkeklere tanınmıştır. Mebusan Meclisi üyeliği için 30 yaşın doldurulmuş olması gerekir. Seçim dönemleri 4 yıldır.

    Yürütme Organı: Bu organın başı Padişah'tır, Padişah bu yetkisini bakanları vasıtasile kullanır. Bakanların göreve atamaları ve yerlerinden alınmaları tamamen Padişah'ın yetkileri içerisindedir. Padişahlık ise veraset yoluyla babadan oğula intikal eder. Padişah'ın hak ve yetkiteri son derece geniştir. Bunların arasında Meclisi Mebusan'ın feshi, harp ve sulh yapma, yabancı devletlerle andlaşmalar imzalama, silâhlı kuvvetlere kumanda etme gibi yetkiler vardır.

    Yürütme organının diğer kanadı ise Sadrazam, Şeyhülislâm ve vekillerden oluşan Bakanlar Kurulu'dur. Bakanlar Kurulu Padişah taraıfından tayin edildiği gibi yine onun tarafından görevden de alınabilir.

    Meclisle Bakanlar Kurulu arasında bir anlaşmazlık çıktığı taktirde Padişah, Bakanlar Kurulu'nu değiştirebileceği gibi, onları haklı gördüğü taktirde Meclisi de feshedebilir.

    Padişah'a çok önemli bir yetki de 113. madde ile tanınmıştır. Bu maddeye göre Padişah, hükûmetin güvenliğini tehdit ettikleri anlaşılan kişileri, ülkenin çok uzak yerlerine sürgüne gönderme hakkına sahiptir. Nitekim Padişah, bu hükme dayanarak bir çok sürgünler yapmıştır.

    1876 Anayâsası, 1903 ve 1914 tarihlerinde iki kez değişikliğe uğramıştır. 1909 değişikliğinde, Meclis'in feshi ile ilgili 35. madde değiştirilerek Meclis'in ağırlığı artırılmış ve feshi zorlaştırılmıştır. Bunun yanı sıra, Padişah'a vatandaşları sürgün etme yetkisi veren ünlü 113. madde de yürürlükten kaldırılmıştır. Böylece Padişah'ın yetkileri biraz daha daraltılırken, parlemonter rejime doğru meyil de artırılmıştır.

    1914 yılında Kanunu Esası iki defa daha değiştirilmiştir. 7, 35, 43 ve 102. moddelerle ilgili bu değişiklikler üzerinde daha fazla durmadan, anayasal hayatımızın gelişme seyrini izlediğimizde, Meclisi Mebusan'ın 16 Mart 1920'de İstanbul'u işgal eden İngilizler tarafından basılıp, dağıtıldığını görüyoruz.
    1921 Anayasası
    İstanbul'un işgal edilmesi ve Meclis'in dağıtılması üzerine 23 Nisan 1920'de Büyük Millet Meclisi Ankara'da toplanmıştır. Toplanan yeni Meclis, yeni bir Anayasa yapılması için çalışmalara başlamıştır. 20 Ocak 1921 tarihli bu Anayasa, 24 maddelik çok kısa bir Anayasadır.

    Olağanüstü durum ve şartlar içerisinde hazırlanan bu Anayasa ayrıntılı hükümlere yer vermemiştir. Hattâ hak ve hürriyetler veya yargı gücü gibi temel konular da Anayasa'da yoktur.

    Yasama ve yürütme gücü, şeriat hükümlerinin uygulanması, kanun yapılması, uluslararası andlaşmalar yapılması, üyeleri iki yıl için seçilen Türkiye Büyük Mlillet Meclisi'nin yetkileri arasındadır. Meclis hükümeti sisteminin kabul edildiği Anayasa'da bütün yetkiler Meclis'e verilmiştir.

    Bu Anayasa'da 1923 yılında yapılan bir değişiklikle, devletin şeklinin cumhuriyet olduğuna dair bir hüküm Anayasa'ya konulmuştur. Bunun yanısıra, devletin dininin İslâm dini olduğuna dair başka bir hüküm de Anayasa'da yer almaktadır. Cumhurbaşkanı, Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeleri arasından bir seçim dönemi için seçilmektedir.
    1924 Anayasası
    Cumhuriyet'in ilk Anayasası 24 Nisan 1924 tarih ve 491 sayılı Teşkilatı Esasiye Kanunu'dur. Bu Anayasa, o tarihten 1960 yılına kadar yürürlükte kalmış ve 27 Mayıs 1860 askerî müdahalesiyle yürürlükten kaldırılmıştır.

    1921 Anayasası gibi pek ayrıntılı olmıyan bu Anayasa da 105 maddeden ibarettir. Devlet şekli yine cumhuriyettir. Başlangıçta devletin dini, İslâm dini olarak kabul edilmişse de 1928 yılında bu hüküm Anayasa'dan çıkarılmıştır.

    Bu Anayasa da tek meclis sistemini kabul etmiştir. Türkiye Büyük Millet Meclisi adını taşıyan bu meclis 4 yılda bir şeçilir. Seçmen yaşı 22 ve seçilme yaşı 30 dur. 1934 tarihinde kadınlara da seçme hakkının tanınmasıyla seçimlerde genel oy esası kabul edilmiş oluyordu. 1935 seçimlerinde kadınlar, ilk kez, hem seçmiş ve hem de seçilmişlerdir.

    Cumhurbaşkanı, Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından, kendi üyeleri arasından, dört yıl için seçilir. Yeniden seçilmek mümkündür. Cumhurbaşkanı Başbakanı seçer. Başbakan da Bakanları seçen Bakanlar Kurulu listesini hazırlayan Başbakan bunu Cumhurbaşkanının onayına sunar. Cumhurbaşkanı tarafından onaylanan bakanlar listesi programı ile birlikte, Meclise sunulur. Meclis tarafından kabul edilen Bakanlar Kurulu kurulmuş olur ve göreve başlar.

    Anayasa'nın 5. maddesine göre, yasama yetkisi ve yürütme gücü Türkiye Büyük Millet Mecilsi'nde toplanır. Meclis, yasama yetkisini bizzat kullanır. Yürütme yetkisini ise kendisi tarafından seçilmiş Cumhurbaşkanı ve onun tayin edeceği bir bakanlar kurulu eliyle kullanır. Meclis her zaman, hükûmeti denetleyip düşürebilir. Görüldüğü gibi, her iki yetki de Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin elinde toplanmıştır. 1924 Anayasası güçler birliği ve vazife ayrılığı esasına dayanan bir Anayasadır. Oysa 1961 Anayasası'nın kabul ettiği sistem, yumuşak bir güçler ayrılığıdır.

    Anayasa'nın 5. faslı hak ve hürriyetlere ayrılmıştır. ''Türklerin Hukuku Ammesi'' başlığını taşıyan bu faslıda klâsik hak ve hürriyetlere yer verilmiştir. Bunlar, 1789 İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirgesi'nin paralelinde düşünülmüş ve konulmuş hürriyetlerdir. Haklar ve hürriyetler arasında, sosyal ve ekonomik haklardan hemen hiç bahis yoktur. Yalnızca mülkiyet hakkı, çalışma hakkı ve ticaret hakkına kısaca değinilmekle yetinilmiştir.
    1924 Anayasası
    7 defa değişikliğe uğramıştır. 1928 yılında yapılan ilk değişiklikle Anayasa'da bulunan dinî ibareler çıkarılmıştır. 1931 yılındaki değişiklik bütcenin, malî yıl başlamadan en az üç ay önce Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne verilmesi zorunluluğunu getirmiştir. 1934 yılındaki üçüncü değişiklikle kadınlara seçme ve seçilme hakkı tanınmıştır. 1937 yılı değişikliğiyle Cumhuriyet Halk Partisi'nin 6 ilkesi Anayasa'ya geçirilecek, Anayasa hükmü şekline getirilmişir. Bunun yanı sıra, her bakanlıkta bir siyasal müsteşarlık kurulmuştur. Fakat aynı yıl yapılan diğer bir değişiklikte, yararları görülmeyen, bu müsteşarlıklar kaldırılmıştır. 1945 te yapılan altıncı ve 1952 yılında yapılan yedinci değişiklikler Anayasa'nın diliyle ilgilidir. İlk değişiktikle Osmanlıca kelimeleri yeni Türkçe'ye çevrilen Anayasa, ikinci değişiklikle yeniden, eski Osmanlıca dile döndürülmüştür. Bu yedi değişikliği geçiren Anayasa, 1960 yılına kadar yürürlükte kalmış, 27 Mayıs 1960 askerî müdahalesi sonucunda yürürlükten kalkmıştır.
    1961 Anayasası
    27 Mayıs 1980 da başta bulunan iktidarı bir askeri hareketle deviren subaylar grubu örgütlenerek, kendilerine Millî Birlik Komitesi adını vermişlerdir. Millî Birlik Komitesi; kısa bir süre sonra, bir kanun yaparak, 1924 Anayasası'nın bazı hükümlerini değiştirmiş veya yürürlükten kaldırmıştır. 12 Haziran 1960 tarihli ve sayılı bu kanuna ''Geçici Anayasa'' da denilmiştir. Bu geçici Anayasa'ya göre, Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne ait hak ve yetkiler, bu kanundan sonra, Millî Birlik Komitesi'ne geçmiştir. Millî Birlik Komitesi, 27 maddelik bu kanun uyarınca, bir bakanlar kurulu oluşturmuştur. Bu sıralarda, yeni bir Anayasa yapılması çalışmalarına başlanmıştır.

    Milli Birlik Komitesi bir takım üniversite öğretim üyelerinden bir komisyon oluşturmuş ve onu yeni Anayasa'yı hazırlamakla görevlendirmiştir. Bu komisyon bir anket hazırlıyarak, çeşitli kuruluşlara gönderip, yeni Anayasa hakkında görüşlerini almıştır. İstanbul Komisyonu adı verilen bu komisyonun çalışması uzayınca, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi öğretim üyeleri kendi aralarında bir Anayasa komisyonu kurarak, bir Anayasa tasarısı hazırlamaya başlamışlardır. Daha önce bitirilen bu tasarı, Millî Birlik Komitesi'ne sunulmuştur.

    Bu sırada, memleketimizde ''Kurucu Meclis'' adıyla bir meclisin kurulması ve Anayasa'yı bu meclisin hazırlaması görüşü ortaya atılmıştır. 13 Aralık 1960 tarih ve 157 sayılı yasayla Kurucu Meclis oluşturulmuştur. Bu oluşturulan Kurucu Meclis, iki meclisten meydana getirilmiştir: Birincisi meclis 27 Mayıs 1960 hareketini yapan subayların oluşturduğu Milli Birlik Komitesi, ikincisi ise Temsilciler Meclisi'dir.

    Temsilciler Meclisi halk tarafından seçilmemiş, bir takım kuruluşların, içlerinden seçip gönderdikleri temsilcilerden oluşmuştur. Bu Meclis 6 Ocak1961tarihinde Ankara'da toplanarak çalışmalarına başlamıştır. Meclisin içerisinden seçilen bir Anayasa Komisyonu, bir Anayasa tasarısı hazırlamış ve bu tasarı, Temsilciler Meclisinde görüşülmeye başlanmıştır. Burada kabul edilen tasarı Millî Birlik Komitesi'ne gönderilmiş, fakat Temsilciler Meclisi'nin kabul ettiği tasarının bir çok maddeleri, Millî Birlik Komitesi tarafından reddedilerek, tasarı geri yollanmıştır. Sonuçta yeniden tartışılan tasarı 4 Nisan 1961de kesin şeklini almıştır. 9 Temmuz 1961 de halk oylamasına sunulan bu tasarı, oylamaya katılanların % 61,5 inin olumlu oylarıyla kabul edilmiştir. 20 Temmuz 1961 tarihli Resmi Gazete'de Türkiye Cumhuriyeti Anayasası adıyla yayınlanarak yürürlüğe girmiştir.


    Konu Bilgileri       Kaynak: www.azeribalasi.com

          Konu: Türkiye Anayasalarının Kronolojik Sıralaması

          Kategori: Hukuk Köşesi

          Konuyu Baslatan: Dygsuz

          Cevaplar: 1

          Görüntüleme: 2762


  2. #2
    Dygsuz - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik Tarihi
    30.07.2008
    Mesajlar
    10.793
    Konular
    3263
    Beğendikleri
    0
    Beğenileri
    3
    Tecrübe Puanı
    1050
    @Dygsuz

    Standart

    1961 Anayasası'nın Özellikleri
    6 kısım, 157 madde ve 22 geçici maddeden oluşan 1961 Anayasası bir takım yeni düzenlemeler getirmiştir. 1924 Anayasası'nda bulunmayan bu yeniliklerin başlıcaları şöylece özetlenebilir:

    a) Siyasal Partiler: Türk tarihinde ilk kez 1961 Anayasasının 56 ve 57. Maddelerinde siyasal partilerle ilgili hükümler getirilmiştir. Buna göre, siyasal partiler, ister iktidarda, ister muhalefette olsunlar, demokratik siyasal yaşamın vazgeçilmez unsurlarıdırlar. Partiler, önceden izin almadan kurulur ve serbestçe çalışırlar. Vatandaşlar, siyasal parti kurma, partilere girme ve çıkma hakkına sahiptirler. Yalnız, kurulacak siyasal partilerin tüzükleri, programları ve çalışmaları, insan hak ve hürriyetterine dayanan, demokratik ve laik cumhuriyet ilkelerine devletin, ülkesi ve milletiyle bölünmezliği temel hükmüne uygun olmak zorundadır. Bunlara uymayan partiler Anayasa Mahkemesi'nce temelli kapatılır.

    b) Kanun Hükmünde Kararname: Anayasa madde 64, fıkra 2-6 belli konularda, kanunla Bakanlar Kurulu'na kanun hükmünde kararnameler çıkarma yetkisinin verilebilmesini öngörmüştür. Bu kanuna dayanılarak çıkarılan kararnameler, daha sonra Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne sunulurlar. Yayınlandıkları gün Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne sunulmayan kararnameler ile Türkiye Büyük Millet Meclisi'nce reddedilenler, bu karar Resmî Gazete'de yayınlandığı gün yürürlükten kalkar.

    c) Milli Güvenlik Kurulu: 1961 Anayasası 111. maddesiyle millî güvenlik ile ilgili kararların alınmasında ve koordinasyonun sağlanmasında gerekli temel görüşleri Bakanlar Kurulu'na tavsiye etmekle görevli bir organ kurmuştur. Milli Güvenlik Kurulu adıyla anılan bu organ Başbakan, Genel Kurmay Başkanı, kanunun gösterdiği Bakanlar ile Kuvvet Komutanları'ndan oluşur. Kurula Cumhurbaşkanı, onun bulunmadığı zamanlar Başbakan başkanlık eder.

    d) Yönetmelikler: Anayasa 113. maddeye göre, bakanlıklar ve kamu tüzel kişileri, kendi görev alanlarını ilgilendiren kanunların ve tüzüklerin uygulanmasını sağlamak üzere ve bunlara aykırı olmamak şartıyla yönetmelikler çıkarabilirler. Yönetmelikler Resmi Gazete'de yayınlanır. Yürütme organının çalışmasını kolaylaştıracak normlar olan yönetmeliklere içinde yer vermekle 1961 Anayasası bir yenilik getirmiştir.

    e) Üniversiteler: Önceki Anayasa'da yer almıyan üniversiteler, bir özerk kamu tüzel kişisi olarak, bu Anayasa'nın 120. maddesiyle düzenlenmiştir.

    f) Türk Radyo Televizyon Kurumu: Türk Radyo Televizyon Kurumu (TRT) ve haber ajansları Anayasa'nın 121: maddesinde, devlet eliyle kurulan ve yönetimleri tarafsız bir kamu tüzel kişiliği şeklinde, yasayla düzenlenen kuruluşlar olarak tespit edilmiştir.

    g) Kalkınma Plânı ve Devlet Plânlama Teşkilatı: Anayasa'nın yapılmasından önce 30 Eylül 1960 tarihli yasayla kurulan Devlet Plânlama Teşkilâtı'na Anayasa'nın 129. maddesiyle Anayasa içerisinde yer verilmiştir. Böylece, gerek Kalkınma Planı ve gerekse Devlet Plânlama Teşkilâtı anayasal kurumlar haline gelmiştir.

    h) Doğal zenginlik kaynaklarının aranması ve işletilmesi: Anayasa madde 130 petrol, doğal gaz, çeşitli madenler gibi doğal zenginlik kaynaklarının devletin hüküm ve tasarrufu altında olduğunu, bunların arama ve işletme hakkının devlete ait olduğunu tespit etmiştir. Bu konularda özel teşebbüsün çalışabilmesi, kendilerine devlet tarafından izin verilmesine bağlı kılınmıştır.

    i) Ormanlara ve orman köylüsünün korunması ve geliştirilmesi:
    Anayasa madde 131 e göre, devlet ormanların korunması için gerekli tedbirleei alır. Bütün ormanların gözetimi devlete aittir. Devlet ormanları, kanuna göre devletçe yönetilir ve işletilir. Devlet ormanlarının mülkiyeti, yönetimi ve işletilmesi özel kişilere devrolunamaz. Yanan ormanların yerinde yeni orman yetiştirilir ve bu yerlerde başka çeşit tarım ve hayvancılık yapılamaz.

    j) Yüksek Savcılar Kurulu: Anayasa madde 137 fıkra 2, savcıların özlük işleriyle ve disiplin cezaları hakkında karar verme yetkisine sahip Yüksek Savcılar Kurulu oluşturmuştur. Yüksek Savcılâr Kurulu Adalet Bakanının başkanlığında Cumhuriyet Başsavcısı, Yargıtay Ceza Daireleri Genel Kurulunca seçilen üyeler ile Adalet Bakanlığı Müsteşarı ile Özlük İşleri Genel Müdüründen kurulur.

    k) Askeri Yüksek İdare Mahkemesi: Anayasanın Danıştayla ilgili 140. maddesinde 22 Eylül 1971 tarihinde yapılan bir değişiklikle eklenen son fıkra Askeri Yüksek İdare Mahkemesi adı altında, asker kişilerle ilgili idarî eylem ve işlemlerin yargı denetimini yapmak üzere bir yüksek mahkeme kurulmuştur.

    I) Yüksek Hâkimler Kurulu: Anayasa madde 143 ve 144 yeni bir organ olan Yüksek Hâkimler Kurulu'nu düzenlemektedir: Bu Kurul, Yargıtay tarafından, kendi üyeleri arasından seçilen 11 asıl va 3 yedek üyeden oluşur. Kurul adliye mahkemelerinin hakimlerinin özlük işleri hakkında kesin karar verir. Bir mahkemenin , veya hâkimin kadrosunun kaldırılması veya mahkemenin yargı çevresinin değiştirilmesi Kurul'un uygun görmesine bağlıdır.

    m) Anayasa Mahkemesi: Anayasa'nın 145-152. maddelerinde yeni bir yargı organı olan Anayasa Mahkemesi düzenlenmiştir. Kanunların ve Türkiye Büyük Millet Meclisi içtüzüklerini Anayasaya, Anayasa değişikliklerinin de Anayasa'da gösterilen şekil şartlarına uygunluğunun denetlemek üzere kurulan bu yüksek mahkeme 1961 Anayasası'nın getirdiği önemli yeniliklerden biridir.
    Yeni Anayasa
    Buraya kadar özetlediğimiz Türkiye'nin anayasal gelişmesinden ortaya çıkan sonuç şudur: 1808 yılından başlayarak günümüze kadar anayasal alanda hareketler hep, yönetimin yetkilerini sınırlamak amacına yönelmiştir. Bunlardan 1808 de Anadolu ve Rumeli âyanı tarafından yapılan ilk girişimden Padişah çok rahatsız olmuş ve ilk fırsatta bu sınırlamadan kendisini kurtarmıştır.

    Daha sonraki 1839 Tanzimat Fermanı, 1845 Hattı Hümayunu, 1856 Islahat Fermanları da Padişahın tek taraflı iradesiyle tebnasına lûtuf olarak tanıdığı bir takım hakları ihtiva eder. Tanınan bu haklar, dolayısıyle Padişahın yetkilerinin de tabii olarak, bazı kısıtlamalara uğraması bahis konusuydu. Fakat bu fermanlar da hiç bir zaman Padişahın yetkilerini sınırlayamamıştır. Çeşitli çevrelerin, kişiyi tebaalıktan kurtarma, vatandaş yapma yolundaki çabaları genelinde, başarılı olmamıştır.

    Osmanlı İmparatorluğu'nun çökmesi, Padişahlığın ortadan kaldırılması üzerine kurulan Türk devleti Anayasalarından ikinci olan 1921 Anayasası bütün güçleri Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde toplamak istemiştir. Böylece Padişahın o zamana kadar gelen monokratik otoritesine, resmi olarak, son verilmek istenmiştir. Bir kurula dağıtılan otoritenin belirli bir kişiden alınıp, yaygınlaştırılması amacı güdülmüştür.

    Cumhuriyetin 1924 tarihli Anayasası'nda görülen amaç da aynıdır. Ana fikir, monokratik otoriteyi ortadan kaldırmak, otoriteyi yaygınlaştırarak, demokratik bir katılım süreci içine girmektir. Yasama, yürütme güçleri arasında görev ayırımı, bunların ayrı organlara verilmesi 1924 Anayasası'nın esaslarıdır.

    Buraya kadar işaret ettiğimiz bütün bu çabalara rağmen, hukuken oluşturulan durum yani tek şahıs otoritesinin kırılması ve otoritenin belli organlara yayılması hiç bir zaman tam anlamıyla gerçekleştirilememiştir. Beş yüz küsür yıllık Osmanlı geleneği ve alışkanlığı yıkılamamıştır. 1921 ve 1924 Anayasalarının hükümlerine rağmen, 1938 e kadar büyük kurtarıcı Mustafa Kemal Atatürk'ün ve 1938 den 1950 ye kadar Cumhurbaşkanı İsmet İnönü'nün, 1950 den 1960 a kadar da Başbakan Adnan Menderes'in kişisel otoritelesi, Meclislere rağmen, etkinliğini korumuştur. Bu durum, 1961 yılına kadar devam etmiştir.

    1961 de yapılan yeni Anayasa ile yüz yıllardan beri süregelen çabalar, kesin bir sonuca ulaştırılmak istenmiştir. Bugüne kadarki tarihimizde ilk kez 1961 de bu istem başarılı olmuş ve monakratik otorite ortadan kaldırılmıştır. Otoritenin bir tek kişinin elinde toplanması önlendiği gibi, bir grubun elinde yoğunlaşması da istenmemiştir. Otorite, çeşitli kurumlar arasında dağıtılmış, böylece on dokuzuncu yüzyıldan beri istenip, bir türlü ulaşılamayan yürütme gücünün yetkilerinin sınırlanması başarılmıştır.

    Bu varılan sonuç, özellikle aydınlar tarafından, çok uzun yıllardan beri istenen ve sürdürülen gelişme çizgisine uygun bir sonuçtur. Cumhuriyet'in kuruluşundan bu yana, parlemanter sisteme giden bir çizgi izlendiği doğrudur. Fakat bu gidişte başarıya ulaşıldığı söylenemez. Atatürk ve İnönü gibi olağanüstü liderlerin yararlı olan etkinlikleri, onlar sonrası liderler döneminde zararlı olmaya başlamıştır.

    1808 den beri gelen gelişme ve arayış ilk kez 1961 Anayasasıyla gerçekleşmişti. Fakat bu kez da aşırılığa kaçılmıştır. Yetkileri, bir kurul lehine, sınırlandırılmak istenen yürütmenin gücü, adeta yok edilmiştir. Anayasa'nın 4. maddesindeki ''millet egemenliğini, Anayasanın koyduğu esaslara göre, yetkili organlar eliyle kullanır'' fıkrasına dayanarak, yürütmenin gücü bir çok güç odaklarıyla sınırlandırılmıştır. Bunda o kadar ifrata kaçılmıştır ki sonuçta, güçleri sınırlı bir yürütme yerine, güçsüz bir yürütme organı ortaya çıkmıştır. 1961 yılından 12 Eylül 1980 askerî müdahalesine kadar geçen süredeki olaylar göz önüne alınırsa, düzenlemenin başarısızlığının çıktığı kolayca anlaşılır. Yıllarca süren yürütme gücü bunalımı, bilindiği gibi, devlet mekanizmasını işlemez hale getirmiş ve giderek vahimleşen durum, bir askerî müdahaleyle ancak sona erebilmiştir.

    Diğer bir önemli nokta, bugüne kadar sürdürülen, parlemanter sistem kurma, yürütmenin yetkilerini iyice sınırlayıp, hak ve hürriyetleri mümkün olduğu kadar artırma çabaları, bir elit tarafından yürütülmüştür. Bazan çalışma, bazan mücadele şeklinde yürütülen bu çabalar, büyük halk kitlelerinin dışında cereyan etmiştir. 1808 Senedi İttifakı, 1839 Tanzimat Fermani ve diğer fermanlarla 1876, 1921, 1924 ve 1961 Anayasaları halktan ve alttan gelen istem ve tepkinin değil aydın grupların eseridir. Halk tarafından benimsenmeleri bahis konusuysa da halk tarafından başlatılmış olmaları söz konusu değildir.

    O halde bugüne kadar, aydınların öncülüğünde, sınırlandırılmış bir yürütme istikametinde yapılan denemelerden 1961 Anayasası hariç, hiç biri başarılı olamamıştır. Bu en son deneme başarılı otmakta beraber, o da ifrata kaçması nedeniyle, uygulamada aksamıştır. Uzun yıllar hedefine varamayan bir gelişme sonuçta, 1961 Anayasası'nda istenen noktaya ulaşmıştır. Fakat belki de yüzyılların mücadelesinin verdiği birikimle, istenen değişikliğin dozunu kaçırmıştır. Böylece yürütme, yüz elli yıldan beri beklenen ve istenenin ötesinde, ortadan kalkma gibi, bir noktaya getirilmiştir.

    Bu nedenle yeni hazırlanacak Anayasa'da toplumun tarihsel gelişme çizgisine uygun bir düzenleme yapılmasına dikkat edilmelidir. Yapılacak olan, belirli yetkilere sahip etkin bir yürütmeyi parlemantoyla bağdaştırmaktır. Bunun, başkanlık veya yarı başkanlık sistemleriyle gerçekleştirilmesi akla gelen ilk yoldur. Yalnız, gerek başkanlık, gerekse yan başkanlık sistemleri, Türkiye'nin çok uzun yıllardan beri izlediği tarihsel çizgisine uymayan sistemlerdir.

    Sonra, başkanlık sistemi her ne kadar A.B.D. de yüzyıllardan beri başarıyla uygulanıyorsa da Amerika dışarıda özellikle Lâtin Amerika ülkelerindeki uygulaması hiç başarılı değildir. Nitekim bu yüzden aynı sistemi Âmerika Birleşik Devletleri dışındaki uygulamasına siyaset bilimciler, başkanlık (Presidential) sisteminden ayırmak için ayrı bir ad vermişler başkanlıksı (Presidentialiste) sistem demişlerdir. Bu, başkanlık sisteminin dejenere olmuş ve bütün yetkilerin, fiilen başkanın elinde toplanmış olduğu şeklidir.

    Daha önce 1919 Weimar Anayasası'nın kabul ettiği günümüzde Fransa'nın uyguladığı yan başkanlık sistemi ise Weimar'da başarılı olamamış; Fransa'da durmadan eleştirilen bir sistemdir. Sistem olarak henüz tamamen yerleşip, son değerlendirilmesi yapılmış değildir. Fransa'da 1958 koşullarının ve General De Gaulle'ün kişiliğinin karışımıyla ortaya çıkan bu formülün, ayrı bir sistem olup olmadığı bile tartışılmaktadır. (Bk. Andre Hauriou: Droit Constitutionnel, Paris 1980, s. 881)

    O halde sorunun çözümü, yepyeni bir sistem tercihinde değil, fakat bugüne kadar uygulanmak istenen ama uygulanamayan sistemle ıslahındadır. Bu sistem de baştan beri özlemi çekilen parlementer sistemdir. Yalnız, parlementer sistem öyle tesis edilmelidir ki yürütme gücü ve onun başı olan cumhurbaşkanının yetkileri artırılmalı ve İngilizlerin çok öğdükleri ''denetim ve dengeler'' (cheks and balances) mekanizması sağlam bir şakilde tesis edilmelidir.

    -Derlemedir-

Etiketler

Yetkileriniz

  • Konu Acma Yetkiniz Yok
  • Cevap Yazma Yetkiniz Yok
  • Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
  • Mesajinizi Degistirme Yetkiniz Yok
  •  

Giriş

Giriş