http://img111.imageshack.us/img111/2450/shehriyarzs4.jpg ŞEHRİYAR Çağdaş İran şairleri arasında çok değerli bir yere sahip olan Şehriyar’ı İran Edebîyatı’nda neo-klasik dönemin öncülerinden biri olarak adlandırırsak yanlış yapmış sayılmayız. Zira Şehriyar çağdaş şairlerden çok Fars Edebîyatı’nın eski büyüklerine benzemektedir, Bu ifademiz, Şehriyar’ın çağdaş şairlere has özellikleri kendinde barındırmadığı anlamında değildir. Öldükten sonra ya da ölüm eşiğinde veya hayatlarının son

Bu konu 6872 kez görüntülendi 2 yorum aldı ...
HÜSEYİN ŞEHRİYAR 5,00 6872 Reviews

    Konuyu değerlendir: HÜSEYİN ŞEHRİYAR

    5 üzerinden 5,00 | Toplam: 1 kişi oyladı ve 6872 kez incelendi.

  1. #1
    Doktor Amca - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik Tarihi
    30.07.2008
    Mesajlar
    4.252
    Konular
    1062
    Beğendikleri
    0
    Beğenileri
    3
    Tecrübe Puanı
    100
    @Doktor Amca

    Standart HÜSEYİN ŞEHRİYAR



    ŞEHRİYAR

    Çağdaş İran şairleri arasında çok değerli bir yere sahip olan Şehriyar’ı İran Edebîyatı’nda neo-klasik dönemin öncülerinden biri olarak adlandırırsak yanlış yapmış sayılmayız. Zira Şehriyar çağdaş şairlerden çok Fars Edebîyatı’nın eski büyüklerine benzemektedir, Bu ifademiz, Şehriyar’ın çağdaş şairlere has özellikleri kendinde barındırmadığı anlamında değildir. Öldükten sonra ya da ölüm eşiğinde veya hayatlarının son günlerinde şöhret ve iftihar doruğuna tırmanan bir çok şiir ve edebîyat üstadının aksine Şehriyar, hayatı boyunca, gençliğinin daha ilk yıllarında şöhretten nasibini almıştı. Dr. Menuçehr Mortazavi’nin ifadesiyle : “Şehriyar’ın adı çağdaş edebîyat kavramıyla at başı gitmektedir; çağdaş Fars şiiri Şehriyar’ın divanı ve eserleriyle sağlam ve kopmaz bir bağa sahip olmuştur. Yaygın kanaatin aksine çağdaş olma kaygısı ve sanat icra etme çabasıŞehriyar’ın şöhretini gizleyememiştir. İran Edebîyat Tarihinde Şehriyar’ın adı Azerbaycan’ın övünç kaynağı tanınmış şairleri olan Katran, Şems, Homam ve Saib Tebriz’i gibi şöhretlerin isimleriyle aynı sırada yer almaktadır. Şehriyar’ı Saib’in deyimiyle “renkli düşünce ve şiirleri Tebriz yöresini neşe ve mutluluk baharında cennete bürüyen talihlilerden biri” olarak kabul edebîliriz.
    Buna ek olarak Şehriyar’ın şiirleri hem ilmi ve edebî mahfillerde tartışılıp değerlendirilmekte; aşık gençler heyecan verici şiirlerini çocukluk döneminin anısına terennüm etmekte; perişan gönüllü yaşlılar da onun şiirlerini okuyarak hayal aleminde de olsa gençlik yıllarında sahip oldukları neşe ve coşkuyu yeniden yakalayabilmektedirler. İşte bu yüzden Şehriyar gibi daha hayattayken böylesine bir kabul gören çok az şair vardır. Onun için Şehriyar’ın adı ve şöhretinin çığlığı, yalnızca İran’da değil coğrafi sınırları aşarak artık yırtılmış demir perdelerin ardında, Rudeki ile beraber Ceyhun’un ötesinde yankılanmıştır. Artık çalgıcılar onun şiirlerini besteleyip okumakta; ressamlar onun şiirlerini betimleyen resimler yapmakta ve gönül sahipleri büyük bir şevkle eserleri üzerinde çalışmaya koyulmaktadır. Öyle ki bu manevî etki ve nüfuz Kafkas şairleri (Azerbaycan Cumhuriyeti) arasında “Hasret Edebîyatı” olarak isimlendirilen yeni bir edebî türün ortaya çıkmasına neden oldu.
    Bu başarısının farkında olan şair, bir gazelinde bu hususa şöyle değiniyor:
    Ne tek İran’da ğelğele salmış nefesim
    Bah ki Türkiye’de Kafkas’ta ne goğa iledim
    (Nefesim yalnızca İran’da fırtına koparmadı
    Gör ki Türkiye ve Kafkasya’da ne gürültü kopardım)

    Şehriyar’ı diğer çağdaş şairlerden ayıran en önemli özellikleri şöyle sıralayabiliriz:
    Fars Edebîyatı’nın köklü geçmişi ve görkemi, Fars şiirini lafzî ve manevî açıdan doruğa çıkaran büyük ve asil şairlerin varlığı göz önünde bulundurulduğunda Şehriyar, en fasih ve en beliğ sanatsal yapıtlar ortaya koyarak böylesine ünlü sanat pehlivanlarının yanında layık bir mevkie oturabilmiştir. Halbuki Şehriyar’ın henüz ortaya çıkmadan sönüp giden veya ölümleriyle edebî yaşamları da son bulan bir çok çağdaşı vardı.
    * Şehriyar’ın bir diğer özelliği onun Fars şiirine getirdiği yeniliklerdir. Şöyle ki; eskilerin üslubunu özellikle gazel kalıbında devam ettirmesine ek olarak, Fransız edebîyatı, Osmanlı Türkiye’si ve Kafkas şair ve yazarlarına aşinalığı, 19. asır romantik edebîyatıyla iç içe olmasını beraberinde getirmişti. Bu husus Şehriyar’ın şiirlerinde açıkça göze çarpmakta ve “Şehriyar Ekolü” olarak adlandırılmaktadır.
    * Şehriyar’ın dünyaca tanınmasını sağlayan bir başka özelliği onun Azeri Türkçe’siyle yazdığı şiirleridir. Şehriyar’ın bu dilin parlak şairleri içinde parlayan bir yıldız olduğu rahatlıkla söylenebilir. Zira a, çağdaş Azeri Türkçe’sinin şaheseri olan ““Haydar Baba”ya Selam” isimli manzumeyi kaleme alarak Doğu Edebîyatı’nın bu bölümünde kendisini ebedileştirebilmiştir.
    Şehriyar’ın yazdığı şiirlerin iyi yönlerini, insanı büyüleyen güçlü ifadelerini zikretmemiz onun zayıf ve kusursuz şiirlere sahip olmadığı anlamına gelmemektedir. Divanında bütün şairlerde olduğu gibi edebî açıdan pek bir değere haiz olmayan şiirlere rastlanır, ancak Şehriyar’ın yazdığı şiirler arasında yer alan güzel ve herkesçe beğenilen örneklerin fazla olması onun bu konudaki kusurunu örtmüştür. Onun için büyük edebî şahsiyetlerin kaleme aldığı eserlerin zayıf noktalarını tetkik ederek ortaya koymamız, bu büyük şahsiyetlerin sahip olduğu yüksek makamı gölgelemek amacını taşımamaktadır. Gayemiz bu yorumlar ışığında, onların azimli, fakat bu yolda daha yeni yeni ilerleyen takipçilerin bu eksiklik ve yanlışlıkları tekrarlamamaları için yardımda bulunmaktır.
    Şehriyar edebî zevki ve doğuştan sahip olduğu şairlik yeteneğinin yanı sır, İranlı şair ve sanatçılardan çok azının sahip olduğu nevi şahsına münhasır ahlakî hususiyetlere sahipti. Bu hususiyetlerin tamamını gençliğinde onun vefalı dostlarından olan samimi ve yakın bir arkadaşı külliyatına yazdığı önsözde açıklamıştır. Bu yakın arkadaşı sayesinde haddinden fazla inzivaya çekilmiş olan Şehriyar’ın diğer yönleri, ruhî incelikleri açıklığa kavuşturulmuştur.
    İran’da tahakkuk bulan İslam İnkılabı’ndan sonra bendeniz şahsi istek ve ilgim yanı sıra meslekî konumumun da müsait olmasından dolayı Şehriyar ile defalarca görüşebilme imkanını yakaladım. Daha o zamanlar, İran’ın çağdaş tarihinin edebî ve siyasi değişim ve dönüşümlerini çok yakından yaşamış; iyi şöhret sahibi ve son yarım asrın tanınmış şahsiyetlerinin çoğuyla yakın ilişki kurmuş, bir çok hadisenin canlı bir belgesi durumunda olan bir kimsenin, yaşlılığın getirdiği problemlerden ötürü bu değerli hatıraları araştırıcıların hizmetine sunmadan bu dünyadan göçüp gidebileceğini hissetmiştim. Bu yüzden hayatının son günlerinde yani ölümüyle sonuçlanan son hastalığından önce Şehriyar’ın hatıralarını kendi ağzıyla 120 dakika süren bir kasette sesli ve görüntülü olarak kaydetmeyi başardım. Bu hatıralar Şehriyar’ın doğumundan görüşmenin yapıldığı zamana kadarki bir dönemi kapsamaktadır. Böylece Allah Teala’nın lütfuyla gerçekleşen bir girişim sayesinde gelecek nesillere Şehriyar’ın hatıralarını kendi ağzından aktarabilme imkanı sağlanmış oldu.. Bu görüşmenin video kaseti İran Radyo televizyon kurumu arşivinde saklanmaktadır. Mıknatıslı kasetlerin ömrü az olduğundan bu görüşmeden, görüntü kalitesini düşürmeden uzun yıllar yararlanmak maksadıyla orijinal bandın filminin hazırlanması yönünde bir takım girişimlerde bulunuldu. Böylece diyebilirim ki Şehriyar, hatırasını kendi diliyle görüntülü bir şekilde gelecek nesillerin istifadesine sunan tek çağdaş şahsiyettir.
    Şehriyar’ın değinmek istediğim bir diğer özelliği de onun İran İslam İnkılabı’na olan kalbî ve itikadî bağlılığı, İslam İnkılabı rehberine karşı beslediği riyasız ve samimi aşkıdır. Esasen Şehriyar çok dindar bir insandı. Derin dinî inançları vardı. Bu husus onun gençlik döneminde veya hayatının diğer evrelerinde beraber olduğu dostlarının naklettikleriyle de teyit edilmiştir. Kaldı ki onun kaleme aldığı ve her biri kendi türünde birer şaheser olan kimi dinsel şiirleri, temiz ve tanrı korkusuyla dolu olmayan bir gönülden sızamazdı.
    Şehriyar Kur’an ayetlerinin çoğunu ezbere bilirdi. Son günlerinde O’nu görmeye gittiğimde, ondan bir şiir okuması istendiği zaman: “ben şiir okuyacak bir konumda değilim, şiir okumak benden geçti artık” diyor ve Kur’anı Kerim’den bir ayet okuyarak onu yorumlamaya koyuluyordu.. Bu yorumlama esnasında Kur’an ve Hadis’e olan hakimiyeti o kadar sağlamdı ki, dinleyicileri hayretler içinde bırakıyordu. Kuşkusuz bu yorumlar Şehriyar’ın daha çok düşünsel yapısı ve itikadî görüşleriyle uyum arz ediyordu. Yorum esnasında soyut ve seyyal bir ruh gibi tarih ve çağların derinliğine inerek kendine has bir çekicilikle dinleyicileri kendisine hayran bırakan bir takım kalıntıları misal olarak sunuyordu.
    Şehriyar dostlarına karşı büyük bir sevgi beslerdi; herhangi bir münasebetle onlardan birini andığında hakikaten etkileniyor ve bazen de göz yaşlarını tutamıyordu. Eşinin ölümünden sonra Şehriyar, ömrünün sonuna kadar yalnız yaşadı ve hiç kimsenin onun hayatına karışmasına izin vermedi. Bu yüzden onu çok seven yakın dostları gereksinimlerinin karşılanmasında Şehriyar’a yardımcı olmak için büyük çabalar sarf etmek zorunda kalıyorlardı. Tabi Şehriyar’ın zevkine uygun bir iş yapmanın kolay olmadığını unutmamak lazım. Bilhassa ömrünün sonlarında her şeyden kuşkulanmaya başlamış, oldukça hassas bir insan olmuştu; dostları ve yakınları tarafından evine hediye olarak getirilen meyve ve yiyeceklere dokunmuyordu. Şüphesiz bu ruh halinin büyük bir kısmı onun irfanî derecelere ve ruhanî makamlara ulaşabilmenin, duyma yetisinin zayıflatılmasıyla mümkün olacağına inanıyordu.
    Şairin hayatının ve şiirlerinin tetkik edildiği bu tezde, Şehriyar’ın geçirdiği edebî dönüşümler ve şiirde ulaştığı mükemmeliyetin, başından geçen bireysel olaylar ve toplumsal hayatıyla birlikte dikkatli bir şekilde ele alınarak irdelenmeye çalışılmıştır, zira şairin eserlerini onun bireysel ve toplumsal yaşantısından ayrı olarak inceleyemeyiz. Kaldı ki şairin başından geçen şahsî olaylara, onun şiirine işaret etmeksizin değinmek zevk ve incelikten yoksun olacaktı. Konuyu bu tarzda ele alışımız edebî bir incelemeyle bağdaşmayacaktı. Bütün bunlara rağmen Şehriyar’ın şiiri ayrıca başka bir bölümde ele alınarak bütün yönleriyle değerlendirilecektir.
    ““Haydar Baba”ya Selam” manzumesi hususunda Azerice bilmeyen Fars vatandaşlarımızın da bu eserin içeriğinden haberdar olabilmeleri için, “Haydar Baba”’nın ele alınacağı bölümde ilk “Haydar Baba”ya Selam manzumesine de kısaca değinilecektir. Bütünüyle edebi bir zevk ve duygu ile yüklü bu eserin tercümesi hiçbir surette mümkün olmadığı için bu manzumeyi Farsça’ya çeviren Mir Salih Hüseyni ve Şehriyar’ın bizzat kendisi tarafından seçilerek divanına konan Farsça tercümeler de yer alan açıklama ve tedbirlerden istifade edilmiş; bu satırların yazarı tarafından da kimi tabirlerin çevirilerine müdahalelerde bulunulmuştur.
    Şair’in hayat hikayesinin aslı ve kaynağı Şehriyar ile gerçekleştirdiğim görüşümdür. Şair’in hayat öyküsü için gereken hususlar kasetten alınarak nakledilmiştir. Eğer araştırma esnasında birtakım nedenlerle Şair’in değinmediği bazı noktalara gereksinim duyulmuşsa, aşağıda açıklayacağım yollarla bu durum ortadan kaldırılmıştır:
    1. Şehriyar’a duyduğu şiddetli ilgiden dolayı gençlik yıllarını Üstadın evinde geçiren ve çocuklarının oyun arkadaşı sayılan, Şehriyar’ın da kendisini çok sevdiği zevk sahibi, faziletli ve bir araştırmacı olan sayın Asgar Ferdi gibi Şehriyar’ın yakın dostlarına danışmak. Bu satırların yazarının da eski bir dostu olan Asgar Ferdi, Şehriyar’a ilişkin bütün özel notlarını bendenizin istifadesine sunmuştur. Bu notların incelenmesi neticesinde, Şehriyar’ın başkalarının bilmesini istemediği bazı özel hatıralarını sayın Ferdi Bey’e aktardığı anlaşılmaktadır. Onun için bu samimi dostumun yaptığı işbirliği ve yardımdan ötürü kendisine burada bir kez daha teşekkür etmek istiyorum.
    2. Şairin kimi hatıraları, Şehriyar’ın bütün şiirlerinin toplandığı divanının önsözünden ve Dr. Hamit Muhammed Zâde’nin gayretleriyle derlenip yayınlanan, “Şehriyar’ın Türkçe Şiirleri Antolojisi” isimli kitaptan; özellikle ““Haydar Baba”ya Selam” adlı manzumenin yer aldığı bölümden istifade ederek gün ışığına çıkarmaya çalıştım.
    3. Şehriyar’ın dostu olan ve hayatının kimi kesitinde onunla aynı olayları yaşayan sayılı edebi ve kültürel şahsiyetlerin bilgisine de başvurulmuştur. Ancak bunları tek tek zikretmemiz mümkün değildir.
    4. Şairin doğum yerini veya yaşadığı yeri yakından müşahede etmek için gerekli mekanları şahsen ziyaret etmemin yanı sıra Şehriyar ile yaptığım sayısız görüşmelerde edindiğim izlenimlerden de bu tezde yararlanılmıştır.


    ŞEHRİYAR (2)

    Şehriyar’ın Doğumu Eşiğinde Tebriz’in Toplumsal ve Siyasal Durumu

    Coğrafî konumu itibariyle Asya ve Avrupa yolu üzerinde bulunan Tebriz, bilhassa son iki asırda İran’ın siyasal ve kültürel dönüşümlerinin merkezi haline gelmişti. Şehriyar’ın doğumunun eşiğindeki bu dönüşümler, Kacar yönetiminin son dönemlerinin siyasal oluşumları ve memleketin karışık durumu ile İran’ın kuzey ülkeleri yani Türkiye ve Kafkaslarda patlak veren bir dizi siyasal ve toplumsal değişimler bakımından son aşamaya varmıştı. Gerçekte Tebriz, tarihinin en karmaşık ve en maceralı dönemlerinden birini yaşıyordu: Kacar şahlarının başına buyruk yönetici ve valilerinin dayanılmaz baskıları halkın itiraz ve başkaldırısını beraberinde getirirken aydınların da tahrik ve kışkırtmaları için uygun ortamı hazırlamıştı. Ne var ki, geri kalmışlığın, bedbahtlığın, haddi hesabı olmayan toplumsal, kültürel ve ekonomik zulümlerin kaynağı bu babadan oğula geçen başına buyruk yönetimlerin temeli de tarihsel açıdan sarsılma sürecini yaşamaya başlamıştı. Bu düşünce, eserleri Tebriz’de de basılan Osmanlı ve Kafkas yazar ve şairlerinin etkisiyle her geçen gün daha da güçleniyordu.
    Meşrutiyet devrimi, şah ve yardımcılarının mezalimi üzerine patlak verdi. Tebriz şehri istibdada karşı verilen savaşın bayraktarı, direnişin ve bu direnişin devam ettirilmesinin ağırlık merkezi durumundaydı. Bu şehir halkının gösterdiği fedakarlık ve kahramanlıklar neticesinde merkezi yönetim 1906 senesinde meşrutiyet fermanını çıkarmak zorunda kaldı.
    Veliahdın oturduğu şehir olması hasebiyle ülkedeki mevcut gücün bir bölümünün yer aldığı Tebriz’de, güç ve yönetim veliaht, vali ve dönemin müçtehitleri arasında paylaşılmıştı. Bir çok gazetenin aynı anda basıldığı bu şehirde kültürel hareketler de bu dönemde oldukça artmıştı[1]. Gerçekte, Nasıriye dönemi ve o asrın kültürel ortamının gelişip yükselişlerine neden olduğu bir çok yayın organının varlığı ve ünlü sanatçıların bulunması Tebriz’i bir edebiyat ve sanat merkezi haline getirmişti. Nastalik hattında Hoşnivisbaşı olarak şöhret bulan Mir Hüseyin Türk, yüzlerce talebe yetiştiren Mirza Hüseyin Ali Han ve Emir nizam Gerrusi o asrın hüsnü hat sanatının yetiştirdiği en büyük Üstatlardan idiler, Bunların çoğu Molla Cenap Kazvini, Molla Kerim Erbap, Seyyid Hasan Tuluî ve üstat Ebil Hasan Han İkbalussultan gibi üstatların cömertlik ve bereketiyle uyumlu bir ruha lütufla dolup taşan bir tabiata ve musiki bilgisine aşina edebi şahsiyetler idiler.
    İran Edebiyatı’nın parlak simalarından olan İrec Mirza, Hekim La’li, Mirza Muhammed Takî Neyyir Tebrizi, Hac Rıza Sarraf, Mirza Ebul Hasan Racî, Mir Abdulhüseyin Hazın, İsmail Emirhizî ve Reyhanet’ul Edeb’in yazarı Mirza Muhammed Ali Müderris Hıyabanı gibi bir çok şair ve edip bu dönemde yaşadı. Bu asırda Arap dili ve Edebiyatı ilimlerinde gözler görülür bir ilerleme kaydedildi. Telif ettiği eserleri, İran dışında da okutulan o dönemin tanınmış üstatlarından olan Hadi Sina’nın ismini de burada zikredebiliriz. Bundan ötürü Şehriyar’ın doğduğu asır, kültürel açıdan İran Tarihinin altın çağlarından biridir. İleride de açıklanacağı gibi bu faktörler, Şehriyar’ın bilimsel ve kültürel kişiliğinin gelişip olgunlaşmasında çok önemli bir rol oynamıştır. Bu çağın bilim ve sanat alanlarında yetiştirdiği büyük şahsiyetlerin etkisi, onun kültürel kişiliği üzerinde açıkça müşahede edilebilir.

    Şehriyar’ın Doğumu


    Hoca Mir Aka Hoşkenabî olarak tanınan Seyyid İsmail Musevî’nin oğlu Seyyid Muhammed Hüseyin Behcet-i Tebrizî, miladi 1907 senesinde bu toplumsal ahval ve şerait içinde, Mirza Nasrullah Çarşısı mahallesinde yer alan bir evde gözlerini dünyaya açtı.[2] Sonraları Merhum Hac Mir Eke, bu evi merhum Mirza Cevad Han-ı Natık’a satarak, kendisinin inşa ettiği Kelketeci camisinin karşısında yer alan Veycuye Meydanı (Verci alanı)’ndaki üç katlı bir eve taşındı. Şehriyar Hac Mir Aka’nın ilk oğlu idi; güya annesi kendisinden önce ölen üç erkek evlat doğurduğu için Şehriyar’ı özene bezene büyütür. Babası faziletli ve müçtehitlik mertebesine yakınlaşmış bir alimdi. Şehriyar’ın kendi tabiriyle “Azerbaycan’ın tanınmış avukatlarındandı.[3] Tebriz ve Necef kentlerinde tamamladığı dini tahsiline ek olarak ahlaksal erdemlere ve ruhani niteliklere sahipti. Güzel yüzlü, orta boylu, uzuvları endamıyla uyumlu ve vakur görünümlü bir seyyitti. Çok cömertti. Ailesinin efradı 30 – 40 kişi civarındaydı. Sofrası şehirli ve köylü için hep seriliydi. Şiir yazmazdı ancak şiir ve musikiyi sever, her türlü sanatı teşvik edip desteklerdi. Güzel hat yazardı. İri yazıda merhum Hoşnivisbaşı’dan, ince yazıda da merhum emir Nizam Gerrusi’den meşk aldı. Hukuk ve yargı işlerini içeren mesleğinde derin bilgi sahibi idi. Elinden geldiğince aldığı davaları barış ve karşılıklı uzlaştırmayla sonuçlandırmaya çalışırdı. Haksız olarak teşhis ettiği nice para babası müvekkilini şiddet ve öfkeyle kendinden uzaklaştırırdı. Nice parasız, fakir müvekkilinin davasına da bedava bakar, hatta evlerinin masrafını da kendi cebinden karşılardı. Şehriyar “Ey Vay maderem” (Eyvah Anam) isimli şiirinde bunlara değinir:
    Kadim görünümüyle şehrimiz Tebriz’in
    Bağbişe semtinde dindar bir yiğidin evi var
    Evi ve avlusu bir adliyedir adeta
    Burada mazlum halkın imdadına yetişilir
    Müvekkilin masraflarının kefili avukattır burada
    Bütün gelirini halkın refahına harcar.
    Kapısı açık, sofrası serili
    Ne açlar karnını doyurur sofrasında
    Bu evi çekip çeviren bir kadın var
    O benim annemdir.

    Şehriyar’ın Annesi


    Şehriyar’ın annesinin adı Kukeb Hanım’dır. Kendisini “Hanım” diye çağırırlardı. Hac Mir Aka’nın ikinci eşiydi. İlk eşinden çocuğu olmadığı için Hac Mir Aka, Kukeb Hanım’la evlenmek zorunda kalmıştı. Şehriyar birkaç evladı olan annenin ilk evladıydı. Gelip gideni çok olan Hac Mir Aka’nın evi, çok çalışkan ve gayretli bir kadın olan Kukeb Hanım’ın eliyle evrilip çevrilmekteydi. Bu fedakâr kadın, gerek çocukluk döneminde gerekse de Şehriyar Tahran’da yaşadığı yıllarda Şehriyar için büyük zahmetlere katlanmıştır. Şehriyar’ı karnında taşırken onun şairane zevkinin oluşumunda derin tesirleri olan da yine bu kadındır. Şehriyar, annesinden duyduğu mahalli manileri, Azerbaycan’ın folklorik şiir ve öykülerini, Türkçe ezgileri, atasözleri, deyimler ve aşıkâne yazılmış şiirler ömrünün sonuna kadar unutmadı. Onları her tekrar ettiğinde öksüzce gözyaşları dökerdi. Şehriyar’ın adını ve Azeri Edebiyatını ebedileştiren ““Haydar Baba”ya Selam” isimli manzume varlığını işte bu kadına borçludur. Zira Şehriyar, bu manzumeyi annesinin ricası üzerine kaleme almıştır:
    Çığırdığı mahalli türküler,
    Anlattığı güzel ve albenili öykülerle
    Daha beşikteyken ben, ölüp gidinceye kadar
    Saza ve söze kurdu sinir tellerimi
    Gülüşüyle şiir ve nağme ekti bağrıma
    Sonra gözyaşlarıyla suladı bu ekintiyi
    Titreyip bana ışıldadı o ruh ihtizazı
    Ve ben bu ruh ihtizazından aldım naz havasını
    Ve kendime aşktan yeni bir alem yarattım.
    Hayır! O ölmedi, zira ben yaşıyorum halâ
    O kederimde, şiirimde ve hayalimde yaşıyor.
    Şairâne mirasımdan ne varsa hep ondandır
    Güneşin ve ayın kaynağı söner mi hiç?
    O yiğit kadın hiç ölür mü? O Şehriyar doğurdu
    “Gönüllü aşkla dirilen asla ölmez”.
    1934 yılında eşini yitiren Kukeb Hanım, Hac Mirza Aka’nın evinde 12 yıl boyunca onun çocuklarını büyütmek için didinip durdu. 1946 yılında Şehriyar’ın hastalığını öğrendikten sonra, hayatının en zor dönemini yaşayan aşık ve perişan oğluna bakmak için evinin bütün imkânlarını bırakarak Tebriz’den Tahran’a gelir. Annesinin gelişiyle ruhunda açılan derin yaralar kapanmaya başlar ve Şehriyar yeniden hayat bulur:
    Kadın ve Erkek hizmetçilerini bırakıp şehrinden
    Benim ve alınyazım ardına düştü
    Geldi, kanatlarının altında gaz tenekesi
    Yarı canlı bir aşk lambasını yakmak için
    Her gece fakir bir evin kapısından girmek için

    Hayır! O ölmedi, ayak seslerini duyuyorum
    Halâ çocuklara çıkışıyor
    Hamid sus!
    Bijen! Çekil kenara!
    Sessiz, kevgirle
    Hastası için yemek pişiriyor

    Bu hasta,, dertlerin ağırlığı altında ezilen ve çeşitli bağımlılıkları olan Şehriyar’ın tâ kendisidir. Uyuşturucu kullanıyordu, zayıf cisimliydi. Ruhsal karışıklık ve ıstıraplara müptelaydı. Annesi bir hemşire gibi ona bakarak hakikaten onu kurtardı:

    Hastasına beş yıl bakıcılık yaptı
    Kan ve gözyaşına bulandı da hastasını kurtardı
    Ya oğlun senin için ne yaptı? Hiç... Hiç...
    Yalnızca bir hastane
    O da başkalarının yardımıyla
    Ve bir gün haber verildi Gel! O öldü.

    Miladi 1952 yılının Haziran ayının başlarında bu yiğit kadın Tahran’daki bir hastaneye nakledilir. 22 Temmuz sabahında Şehriyar’a annesinin kötü olduğu iletilir. Şehriyar evden çıkar ve bir rastlantı eseri samimi arkadaşı Lütfullah Zahidî ile karşılaşır. Bu rastlantıyı bir mucize telakki eden Şehriyar bu hususta şöyle diyordu: “Eğer Zahdî olmasaydı, ben tek başıma hiçbir şey olmadan cenaze töreni ve defin işlerini yapacak durumda değildim”.[4] Şehriyar, Zahidî Bey ile beraber annesinin cesedini hastaneden alarak Kum’da babasının mezarının yanında toprağa verir:

    Kum yolunda, geçen her şey bana somurtuyordu
    Dağ kıvrımı bana sövüp uzaklaştı
    Ovada eğri büğrü kara çizgiler
    Alınyazısı tomarı ve ürkünç haberler
    Göl de uzaktan halime ağlıyordu
    Türbenin etrafında sadece tavaf ve bir namaz
    Okuduğum Yasin suresinde bir damla gözyaşı
    Anne toprağa gitti

    Eve döndüm, anlatılacak gibi değil!
    Baktım her zamanki gibi havuzun kenarına kurulmuş
    Yine kirli gömleğimi yıkamıştı
    Sanki güldü ancak kırgındı:
    Beni toprağa verip geldin ha?
    Tek başına komam seni yoksul çocuk!
    Gülmek istiyordum gördüklerim karşısında
    Fakat bir hayaldi
    Vah anacığım vah!

    Tebriz’in vahim durumunu sezen Hoşkenabî, veba söylentileri de yayılınca 1910 senesinde Şehriyar’ın halası ve büyük annesinin isteği üzerine Seyyid Muhammed Hüseyin’i “Karaçimen” köylerinden olan “Kayışkurşak” ve “ Hoşkenab” köylerine yolladı.

    Afağı seyredenlerin çıkıp dolaştığı
    Bir diyar var Karaçimen’in ötesinde
    O dağ eteği ve Şengülabad[5]
    Ve o yeşil Kayışkurşak[6] ovası
    Hatırlansın o Hoşkenab[7] gecesi ve mehtap
    Ve ev sahibi Kıpçak’ın[8] sohbeti

    Şehriyar, çocukluk döneminde yaşadığı hatıraların en güzel yankısını “Haydar Baba” dağında buluyordu. Bir tarafta kayışkurşak ve Hoşkenab köylerinde halası ve büyük annesinin sevgi dolu kucağında muhabbet korkusunu tadarken diğer tarafta efsanevi “Haydar Baba” dağının eteğinde yavru bir ceylan gibi atlayıp zıpladığı dönemlerde “Molla İbrahim”[9] mektebinde Kur’an dersleri alıyordu. Muhtemelen halasının kocası “Mir Salih’in[10] odasındaki bir rafta, gazellerindeki görkemli musikî sayesinde şiir yeteneği kazandığı Hafız Divanını buldu. “Haydar Baba” dağının eteklerinde geçirdiği çocukluk döneminden kalma hatıraları zihninde rüyamsı ve şairane tasvirler oluşturuyordu:
    Ay, kürsünün etrafında halka olmuş,
    Gece, buluttan bir yorganın altında uyuyordu
    Büyükannem Hanım nene,
    Efsane ve macera anlatıyordu
    Lambanın loş ışığı altında ben,
    Periyle yan yana hayale gark oluyordum
    Ve şiirim gizlice tomurcuklanıyordu.

    Köy ortamı ve “Haydar Baba” dağının tabiatının Şehriyar’ın üzerinde bıraktığı derin izler ““Haydar Baba”ya Selam” adlı manzumede yer alan eşsiz şiirsel ifadelerle oluşturulan tablolar, her okuyucuyu kendine hayran bırakmaktadır. Bu bir benzeri olmayan eserin bazı bentlerine şöyle bir bakmak, bu söz ustasının zihinsel yaratıcılık ve tablo yapmaktaki ustalığını gözler önüne serecektir. Hasat mevsimi, bıldırcın avı, işten sonra dinlenen köylüler ve güneşin batışı şu mısralarla betimlenir:

    Biçin üstü sünbül biçen orahlar
    Eyle bil ki zülfi darar darahlar,
    Şikarçılar bildirçini sorahlar
    Biçinçiler ayranların içeller,
    Bir hoşlanıp sondan durup biçeller.
    Türkiye Türkçe’siyle:
    Biçin vakti sümbül biçen oraklar
    Öyle bil ki zülfü tarar taraklar
    Avcılar bıldırcını ararlar
    Biçiciler ayranlarını içerler
    Bir pinekleyip sonra kalkıp biçerler

    Şehriyar bu güzel şiirinde çoğunlukla görkemli “Haydar Baba” dağının eteğinde geçirdiği çocukluk günleri hatıralarını yeniler. Efsaneler, türküler, atasözleri ve şiirlerinde bunu yansıtır. Karla kaplı dağlardan akan suların görülmeye değer manzaraları, baharın ilk çiçekleri, meyvelikler, buğday, arpa tarlaları, şafak sökümü ve günbatımı bu şiirlerde sahip oldukları olanca güzellikleriyle ortaya konur.[11] “Haydar Baba”ya Selam isimli manzumenin edebi ve şiirsel yönü üzerinde başka bir bölümde ayrıca durulacaktır.


    Köyden Tebriz’e Yeniden geri Dönüş


    Tebriz şehrine göreli bir sessizlik ve dinginliğin hakim olması ile hastalığın yayılma tehlikesi ve güvensizliğin bir dereceye kadar ortadan kalkması üzerine, Hac Mir Aka ailenin Tebriz’e dönmesini istedi. Bu dönüş bir bahar mevsiminde gerçekleşir. Dokuz yaşında olan Şehriyar, yağmurlu bir günde faytona binerek Tebriz’e doğru yola koyulur. Hac Mir Aka oğlunu görmek ve karşılamak maksadıyla İmamiye denilen bir köyde, saatlerce oğlunu beklemeye koyulur. O günün hatırasını Şehriyar “Gönül Hezeyanı” başlıklı bir şiirinde şöyle betimler:
    Yolda faytoncu bana
    Gösterdi ufukta bir nokta
    Baban yaparsam onu sana
    Ne vereceksin muştuluk bana
    Akide şekeri verdim ona
    Çubuğundan bir nefes verdi bana
    Ve o nokta gizlendi dağın ardında
    Yavaş yavaş baktım babam rahmetli
    Dağın tepesinde yeşermiş çam gibi
    Melek kanadı gibi açılmış abası
    Seyyidlik sarığı başında başında taç gibi
    Dağdan inmekte aşağı
    Miraçtan inen Muhammedi Nur gibi
    Rüyamda görürüm artık babamı

    Böylece Tebriz’e giren Şehriyar’ın hayatında yeni bir dönem başlar. Tebriz’e geldiği tarih tam olarak belli değildir. Ancak altı yaş civarında olduğu tahmin edilmektedir.

    Şehriyar’ın Öğrenim Hayatı


    A- Eski Medrese öğrenimi : Şehriyar’ın öğrenim gördüğü ilk mektep, Kayışkurşak (“Haydar Baba”) köyünde yer alan Molla İbrahim Mektebi’dir. “Haydar Baba” manzumesinin 47. bendinde bu hususu Şehriyar şöyle ifade etmektedir:


    Heyder Baba, Moll İbrahim var ya yoh?
    Mekteb açar, ohur uşahlar ya yoh?
    Hermen üstü mektebi bağlar ya yoh?
    Menden ahunda yetirersen selam
    Edebli bir selam-ı mâle-kelam

    Türkiye Türkçe’si:
    “Haydar Baba” Molla İbrahim var mı yoksa yok mu?
    Mektep açar mı, okuyor mu çocuklar yoksa yok mu?
    Harman vakti mektebi kapatıyor mu yoksa yok mu?
    Benden hocaya ulaştırırsın selam
    Edepli, söz götürmez bir selam.

    Şehriyar, bu mektepte Sadi’nin Gülistanı, Nisabü’s Sibyan ve Ebvab’ül Cinan gibi eserleri okur. Tebriz’e döndükten sonra bir müddet de meşhur “Aka Seyyid”in müderrisi olduğu “Seyyid Hamza” mektebine devam eder: “Sohrab mahallesinde beni, Seyyid Hamza Mektebine bırakıtılar. Benden bir iki yaş daha büyük olan merhum Habib Mahir gelip elimden tutuyordu ve birlikte mektebe gidiyorduk.”[12]
    Şehriyar yeni okullarda aldığı eğitimin yanında eski öğrenimini, özellikle Arap dili ve Edebiyatı ile ilgili eksikliklerini tamamlamak için amcasının oğluyla birlikte Tebriz’deki Talibiye Medresesine girer. “Amcamın oğlu Seyyit Muhammed Han Riyazet ile birlikte Talibiye Medresesinde bir oda tuttuk. Merhum Hadi Sina ile komşu idik. Merhum Sina yukarı katta biz ise aşağı katta oturuyorduk. Orada klasik eğitim olan sarf ve nahiv dersleri aldık. Sarf’ı Mir, Tasrif, Avamil, Nemuzec, Cami, Siyuti, Samediye, İbn-i Malik’in Elfiyesi gibi kitapları okuduk. Sonra Muğniyu’l Lebib’i, Mutevvel’i, daha sonraları da merhum Mirza Abdul Vahhab Şiarı’nın yanında Makamat’ı hariri’yi okuduk. O dönemde Mutevvel’in bir özetini çıkardım; Tahran’a gittiğimde merhum Şems’ul Ülema bu özeti gördüğünde şaşırarak bana: Ikdu’l Ceman’ı gördün mü? Diye sordu. Hayır deyince bana: “Yaptığınız telhiste yer alan kimi ibareler Ikdu’l Ceman’daki ibarelerin aynısıdır” dedi. Ikdu’l Ceman’ı görmediğime inanmıyordu. Daha sonraları kendisi bana bir Ikdu’l Ceman verdi.”[13]
    Şehriyar Daru’l Fünun’da okuduğu yıllarda edebi ilimler tahsiline devam etti. Sepehsalar Mescidi’nin baş köşesinde merhum Şehit Seyyid Hasan Müderris tarafından verilen (Mealim) dersinde hazır bulunur; söylevlerini dinlemek için ulusal danışma Meclisi’ne İran Parlamentosu) girdi.[14]
    B – Klasik Öğrenim : Şehriyar, köyden Tebriz’e döndükten sonra kayışkurşak köyünde “Molla İbrahim” ve Tebriz’de “Seyyid Hamza” mekteplerinden başka, yine bir alim olan babasının yanında Arapça ve Edebiyat ilimlerine hazırlık mahiyetinde ön dersler aldığını yeri gelmişken belirtelim. Nihayet 1914 senesinde Tebriz’deki “Muttahide Okulu”unda resmi öğrenime başlar. Geniş Edebi bilgisi ve asrının mütedavil bilgilerine olan hakimiyeti sayesinde ilkokulu üç yılda bitirir ve 1917 senesinde Fiyuzat Okulu’na kaydını yaptırır.[15]
    Şehriyar’ın bu dönemdeki arkadaşı Ebu’l Kasım Şiva’dır. Bu şahıs Şehriyar’a gençlik yıllarında birçok yardımlarda bulunmuştur. Şiva döneminin veliahdının (= Muhammed Rıza Pehlevi) kaldığı sarayda çalıştığı sırada, Şehriyar öğrenimi için Tahran’da bulunuyordu. Öyle anlaşılıyor ki Şiva, Şehriyar’ın edebiyat camiasında tanınmasında çok önemli bir rol oynamıştır.
    Şehriyar’ın ciddi bir şekilde yine bu dönemde şiir yazmaya başladığını söyleyebiliriz. Zira, Şeyh Sadi’yi izleyerek kaleme aldığı meşhur şiirlerinden biri, bu dönemde yazılmıştır:
    Sen gül bahçesine gelince gül harap olur;
    Yusuf’un kıymeti düşer sen pazara gidince.
    Sen dama çıkınca ay bulutun arkasına gizlenir;
    Gül değerden düşer sen gül bahçesine gelince.
    Ey ordunun güzeli, ey benim şahım;
    Sen her savaşa çıkışında ben sana teslim olurum
    Aydın günü kendime aşkından kıldım şeb-i tar;
    Bu karanlık geceme sen ışık olursun diye.
    Ey benim İsa’m Serdar Mescid’ine gelirsen;
    Zülfünün haçıyla ölüleri diriltirsin.[16]

    Bu dönemde Şehriyar’ın düşünsel hayatının ve yüksek şiirsel yeteneğinin temeli atılarak, sonları “Şehriyar Ekolü” olarak tanınacak olan üslubu, oluş sürecini yaşamaya başlar.
    Bunun nedeni, Avrupa’da ortaya çıkan romantizm akımının, Osmanlı ve Kafkas şair ve edipleri aracılığıyla o günkü İran şiirini nüfuzu altına almasıdır. O dönem İran aydınları, tümü Osmanlı İmparatorluğu sınırlarında yayınlanan “Tanzimat”[17] “Servet’i Fünun”[18] ve “Fecr-i Ati”[19] gibi edebi mecmuaları ve Tevfik Fikret ve diğer büyük şairlerin şiirlerini mütalaa etmek suretiyle bu yeni edebiyat akımıyla tanışmışlardı. Büyük Osmanlı şairlerin izinden giderek hayali ve yeni kafiye türleriyle şiirler yazdılar. Hakikatte bu dönem, Fars şiirinde yeni arayışların olduğu bir dönem olarak kabul edilmektedir. Bu çağda yazılan şiirler hem içerik hem de şekil açısından bu akımın etkisi altında ve eski şairlerin yazdıklarından bütünüyle farklıydı. Şehriyar bu dönemde önemli bir ağırlığa sahip olan “Teceddüd” gazetesi ile “Azadistan”[20] dergisini mütalaa ederek bu çağın toplumsal düşünüşü ve düşünce tarzının etkisi altında kalır. Öyle ki, son dönem Osmanlı-Türk şairlerini taklit ederek kendisine “Behcet” mahlasını seçer.[21]
    C – Şehriyar’ın Aldığı Diğer Eğitimler : Şehriyar, Fransızca’yı bu dille yazılmış önemli eserleri okuyup anlayacak hatta bu dille şiir yazacak düzeyde iyi bilirdi. Tebriz’in Veycuye mahallesinde yaşadığı dönemlerde Şehriyar’ın ilk Fransızca öğretmeni Muhammed Han olmuştur. Şehriyar’a evde özel ders veren bu zâttan başka Muttahide Okulu'nda Rıza Koli Han Ruşduyi’den aldığı derslerle Fransızca’sını mükemmelleştirdi. Tahran’da okuduğu yıllarda Fransızca kursuna kayıt yaptırarak bu dili öğrenmeye devam etmiştir.[22]

    Tahran’a Gidiş


    Hıyabanî’nin milli başkaldırısının 1920 senesinde Mehdi Koli Han “Muhbirü’s-Saltana” tarafından bastırılmasından sonra, Tebriz baskı altında sert, sessiz ve dingin dönemini yaşamaya başlar. Zengin aileler çocuklarını öğrenimlerini sürdürmeleri için Tahran’a kimi zaman da Avrupa’ya gönderirdi. Hac Mir Aka Hoşkenabî de çocuğunun geleceğini garanti altına almak maksadıyla tıp eğitim alması için Şehriyar’ı Tahran’a gönderdi. Böylece Şehriyar, gelecekte ailenin yönetim sorumluluğunu da üzerine alacaktı. Ne var ki, siyasal krizler, edebî ve içtimaî devrimlerle iç içe olan H.Ş. 14. asrın başlangıç dönemi, Şehriyar’ın hayatını babasının özlemlerinin de gerçekleşemeyeceği bir şekilde değiştirdi.
    Dedemin elindeki âsa olayım, fakat ne çare
    Ayağım çamura saplandı, başıma toprak saçıldı, baba!
    Gönül kanı yutarak bir bahçıvan gibi yetiştirdin beni,
    Ama bu fidanından bir meyve alamadın baba!
    Ah ki, zamanın oyunu beni gafil avladı!
    Senden haberdar olayım derken (ölüm) haberin geldi baba![23]
    Şehriyar 1920 senesinin Şubat ayında bir kervan ile Tahran’a doğru yola çıkar. Babası onu çok sevdiğinden uğurlama merasiminde bulunamaz. Babası tarafından yakın akrabalarından biri annesiyle birlikte onu uğurlarlar:
    Babamın çok ince bir kalbi vardı. Kendisi bizi uğurlayamadı. Anneme[24] “sen git uğurla” dedi. Sonra da babamın dayısı oğlu Mecdü’s-Sadat geldi. Bizi bir katıra bindirdi. Kervan ile birlikte yola çıktık.”[25]
    Şehriyar’ın bu yolculuktaki en önemli hatırası “Garibgez” (Yerliden çok yabancıya zarar verdiğine inanılan bir tür tahta kurusu) dir. “O sıralarda Miyane kentinde “garibgez” denilen bir hastalık yaygındı. Bu hastalığa neden olan haşerenin çok tehlikeli olduğu söylenirdi. Babam, Miyane’ye vardığımızda temiz bir yer bulun, parmağınızı ıslatıp toprağa vurun sonra da ağzınıza sürün, dedi. Biz de söylediklerini aynen yaptık. Çok şükür bizi ısırmadı!”[26]
    Şehriyar, bu kervan ile Kazvin’e kadar yol alır. Kazvin’den Tahran’a kadar da faytonla yolculuk yapar. Bu yolculuk 22 gün sürer ve Mart 1920 senesinde Tahran’a varılır. Şehriyar yolda iken seyyid Ziya’nın düşürüldüğünü. Ve Rıza Han’ın darbe yaptığını öğrenir.
    Tahran’a vardıktan sonra babasının da tavsiyesi ile Ahmet Şah’ın halası Ekremü’s-Saltana’nın evine gider. Hac Mir Aka’nın Ekremü’s-Saltana ile olan tanışıklığı onun oğulları vesilesiyle olmuştur. Bizzat Şehriyar’ın kendi tabiriyle: “Ekremü’s-Saltana’nın şehzade oğulları Abdulmecid Mirza ve İsmail Mirza bir zamanlar babamın talebeleri idiler.”[27]
    Şehriyar Tahran’da Lokmanu’l Mülk tarafından Daru’l Fünun Okulu’nun lise matematik bölümüne kayıt ettirilir. Bundan sonra Şehriyar, yavaş yavaş Tahran’ı tanımaya ve yeni dostlar edinmeye başlar. Ekremü’s-Saltana'nın evinde geçirdiği tarife sığmayan sevgi ve şefkat dolu dört aydan sonra kendi ısrarıyla onun evinden ayrılarak Çale Hisar mahallesinde kendine bir ev kiralar. Bu yeni evi, Nasıriye caddesinde yer alan okuluna yakındı.

    Tıp Eğitimi ve Şehriyar’ın Aşkı


    Şehriyar, Daru’l Fünun’da eğitim gördükten sonra 1924 yılında buradan mezun olur. Jandarma kontenjanıyla Tahran Tıp Okulu’na kabul edilir. Son sınıfa kadar tıp eğitimi alır. Asistanlık stajını Yusufabad’taki Sipeh Hastanesi’nde yapar. Ancak son sınıfta yaşadığı ve muradına eremediği bir aşk macerası, düşünce dağınıklığı ve gelişen diğer olaylardan ötürü öğrenimine son vermek zorunda kalır. Daha sonraları dostları tarafından eğitiminin tamamlanması yönünde teşvik edilmesine rağmen Şehriyar, bunlara aldırmaz. Sonraları da devlet memuru olmak zorunda kalır. Bu dönem, Şehriyar’ın hayatının en kritik aşaması olarak kabul edilir. Zira bu dönemde Şehriyar’ın yaşadığı beş yıllık aşk hayatı, Veliahd’ın (= Muhammed Rıza Pehlevi) müşaviri, Mazendaran valisi ve Emir Ekrem olarak tanınan çerağ Ali Han’ı Pehlevî adında bir kişinin müdahalesi ile mateme dönüşür. Bu nedenle tutuklanır ve Meşk Meydanı Milli Bağ’ında yer alan bir karakolda bir ay hapsedilir.[28] O dönemden kalan hatıralarının bir tanesi hapiste yazdığı aşağıdaki şiirdir:
    Galip düşmanın hisarında ağlarım
    Mağlup muhalif makamında çalınan saz eşliğinde
    Kenan ülkesinin ayı ayrılık kuyusunda olduğu müddetçe
    Hüzünler kulübesi ve Yakup’un yakarışı hoştur
    Bu tufan gibi karmakarış müsvedde sana
    Bahtı kara benden yazılmış bir mektuptur
    Şehriyar’ın aynası sade ve saftır
    Ahki sen çok kötülük ediyorsun bana çocuk!

    Bu hadiseyle eş zamanlı olarak, Şehriyar’ın ruhsal durumunun değişiminde derin etkiler bırakan başka olaylar da gelişir: Tüberküloz hastalığına yakalanmış olan Şehriyar’ın samimi dostu Şehyar ölür. Şehriyar’ın başka bir dostu olan Lütfullah zahidi eğitimin sürdürmek amacıyla Avrupa’ya gider. Emirî Firuz Kuhî ona küser ve hepsinden daha kötüsü Habib Meykede intihar eder. Sonuç olarak diyebiliriz ki Şehriyar hayatının en güç dönemlerini yaşar. Bu olaylardan dolayı sekiz aylık bir ruhsal hastalığa yakalanır ve yataklara düşer. Bu durumdan haberi olmayan babası, okulu bıraktığı için kendisine gönderdiği aylık parayı da keser. Şehriyar gelişen bu olayları şöyle anlatıyor:
    “O zaman istifa etmem gerekiyordu, kabul etmediler.[29] Emirî ile önce Firuz Kuh’a gittik. Bir iki ay orada gizlendim. Sonraları aşkımız malum oldu ve bu haber herifin[30] kulağına gitti bu ilahi bir fırsattı. Böylece ordudan istifa edebildim. Yoksa beni bırakmayacaklardı. Bir kalede bir ay tutuklu kaldıktan sonra o kızın annesi gelip bana: Emir var, seni emniyet dairesine götürecekler. Orada sana bir şey yapabilirler. Gel, ceddinin yüzü suyu hürmetine bu şehirden git! Sana bir şey yaparlarsa yarın ahrette Peygamber’e ne cevap veririz dedi. Cebime de bir şeyler koydu. Belki 200, bilemedin 300 tümen. Ne yapayım? Kemal’ül mülk’ün yanına gitmeye karar verdim. Hüseyiniâbat köyünü satın alarak orada ona görkemli bir imaret inşa ettiren salar-ı Mutemed onun arkadaşı idi. Bu şahıs Kemal’ül Mülkçü Takiabad köyünden Hüseyiniâbat köyüne bizzat kendisi götürmüştü. Nişabur’a gittim orada bir kervansarayda kaldım. Birden üç kişinin bana doğru geldiklerini gördüm. Biri beni kucakladı. Bu, Tıp okulunda benden bir sene ilerde olan Dr. Melikî idi. Nişabur Sağlık Müdürlüğü’nün başkanı olmuştu. Babası da Horasan’ın tanınmış kişilerindendi. Seni Allah gönderdi, burada gurbette canım çok sıkılıyordu, dedi.

    ŞEHRİYAR (4)

    Şehriyar ve Kemalu’l Mülk

    Şehriyar’ın Nişabur da olması Dr. Meliki için bulunmaz bir fırsattı. Zira o sabahları erkenden hastaneye giderek hastaları muayene ve tedavi etmekle meşguldü. Böylece hem Dr. Meliki’nin yapması gereken işi yaparak bir sorun çıkmasını engelliyor hem de hasta ve çaresiz insanların sorunlarını çözüyordu. Gerçekten de onun Nişabur’la bulunması büyük bir nimet olarak kabul ediliyordu. Şehriyar Nişabur da hem çok başarılıydı hem de çok seviliyordu. Şehriyar ev sahibi Dr. Meliki ile birlikte küçük şehirlerde bir gelenek halini alan ve genellikle mülki amirlerin evlerinde düzenlenen sıra gecelerine girip çıkıyordu. Bunun yanı sıra Şehriyar sahip olduğu ahlaki hususiyetlerinden ötürü de çok seviliyordu.
    Üç ay sonra Şehriyar Kemalu’l Mülk’ün[31] izini bulur. Dostları bu ikisinin görüşmesini engeller. Zira bu ikisinin birbirlerine ulaşmaları durumunda artık hiç ayrılmak istemeyeceklerini ve neticede Şehriyar’ı kaybedebileceklerini çok iyi biliyorlardı. Ne var ki, Şehriyar’ın aşırı ısrarı üzerine bu görüşme gerçekleşir. Şehriyar, Kemal’ül Mülk(ü görmeye gider. Bu ziyaret 15 gün sürer.[32]
    Şehriyar’ın Kemalu’l Mülk ile olan samimiyeti Kemalu’l Mülk’ün geceleri uyumadan önce hayatının Nasiruddin Şah’ın sarayında geçen yılları esnasında vuku bulan olayları ve özel hatıraları kendisine anlatacak düzeydeydi.Kemalu’l Mülk bu hatıralarında Nasiruddin Şah’ın kendisine nasıl ilgi gösterdiğini, geceleri onun resim yapabilmesi için bizzat şahın elinde lamba tuttuğunu, böylece de kendisini ebedi eserler ve güzel tablolar yapmaya teşvik ettiğini nakletmekteydi. Şehriyar, Kemalu’l Mülk ile olan görüşmesini “Kemalu’l Mülkçü Ziyaret” başlığı taşıyan şu mısralarda çok güzel bir biçimde betimler:
    Tahran caddesinden çok uzak
    Nişabur köylerinden birinde
    Testide gizlenmiş bir derya
    Bir köşeye sinmiş bir dünya
    Dünyadan elini ayağını çekmiş
    Ayın son üç günü gibi görünmez hale gelmişti
    Rey’in karanlığından bıkıp usanmış
    Güneş gibi dağın ardına gizlenmiş
    Şevk ve sevinç kervanıyla birlikte
    Rey’den Nişabur’a doğru yola çıktım
    Aya benzeyen yüzünden dehasının cemali
    Güneşten ışıyan ışık gibi görülür
    Nergise benzeyen gözü açılmış
    Diğer gözü uykuya dalmış
    Biri dünyayı aydınlatan bir lamba
    Diğeri bahtım gibi uykuya dalmış
    Aşk el öpme buyruğunu verdi
    Lakin üstat bize izin vermedi
    Ben tahammül gösteremezdim buna
    İtaatsizlikten başka çare gelmedi aklıma
    Odasına beraber gittik
    Biz ona aşık, o bize müştak
    Sözleri yeni, albenili ve hoş
    Hepsi irfan, hikmet ve öğüt
    Bazen ağzını Hafız’ın şiiriyle ıslatır
    Tatlı sözlerine şeker katardı
    Bazın de eski hatıralardan söz eder
    Acı tatlı tecrübelerini anlatırdı
    ..............
    O bir zamanlar ışıyan pınar
    Şimdilik titreyen bir yıldız sanki
    Işımakta ay gibi ancak dolunay değil
    Bir güneştir lakin batmaya yakın sanki
    Seher vakti titreyen bir yıldız gibi
    Hazanın kaçan yaprağı sanki
    O can-ı gönülden söz söyleyen
    Ölüme doğru gidiyor sanki.[33]

    Şehriyar, büyük bir maharet ve şairane bir incelikle gözleri Rıza Han’ın adamları tarafından kör edildiği söylenilen Kemal’ül Mülk’ün körlüğünü bir şiirinde tasvir ederek ilham yoluyla bu facianın kasıtlı işlendiğini işaret etmektedir:

    Her ne kadar onun gözüne battıysan da
    Ey Diken kalbimi kırdın
    Yüzlerce şükür ki diğer gözü var
    Bu bin varlık mülkünden daha iyidir[34]
    Nişabur’la birkaç ay ikamet ettikten sonra, sınır yenileme memuru olarak en alt kademeden ve 32 tümen aylık maaşla o şehrin kayıt dairesinde Serdar Saidiyan Neyyiri[35] tarafından istihdam edilir.
    Şehriyar’ın Nişabur’la bulunması ve Kemalu’l Mülk ile görüşmesi şöhretinin tüm Horasan’da yankı bulmasını beraberinde getirir. Onun için bu şehirde 8 aylık bir ikametten sonra onu saygıyla Meşhed’e uğurladılar. Orada kayıt dairesi’nin bir personeli olarak çalışmasına devam etti.


    Şehriyar Meşhed’te


    Şehriyar, Meşhed’te ikamet ittiği süre içinde şöhret sahibi olması, edebi şahsiyetler ve bu şehrin şairleriyle olan aşinalığından ötürü bir takım derneklere ve şiir toplantılarına davet edilirdi. Bu sıralarda Şehriyar daha çok Şapur Edebiyat Derneği’ne girip çıkıyordu. Bu dernekte düzenlenen şiir okuma toplantılarında şöyle bir yol izleniyordu:
    Şeyh Sa’di veya Hafız’ın bir beyti şairler tarafından kendisine nazire yazılması için okunurdu. Diğerleri de kendi zevk ve yeteneklerini sınarlardı. Bu dönemin hatıralarından olan Şehriyar’ın tanınmış şiirlerinden bir tanesinde “Lüzum ma Lâ Yelzem” sanatı kullanılarak Sa’di’ye nazire olarak yazılmıştır
    Bağ ez benefş ve semen arast saheteş
    Del mi keşed be sahet-i bağ-ı seyahateş
    Bahçe sahasını menekşe ve yaseminle süsledi
    Gönül bu sahaya çıkıp dolaşmak ister
    Bahar ve aşk bizi rahat bırakmıyor (madem) biz de sakiye rahat vermeyelim
    Halkın şekerlik ve güzellik madeni olarak adlandırdığı gonca ağzından utanır oldum
    (Sevgilim) siyah zülfün karanlığında gizlenmiş bir sabahtır. Güzelliğini de güneşten alıyor
    Ey Gülün kıskandığı! Bülbülün bile fesahatine bir şey demediği bu gazeli bahçede oku!
    Benim gibi şeyh ile savaşa gelen her fasihin fesahati rezalete dönüşür.

    Şehriyar bu gazeli Şapur Mektebi’nde fesahati ruh okşayan bir lehçeyle okur.[36]
    Şehriyar’ın meşhed’te bulunmasıyla eş zamanlı olarak, o dönemin ünlü müsteşriklerinin katılımıyla Firdevsi’nin 1000. Yıl şenliği düzenlendi. Doğal olarak Şehriyar gibi bir şair İran’ın milli şairine ilgisiz kalamazdı. Bu münasebetle bir kaside yazar. Bu kasidenin Dr. Kasım Gani’nin başkanlığını yapacağı oturumlardan birinde okunması kararlaştırılır. Ne var ki, pratikte Şehriyar davet edilmez ve yalnızca üç kişi şiir okur. Şehriyar’ın ifadesine göre sonraki yıl milletvekili seçilen üç kişi şunlardı:
    1- Ferruhzade
    2- Mueyyed Sabiti
    3- Kasım Gani
    Şehriyar’ın bu kongrede şiir okumasının engellenmesi üzerine merhum Gülşen Azadi (Horasan)[37] Şehriyar’ın yazdığı o şiiri basarak müsteşriklere dağıttı. Netice itibariyle müsteşrikler merasimde okunan şiirler arasında yalnızca Şehriyar’ın şiirini beraberinde götürdüler. Bu şiirin matla’ı şöyleydi:
    “Sohan aine-i gaybist asrar-ı nihanira
    Sohenver der zemin maned soruş-i asimanira
    Gizli sırlar için gaybi bir aynadır
    Söz ustası yeryüzünde gökteki melek gibidir
    Bu dünya zindanına hayat demesi yaraşmaz
    Ölümüyle ebedi bir hayat bulduğu zaman
    Cihan durdukça genç kalacak adama nem mutlu
    Ebedi hayattan daha hoş olan ölüm ne güzeldir.[38]
    Şehriyar’ın Meşhed’te iken naklettiği başka bir hatırası da şudur: “Emir E’zem Behrami, Şapur Edebiyat Derneği’nin başkanıydı. Fransa’da eğitim gördüğünden romantik şiire aşinaydı. İran şairlerinin şiirle resim yapabileceklerine inanıyordu. Bunun için bir gün Şehriyar’ın da üyesi bulunduğu dernek üyelerini Ahmed Abad yaylasına götürerek, bu yaylanın manzarasını ve meziyetlerini betimlemelerini ister. Sonunda hepsi bir bahariye kasidesi yazarlar, ama Şehriyar sonraları “Bayram Sabah’ı” olarak tanınan hayali bir şiir yaratır:

    Bahar sabahı gül yanaklılar gibi ufuktan görülmeye başladığında
    Uyanık sabahın selası okundu
    Gül ve sümbül yokluk uykusundan uyandı
    İlahi arşı a’lâ damından
    Sabah meleği aşağı indi
    Ayın kandil ipi koptu
    Batı kuyusu da ters asılı kaldı
    Felek tanıkdaki aynalar kayboldu
    Ay ve yıldızların ışığı söndü
    Gece yıldız kervanından geriye
    Gökteki titrek yıldızdan başka bir şey kalmadı[39]

    Babanın Ölümü


    Şehriyar 1933 yılında Meşhed’te ikamet ederken uykuda kendisine ilham edilen babasının vefatından haberdar olur. Şehriyar, uykusunda gördüklerini ““Haydar Baba”ya Selam” isimli kitabının dipnotlarında şöyle nakletmektedir:
    “Hoşkenab seyyidleri arasında takvalı ve mütedeyyin iki kişi hatırlıyorum. İlki gerçekten de evliyalardan sayılan ve çocukça şiirlerin içinde adının geçmesinden utanan merhum Hac Mir Ali Hoşkenabî idi. İkincisi ise benim babamdı. Allah her kesin ölmüşlerinden rahmet ve mağfiretini esirgemesin. Babam defalarca ölümünün kadir Gecesi’nde olmasını dilemişti. Öyle de oldu. 1313 şemsi yılının Ramazan ayının 23 ünde, ihya geceleri merasimi’nden sonra sabah ezanına iki saat kala kalp krizi sonucu güler bir yüzle hayata gözlerini yumdu. Aynı gece ben Horasan’daki yayla köylerinden birinde idim. Uykuda babamın ay kürenin üzerinde durmuş vaziyette hareket ettiğini gördüm. Ay ışığı göğsüne kadar onu kaplamış bir vaziyette kahkaha ile gülüyordu. Kahkaha sesi ufuklara yayılıyordu. Uyandığımda köyün yaşlısı “Allahu Ekber” dedi. Sabah ezanıydı, lambayı yaktım ıstırap halinde hafız Divanı’ndan bir fal açtım. Hayretler içerisinde o zaman kadar hiç gözüme ilişmeyen bir gazel çıktı. Gazelin 1. ve 3. Beyitleri şöyleydi:
    Hicran gündüzüyle sevgilinin ayrılık gecesi sona erdi. Fala baktım yıldız muvafık düştü, iş sona erdi
    Bundan sonra kendi gönlümden ufuklara nur saçacağım, zira güneşe ulaştık ve tozlar sona erdi[40]

    Şehriyar’ın babasına duyduğu sevgi, divanında başından sonuna kadar görülmektedir. Şehriyar babasını her zaman yücelik, izzet ve ihtiramla yad etmekte bazen de babasını hatırladığında muzdarip bir halde evden çıkarak nimet ve bereketle dolup taşan çocukluk ya da gençlik yıllarına ait yitik hatıraların peşine düşmektedir. “Babanın Arayışında” başlığını taşıyan şiir bu atmosferi yansıtmaktadır

    Bir gün batımından üzgün kapıdan dışarı çıktım
    Avucumda tutmuşum oğlumun bileğini
    Ya Rab! Garipliğin elinden hangi taşa vurayım
    Bu boş kafamı, şaşkın başımı
    Babanın civarına ve o menus eve gittim
    Dindirmek için gönlümdeki dertleri
    ...............
    Babanın yuvasını ve annenin beşiğini arıyorum
    Bulmak için mücevher madeni ile sanat kaynağını
    ...............
    Sokak başında bir komşu çocuğu görmedim
    Anlatmak için gezinti ve yolculuğumun hikayesini
    ...............
    Gözlerimden yanaklarıma yaşlar dökülüyordu lakin
    Gizliydi, görmesin diye oğlum yaşlı gözlerimi
    Ansızın oğlum bu kapıdan ne istiyorsun dedi
    Dedim oğlum baba safasının korkusunu.[41]
    Buna rağmen Şehriyar babasının ölümünden sonra kalbi teessürlerini duygulu bir şiirde en iyi tarzda ifade etmektedir. Bu şiir çağdaş niteliklere sahip olmakla birlikte şairini İran edebiyat tarihinin en büyük çağdaş şairleriyle de mukayese edebiliriz. Sözlerin terkibi, beyitlerin sağlamlığı, kendilerinden açıkça çağdaşlığın damladığı terim ve kavramların ifade edilmesi gibi hususların tamamı bu şiirin getirdiği yenilikler olarak kabul edilmektedir. Bunun yanı sıra, şiirde yansıtılan ibret duygusu öğüdün samimi ve dolaysız alınışı okuyucuyu yoğun bir biçimde etkisi altına alan şiirin başka yönleridir:

    Bak seni evlatsız bıraktım baba!
    Sen de gittin beni babasız koydun baba!
    Dedim elindeki asa olayım fakat ne çare
    Ayağım çamura saplandı, başıma toprak serpildi baba!
    Bizi yetim bırakıp yolculuğa çıkmak da neyin nesiydi
    Mutlu gidiyorsun git yolun açık olsun baba!
    Görmek için seni yavaş git zira bu yolculuğunla
    Geri dönmek arzusunu taşımıyorsun baba!
    Sen beni görme özlemini toprağa götürüyorsun
    Ben de seni bir daha ancak rüyamda görürüm baba!
    Bir bahçıvan gibi ciğer kanıyla beni yetiştirdin
    Oysa bu fidanından bir meyve alamadın baba!
    Ah ki zamanın oyunu beni gafil avladı!
    Senden haberdar olayım derken (ölüm) haberin geldi baba!
    Ruhumun mateminle bedenimden evladır
    Lakin acın gönlümden çıkmıyor baba![42]



    Yeniden Tahran’a Dönüş:


    Şehriyar 1935 senesinde Meşhed’ten Tahran’a geri döner. Eldeki mevcut delillerden anlaşıldığına göre, Şehriyar’ın Tahran’a dönüşünün asıl nedeni büyük bir ihtimalle Şehriyar’ı Tahran’dan süren ve aşkının rakibi olan Çerağ Ali Han Ekremu’d-Devle’nin ölmüş olmasıdır.
    Şehriyar Tahran’a girişte dost ve tanıdıkları tarafından sıcak bir biçimde karşılanır. Edebiyat dernekleri ve şiir çevreleri gelişini selamlar. İş bakımından da Meşhed kayıt dairesi memuru olan Şehriyar Tahran Belediye Teftiş başkanı Mirza Muhammed Han Eşteri vasıtasıyla bu kurumda istihdam edilir: “Mirza Hadi Han’ın kardeşi Mirza Muhammed Han Eşteri dönemin Tahran belediye başkanı idi.” Ne var ki ayda 42 tümen olan maaşın azlığından ötürü babasının ölümünden sonra bakmakla yükümlü olduğu büyük bir aileyi idare etmesi zor olduğundan Ali Vekili[43] başkanlığında bir pamuk dairesinin kuruluşuyla oraya geçer. Daha sonra da muhasebeci olarak Ziraat Bankası’nda istihdam edilir. Bu bankada istihdam edilişini Şehriyar şöyle anlatır: “...Benden Farsça ve Fransızca bir dilekçe yazmamı istediler. Her iki dile de hakimdim. Dilekçeyi yazdığımda yazım çok güzel olduğundan elden ele dolaşıyordu. Tanınmış Fransız yazarlardan Mösyö Joseph hayretler içinde kalmıştı. Banka müdürü olan şehzade Mahvi bu el yazınız bizi büyüledi, yalnız bir hattat değil muhasebeci istiyoruz dedi. Ben de, tamam dedim, imtihana gireceğim. Mösyö Joseph çağırdı ve ona Şehriyar’ı imtihan et ancak ona yumuşak davran dedi. Ben kombiyo senetleri ve banka işleri sisteminde kullanılan düzenli hesapları bilmiyordum. İmtihana girdim ve geçtim. Bu da merhum Emir – Khizi’nin sayesinde idi. Merhum emir-Khizi beni arkadaşlarından biri olan Kazi’nin yanına götürdü. Onun tavsiyesiyle ben muhasebe eğitimi almaya gitti. Bir hafta zarfında bu işi öğrenmiştim

    Şehriyar (5)

    Tebriz Yolculuğu

    Şehriyar Hicri 1316 da arkadaşları Novberi Hariri (Ali Birgen) ve zevk sahibi birkaç hemşehrisinin daveti üzerine vatanı Tebriz’i ziyaret eder. Dört aylığına kendi şehrinde misafir olur. Bu dört aylık sürede, akrabalarını ziyaretten, ev işlerine çeki düzen vermekten ve eski dostlarıyla yeniden görüşmekten başka önemli bir olay olmadı. Ancak Şehriyar’ın kendi şehrini görme isteği acı tatlı hatıralarla dolu bir dünyaydı. Özellikle görme hasretiyle tutuşurken kaybettiği babasının boş kalan yeri, duygulu şairimizin üzüntüsünü artırıyordu. Bu yüzden “Vatana Dönüş” şiiri bu yolculuğun derin etkilerini göstermektedir. Bu şiirin bazı beyitleri şöyledir:

    “Vatana sefer etmek için kol kanat açmışım, çalı kuşuna kırlarda olan yuva daha hoştur çünkü
    Dostların kafilesi dağlara, ovalara, kırlara vatana dönüş şevkiyle haykırıyor
    Yarımıza diyarımıza yeniden kavuşmanın şükranı olarak, eski dostlarla eski ahdimizi yenileyelim
    Tabiatımın bülbülü, goncanın bana hoş geldin demek için ağzını açtığını görünce nağmeler söylemek için dile geldi
    Benim şarkımla bahar yelinin bir olup servi raksa getirmeleri ne güzeldi
    Aşık bülbül ayrılık zilletini çektiğinden gül dalına sözün hakkını vermedi
    Ama ne çare feleğin inat elinden, şu melali ve mihneti üzerimden atamam
    Yitip gitmiş dostların izlerini gördükçe dağlara taşlara feryadımı salmak isterim
    Oğul Ken’an’a doğru Yakup gibi feryat etmede, ama hüzünler evi diye kuyuyu gösterip durmadalar
    Yemen akikin yüzük halkasını çevrelediği gibi gözyaşım insanların çevresine kanlı bir daire çizdi
    Ey Şehriyar, gönlünden gamı silmek istiyorsan, var yeşillik sulak bir yerde bir güzel yüz ara.”[45]

    Şehriyar’ın eserlerinin çoğu, onun ruhi durumunu, toplumsal konumunu ve özellikle kültürel hayatın çeşitli kesitlerindeki hallerini anlatır. Bu yüzden Şehriyar’ın hayatını eserlerinin içinden açıkça izlemek mümkündür. “Vatana Dönüş” gazelinin beyitlerini nakletmemiz sırf bu yüzdendi. Çünkü bu şiirdeki beyitlerin her birinden şairin asli vatanı Tebriz’de bulunduğu sıradaki maceraları hakkında bilgi edinmek mümkündür.
    Yeniden Tahran’a döndükten sonra şairin edebi mahfillerde şöhretinin yayılması sevgilisinin ona dönmesine ve bu acı ayrılığı visale çevirmesine neden olur. Ancak Şehriyar rakibi ortadan kalktığı halde çeşitli sebeplerle bu teklifi kabul etmez. Çünkü Şehriyar o sırada sufi tarikatının yoluna girmişti ve artık böylesi duygulara ve eğilimlere rağbet etmediği bir ruh ve düşünce ortamında bulunuyordu. İkinci olarak babasının ölümü kalabalık ailesinin ağır idare yükünü Şehriyar’ın üzerine yüklemişti. Şehriyar aldığı küçük çaplı maaşla bu zor sorumluluğu güçlükle yerine getirmeye çalışıyordu. İşte bu yüzden bu teklife ret cevabı verir. Bu olayı anlatan birkaç güzel gazeli vardır. Onun sıkıntılı ayrılık yıllarını, büyüklük ve izzeti nefis göstererek sevgiliye kavuşmayı kabul etmeyişini anlatan ve en güzel, en gönül çekici gazellerinden olduğu rahatça söylenebilecek olan bu gazeller sıradan, seçkin her kesin diline düşmüştür. Bestekârların besteleyip söyledikleri bu gazeller İran’ın her noktasında yaşlı genç herkesi bu bağrı yanık aşığa hayran bırakmaktadır.
    “Geldin canım kurban sana ama niye şimdi?
    A vefasız düştüm elden ayaktan, niye şimdi?
    Can ilacısın ama Sohrab’ın ölümünden sonra geldin
    A taş kalpli madem önceden istiyordun, niye şimdi?
    Ey nazlı güzel biz senin nazına gençliğimizi vermişiz?
    Var git gençlere nazlan artık, bizimle değil
    Gökyüzü müştakların meclisini dağıttıkça,
    Hayret ederim, dünya niye parçalanıp yıkılmaz diye
    A Şehriyar! Sevgilin olmadan çıkmazdın sefere!
    Bu kez kıyamet yoluna niye yapayalnız gidiyorsun?[46]

    Ya da şu gazel:

    “Gözüm düştü gözüne ama göz değil sanki; ateşinin kıvılcımından bir yangın düştü canıma
    Bir ömür boyu ağladım, a gökyüzü reva mı bu? İnci tanem ağlayan gözümden düştü gitti
    A Şehriyar! O perinin eline şu divanım geçse pişmanlıktan deli divane olacak,”[47]

    Şehriyar’ın şiir divanı külliyatının dağınık şiirler bölümünde ‘Süreyya’ya Mersiye’ başlıklı bir şiir vardır. Üstadın bu şiiri kendini sarsan sevgilisinin ölümü sırasında yazdığı anlaşılıyor. Ancak şiirin beyit sayısının basılı divanda olandan daha fazla olması gerekir. Bu durumun sebebi Şehriyar’ın kendi ilgisizliği olabilir. Çünkü hiçbir zaman bu maceranın üzerinde durulmasını istemez, kendisi söz edecek olsa bile süratle geçer gider ve ondan “ aşkımız rüsva olduğunda” ya da “ karşı tarafın aşkı malum olduğunda” diye söz ederdi. Süreyya’nın Çerağali’nin ölümünden sonra kiminle evlendiği, çocuklarının nerede yaşadığı kesin olarak belli değildir. Ancak Asgar Ferdi Bey’e göre Süreyya Hicri 1367 yılına kadar Tahran’da hayattaydı ve Şehriyar’ın hayatını araştırırken onunla tanışmıştı:

    Süreyya ayın dördünü kıskanırdı,
    Onu göklerin bile gözünden gizledim
    Ne kötü bir gül yetiştiricisiydim ki
    Onu dikene, çerçöpe yakın bir yerde yetiştirdim
    Gamdan yakamı yırtıp durdumsa
    Lalenin kızıllığı kefenim oldu
    Ey Bahar bulutu vazgeç bu seferden
    Ağlamakla imsak ettim ben
    Şu taş kalbimi gör bahçıvanlıkta
    Gül yetiştirdim de toprağa verdim.”[48]


    Şehriyar ve Ruh Çağırma Hikayesi


    Hicri 1307 – 1309 yılları arasında Şehriyar ruh çağırma seanslarına ilgi gösterir. Genellikle Dr. Sakafi[49] tarafından tertip edilen toplantılara katılır. Bu durum onu seyr-ü, süluk ve tasavvuf aleminde bir takım keşifler elde etmesini sağlar. Ancak çeşitli sebeplerle dervişlik aleminden ve sufilik yolundan vazgeçerek bunu bir çeşit dolandırıcılık sayar. Onun bu gibi toplantılara katılışı ve kendi deyimiyle dervişlik aleminden kurtuluşunun hikayesini bizzat şöyle anlatmaktadır:
    “O zamanlar mahzar sahibi Kirmanlı bir ahunt vardı. Dr. Sakafi’nin kardeşlerinden biri ( muhtemelen büyük kardeşi) oraya gelip ruh çağırma konusunda konuşurdu. Bir gün yakasına yapışıp Allah aşkına beni de götür dedim. Bir kez götürünce bir daha da bırakmadım. İki yıl gittik. Hangi ruhu çağırsak bu dünyaya aitti ve bize söyleyecek sırrı yoktu. Kendimizle konuşur gibi bir şey anlamıyorduk. Ulvi ruhlardan gelmelerini istiyorduk. Onlar gelmez, onların dünyası ötelerdedir diyorlardı. Özellikle babamı birkaç kez görmek istedim çağırdım gelmedi. Hasılı ben derviş oldum, bir süre de Sûfi oldum. Sonra da bu Sofiliğin de bir hokkabazlık olduğunu görünce dört ay Allah’ım beni bu sufilikten kurtar diye yalvardım. Dört ay ağlayıp sızladıktan sonra bir gün Bank-i keşavarzi (ziraat bankası) de otururken yanıma bir genç geldi. Ruh çağırma meclisimiz var, beş altı kişiyiz “heft sevab”ın ayarında çok güçlü bir medyum bulduk, git Şehriyar’ı al gel diye o söyledi dedi. Yani batın dünyasından beni istemişlerdi, adresi verdi. Evi Tahran'ın Hasan abad mahallesindeydi. Gittik öğle yemeği yedik. Saat dörtte öteki arkadaşları geldi. Bir tanesi Melikü’ş-Şuara Bahar’ın kardeşi Safderi idi. Bu kez babam geldi, sınadım baktım babamın ta kendisi. Tam o sıralarda dervişlik alemindeydim, geceden sabaha dek zikrediyordum, acayip seyirler ediyor, Allah’a en yakın kişi benim zannediyordum. Babama: “Babacığım bulunduğun yerde de ölüm var mı? Dedim. Şair olduğumu bilmediği halde yokluk sana ait ey melun” dedi. Aman Allah’ım o şefkatli babam neler diyordu? Alt-üst oldum. Ağlamaya başladım. O hiçbir şekilde sırları söyleyemezdi, Allah’ın izni olmadan yüksek ruhlar da söyleyemezlerdi. Ama melun kelimesi beni uyandırdı. Tuttuğum yolun (sufilik) yanlış olduğunu anladım,,”[50]

    Şehriyar, Aşk ve İrfan


    Şairin samimi arkadaşı Lütfullah Zahidi’nin Şehriyar’ın halleri, aşkı ve İrfani cezbeleri hakkında geniş açıklamaları vardır ki burada onlara değinmek kuşkusuz yararlı olacaktır:
    “Şehriyar’ın mecazi aşk olarak adlandırdığı ateşli bir ilk aşkı vardır. Şehriyar’ın bu potada yanar, erir ve arınır. Onun avamın hoşuna giden yanık gazellerinin çoğu bu döneme aittir. Zifaf-ı Şair isimli kasidesindeki sevgilinin düğünü de içindedir- bu mecazi aşk yukarıya doğru bir yay çizerek irfani ve ilahi bir aşka dönüşür. Ancak kendisinin söylediğine göre bu mecazi aşk sekaret halinde kalmış, tabiat güzelliği bir süre ilk şekliyle ona tecelli etmiş ve Şehriyar da o ilk dille onunla konuşmuştur.
    Şehriyar ilk aşkından sonra o yanık gönlü ve ateşli soluğuyla tabiatın bütün tezahürlerine ilgi duymuştur. Bu aşamada onun, Şems-i Tebrizi, Selahattin ve Hüsamettin’de ezeli güzelliğin tezahürlerini gören Mevlana’ya benzediği, hünerli ve aşk duyduğu söylenebilir. Onun şiirlerine muhatap olan ve içindeki duyguları uyandıran daha çok bu dostlarıdır. Şehriyar’ın dostları arasında merhum Şehyar, merhum Üstad Saba, merhum üstat Nima, Firuzkuhi, Tafazzuli, Saye, bendeniz ve birkaç başka kişinin adları sayılabilir.
    Şehriyar’ın uzun ve ateşli aşkının şerhi “Mah-i Sefer kerde, Tuşe-i Sefer, Pervane Der Ateş, Govga-yi Gurub ve Buy-i Pirahen gibi gazellerinde, bu aşkın sıkıntılı zamanları, “Pertev’i payende” adlı kasidede bulunabilir. “Yar’i Kadim, Humar-i Sebab, Nale-i Nakami, Şahid-i Pindari, Şekerin piste-i Hamuş, Tu Beman, Digeran, Nale-i Novmidi ve Gurub-i Nişabur gibi gazeller de şairin bu aşkın çeşitli aşamalarındaki hallerini yansıtmaktadır. Şehriyar’ın Halâ Çera, Destem be Dament” gibi öteki gazelleri ve şiirleri de bu aşkla ilgili başka hatıraları canlandırır ki bu şiirler okuyanlara zevk verir.[51]
    Şehriyar bu aşamadan sonra düşünce ve maneviyat hayatında yeni bir döneme girdi. Bu durum onun Meşhed’ten Tahran’a döndüğü sırada oldu. Aslında onun başarısızlıkla sonlanan meşhur aşk hikayesinden, dervişlik ve sufilik yoluna girmesinden sonra özellikle 1319 yılında yeni bir dönem başlar. Şehriyar bu değişimi gördüğü bir rüyayla irtibatlandırıyor ve sonraki olayları bu bağlamda yorumluyordu:
    “Şehriyar on dokuz yaşında ilk aşkının son dönemlerini geride bırakırken rüyasında Behcetabad’ta ‘Tahran’ın kuzeyinde bir kasaba, eskiden bayındır, yeşillik, Tahranlıların pikniğe çıktıkları bir yerdi. Şimdilerde şehrin bir parçası haline gelmiştir) sevgilisiyle birlikte bir havuzda yüzdüklerini görür. Bir anda sevgilisinin suya daldığını görür, ardından kendisi de suya dalar. Ama tüm aramalarına rağmen sevgilisinin izini bulamaz. Havuzun dibinde eline bir taş geçer. Suyun yüzüne çıkıp baktığında bu taşın bütün dünyayı aydınlatan parıltılı bir mücevher olduğunu görür. Çevreden “şeb çerağ mücevheri”ni bulduğunu söylerler. Şehriyar’ın rüyası sevgilisini kısa zaman sonra kaybedeceğine yorumlanır. Böylece Şehriyar Behcetabad’ta her türlü manevi aşk ve irfanı bu değişimin bir sonucu olarak elde ettiği irfani bir değişime uğrar.”

    Demirci dağ gibi içimi dağlıyordu
    Ahımın soluğu demirci gibi inip çıkıyordu
    Behcetabad’taki havuzun üzerinde
    Kaza ve kadere göğsünü siper etti başım
    Aşk kumarı, kaplan avlamaya benzer
    Okun yanlış hedefe gitmesi tehlike belasını getirir
    Kendimden bile haberim yoktu aşkın yasında
    Kimseler benim gibi senin gelin olduğundan haberdar olmasın
    Ondan geçip kendime geldiğimde
    Yanı başımda eski elbiseli bir yolcu oturuyordu
    Hafif bir ninniyle bir düşe kapıldım ve
    Hiçbir zaman inanmadığım o şeyi gördüm
    Hisarın çatısı yarılıp içinden tomurcuklar açtı
    Kara geceme apak bir seher geldi
    Baht sarayının odasına yıldızlar yağmaya başladı
    Benim şu zifaf gecem seninkinden daha kutlu, daha uğurlu
    Tabiatın bir şaheseri olarak hayret verici o gece,
    Gerçekten şairin kavuşma ve zifaf gecesi oldu
    Aynanın İskender’in sarayından yansıdığı gibi
    Onun aksi ufuklara güldü o gece
    Yeryüzü feleğin çalgısıyla oynamaya, sevinmeye başladı
    Dağ, deniz, orman altınla süslendi
    Mahşer kalabalığında güneş ve ay felek çemberinden
    Çıkıp gelmede diye Süreyya gerdanlığı koptu
    Benim şairane düğünümü kutlamak için
    Yeryüzü senin ayağına gül saçtı gökyüzü ve mücevher
    Göğün yemyeşil bir ışıkla yarıldığını
    Kevn-ü mekanı şevket ve ihtişam kanadı altına aldığını gördüm
    Şarap ve Mine taşı zerrelere öyle saldırdı ki
    Kimse cevheri arazdan ayıramıyordu
    Sonra her ne varsa odur, ondan başka her şey hevadır
    Hevestir, hebadır, hederdir diye nağmeler söyledin
    Benle sen ayna tutucuyuz, zuhurun tecelligâhıyız
    Zahir odur ondan başkası mazhar
    Sonra benim tabiatımın iffetli kızına dedin ki:
    Git Sedef gibi incilere gebesin sen
    Gözyaşımı silip görüşme vaadini
    Bu dünyadan öte dünyaya bırak dedin.”

    “Bu büyük feyzi idrak ettikten sonra Şehriyar’da büyük bir hal değişikliği olur. Bu dönemden sonra artık akrabaları, dostları, tanıdıkları hatta benim için Şehriyar’ın hallerini ve düşüncelerini kavramak güçleşmişti. Öyle sözler ediyordu ki bunların normal olarak anlaşılması çok zordu. Şehriyar’ın hareketleri ve davranışları da sözleri doğrultusunda anlaşılmaz acayip bir hal almıştı. Örneğin Şehriyar o zamana dek musikiye büyük ilgi duyar ve iyi setar çalardı. Bir kaç tane setarı (üç telli sazı) vardı. Bunların eşi benzeri yoktu. İçlerinden birisi merhum Saba’nın kendisine verdiği merhum Derviş’in sazıydı. Şehriyar o tarihten buyana musikiden yüz çevirdi ve şimdiye dek bu müzik aletlerine el sürmedi. Mevcut sazlarını da başkalarına dağıttı. Tek avuntusu olan şiir söylemeyi de terk etti.
    Şehriyar 30 yıllık gibi bir süre uyuşturucu kullanmasına rağmen mucizevi bir şekilde bunu terk etti. Kısacası ilgi duyduğu, bağımlı olduğu her şeyi terk etti. Artık Şehriyar’ın fikri ve zikri de Kur’an okumak, ibadette bulunmak, teheccüt kılmak oldu. İnsanlarla her türlü temas ve ilişkisini kesti. Bu hal birkaç yıl sürdü. Şehriyar bu zaman zarfında daima üzgün, kederli ve gözleri yaşlıydı. İşlerini kendisi görür, hiç kimsenin yardımını kabul etmezdi, Allah eri, gerçek mümin imtihan vermeli, benim imtihanım çok ağır derdi. Bu konuda söylediği başka konular vardı ki kolay kolay herkesin anlayabileceği şeyler değildi. Şehriyar’ın bu döneme ait hallerini anlatmak, sözlerini açıklamak son derece karmaşık, kapalı ve esrarlıdır ve bunun için ayrı bir kitap yazmak gerekir. Nihayet Hordat 1331 yılında Şehriyar’ın bu inkılâbî hali hafifledi. O sıralarda imtihanım sona erdi, Kur’an ilmini aldım diyor ve artık Kur’an-ı Kerim-i yorumlayarak te’vil ediyordu. Şimdilerde de bu işi yapmakta ve ehli için dinlenmesi ve bilinmesi pek kıymetli şeyler söylemektedir.[52]

    Şehriyar ve Dinî İnançlar


    Şairin aldığı aile terbiyesi ve esasen ailesinin düşünce açısından sahip olduğu konum nedeniyle dini zemin ve ilahi düşünce tarzı kendisinde, tâ çocukluğundan itibaren güçlü bir şekilde var idi. Nitekim ondaki böyle bir özellik, böyle bir huşû ve tevazû onun ilk şiirinde de kendini gösteriyor:
    Günahkar oldum ey vah!
    Halkı incitir oldum ey vah!

    İrfan ve tasavvufla ilgilendiği dönemin doruk noktasında bile Şehriyar, mahşer korkusunu içinde taşıyordu. İslam dini ve üstelik çok geleneksel şiir türüne olan inancı daima onun fikri özelliklerinden sayılıyor ve iç dünyasına ilişkin bir takım kavramların gölgesi her zaman onun hayatında görülebiliyordu. Veya bir başka deyişle onun dini inancı, kendisinin düzensiz hayatında hep bir güneş gibi parlıyordu. Kur’an-ı Kerim’i hemen hemen tamamen ezberletmişti. Ve aynı zamanda ilahi ayetlerle ilgili kendine has tefsirler yapıyordu. Yani İslami düşünceler zemininde, özel bir felsefi fikir tarzına sahip idi. İşte bu inançları doğrultusunda öylesine temkinli bir dini hayata sarılmıştı ki bu dönemin bir aşamasında musikiye dinin bir afeti olarak görüyordu. İran’ın geleneksel sazlarından setar’a ( üç telli saz) duyduğu büyük ilgi ve onun çalmakta kazandığı büyük ustalığa rağmen setar’ı hepten bıraktı. Şiirin yanı sıra bir süre Kur’an ayetlerini yazmakla meşgul oldu ve bu sürede işiyle adeta kaynaşmıştı. Büyük ceddi Hz. Ali s.a.in veciz sözlerini de şiir diline çevirdi. Şehriyar bu dönemde yazdığı şiirlerinde çevresine radikal İslamcı bir yaklaşımla bakmaktadır. Onun dini düşünce tarzını, sırf Dinî-İslamî inançlardan kaynaklanan şiirlerinde görebiliriz. Esasen Şehriyar’ın, Hafız’ı anımsatan güzel gazellerinde tecelli ettiği o irfanî düşünce tarzı, şairin ne denli Allah’a aşık olduğunun bir göstergesidir.

    Tevhid


    Ezelden ebede sultanlık eden Rabbim
    Senin vasfın nere, benim beyanım nere!
    Yalnız sen varsın, seneden gayrısı yok
    Var olan veya olmayan her şey Tevhid7e tanık
    Yardım elini uzatacak kimseyi bulamayınca gariban
    Miskin miskin seni çağırıyor

    Allah’ın Sesi


    Birbirinin dalı, yaprağı gibiler insanlar
    Adem’in tek gövdesine uzanır bütün bunlar
    Asıl olan, Allah’ın cennetten koparıp, bu çöle diktiği ağaçtır
    İnsanlar, Allah’ın ağacının dalları gibiler
    Ap-ayrı bir ağaç olan bir ağacın dalları onlar,
    Bir insanı yok eden, bir dalı koparmış olmaz
    İnsanlık ağacını kökten sökmüş olur
    Yüce Allah’ın Resulcü hepimizin Adem’den, Ademin de topraktan geldiğini söyledi
    Böylesi bir ilahi marifet nefis isteği ile akılsızlığa alet olursa, yazık olmaz mı?
    Yusuf’u kuyuya attıysan, Yakup’un gözlerine nasıl bakabilirsin?
    Allah’a doğru yoldan ulaşılır, eğri yoldan değil
    Yol bir, yol gösterici bir, maksat bir, Musa, İsa ve Muhammed (sav.) de birdir
    Din zaruretler üzerine tamamlanmıştır
    İnsanlık çocuk gibi düşünülse, din de ilk okul birinci sınıfı gibi olur
    Musa’nın mektebini öğrenen, ilk okulu bitirmiş olur
    İsa’nın mektebiyle insan gelişme dönemini yaşar
    Mükemmel olan İslam dinidir, üniversite ve yüksek okullar gibidir
    İslam, insana nihai dersler verir
    Ebedi feyzin kaynağı ondadır
    Tek Allah’ın tecellisi de ondadır
    Yanlış yola sapıp da bunu gördüysen
    Orada dur ve doğru yola geri dön!

    Şehriyar ve Hz. Ali (s.a.)


    Şehriyar belki, Hz. Ali hakkında yazmış olduğu şiirleri toplumun hemen hemen kesimi tarafından büyük ilgi gören tek şairdir. Şunu abartısız söyleyebiliriz ki İran halkının çoğu Şehriyar’ı “Ali Ey Homai Rahmet” ile “Şeb (gece) ve Ali” şiirleriyle tanıyor ve onu seviyorlar. Münacat başlıklı “Homai Rahmet” şiiri, şairin en güzel münacat ve niyayişlerinden biridir. Onun kullandığı çok ince ve İrfani tabirler ve bedî kelimeler şiire özel ve kendine has bir güzellik kazandırmıştır. Bu şiir, dinî çevreler ve topluluklarda Ehl-i Beyt meddahlarınca okunduğunda, dinleyiciler tarafından ap-ayrı bir coşkuyla karşılanmakta ve insanlarda heyecan uyandırmaktadır. “Gece ve Ali” şiiri ise, Şehriyar’ın bütün eserleri arasında “Şehriyar Mektebi” bölümünde yer alıyor. Bu şiir aslında şairin, “Gece Efsanesi” adlı uzun bir mesnevisinin bir parçasıdır. Bu mesnevi, “Gece ve Dağ”, “Gecenin görünümü”, “Bir Anı Gecesi”, “Şairin Gecesi”, “Gecenin anısı”, ve “Gece ile Ali” gibi bölümlerden oluşuyor. Eserin en güzel parçası da işte o “Gece ve Ali” adlı bölümüdür. Bu parçada, Hz. Ali (s.a.) in sosyal kişiliği, ilahi-manevi makamı, yetimlerle ilgilenmesi ve gece münacatları, münacat biçiminde ve çok bedî ve güzel tabirlerle anlatılıyor.





    Münacat


    Ali, ey Homaî Rahmet, sen Allah’ın nasıl bir ayetisin ki Saadet kanadını üzerimize ayrıca gerdin!
    Ey Yürek! Eğer Allah’ı tanımak istiyorsan, Ali’nin simasında ara onu
    Yemin olsun ben de Ali sayesinde buldum Allah’ı
    Ey Rahmet bulutu sen yağ üzerimize. Yomsa dünya cehennem olur
    Ey Şehriyar, yürek derdini geceleri Dosta söylemeyi
    Gece vakti öten “Ya Hak Kuşu”ndan öğren!

    Gece ve Ali


    Allah’ın Aslanı, Araplar şahı Ali
    Geceleri bir başka severdi
    Çünkü geceler bilir Ali’nin iç sırlarını
    Geceler, Ali’nin “Mahrem-i esrar”ıdır.
    Geceler hep şahit olmuştur Ali’nin münacatlarına
    Şafak her söktüğünde, Ali’nin uyanık gözlerini
    Uykuda görmemiştir hiç.

    Şehriyar’ın dini inançlarını incelediğimizde, şairin, şehitlerin efendisi Hz. Seyyid’üş-Şüheda İmam Hüseyin (s.a.) a karşı da içinde çok büyük bir sevgi beslediğini öğreniyoruz. Şehriyar, yaşamında İmam Hüseyin (s.a.)in mübarek adını duyduğu zaman elinde olmadan göz yaşı dökerdi. Onun yazdığı eserlerinde kanlı Kerbela hadisesiyle ilgili duygu dolu muazzam dizelere rastlıyoruz. Bu bağlamdaki şiirlerinin her biri, iç parçalayıcı Kerbela hadisesi ve Ehl-i Beyt’in esarete düşmesi olayına ilişkin olağanüstü güzellikte olan bir şairane tablo niteliğindeler. Mesela “Kerbela kervanı”, “Hüseyni Hamase”, “İmam Hüseyin’in Hz. Ali Asgar ile vedalaşması” ve “İslam’ın Gülü ile Bülbülü” adlı manzumeler, Şehriyar’ın Kerbela hadisesiyle ilgili en çok bilinen şiirleri arasında yer alıyor.


    Kerbela Kervanı


    Ey Şiiler! Hüseyin, Kervanıyla Kerbelaya gidiyor
    Kervanlar aceleyle aşama-aşama gittiğinden,
    Kimse Hüseyin’in, düğüne mi Yoksa yasa mı gittiğini bilmiyor
    Onun Ehl-i Beyt’i götürmesi bir ilahi sırdır
    Yoksa Hüseyin, onlara yönelik böylesine saygısızlıklara şahit olabilir mi hiç?
    Ey kanlı göz yaşı, gel otur Şehriyar’ın gözlerine
    Hüseyin, riyadan uzak bir yas içerisinde burada.

    Hüseyni Kahramanlık


    Muharrem geldi, her taraf yasa büründü
    Kara gömlekli çocukları gördüm de Kerbela esirlerini anıp kan ağladım
    Fırat nehri yanında susuzluktan dudakları çatlayanları anınca göz yaşlarım nehir oldu
    Risalet hanedanına karşı felek nasıl bir zulüm işledi ki, Zeyneb’i Kübra haykırdı onu
    Sen Ey Şehriyar, anlat şiirinle bütün bunları

    Türkçe duygu dili olduğundan, yürekte biriken duyguları onunla en güzel şekilde ifade etmek mümkün. Azerice yazılan şiirlerin en büyük şairi konumunda olan Şehriyar, Kerbela hadisesiyle ilgili olarak içinde biriken kederleri, Türkçe beyan etmeden de duramazdı şüphesiz. Biz burada, Kerbela hadisesine ilişkin Türkçe (Azerice) yazdığı şiirlerden bazılarını aktarmak istiyoruz:

    Delriş, Hüseyin için ağıt yaktığında
    Değil Müslüman, kafirler ağlar
    Kör olacısa Şimr'in kan bürüyen gözleri
    Gördü ki Şimr'in elindeki hançer ağlar
    Hüseyin’in gömleği Zehra’nın elinde
    Olanlara kıyamet, Mahşer ağlar
    Hermele, Kerbela’da ok attığında
    Görecektin nasıl düşman ağlar, ordu ağlar
    Ümmi Leyla’yı görecektin ki nasıl
    Almıştı kucağına Ali Ekber'in naaşını, yanar ağlar
    Rubap nisgil düşünde süt gördüğünde,
    Ali Asgar’ı hatırlar, anar ağlar
    Al-i Taha için ağıt yazdığım zaman
    Gördüm ki nasıl kalem inler, defter ağlar
    Başı yarılan Ali ile kana bulanan mihrap gibi
    Bak nasıl cami ağlar, minber ağlar
    Ali (s.a.) anıldığında Şehriyar, sarılır onun mezarına
    Bak bu hale nasıl Malik_i Eşter ağlar



    Şehriyar ve İslam İnkılabı


    Daha önce de değindiğimiz gibi, Şehriyar’daki dinî inançların temeli çok sağlamdı. Onun bu yöndeki itikat ve inançlarını şiir divanında yer yer görmek mümkün. Şehriyar, uygun gördüğü her yerde dinî inançlara da bir gönderme yaparak, ondan ahlaki ve sosyal bir ders çıkarmıştır.
    Kötülük yapan, başkasına değil kendine yapar. Düşmanlıklardan uzak durmak istersen, önce kendi içindeki düşmanca niyetleri öldür. Böylesi inançlara sahip olan bir kimsenin adalet ve eşitliğe dayalı bir hükümeti arzulaması, hürriyetçi, vatanseverlerin halkın önderi olmasını istemesi doğaldır tabii. Şehriyar, daha sonraları yazdığı bir şiirinde İran İslam İnkılabı’nı şöyle betimliyor:

    Gökten bir ışık geldi birden, güçlü bir şekilde
    Vaat edilen Hz. Mehdi’yi bir kez daha müjdeledi
    Bu dünya huzur ve güvenliğe kavuşacak dedi
    Gökyüzü minarelerinden sanki ezan sesi gelmekteydi.

    Şehriyar, gençlik döneminde işlediği bir hatanın bilincinde olduğundan, siyasi akımlara hiç yanaşmadı. O, bu akımları genelde sömürücü ülkelerin bir oyuncağı olarak görüyordu. Ancak İran İslam İnkılabı’nın asaleti, rehberliğin doğru olması ve mahiyetinin İslami oluşu nedeniyle, inkılabın tüm aşamalarında, muhtelif sahnelerde, genel sürece uyumlu bir şekilde hep yer aldı ve keskin şiir silahıyla bu inkılabı destekledi. Onun İslam İnkılabına duyduğu ilgisini, çeşitli münasebetlerle yazdığı şiirlerin sayısından ve onların şairin diğer eserleriyle mukayesesinden anlayabiliriz. İslam İnkılabı bir yana, Şehriyar, İnkılabın rehberi rahmetli İmam Humeyni’ye yönelik olarak ilgi çekici bir aşk besliyordu. Şehriyar İslam İnkılabının zaferinden sonra televizyon ekranına çıkan ilk güçlü şairdir. O, rahmetli İmam Humeyni ile ilgili ünlü şiirini o gün televizyonda okudu ve bu girişimiyle, İran’ın edebi camiasına hakim olan müphem sessizliği bozmuş oldu. Hicr-i Şemsi 1361 yılında, bendenizin girişimiyle gerçekleşen bu çıkış, halkı derinden etkiledi. Şehriyar, şiirine şöyle bir girişle başladı.
    “Hayatım boyunca rastladığım en güzel şiir, halkımın tek bir ağız olup: Allah’ım, Allah’ım İmam Mehdi (s.a.)ın kıyamına kadar Humeyni’yi koru” diye haykırmasıydı.
    Bu girişin ardından İmam Humeyni ile ilgili şiirini okumaya başlayan Şehriyar şöyle dedi:

    Doğal bir güzelliği simgeleyen selvi gibisin sen
    Efendimiz oldun da, efendiliğe güzellik kattın

    Şehriyar, rahmetli İmam Humeyni ile ilgili olarak yazdığı bir başka şiirinde de şöyle diyor:

    İmam’ın çizgisinde olan her yürek övünür durur
    Bu nasıl bir imamdır ya Rabbim, mümin de kâfir de eğilir yanında
    Onun tekbir sesi nice ordu, nice silahlara bedeldir
    Her mevzi onun camisi, her cami de mevzisidir
    O, evrensel bir ordu kurmaya muktedirdir.

    Şehriyar’ın hayatta olduğu bir dönemde, İslami İran’ın cumhurbaşkanlığı makamında olan (bugünkü İslam İnkılabı rehberi) Ayetullah Hamanei, sanat ve edebiyata duyduğu özel ilgisinden dolayı, Şehriyar’ı da çok seviyordu. Ayetullah Hamanei, Hicri Şemsi 1367 yılında Azerbaycan eyaletine yaptığı bir ziyarette, Şehriyar’ı özel olarak ziyaret edip, onun yanında öteki Azeri şairleri de dinledi ve onlara gereken ilgiyi gösterdi. Şehriyar, Ayetullah Hamanei’ye duyduğu ilgi ve saygısını da çeşitli şiirlerinde dile getirmiştir. İşte onlardan biri “Canlı Şehit” adlı şiiridir:

    Senin aşkın uğrunda cihad eden muzafferdir sonunda
    Senin gibi bir kahraman hiçbir engelden korkmaz
    İlahi aşkı olan neden korksun ki!
    Bizim canlı şehidimiz bugün cumhurbaşkanıdır.
    Kur’an’a sarılmıştır o, canım kurban olsun ona.

    Şehriyar, Tahran Cuma namazı hutbeleriyle ilgili olarak da bir başka şiirinde ise şöyle diyor:

    İmam’ın kollarıdır o, umut ışığıdır
    Hamanei’yi rükû ve secdelerde görüyorum
    Arş’ı Alaya yönelenler namaz safında
    Ben de dışarıda değilim Allah bilir
    Bu namaz yüreğimin içinden kopmaktadır.

    Henüz hayattayken kendisi için çeşitli konferanslar verilen, seminerler düzenlenen ve takdir olunan sayılı şairlerden biri de belki Şehriyar’dır. Fakat onunla ilgili en büyük takdir merasimi, hicri şemsi 1363 yılında, İslamî İrşad ve kültür bakanlığının girişimi ile Tebriz üniversitesinde ve şairin 80. Yaş günü münasebetiyle düzenlenen merasimdir. Üç gün süren bu merasimde, cumhurbaşkanının özel mesajının okunmasının yanı sıra ülkelerin kültürel, ilmi ve edebi şahsiyetleri de Şehriyar’ın şair ve manevi kişiliğinden bol bol söz ettiler. Bu merasime katılan ve İran’ın çağdaş büyük şairlerinden Şehriyar’la ilgili birer şiir okuyan söz konusu şahsiyetler arasında rahmetli Allame Muhammed Taki Caferi, Mehrdat Avesta, Hamit Sebzvari, Mahmut Şahrohi, Müşfik Kaşani, Gülşen Kürdistarni, Kudüs Meşhedi, Dr. Gulam Hüseyin Bigdili gibi tanınmış kimseler ve Horasanlı. İsfahanlı, Şirazlı ve Kirmanlı bir grup şairden söz edebiliriz.

    Şehriyar’da ilk Şiir Tomurcukları


    Şehriyar’ın nine ve halalarının sıcak ilgi ve sevgileriyle beslenen ince ve şairane ruhu, “Haydar Baba” dağının eteklerinde, güzel bir doğa atmosferi içerisinde daha da gelişiyordu. Ruh’unun ilk şiirsel tomurcukları da işte o çocukluk döneminde ve sözü geçen ortamda beliriverdi. Kendisi bu hususta şöyle diyor: Rukiye bacı adında bir hizmetçimiz vardı. Ben akşam yemeği isterken ona Azerice şöyle dedim: “Rukiye bacı,Hz. Abbas aşkına kalk da akşam yemeği getir!” Bir başka gün ise Abbas kelimesini kullanmayıp cümleyi şöyle kurdum “Rukiye bacı hazret aşkına kalk da getir akşam yemeğini.” Bu deyişimden kendim bile çok hoşlandım ve işte o andan itibaren şiire olan ilgim başlamış oldu.
    Bir gün de Rukiye bacı ile kavga etmiştim. Fakat sonra buna çok pişman oldum. Annem madem küfrettin, hadi kalk abdest al da, tövbe et. Ben de Abdest aldım da Tövbe ettim ve o gece kendi kendime şöyle dedim:

    Ben Günahkâr oldum Ey vah!
    Halkı incitir oldum ey vah!

    Aslında bu şiir olarak yazdığım ilk dizeydi. Şiirim gizlice filizleniyordu.
    İşte böyle ince ruhlu bin insan, eğitim görmüş ebedi bir çevreye girdiğinde, git gide pişkinleşiyordu. Şehriyar böylece edebi çevrelerle ilişkisini sürdürürken sonunda ünlü bir şair oluverdi.
    “Babamın epey arkadaşı vardı. Bunlar Cuma günleri gezmeye çıkar. Beni de götürürlerdi. Genelde Serdrud kıyısına giderlerdi. Bir keresinde de Aynalı dağına çıktık. Aşçı, kilim ve diğer eşyaları önceden göndermişlerdi. Biz de gidip geceyi orada geçirdik. Şehir manzarası ve onun gece vaktindeki görünümüne ilk defa orada tanık oldum. O sıralar Şato Beryan’ı Fransızca okumuş Romantizmi de az-buçuk biliyordum. 12 ila 13 yaşları civarındaydım. İşti o gece romantik bir şiir yazdım. Babamın Fahrzade adında bir dostu vardı. Fahr-ul Kitab’ın oğluydu bu zat. Diğerlerine göre çok genç olduğundan benimle de arası pek iyiydi. Benim şiir yazdığımı görünce alıp okumak istedi. Vermedim. Ani bir hareketle elimden kaptı ve kaçtı ve ardından yazıyı götürüp ötekilerin yanında da okudu. Daha sonra beni yanlarına çağırıp, bizzat kendimin okumasını istediler. Okudum çok beğendiler. Hatta nazar değmesin diye benim için tütsü bile yaktılar. Güçlü bir yapıya sahip olan ve bir zamanlar Türkiye veya Fransa’da okumuş olan rahmetli Dr. Hekim Hoyi şiirimden öylesine etkilenmişti ki cep saatini ödül olarak bana vermek istedi. Eskiden varlıklı insanlar ipek türünden yelekler giyerlerdi. Yeleğin bir cebinde de aksesuar gibi zincirli çok şık altın bir saat taşırlardı. İşte o da öyle bir saatini bana hediye etmek istedi. Saati çıkarmak istedi olmadı. Birden onu zincirinden kopardı da bana uzattı. Çekindiğimi görünce de onu avcıma yapıştırdı. Ben hâlâ almamakta direniyordum . Babam bana doğru kaşlarını çattı ve “Doktor.un elini geri çevirme oğlum” dedi.
    Şehriyar’ın gençlik döneminde yazdığı şiirlerin bir çoğu maalesef yok olmuş durumda. Üstadın kendisi bu konuda yazdığı şiirleri hiçbir zaman saklamadığı, bulduğu bir parça kağıda yazıp, onu bir kenara bıraktığını, sonra da onu tamamen kaybettiğini söylüyor. Anılarında da kaydettiği gibi, onun şiirlerini toplamayı ve ayrıca kaydetmeyi seven tek kişi samimi dostu rahmetli “Lütfullah Zahidî” idi.

    Gazel Ülkesinin Sultanı Şehriyar

    Daha önce de belirtildiği gibi Şehriyar, yazdığı şiirleriyle İran’ın eski şairlerini andırıyor. Aradaki bu benzerlik de daha çok gazel alanında kendini gösteriyor. Bu yüzden de Şehriyar, çağdaş ama kıdemli şairlerden sayılabilir.
    Şehriyar ilk gazelini, samimi dostu Seyyid Ebu’l Kasım Şiva ile birlikte, Tebriz’in Sohrap mahallesinden geçip “Fiyuzat” okuluna gitti ve öğreniminin yanı sıra, şiirler yazdığı ve onları da babasının arkadaşlarıyla düzenlediği toplantılarda okuduğu ve ödüller aldığı dönemde yazmıştır. Bu gazellerden biri, İran’ın ünlü şairlerinden Şeyh Sâdi’nin “Çiçek değerini kaybeder- Sen çiçek bahçesine gelince” “Hayat kazanır insan, sen söze başlayınca” diye başlayan gazelinden etkilenip, aynı ölçülerde yazdığı şiirdir. Şehriyar’ın ilk başta dört beyit halinde yazılan bu gazeli daha sonraları 14 yıllık bir sürede tamamlandı ve “Şehriyar’ın Anısı” adını aldı.
    Sen gül bahçesine gelince gül harap olur;
    Yusuf’un kıymeti düşer sen pazara gidince.
    Sen dama çıkınca ay bulutun arkasına gizlenir;
    Gül değerden düşer sen gül bahçesine gelince.
    Ey ordunun güzeli, ayı, ev benim şahım;
    Sen her savaşa çıkışında ben sana teslim olurum
    Aydın günü kendime aşkından kıldım şeb-i tar;
    Bu karanlık geceme sen ışık olursun diye.
    Ey benim İsa’m Serdar Mescidi’ne gelirsen;
    Zülfünün haçıyla ölüleri diriltirsin.[53]
    Bu gazel daha sonraki yıllarda tamamlanmışsa da şairin çok genç yaşta böyle bir şey yazmaya kalkması dikkate alındığında, onun güçlü ve şaşırtıcı kabiliyetini her durumda sergilediği bir gerçektir. Bu gazeli Şeyh Sâdi’nin gazeliyle kıyasladığımızda da Şehriyar’ın gerçekten de çok güzel bir şekilde bu işin üstesinden geldiğini, hatta bedî ve yeni tabirler kullanmak gibi çağdaşlık kokan bazı yönleri dikkate alınarak, Şehriyar’ın gazelinin daha canlı olduğunu görüyoruz. Fakat Şehriyar’ın büyük bir ustalığı da onun İran gazelinin dünyaca tanınan büyük bir üstadı Hafız-ı Şirazi’nin şiirlerine yakın yazdığı gazellerinde kendini gösteriyor. Bu arada şunu da açıkça söyleyebiliriz ki Şehriyar, İran’ın son gazel ustaları başta olmak üzere, kendi çağdaşları arasında, Şeyh Hafız Şirazi’ye en yakın şiir yazan bir şair sayılmaktadır. Onun, kendi türünde emsalsiz sayılan en iyi gazelleri arasında “Yolculuğa Çıkan Ay”, “Ben ve Ay”, “Gençliğin Acelesi”, “Vahşi av”, Gençlik Yolumun Mumu Oldu”, “Umutsuzluk Mektubu”, “Mahzun Ney”, “Gömleğin Kokusu”, “Kelebek Ateşte”, “Uyumlu Ney”, “Yol Azığı”, “Geldin Sana Can Kurban” ve “ Şeker Küpü” adlı gazellerinden örnek olarak ikisini takdim ediyoruz:
    Ey Ay! Ey Mehtap! Bu gece derdime deva oluyorsun
    Şu Miskinin dertlerini paylaşıyorsun
    Ben de güç kaybettiğimden, senin Güneş’ten uzak kalmaktan neler çektiğini biliyorum
    Senin de aşkın peşinde olduğundan hiç rahat etmediğini biliyorum
    Herkes kederini Mehtap kaynağından yıkarken,
    Sen bu gece benim talihime üzülüyorsun
    Bahçıvan ciğerine pişmanlık dikenini batırıyor
    Sen Ey Çiçek, hadi git, o bahçıvana layıksın
    Bu mahzun ney sesi Ferhat’ın mezarından mı geliyor?
    Çünkü Şirin dudaktan uzak kaldım diye yakınıyor
    Bahar’ı müjdeleyen en Kırlangıç bu yıkık kulübeye ne zaman uğrayacaksın?

    Gömleğin Kokusu

    Ey hüzün şiirinin esiri! Aç Pencereleri bırak gömleğinin kokusu gelsin Yusuf’un
    Saçının kokusuna can Vaat ettim şimdi
    Hayatımı koydum meltem rüzgarının yoluna
    Eskilerden söz edip, yüreğimi parçalamak için Lale,
    Senden bahsediyor hep.
    Aşk pençesindeyken hicran gecesinin işkencesi
    Kabir baskısını, büyük bir azabı hatırlatıyor
    Marifet sarayının yüksek tapınaklarından olan ben
    O semanın önünde saygıyla eğiliyorum
    Sözümün melih, ruhumun selim olması nedeniyle
    Söz ülkesinin sultanı olduğumu söylüyorlar

    Şehriyar ve “Haydar Baba”

    Hicri- şemsi takvimiyle İsfent 1332’de ve çok eski bir kökü bulunan Nevruz Bayramı’nın eşiğinde, İran halkı ve özellikle de kahraman Azerbaycan halkı, kendi şair evladından eşsiz bir hediye aldı. Genelde tatlı Fars dilinde şiir yazan Şehriyar’ın şairlik geçmişi dikkate alınarak, ““Haydar Baba’ya Selam” adlı değerli eserinin yayımlanmasıyla halk ülke çapında şaşkına döndü. Bu eser hacim açısından küçük olmasına rağmen, okurlar ve şiir severler arasında öylesine bir ilgi ve beğeni topladı ki İranlı şairlerin eserlerinden çok azını bununla kıyaslayabiliriz. Şehriyar’ın kendisi bu hususta şöyle diyor:
    “Çocukluk yıllarımdaki arkadaşlarım başta olmak üzere yöre halkının beğenisini kazanabilecek yöre türküleri üslubunda uzunca bir şiir yazmayı hep arzuladım doğrusu. Fakat Tahran’da uzun süre kalmamın etkisiyle, Azerbaycan köylerinin yerel şiirleri ve özellikle de o ince ve esprili tabirlerini hemen hemen unutmuştum. Hatta çocukluk dönemime ilişkin anılarım, silik ve anlamsız tablolara dönüşmüştü. Ama annemin Tahran(a gelmesi, geçmiş günlerden söz etmesi, onun sihirli dilinin etkisi, geçmişi bir masal gibi anlatması ve çocukluk dönemime ait tatlı hikayeleri tazelemesi sayesinde kafamdaki ölüler birden canlanıp, geçmişe ilişkin tablolar da beliriverdiler.”
    “Haydar Baba’ya Selam”ın kendi muhatabı üzerindeki tatlı etkisi ve zevk sahibi her insanı yoğun olarak tâ derinden yakalayan o manevi nüfuzu hakkında şairin kendisi, bu eserin ilham yoluyla yüreğine indiğine, esasen böylesine duygu ve duyarlılık dolu ve aynı zamanda her kesimden insanı etkileyebilecek bir eserin yazılabilmesi için sırf sanatın yeterli olmadığına inanıyor:
    “Bir gün Nazım’ed-Devle’nin evinde toplanmıştık. Ben de rahmetli Saba ile birlikte Nazım’ed-Devle’nin oğlu Emirhan’ın odasında oturuyordum. “Haydar Baba”’yı henüz yeni bitirmiştim. Belki de henüz tam olarak bitmemişti. Her halükarda ondan bazı parçalar okuyordum. O sıralarda Nazım’ed-Devle’nin Tebriz’den getirttiği ve on an evin salonunda çay yapmakla meşgul olan ve aynı zamanda benim dizelerimi de dinleyen bir kadın aşçı, birden perdenin aralığından odaya fırladı ve hızla bana doğru gelerek, kendini benim ayaklarıma attı ve bir taraftan da habire “Benim yüreğimden konuşuyorsun oğlum diyordu”.
    Şairin anlattıkları yürekten kopup gönlü okşadığından, “Haydar Baba”’nın yayımlanmasından kısa süre sonra onun satırları, gökten inmiş gibi halk arasında hızla dilden dile dolaşmaya başladı ve büyük bir saygınlık kazandı. “Haydar Baba’ya Selam” İran sınırlarını da aşıp, Türkçe konuşan bütün halklar arasında da elde ele dolaşıp, altın parçası gibi görüldü. Hatta ona nazire’ler yapıldı. Hafız ve Hayyam’ın şiirleri gibi bestelenip güzel sesli şarkıcılar tarafından okundu. Bir başka deyişle çağımızda doğulu ozanlar sülalesinden bir peygamber ortaya çıkmış gibi, onun kelamı Ortadoğu semasında yankılandı.
    Şehriyar, “Haydar Baba”’dan sonra ana dilinde yine onlarca eser daha yarattıysa da onlardan hiçbiri “Haydar Baba”nın güç ve azametine ulaşamadı. Gerçekte Şehriyar Azeri edebiyatında her şeyden ziyade “Haydar Baba”nın şairidir. Zira bu eser şairin hayatında bir dönüm noktası olmanın yanı sıra, Azeri Edebiyatı tarihinde de yeni bir akımın başlangıç noktası sayılıyor.
    Bu ölümsüz eser, Şehriyar’ın gerçek kabiliyetini açıkça ortaya çıkardığından, şairin yaratıcılık hayatında bir dönüm noktası sayılıyor.. Şehriyar’ın Azerbaycan halkı başta olmak üzere, İran halkı arasında özel bir yer edinip, büyük bir sempati kazanması da işte bundan kaynaklanıyor. Bu eseri çağdaş Azerbaycan edebiyatında yeni bir aşamanın başlangıcı olarak görmemizin sebebi, onun yaratılmasıyla Azeri edebiyatı alanında eşine rastlanılmadık bir uyanış ve gelişmenin meydana gelmesidir. Bunun sebebi de “Haydar Baba”’dan etkilenip üzerine yapılan sayısız benzeri eserlerden kaynaklanıyor.. Bir yazar ve mütercimin belirttiğine göre bugüne kadar “Haydar Baba”’ya özenen 300 nazire kaydedilmiştir. Bu da, edebi ve halkçı bir eserin tam olarak ilgi ve sempati kazanması demektir. Nitekim Hacı Hafız’ı Şirazi İrfan ve Fars edebiyatı aleminde öyle bir makama ulaşmıştır. Bu arada “Haydar Baba”’nın folklorik edebi bir şaheser olduğunu da unutmamak gerekir. Şunu açıkça söyleyebiliriz ki bu eser kendi türünde eşsizdir. Bu manzume, Şehriyar’ın adıyla birlikte sadece Azerbaycan folklor ve edebiyat tarihinde değil ayrıca bu ülke halkının zihninde de ölümsüzleşecektir.

    “Haydar Baba” Etrafında Bir gezinti

    “Haydar Baba”’ya selam gerçekte çağımız ve kültürümüzün köy senfonisi demektir. Çarpıcı bir başlangıçla birden bire kendimizi Azerbaycan’ın renkli, canlı ve coşkun doğasının kucağında, “Haydar Baba” tepesinde gök yüzünün ışığı ve sağanak yağmuru altında, sel gibi akan suları arasında buluveriyoruz. Sonra bir grup kız gözümüze çarpıyor. Sıra oluşturmuş ve doğanın bu ani şakırdayışını seyre dalmışlar. Şair böyle bir girişten sonra şöyle sesleniyor:

    Selam Olsun şevketinize, elinize
    Benim de bir adım gelsin dilinize

    Şimdi sıra çocukluk anılarında... ve Şair emsalsiz bir ustalıkla onları da gözlerimizin önüne sermeye başlıyor. Bu emsalsiz tablolar insanı ister istemez büyülüyor.
    Mir Ejder’in türküsü köyün her tarafından işitilmektedir. Öte yandan Aşık Rüstem’in sazının sesi de fon müziği gibi, çocukluk döneminin zemininde daima duyuluyor sanki:

    Hatırlar mısın nasıl koşar, kaçardım!
    Kuşlar misali kanat çırpıp uçardım!

    Şair daha sonra, şairane adı, güzel şekli, büyüleyici kokusu ve tadı ve eşsiz letafetiyle duyarlı her vatandaşın anılarında özel bir yere sahip olan “Aşık elması”nı hatırlıyor. Daha sonra da tatlı bir rüya gibi gelen çocukluk dönemi oyunlarını tekrarlayıp, “Haydar Baba”(nın eteğinde ve doğanın kucağında geçen böylesi hür ve sade yaşamın, kendisini derinden ve kalıcı bir şekilde hep etkilediğini itiraf ediyor.

    Kalmış aklımda tatlı bir rüya gibi
    Etkilemiş ruhumu, her şeyimi

    “Haydar Baba”’nın tepesinde duran şairin ilgisi daha sonra, “kuru Göl”e yöneliyor. Oranın manzarasını da, kuşların uçuşu ve Gumistan’ı tavsif ederken şairane bir dille şöyle betimliyor:

    “Haydar Baba”! Kuru göl’ün kazları
    Geldiklerin sazak çalan sazları

    Daha sonra Kerbela yolu kervanlarının dönüş yollarından bahsediliyor. Şair burada ustaca bir göndermeyle, yüz yılın bulaştığı kokuşma şiddet olayları, düşmanlık ve acımasızlıklardan duyduğu üzüntüsünü belirterek şöyle diyor:

    Göz yaşına bakan olsa, kan akmaz
    İnsan olan beline hançer takmaz
    Ne yazık ki kör tuttuğunu bırakmaz

    Şair bir kez daha anılarına dalar. Bu kez, yüz rüzgârı ve yağmurundan Şeyh’ul İslam’ın münacat sesine geçer:

    Güzel sözler okşardı yürekleri
    Ağaçlar da Allah’a baş eğerdi

    Daha sonra bayırlar, koyun sürüleri, çobanlar ve o dönem ve o mekana dönmeye duyduğu özleme geliyor:

    Bir geleydim dağ, dereler uzunu
    Okuyaydım “Çoban getir Kuzunu”

    Ardından orak mevsimi, bıldırcın avı, köylülerin iş sonrası dinlenmeleri, güneşin batışı ve akşam üstü ev halkının konumuyla ilgili betimler sırasıyla diziliyor şairin kelamında:

    Yaşlı nine gece masal anlattığında
    Tipi gelip, bacaları dövdüğünde
    Kurt, keçi yavrusunu yediğinde
    Keşke geriye dönüm çocuk olaydım
    Çiçek gibi açıp, ondan sonra solaydım

    Şiirin devamında, gerçekte buram buram hayat kokan ama görünüşte küçük ve önemsiz olan günlük olaylara ilişkin anılar sıralanıyor:

    Halacığımın ballı lokmasını yerdim
    Nerde kendimi şımarttığım o günlerim
    Ağaca çıktığım, at gezdirdiğim o günlerim

    Sonra yine Şeyh’ul İslam’ın yanıklı münacat sesini duyuyor, Meşhedi Rahim ile tanışıp, onun hırka giyişi hikayesini öğreniyoruz. Ve şair tüm bunları canlı bir şekilde gözlerimizin önünde canlandırıyor.
    Bunun ardından bölge ağalarından Melek Niyazhan, tüfekler, binicilik ve atıcılık, köy kızlarının onları seyre duruşu, nişanlık oyunu, köy düğünü ve bayram merasimleri, bir kez daha şairimizi o günlere götürüyor:

    Çarşamba’nın cevizleri, üzümleri
    Kızlar der “atil-matil” Çarşamba
    Ayna gibi bahtım açıl Çarşamba

    Ardından ekini biçme ve ürünü toplama vakitleri, köyde gün batımı ve akşam vakti iki bölümde şöyle bir girişle anlatılıyor:

    Yaz gecesi çayda sular şarıldar

    Daha sonra hala oğlu Şuca’nın hüzünlü hikayesine değiniliyor. Şaire göre bu hikayenin sonunda gelinin baht aynası kararıyor. “Nene Kız’ın baht aynası karardı”. Ve işte gözlerinin anısı, şairin yüreğinin karanlıklarından bir yıldız gibi parlayan bu “Nine kız” , şairimizin çocukluk arkadaşlarından ve diğer arkadaşlarıyla birlikte onun ilham kaynaklarından biridir:

    “Haydar Baba”! Nene kız’ın gözleri
    Rahşande'nin şirin şirin sözleri
    Türkü dedim, okusunlar özleri
    Bilsinler ki ömür gider ad kalır
    İyiden kötüden sonunda bir Tat kalır

    Şehriyar ikinci “Haydar Baba”’da yine o şirin sözlü Rahşande ile güzel gözlü Nene Kız’a baş vurur ve onları şöyle anlatır:

    Rahşande’nin, torunu tutuyor elini
    Nene kız ise güveyi var, gelini

    Şairler bugüne kadar Ay, yıldız, deniz ve bulutlar ile ilgili çok güzel tasvirler yaratmışlardır. Ama şimdi bizim şairimiz, Ay’ı nehir suyunda boğulurken görüyor. Onun, bu manzarayla ilgili hüzünlü anlatımı, okurun belleğinde çakılıp kalıyor. Şair daha sonra, karanlık gecelerde kurtlardan korkmasını anımsar gibi birden ecel kurdunu gözleri önüne getiriyor ve onun hemen ardından da kendi gençliğini ve bugünkü yaşlanan halini anımsıyor.
    İşte bütün bu anılar ve özellikle de dostlar ve tanıdıkların ölüm ve yok oluşlarının hatırlanması, sonuçta şairi çileden çıkarıyor ve o bu noktada, acı acı yürekten haykırıyor. Sözü yürekten koptuğu için de insanı yürekten etkiliyor tabii. Şairin bu aşamada kaydettiği dizeleri belki onun bu manzume bağlamında en çok ün kazanan dizeleridir:

    “Haydar Baba”! dünya yalan dünyadır
    Süleyman’dan, Nuh’tan kalan dünyadır
    Oğlu, kardeşi derde salan dünyadır
    Her kimseye ne vermişse, almıştır
    Platon’dan kuru bir ad kalmıştır.

    Bu anılar manzumesinde insan ile doğu, sadece yan-yana değil, hatta kimi yerde birbiriyle iç içe olup, kaynaşıyor, yeni bir biçim alıyor ve şiir aleminde ölümsüz bir anlatım dili oluşturuyorlar.
    Şehriyar birkaç kişiyi daha tanıttıktan sonra, babası “Hacı Mir Aka Hoşknabi”yi de kısaca anlatarak, onu, bir oğlun babasına olan sevgi ve saygı duygusu ile anıyor ve takdirini belirtiyor. Şaire göre o, güzeller kuşağının sonuncusuydu. Veya bir arkadaşın tabiriyle vefa soyundan gelenlerin sonuncusuydu.

    Baba ölünce, dünyanın hali değişti
    Sevgiden, şefkatten eser kalmadı

    “Haydar Baba” senfonisi, okuru bir nevi duygusal ve içten bir değişime uğratan olağanüstü güzellikte bir doruk noktasının ardından sonuç bölümünde, iyi insanlar arasında barış ve kardeşlik ortamının yeniden canlandırılması ve yüce değerlerin vücuda getirilmesi yolunda, güzel tavsiyelerde bulunuyor ve böylece “Haydar Baba”’nın 1. bölümü, güzel ve duamsı bir parçayla sona eriyor:

    “Haydar Baba”! Senin gönlün şad olsun
    Dünya durdukça ağzın dolu Tat olsun
    Senden geçen tanış olsun, yad olsun
    Dinle benim şair oğlum, Şehriyar!
    Bir ömürdür gam üstünde gam kalır

    Kafkasya’da Halkın ulusal ve kültürel mirasının korunmasında “Haydar Baba” manzumesinin rolü

    İran’da sosyal ve kültürel şartlar, birbirine bağlı ve doğal zaruretler içerisinde olmaları nedeniyle Türkiye ve Azerbaycan cumhuriyeti gibi ülkelerde görünen sosyal-kültürel şartlardan daha farklıdır. Tarihi açıdan İran ile çok geniş kültürel ortaklıkları bulunan bu iki ülkede alfabenin değiştirilmesi ve özel hedeflerle kültürel siyasetlerin dayatılması, ulusal açıdan aşırı zarar ve ziyanlara uğramasına yol açmıştır. Telafisi çok güç olan bu zararın tam ve dakik olarak kavranabilmesi için, aydınlar ve düşünsel liderler başta olmak üzere, halkın çeşitli kesimleriyle direkt irtibata geçilmesi gerekiyor. Böylece bu yöndeki facia, derinlemesine ortaya çıkacaktır. İlerleme ve kalkınma adı altında gerçekleştirilen bu değişim ve gelişmeler aslında, bu tür kültürel siyasetlerle yetişen insanların köksüz, sığ düşünceli ahlakî değerlerden arındırılmış ve tarihî-kültürel meselelerin bilincinde olmayan kimselere dönüşmelerine sebep oluyor. Bunun yanı sıra, bu korkunç girişimin kamufle edilmesi gayesiyle yapılan, milli duyguların kışkırtılması meselesi de, bu bölgelerde yaşayan halkların bilinçlendirilmesini oldukça zorlaştırıyor. Zira, siyasi kışkırtmalarla uyumlu bir hal alan milli duyguların görünüşteki biçimleri, mantıklı ve reformcu düşüncelerin sunulması karşısında bir nevi direniş gücüne dönüşüyor. Bendeniz, meslek icabı ve kişisel ilgim nedeniyle son iki yılda, özellikle sözü geçen siyasetlerin baskısına maruz kalan Orta Asya, Kafkasya ve Türkiye cumhuriyetlerinde yaşayan sıradan insanlarla sürekli temas halindeyim ve bu yöndeki kültürel eksikliğe yakından şahit oldum. Ancak Azerbaycan dili ve milli kültürü “Haydar Baba”nın ortaya çıkması ardından yabancı saldırgan kültürler karşısında bir nevi direniş kazanmıştır. Bunu da Azerbaycan Cumhuriyeti’nin Bahtiyar Vahapzade, Hasan Hasanzade, Nurettin Rızayev ve Rüstem Aliyev gibi tanınmış aydın, şair ve yazarları benim yanımda şahsen itiraf etmişler ve aynı zamanda “Haydar Baba”nın Azerbaycan ulusal kültürünün korunmasında oynadığı rolü de defalarca takdir etmişlerdir. Kısacası ‘“Haydar Baba’ ya Selam” manzumesi Azerbaycan edebiyatında, Azeri türklerinin bir nevi Şehnamesi olarak, Azeri dili ve kültürünün korunmasında çok üstün bir konuma sahiptir.

    kitabın son bölümünde Türkiye’de Yavuz Akpınar tarafından da yayınlanan Şehriyar’ın Sehend’e Mektubu’nu siz değerli okuyuculara bir ilave olarak sunmak istiyoruz:

    ŞEHRİYAR’IN SEHEND’E MEKTUBU

    SEHENDİM

    Şah dağım, çal papağım, el dayağım, şanlı Sehend’im,
    Başı Dumanlı Sehend’im, başı Tufanlı Sehend’im
    Başda Heyder Baba tek garla, gırovla garışıpsan
    Son ipek telli buludlarla ufugda sarışıpsan

    Savaşırken barışıpsan
    Göyden ilham alalı sirri semâvata deyersen
    Hele ağ kürkü bürün, yazda yaşıl don da geyersen
    Goradan halva yeyersen
    Döşlerinde sonalar sinesi tek şuh memelerde
    Ne şirin çeşmelerin var
    O yaşlı telleri yel hörmede, ay nazlı Sehend’im
    İşveli eşmelerin var
    Goy Yağış yağsa da, sel olup ahsa da ahsın,
    Yanlarında dereler var

    Goy gelemgaşların uçsun ferelerle, hamı bahsın
    Başlarında hereler var, sıldırımlar, sereler var
    O eteklerde ne gızlar yanağı lalelerin var
    Guzular otlayarak neyde ne hoş lalelerin var
    Guzular otlayarağ neyde ne hoş nalelerin var
    Ay kimi hâlelerin var

    Gül çiçekten bezende, ne gelinler kimi nâzın,
    Suların zemzemesinde, ne derin râz-ı niyâzın
    Oynayar güllü gotazın
    Titreyir saz telli tek şahanelerin çayda, çimende,
    Yel o tellerde gezende, ne Köroğlu çalı sazın

    Ördeyin helvet edip gölde perilerle çimende
    Gol ganaddan ona ağ hövle açar gezmeli ağzın
    Gış gedir, goy gele yazın.
    Hele novruzgülü var, gar çiçeyin var, gelecekler
    Yel yağışda yuyunurken güneşiyle gülecekler

    Üzlerin tez silecekler
    Gışda keklik hevesiyle çöle gaçdığda canavarlar
    Garda gaggıldayarag nazlı gelemgaşların olsun
    Yaz o döşlerde nahar mendesin açdıgda çobanlar
    Bollu, südlü sürüler, daldı gavutmaçların olsun
    Ad alıp senden o şair ki, sen ondan ad alarsan
    Ona her dad veresen yüz o mugabil dad alarsan
    Tarıdan her zad alarsan
    Adag oldugda sen onlar daha artıg ucalırsan
    O celaletle Demavend dağından bac alırsan

    Şir elinden tac alırsan
    O da şe’rin, edebin şah dağıdır, sanlı Sehendi,
    O da sen tek atıp ulduzlara şe’riyle kemendi
    O da Simurgdan almagdadır fendi
    Şe’r yazanda geleminden görisen dürr sepelendi

    Sanki ulduzlar elendi
    Söz deyende görisen gatdı gülü, püsteni, gendi
    Yaşasın şair efendi
    O ne şair ki, hıyal merkebine şav şığıyanda
    O neneg at ayağın tozlu bulutlarda goyanda

    O ne şair ki, dağın vesfine misdağ onu gördüm
    Men senin tek ucalığ meşgine meşşag onu gördüm
    Eşge, eşg ehline müştag onu gördüm
    Lülelenmekdedi yer-göy nece tümer sarıyanda
    Göreceksen o zamanda

    Ne zaman varsa, mekan varsa kesip biçdi bir anda
    Geçecekler, gelecekler, ne bu yanda, ne o yanda,
    Ne bilim galdı ha yanda
    Bah ne hörmet var O’nun öz demişi tek papağanda
    Şirin’in tacı eyilmiş, gaşı durmuş gabağında

    Başına savrulan inci, çarığ olmuş ayağında
    Vehy edir şe’ri meleklerdi pıçıldır gulağında
    Arzulardır dodağında
    O da dağlar kimi Şe’ninde ne yazsam yaraşandır,
    O da zalım goparan, gar küleğiyle duruşandır

    Guduza, zalıma garşı sine germiş vuruşandır
    Guduzun kürküne zalım bireler tek daraşandır
    Emma vechinde fağır helgi eğilmiş soruşandır
    Gara millet, hüneri bilse hünerle araşandır
    Garalarla garışandır, sarışandır

    Gece hekgın gözüdür tur töretmiş ocağında
    Eriyip yağ tek üreklerdi yanırlar çırağanda
    Mey mehebbetden içip lale bitipdir yanağında,
    O bir oğlan ki, periler su içerler çanağında
    İnci gaynar bulağında

    Teb’i bir sevgili bülbül ki, ohur gül budağında
    Sarı sünbül gucağında
    Sular efsaneni söyler, o’nun efsunlu bağında
    Seher’in çenli çağında
    Şairin zövgü, ne efsunlu, ne efsaneli bağlar

    Ele bağlar ki “Elifleyli” de, efsanede bağlar
    Od yahıp dağları dağlar
    Gül gülerse, bulağ ağlar
    Şairin alemi ölmez, ona alemde zeval yoh
    Arzular orda ne hatirliye imkandı, mahal yoh

    Bağ-ı cennet kimi orda bu haramdır, bu halal, yoh
    O mehebbetde melal yoh
    Orda haldır, daha gal yoh
    Geceler orda gümüşdendi, gızıldan ne günüzler
    Ne zümürrüd kimi dağlardı, ne mermer kimi düzler

    Ne sarı telli inekler, ne ala gözlü öküzler
    Ay! Nece ay kimi üzler
    Gül ağaçları ne tavus kimi çetrin açıp elvan
    Hille kervanındı çöller, bezenir sürse bu kervan
    Deve Kervanıdı, çöller, bezenir sürse bu kervan
    Deve kervanıdı, dağlar yükü etlesdi bu heyvan

    Sabir’in şehrine doğru gatari çekmede Servan
    O hıyalımdaki Şirvan
    Orda gar da yağar emma daha güller sola bilmez
    Bu tebiet o teravetde mahaldır ola bilmez
    Ömür peymanesi orda dola bilmez

    O ufüglerde baharsan ne denizler, ne boğazlar
    Ne periler kimi gu guşları uçmagda, ne gazlar
    Gölde çimmekde ne gızlar
    Balıg ulduz kimi göllerde, denizlerde parıldar
    Yel güşuldar, su şarıldar

    Gesrler vardı gızıldan, galalar vardı egigden
    Rafeel tablosu tek sehneleri ehd-i etigde
    Doymasın köhne refigden
    Cennetin bağları tek bağlarının hûr-ü gusuri
    Düzülüp gurfede balgundan cevahir kimi hûri

    Elde Hurilerinin tüng-i bülûri
    Tüngünün gül kimi sehba-ye tehuri
    Ne meraglar ki, ayığ gözlere rö’yadı deyersen
    Ne şefaglar ki, derin bahmada deryadı deyersen
    Uyduran cennet-i me’vadı deyersen

    Zöhrenin gesri brilyan, hisarı incidi, yagut
    Gesri cadudu, mühendisleri Harut ile Marut
    Orda mani dayanıp galmış o suretlere mebhut
    Gapı gullugçusu Harut
    Ordadır şe’r ü müzik menbeyi, serçeşmedi gaynar

    Ne periler kimi fevvarelerden efşan olup oynar
    Şair ancağ onu anlar
    Dolu mehtab kimi istehrdi fevvareleriyle
    Meleke orda çimer ay kimi mehpareleriyle
    Güllü güşvareleriyle

    Şe’r ü musigi şabaş olmada efşandı, perişan
    Sanki ağşahıdı olmağda gelin başına efşan
    Ne gelinler ki, ne ennik üze sürtelle ne kirşan
    Yaha ne tülkü ne dovşan
    Ağ periler sarı köynekli buludlardan enirler

    Süd gönülde melek ile çimerken sevinirler
    Sevinirler, öyünürler
    Govzananda here elde dolu bir cam aparırlar
    Sanki çengilere, şairlere ilham aparırlar
    Derya gızlarına peyğam aparırlar

    Denizin örtüyü mavi, ufügun segfi semavi
    Aynadı her yana bahsan, yer olup göyle müsavi
    Gerg onun şe’rine ravi
    Gurfeler ay bulud altında olar tek görünüller
    Göz açıp yumma çırağlar kimi yandıgda sönüller

    Sehneler Çerh-i felek tek durulup gah da çönüller
    Kölgelikler sürünüller
    Zöhre balgunda ilahe şinilinde görünürken
    Bahısan Hafiz-i de orda celaletle görürsen
    Ne seversen

    Gâh gören Hafiz-i Şiraz ile balgunda duruplar
    Gâh gören ortada şetrenc gurupken oturuplar
    Gâh gören söz ile, avaz ile eylence guruplar
    Sanki sager de vuruplar
    Hace elhan ohuyanda hamı işden dayanırlar

    O nevalerle periler, gâh uyup, gâh oyanırlar,
    Laleler şö’lesi elvan şüşe rengi boyanırlar
    Ne humar gözlü yanırlar
    Ganad ister bu feza, goy gala terlanlı Sehendim
    Eşit öz gissemi, destanımı, destanlı Sehendim

    Seni Heyder Baba ol ne’releriyle çağıranda
    O sefil, darda galan tülkü govan şir bağıranda
    Şeytan’ın şıllığa galhanda gatırı nohda gıranda
    Dede gorgud sesin aldım, dedim arhamdı, inandım
    Arha durdugda sehendim, Savalan tek havalandım

    Sele garşı gavalandım
    Çoşgunun da ganı coşdu, mene bir haylı ses oldu
    Her sesiz bir nefes oldu
    Baki dağları da hay verdi sese, gıy ha ucaldı
    O tayın ne’releri sanki bu taydan da bac aldı

    Gurd acıldıhda gocaldı
    Rahim’in ne’resi govzandı deyen toplar atıldı
    Sel gelip nehre gatıldı
    Rüstem’in topları seslendi, deyen bomlar açıldı
    Bize gül gonca saçıldı

    Gorhma geldim deye sesler de mene, can dedi gardaş
    Mene can can deyerek, düşmene gan-gan dedi gardaş
    Şehriyar söylemeden gâh mene sultan dedi gardaş
    Men de canım çığırıp can sene gurban dedi gardaş
    Yaşa oğlan! Size dağdaş deli ceyran dedi gardaş

    El size gaflan dedi gardaş
    Dağ size aslan dedi gardaş
    Dağlı Heyder Baba’nın arhası her yerde dağ oldu
    Dağa dağlar dayağ oldu
    Arazım ayna çırağ goymada aydın şefeg oldu

    O tayın ne’resi govzandı ürekler gulag oldu
    Yene gardaş deyerek gaçmada başlar ayağ olduk
    Gaçdıg üzleştik Araz’da yene gözler bulağ oldu
    Yene gemler galağ oldu
    Yene gardaş sayağı sözlerimiz bir sayağ oldu

    Vesl iyin almada, el çatmada aşgim damağ oldu
    Helelik gem saralarken gayalar döndi ağ oldu
    Araz’ın süd gölü daşdı, gayalıglar da bağ oldu
    Sarı sünbüllere zülf içre, oraglar darağ oldu
    Yoncalıglar yene bildirçine yay-yaz yatağ oldu

    Gözde yaşlar çırağ oldu, lale bitdi yanağ oldu
    Gonca güldi dodağ oldu, ne sol oldu ne sağ oldu
    Elimi arhamı gördükde zalım ovçu gısıldı
    Sel kimi zülmü basıldı, zine arh oldu kesildi
    Özü getdi yeri galdı

    Tor guran ovçu atın govmada sındı, geri galdı
    Emma Heyder Baba da bildi ki, biz tek hamı dağlar
    Bağlanıp gol gola zencirle buludlar, odur ağlar
    Ne bilim, belke tebiet özü, namerde gün ağlar
    Ne bilim, belke tebiet özü namerde gün ağlar

    Eyri yolları açarken, düz olan golları bağlar
    Saf olan sineni dağlar
    Dağların her goçu terlanı, ceyranı maralı
    Hamı düşgün hamı pozgun, sineler dağlı, yaralı
    Gül açan yerde saralı

    Mehşer olmagdadı bunlar, daha vulgan olacagdır
    Zülm dünyası yanarken de tilit gan olacagdır
    Vay! Ne tufan olacagdır
    Dedin Azer eli’nin bir yaralı nisgiliyem men
    Nisgil olsam da gülüm, bir ebedi sevgiliyem men

    El meni atsa da öz gülşeniminin bülbülüyem men
    Eliminin Farsıca da derdini söyler diliyem men
    Diye doğru, ne garanlıg ise el meş’eliyem men
    Ebediyyet gülüyem men
    Nisgil ol çariye galsın ki, ceahir nedi ganmır
    Medeniyyet Debin eyler bedeviyyet, bir osanmır
    Gün gedir, az gala batsın, gecesinden bir oyanmır
    Bir öz ehvalına yanmır
    Atar insanlığı, emma yalan ensabı atammaz
    Fitne govzatmazsa bir gün, gece asude yatammaz

    Başı başlara çatammaz
    Emma menden sarı sen arhayın ol, şanlı Sehend’im
    Deli ceyranlı Sehend’im
    Men daha erş-i ela kölgesi tek başda tacım var
    Elde Musa kimi Fir’ona genim bir ağacım var

    Herecim yoh, ferecim var
    Men, Eli oğluyam, azadelerin merdi, muradi,
    O garanlıglara meş’el, o işiglıglara hadi
    Hakga, imana münadi

    Başda sınmaz siperim, elde kütelmez gılıcım var


    [1] - Bu dönemde (Hicri-i Kameri 1275 – 1320) Tebriz’de aşağıda açıklaması yapılan yedi gazete yayınlanmaktaydı. 1- Millet Gazetesi : Hicri Kameri 1275 yılında yeri Ümid Hanı ( Kervansarayı), Hacı Abdullah Tacir-i Tebrizi’nin dükkanı. 2- Tebriz Gazetesi: Önce Muhammed Hasan Han İtimat’us-Saltane’nin
    (Önceki dipnotun devamı)
    daha sonra Kemal ağa’nın yönetiminde Hicri Kameri 1296 yılında yayınlanmaktaydı. 3 – El-Hadid Gazetesi : Hicri Kameri 1314 yılında Seyyid Hasan Naimi’nin yönetiminde yayınını sürdürüyordu. 4 – İhtiyaç Gazetesi :Mirza Aligoli Sarraf tarafından idare ediliyordu. Hicri kameri 1316 yılında yayınlanıyordu. 5 – Edeb Gazetesi : Mirza Muhammed Sadık Edib’ül – Memalik Ferahani’nin gayretleriyle Hicri Kameri 1316 yılında. 6 – Kemal Gazetesi : Mirza Hüseyin Han Tabibzade’nin idaresinde Hicri Kameri 1316 yılında. 7 – Gencine-i Fünun Gazetesi : Seyyid Hasan Takizade, Mirza Hüseyin Han Adalet, Mirza Yusuf İ’tisam’ül-Mülk ve Mirza Muhammed Ali Han Terbiyet’in yazılarıyla Hicri Kameri 1320 yılında yayınlanmaktaydı.

    [2] - Şehriyar’ın hayatı hakkında yazılar yazan ve bu yazılarda şairin doğum yerine işaret eden araştırmacıların çoğunluğu, Şehriyar’ın doğum yerinin Hoşkenab, Kayışkurşak ya da “Haydar Baba” olduğunu kaydetmişlerdir. Bu cümleden bunlardan bazılarını aşağıya alıyoruz:
    “Büyük Şehriyar’ın doğduğu yerde, başını yücelere uzatmış olan ve Muhammed Hüseyin’ini çocukluk ve gençlik dönemlerinden itibaren kucağında yetiştiren “Haydar Baba” Dağı...” Doktor Gulam Hüseyin Begdili, “Haydar Baba” Manzumesi Tercümesi’nin önsözü ‘( Mütercim Mir Salih Hüseynî), Fethi yayınları, 1. Basım, Şehriver 1368, sf. 19.
    “Bu manzumede şair doğum yerinin çevresinde bulunan “Haydar Baba” Dağını muhatap alıp çocukluk hatıralarını anıyor.” Dr. Cevat Hey’et a.ğ.e. önsözü sf. 28.
    “Bizim bağrı yanık şairimizin adı Seyyid Muhammed Hüseyin Behcet idi. O Azerbaycanlı seçkin bir hatip, yazar ve düşünürdür. Hicri 1285 yılında Tebriz’in banliyölerinden Kara çimen kasabasına bağlı köylerden birinde dünyaya geldi...” Dr. Hüseyin Muhammed zade Sadık a.g.e. önsözü sf. 34.
    “Evet “Haydar Baba”’nın şair evladı, doğduğu yere dönüşünde artık “o gençlik gözlüğü” gözünde bulunmadığı için, kayıp cennetini bulamaz”. Dr. Menuçehr Murtezevi’nin Külliyat-ı Divan-ı Şehriyar’a yazdığı önsözden, Negah Zerrin yayınları, 7. Basım, sf. 31.
    Şehriyar’ın doğduğu ev, Hicri Şemsi 1366 yılı Aban ayında bu makalenin yazarı tarafından ziyaret edildi. O tarihte bu ev, Tebriz’in tanınmış ailelerinden ve çok saygın bir şahsiyet olan Hac Mirza Sadık Bahadıri Bey’in mülkiyetindeydi. Bu evin binası ve bahçesinden görüntülerle birlikte , elimde bulunan bir video kaseti kaydedilmiş olan röportaj esnasında kendileri bu evi Mirza Cevat Natık oğlu merhum Mühendis Natık’tan satın aldıklarını açıkladılar. Ayrıca merhum Şehriyar’ın el yazısı olan bir metni gösterdiler. Devamını Badarî Bey’e hediye ettiği tek ciltlik Külliyat-ı Divan’ının mukaddimesinde rahmetli Şehriyar, Mirza Sadık Han Bahadırî Bey’in oturmakta olduğu Çay kenar Bazarçe-i Mirza Nasrullah’ta bulunan evin kendi doğduğu yer ve ev olduğunu açıklamaktadır. Bu yazının görüntüleri de söz konusu video kaset içinde mevcuttur.
    Bundan başka, Hicri Kameri 1366 yılı Aban ayında merhum Şehriyar’ın oturmakta olduğu Maksudiye mahallesindeki evde bendenizin gerçekleştirdiği televizyon röportajında kendisi de doğum yerinin Bazarçe-i Mirza Nasrullah Mahellesi’nde (Çaykenar) bulunan ev olduğunu belirtmiştir. Bu röportajın kasetleri İran İslam Cumhuriyeti televizyon Kurumu’nun arşivlerinde (Tahran) üç nüsha halinde bulunmaktadır.

    [3] - “Babam müçtehitti ama hocalık ekmeğini yemedi. Her zaman da “biz hocalığı ticaret yapmadık” diye şükrederdi. Avukatlık yapıyordu, Azerbaycan’ın ilk avukatı olma özelliğini taşıyordu. Diğer avukatların hepsi onun öğrencileriydiler. O zamanlar adliye yoktu, davalar hocalar huzurunda hal yol oluyordu. Şehriyar’la yapılan röportajın metninden, Aban 1366.

    [4] - Bu anıyı Lütfullah zahidi, Külliyat’ı Divan’a yazdığı Şehriyar’ın biyografisinde ufak değişikliklerle naklediliyor: Şehriyar ile ilgili olarak aklımda kalan en kötü anı, 31 Tir 1331 de meydana gelen annesinin vefatıdır. O gün dairede bendenize geldi ve fevkalade üzüntülüyle acı haberi verdi. Birlikte, Hezar Tahthabi (bin yataklı) Hastanesine gidip annesinin na’şını alarak Kum’a götürdük ve toprağa verdik. Külliyat’ı Divan, 7.baskı sf.58

    [5] - Güzel bir tepesi ve bağları olan bir köy ismi

    [6] - Karaçimen köylerinden biri, Şehriyar’ın halalarından ikisi bu köyde yaşamakta idiler.

    [7] - “Haydar Baba” dağı eteklerinde karaçimen köylerinden birinin ismi; Şehriyar’ın halalarından diğer ikisi de bu köyde oturuyorlardı.
    “Benim dört halam vardı. Yaş sırasına göre Sultan, Setane, sara ve Seyyare hanımlar. İlk üçün hakkın rahmetine kavuştular. “Haydar Baba”ya Selam 3. basım, 1347 sf.75

    [8] - Dağ köylerinden biridir ( Karaçimen). Çocukluğumda amca oğlum Mahmut Nur Azer ile birlikte oraya bir misafirliğe gitmiş ve birkaç günü ata binip gezerek geçirmiştik.” A.g.a.

    [9] - Molla İbrahim” benim hocam, gerçekten faziletli bir insandır. Hatırladığım kadarıyla 45 yaşından buyana o mahallenin belki de tüm mahallelerin hocası, öğretmeni ve halkın her konuda yardım alabileceği bir insandı. “Haydar Baba”’ya Selam sf.45

    [10] - Merhum Mir Salih Bey, güçlü bir kaleme sahipti, sade bir yaşantısı ve iyi yürekli bir insandı. Ateşli ve duygusal konuşmaları vardı. (“Haydar Baba”ya Selam Sf. 73.)

    [11] - Dr. Abdulali Kareng’in ““Haydar Baba”ya Selam” adlı manzumeye yazdığı önsözden bir bölüm. 1965 Hakikat Yayınları

    [12] - Şehriyar ile yapılan söyleşi, Kasım 1987. Merhum Mir Habib Sahir, Şehriyar’ın yakın dostlarındandı. Bu derin dostluğun etkileri daha sonra Şehriyar’ın;
    Amedi canem be gorbanet veli hâlâ Çera
    Bivefa hala ki men oftadem ez pa çera
    Matalı gazelinin şu beytinde görülür:
    Şehriyar’a bi Habib-i hod nemi kerdi sefer
    İyn sefer rah-ı kıyamet mirevi tenha çera
    Yarsız (Habib’siz) hiç yolculuğa çıkmazdın Ey Şehriyar
    Bu kez kıyamet seferindesin, yalnız neden

    [13] - Şahriyar ile yapılan söyleşi, Kasım 1987

    [14] - Asger Ferdi’nin notlarından. Şehriyar ile yapılan söyleşi, Kasım1987
    Şehriyar bu konuda şöyle diyor: “ben kendi kulaklarımla Müderris’in yumrukla Rızahan’ın kafasına vurduğunu ve Adam! Bu kafayı samanla mı doldurdun? Dediğini işittim ve gördüm.

    [15] - Zahidi’nin kalemiyle Üstad Şehriyar’ın Biyografisi, Divan Külliyatı’nın önsözü 5. basım

    [16] - Bu gazeli Şehriyar, Sadi’nin:
    Kıymet’i gol bereved çun to be golzar ayi
    Vab_i heyvan beçeked çun to be goftar ayi
    Matalı beytine nazire olarak nazmetmiştir. Beyad’ı Şehriyar başlıklı bu gazelde Şehriyar’ın Tebriz’deki tahsil yıllarındaki samimi ve eski arkadaşı Ebu’l Kasım Şiva kastedilmektedir.

    [17] - Osmanlı edebi devresi ve aynı isimli gazetenin adı. Bu devre 1810 dan 1896 ya kadar sürdü

    [18] -1896 – 1909 edebiyat devresi

    [19] - Osmanlı edebi devresi 1909 - 1912

    [20] - Ekim Devrimi’nden sonraki yıllarda Azerbaycan’ın kuzeyinde kendisine Azerbaycan Cumhuriyeti adını veren bir devlet teşekkül etti. O dönemlerde Azerbaycan’a ilişkin bir takım sözler ileri sürüldüğünden Şeyh Muhammed Hıyabani’nin önderliğinde kıyam eden (Mart 1920) Azerbaycan’ın özgürlükçüleri yanlış anlamaları ortadan kaldırmak için Azerbaycan eyaletinin adını “Azadistan” olarak koydular. Bundan bir süre sonra Azerbaycan Demokrat partisi Eyalet komitesi Organı teceddüd gazetesinin yazı işleri müdürü olan Taki Rıfat aynı adla bir dergi çıkardı. Bu derginin yalnızca 3 sayısı çıkarıldı. 12 Eylül 1920 tarihi taşıyan 4. sayısı basılma aşamasındayken Mehdikolihan Hidayet muhbir’us Saltana tarafından Azerbaycan özgürlükçülerinin kıyamı bastırıldı ve o sayı yayınlanmadı.

    [21] - Şehriyar daha 13 yaşındayken Tebriz Mutavassıta öğrencileri tarafından çıkarılan “Edeb” dergisiyle ilk basın işbirliğini başlattı. Edeb dergisinin ilk müdür ve imtiyaz sahibi Abdul zade-i Feriver idi. Şehriyar’ın şiirleri bu dergide “Behçet” mahlasıyla yayınlanıyordu.

    [22] - Azerbaycan ve o diyarın özgürlükçülerinden biri. Fransızca’yı mutaassıp babasından öğrendi. Osmanlı Türklerinin yeni edebiyatını da yakından biliyordu. Fars şiirinin uygun metotlarını uygulamaktan vazgeçti. Daha önce benzeri olmayan yeni kafiyelerin kullanıldığı oldukça yeni içerikli kıtaları imzasız yayınlıyordu. Edward Brown’un da kaleme aldığı yeni İran’ın basın ve Edebiyat tarihi eserinde yer verdiği kıtalardan biri şudur:
    Vatan’a
    Her gün yeni bir görünümle dışarı çıkarsın
    Her dem sen can yakıcı bir cilveyle tecelli edersin
    Kederinin yakışıyla her gece ve her gündüz gönül kuşum
    Yeni bir nağmeyle mersiye okumaya başlar
    (Ez-Saba Ta Nima, 2 cilt, s. 453)

    [23] - Divan Külliyatı, 7.basım, s,336 Babanın mateminde

    [24] - Şehriyar ile yapılan söyleşi Kasım 1987

    [25] - Şehriyar ile yapılan söyleşi Kasım 1987

    [26] - Şehriyar ile yapılan söyleşi Kasım 1987

    [27] - Şehriyar ile yapılan söyleşi Kasım 1987

    [28] - Mecdü’s sadat akrabalık bağının yanı sıra Şehriyar’ın babasıyla yakın bir dostluğu olmuştur. Merhum hac Mir Aka hacca gittiğinde evinin idaresini Mecdü’s sadat üzerine almıştı. Mecdü’s Sedat’ın yanı sıra Şehriyar’ın babasının üç kişiyle daha da derin dostluğu vardı. Bunlar Şeyh Muhammed Hıyabani, Mirza İsmail Noberi ve kerbela Ali Ağa Hariri’den ibaretti. Bu üç şahıs o zamanki demokrat parti’nin başkanları idiler(Şehriyar ile yapılan söyleşi Kasım 1987)

    [29] - Şehriyar ile yapılan söyleşi Kasım 1987

    [30] - Şehriyar ile yapılan söyleşi Kasım 1987

    [31] - Şehriyar daha önce Kemal’ül Mülk ile tanışmıştı. Kendisinin ifadesine göre, tahran’da Mirza Muhammed Han Eşteri aracılığı Kemalu’l Mülk’ün yanına gitmişti.

    [32] - Şehriyar ile yapılan söyleşi, Kasım 1987

    [33] - Divan Külliyatı, 1.cilt s.454

    [34] - a.g.e.

    [35] - Serdar Said Neyyiri, Nişabur valisi ve Nasiruddin Şah’ın kardeşi Neyyiru’s-Saltana’nın torunuydu

    [36] - Divan külliyatı 1.cilt s.283

    [37] - Merhum Gülşen Azadi, Horasan şairlerindendi. Şehriyar vefatı münasebetiyle oldukça güzel bir kaside kaleme almıştır. Bu kasidenin matla’ı şöyledir:
    Del der hevayı “Gülşen-i Azadi”
    Morgi bud fiğanı-yu feryadi

    [38] - Divan Külliyatı 1. cilt s. 492

    [39] - a.g.e. s.714

    [40] - “Haydar Baba”ya selam, dipnotlar 57. bend 1968

    [41] - Divan Külliyatı 1. cilt s. 359 “Der costecoy-i Peder

    [42] - a.g.e. s.336 (Der Matem-i Peder”

    [43] - Şehriyar’ın dediğine göre, Azerbaycanlı olan Ali Vekili, memur atamalarında önceliği Azerbaycanlılara verirdi

    [44] - Şehriyar ile yaptıkları söyleşi

    [45] - Şehriyar’ın dediğine göre Ali Vekili Azerbaycanlılara iş bulmada öncelik veren bir kimseydi.

    [46] - Şehriyar’la söyleşiden

    [47] - Külliyat-i Divan c.1, s.22, Bazgeşt-i vatan

    [48] - Külliyat_i Divan c.1, s.184, Hala çera?

    [49] - Külliyat-i Divan, c.1, s.693, Resayi Süreyya

    [50] - Bu gencin adı Şehriyar’ın dediğine göre Hasanzade’nin kayınbiraderi Bakır’dı. Bu zahidi daha sonraları Hüveyda zamanında içişleri bakanı olan Zahidi olmalıdır. (Zuhur ve Sugut-i Saltanat-ı Pehlevi c.2, s.394

    [51] - İkinci kasetteki söyleşi metninden

    [52] - Külliyat-ı Divan, c.1, Lütfullah Zahidi’nin önsözü, s.53-54

    [53] - Bu gazeli Şehriyar, Sadi’nin:
    Kıymet’i gol bereved çun to be golzar ayi
    Vab_i heyvan beçeked çun to be goftar ayi
    Matalı beytine nazire olarak nazmetmiştir. Beyad’ı Şehriyar başlıklı bu gazelde Şehriyar’ın Tebriz’deki tahsil yıllarındaki samimi ve eski arkadaşı Ebu’l Kasım Şiva kastedilmektedir.



    Konu Bilgileri       Kaynak: www.azeribalasi.com

          Konu: HÜSEYİN ŞEHRİYAR

          Kategori: Azerbaycan Edebiyatı

          Konuyu Baslatan: Doktor Amca

          Cevaplar: 2

          Görüntüleme: 6872


  2. #2
    Nasid hicrani - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik Tarihi
    30.07.2008
    Mesajlar
    2.197
    Konular
    360
    Beğendikleri
    0
    Beğenileri
    0
    Tecrübe Puanı
    720
    @Nasid hicrani

    Standart

    Takma adı:Şehriyar
    Doğumu:1906-Tebriz
    Ölümü:18 eylül 1988-Tahran
    Mesleği:Şair
    Milliyeti:Azeri
    Etkilendikleri:Hafız

    Seyid Ebulgasım Muhammad Hüseyin Behzat-Tebrizi (Azerice: Şəhriyar, Farsça: سید محمدحسین بهجت تبریزی)‎ (d. 1906 - ö. 18 Eylül 1988), şiirlerinde kullandığı Şehriyar mahlası ile tanınır. Azeri asıllı İranlı şair, şiirlerini hem Azerice hem de Farsça yazmıştır.


    Hayatı [değiştir]1906'da Tebriz'de doğdu. Babası Mirza Ağa Hoşgenabî, bir avukattı. İlk öğrenimini doğduğu şehirde tamamlayan şair, Medrese-i Talibiye'de aldığı Arapça ve Arap edebiyatı eğitiminin yanı sıra, Fransızca öğrendi. 1921 yılında Tahran'a gelerek Dar-ül Fünun okulunda tıp eğitimi almaya başlar. 1924 yılında aşkının peşinden Horasan'a gider. [[1935] ] yılında Tahran'a geri dönerek İran Ziraat Bankasında çalışmaya başlar.

    Şehriyar 1929 yılında önsözünü dönemin ünlü şairlerinden olan Bahtiyar, Nafisi ve Muhammed Tagri Bahar'ın yazdığı ilk şiir kitabını neşreder. Şiirlerinde ünlü şair [[Hafız,Sedi,Fizuli,M.P.Vaqif,M.E.Sabir ve s.-den etkilenmeler mevcut olan şair, ana dilinde kaleme aldığı Heyder Babaya Salam şiiri ile Türkiye'de ve Sovyetler Birliğindeki Türk Cumhuriyetlerinde de büyük bir üne kavuştu.

    1951 yılında Haydar Babaya Selam şiir kitabını yayımladı. (Haydar Baba, köyünün üstünde kurulu olduğu dağın adıdır.)

    Şehriyar İran'da 1979 yılında yapılan İslam devrimini destekledi.

    Tahran'da Mehr hastanesinde akciğer iltihabı ve kalp yetersizliğinden 18 Eylül 1988 yılında vefat eden şairin ölüm günü, O'nun anısına, İran'da Milli Şiir Günü olarak kutlanmaktadır.


    Şairler Türbesi, Tebriz
    Şehriyar'ın Türbesi, TebrizŞehriyar Azericeyle şöyle demiş: [kaynak belirtilmeli]

    Türkün dili tek (gibi), Sevgili istekli dil olmaz Özge (başka) dile qatsan(katsan), bu esil (asil, öz) dil esil olmaz


    Eserleri [değiştir]Haydar Baba'ya Salam, Tebriz, 1951;
    Yad-i ez Heyder Baba, Tahran 1964;
    Seçilmiş Eserleri, Bakı, 1966;
    Divan-ı Türkî Tebriz, 1992;
    Yalan Dünya, Bakı, 1993;
    Tüm Eserleri (4 cilt), Tahran,1971
    Heyder Babaya Selam şiiri 76 dile çevrilmiş, Azerbaycan'da ve Türkiye'de bu şiire nazireler yazılmıştır.

    .................

    şairler türbersi tebriz........................................Şehr iyar'ın türbesi tebriz

  3. #3
    elimgünüm
    elimgünüm - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)

    Standart

    bu degerleri bilmek gercekten cok güzel ..

Etiketler

Yetkileriniz

  • Konu Acma Yetkiniz Yok
  • Cevap Yazma Yetkiniz Yok
  • Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
  • Mesajinizi Degistirme Yetkiniz Yok
  •  

Giriş

Giriş