Psikoloji Nedir? İnsan ve hayvan davranışlarıyla ve bilişsel süreçleriyle ilgilenen psikoloji biliminin 125 yıllık bir tarihi vardır. Bu genç yaşına rağmen psikoloji, biyolojiden sosyolojiye kadar uzanan oldukça geniş kapsamlı bir alandır. Psikoloji insan ve hayvan davranışlarını ve bu davranışlarla ilintili psikolojik, sosyal ve biyolojik süreçleri inceleyen bir alandır. Bir meslek olarak ise psikoloji, psikoloji bilgilerinin insan sorunlarını çözmek için kullanılmasıdır. Bu bilginin

Bu konu 16554 kez görüntülendi 71 yorum aldı ...
Psikoloji & Kişisel Gelişim 16554 Reviews

    Konuyu değerlendir: Psikoloji & Kişisel Gelişim

    5 üzerinden | Toplam: 0 kişi oyladı ve 16554 kez incelendi.

Sayfa 1 Toplam 8 Sayfadan 123 ... Sonuncu
  1. #1
    Dygsuz - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik Tarihi
    30.07.2008
    Mesajlar
    10.793
    Konular
    3263
    Beğendikleri
    0
    Beğenileri
    3
    Tecrübe Puanı
    1050
    @Dygsuz

    Standart Psikoloji & Kişisel Gelişim

    Psikoloji Nedir?
    İnsan ve hayvan davranışlarıyla ve bilişsel süreçleriyle ilgilenen psikoloji biliminin 125 yıllık bir tarihi vardır. Bu genç yaşına rağmen psikoloji, biyolojiden sosyolojiye kadar uzanan oldukça geniş kapsamlı bir alandır. Psikoloji insan ve hayvan davranışlarını ve bu davranışlarla ilintili psikolojik, sosyal ve biyolojik süreçleri inceleyen bir alandır. Bir meslek olarak ise psikoloji, psikoloji bilgilerinin insan sorunlarını çözmek için kullanılmasıdır. Bu bilginin kullanılması psikolojinin alt alanlarına göre değişmekle birlikte dili iyi kullanma, araştırma, istatistiksel analiz ve empati gibi bazı özel beceri ve yetenekleri gerektirir.



    Psikologlar iki önemli ilişki üzerinde çalışırlar: ilki, beyin ve davranış, ikincisi ise çevre ve davranış ilişkisidir. Psikologlar hem araştırmacı olarak gözlem, deney ve analiz gibi bilimsel yöntemleri izlemek hem de bilimsel bulguları uygulamak için yaratıcı olmak durumundadırlar. Psikologlar araştırma yaparak geliştirdikleri kuramları sınarlar ve araştırmalar sonucu ortaya çıkan yeni bilgileri uygulama alanında çalışanların kullanımına sunarlar. Ayrıca, bireylerin ve toplumların değişen gereksinimlerini karşılamak amacıyla yeni yaklaşımlar geliştirirler.

    Psikoloji oldukça geniş bir alandır. Psikologlar temel ve uygulamalı alanlarda araştırma yaparlar, toplumdaki örgütlere ve diğer kurumlara danışmanlık hizmeti verirler, bireylere tanı koyar ve tedavi ederler, lise ve üniversitelerde psikoloji öğretirler, çeşitli testler kullanarak zekayı ve kişiliği ölçerler, davranışları ve bilişsel işlevleri değerlendirip gerekli durumlarda yardımcı olurlar. Bireylerin hem birbirleri ile hem de makineler ile nasıl ilişki içine girdiklerini araştırıp, bu ilişkileri iyileştirmeye çalışırlar.

    Psikologlar bazı işlerde bağımsız olarak çalışırken diğerlerinde doktor, hukukçu, okul personeli, bilgisayar uzmanı, mühendis, yasa koyucu, polis, asker ve yöneticiler ile takım halinde çalışarak toplumun her alanına katkıda bulunurlar. Bu yüzden psikologları, laboratuvarlarda, hastanelerde, adliyede, okullarda, üniversitelerde halk sağlığı merkezlerinde, kitle iletişiminde, hapishanelerde ve pek çok başka işyerinde görebilirsiniz. Örneğin stresi yenip performansı artırmaya yönelik programlarda yönetici veya sporcularla birlikte çalışırlar. Adli kararlar için hukukçulara gerekli bilgi ve önerileri sağlarlar. Okul reformunda eğitimcilerle, psikiyatri kliniklerinde psikiyatrist ve sosyal çalışmacılarla, pediatri, onkoloji ve nöroloji gibi kliniklerde de uzman doktorlarla birlikte çalışırlar. Uçak kazası ya da bombalama gibi bir felaketin hemen ardından ortaya çıkan şok sürecinde kaza kurbanlarına yardımcı olurlar. Hukuk ve halk sağlığı alanlarında çalışanlarla birlikte takım halinde çalışarak bu tür olayların nedenlerini analiz ederler ve tekrarlanmasını önlemek için yollar bulmaya çalışırlar.

    Psikolojide çalışma alanlarının hem sayısı hem de etkinliği gün geçtikçe artmaktadır. ABD’de yapılan bir öngörüye göre psikoloji, 2005 yılına kadar en hızlı gelişen üçüncü alan olacak ve bir kaç 10 yıl içinde de bu gelişme sürecektir. Toplumdaki sorunların çoğunluğunun insan davranışıyla ilişkili olduğu düşünülürse psikolojinin çok fazla sayıda çalışma alanı olduğunu görmek şaşırtıcı olmayacaktır. Örneğin uyuşturucu kullanımı, kişisel ilişkilerdeki güçlükler, sokakta ve evde şiddet, kendi sağlığımıza ve çevremize zarar veren davranışlarımız gibi bireysel ve toplumsal sorunlar, psikologların ilgilendikleri sorunlar arasındadır. Psikologlar, bilimsel yöntemle bilgi toplama, bilgiyi analiz etme, önleme ve müdahale stratejileri geliştirme gibi yollarla sorunların çözümüne katkıda bulunurlar. Örneğin, psikologlar, yaşlıların sayısının hızla arttığı dünyamızda evleri ve işyerlerini bu grup için daha uygun hale getirmek üzere araştırma ve uygulama yapmaktadırlar.
    Elektronik alanında yaşanan devrim, kullanıcı dostu teknoloji ve eğitim gerektirmekte ve psikologlar bu konuda mühendislerle birlikte çalışmaktadırlar. Günümüzde sayıları gittikçe artan çalışan kadınlar işverenden aile gereksinimlerine uygun bir işyeri yapılanması talep etmekte ve psikologlar da gereksinim duyulan değişmeler konusunda işverenlere yardımcı olmaktadırlar. Büyük toplumsal değişimlerin yaşandığı ve farklı kültürleri içeren ülkelerde toplumsal değişimin birey üzerindeki etkilerini ve kültürel farklılıkları anlamada kullanılacak önemli bilgi ve becerileri ortaya koymaktadırlar. Bunların yanı sıra öğrenme ve bellek konularındaki araştırmalarda kaydedilen gelişmeler ile beden ve ruh sağlığının içiçeliği Psikoloji bilimini her zamankinden daha ilginç bir hale getirmektedir. Örneğin, hatırlamanın pasif bir süreç olmadığı, bireylerin belleklerindeki geçmiş bir olaya ait bölük-pörçük bilgileri, kendi yorumlarıyla birleştirip aktif olarak yeniden yapılandırdıkları dolayısıyla da tanık ifadelerine tam olarak güvenmenin doğru olmadığı anlaşılmıştır. Beden ve ruh sağlığının içiçeliğine en iyi örnek ise, aşırı yarışmacı, sabırsız, telaşlı, aynı anda birden fazla işi yapmaya çalışan ve diğer insanlara karşı olumsuz inanç ve davranış içinde olan “A tipi” kişilik özelliğinin, ani kalp krizlerinin en önemli yordayıcısı olmasıdır.

    Psikologların çoğu işlerini severler; çünkü, sağlık ocaklarında doktorlarla birlikte çalışmaktan bilgisayar kullanmaya kadar uzanan geniş bir yelpaze içinde çalışıyor olmak heyecan vericidir. Bunun da ötesinde psikologlar kendilerini bireylerin günlük yaşamlarındaki iniş-çıkışlarla başedebilmelerine yardımcı olmaya adamışlardır.Psikolojiyi öğrenmek ve bilmek pek çok diğer meslek dalları için de önemli bir avantajdır. Örneğin, işverenlerin çoğu psikoloji derslerinin kazandırdığı bilgi toplama , analiz etme, yorumlama, istatistik ve deneysel desen kurma gibi becerilere ilgi duymaktadırlar.

    Psikologların uzmanlaşabilecekleri alan sayısı oldukça fazladır ve bu nedenle kendilerini farklı etiketlerle tanımlarlar. Aşağıda size genel bir fikir verebilmek için bazı alanlar tanıtılmıştır. Psikoloji insan ve hayvan davranışını anlamamızı sağlayan hem bir araştırma, hem de insana ait sorunların çözüldüğü bir uygulama alanıdır. Aşağıda tanıtılan alt alanlarda psikologlar, araştırmacı, uygulamacı ya da her iki rolde birden çalışırlar. Psikolojinin en önemli özelliklerinden biri de bilimin uygulama ile birlikte yer alması ve ikisinin birlikte ilerlemesidir.

    Adli Psikoloji (Adli psikolog): Yasal konulara ve sorunlara psikolojinin ilkelerini uygulamak üzere hukuk ile psikoloji arasında kurulan ilişkiden doğan bir alandır. Adli psikologlardan bazıları hem psikoloji hem de hukuk eğitimi almışlardır. Mahkemelerde genellikle onların uzmanlıklarına gereksinim duyulur. Örneğin, hüküm giymiş ya da göz altında tutulan kişilerin davranışlarını ve duygusal strese maruz kalıp kalmadıklarını değerlendirir ve ebeveynlerden hangisi çocuğun velayetini almalıdır ya da bir sanığın zihinsel kapasitesi mahkemede savunma yapmak için yeterli midir gibi sorunlu durumlarda hakime yardımcı olurlar. Lisans ya da yüksek lisans derecesine sahip olanlar, ıslahevi, hapishane ve adli tıp enstitülerinde, hukuk uygulama birimlerinde çalışırlar. Doktora derecesini almış olanlar ise psikoloji bölümlerinde ve hukuk fakültelerinde, araştırma organizasyonlarında ve toplum sağlığıyla ilgili kuruluşlarda danışmanlık yapmakta ya da hukuk uygulama birimlerinde, mahkemelerde ve ıslahevlerinde çalışmaktadırlar.

    Deneysel Psikoloji (Deneysel psikolog): Temel davranışsal süreçlerdeki değişiklikleri araştıran ve öğreten psikologlardır. Deneysel psikoloji içindeki önemli alt dallardan biri, bilginin işlenmesi, belleğimizde depolanması, depodan geri çağrılması ve problem çözme durumlarına uygulanması gibi bilgi işleme sürecini çalışan bilişsel psikolojidir. Öğrenme, duyum, algı, performans, motivasyon, bellek, dil, düşünme, iletişim ve problem çözme, yeme, okuma gibi davranışların altında yatan fizyolojik süreçlerin araştırılmasıyla ilgilenen alt alan ise fizyolojik psikolojidir. Deneysel psikologlar, hayvan davranışlarını da inceler ve insan davranışlarıyla ilişkilendirirler. Deneysel psikologlar, aynı sosyal psikologlar gibi genellikle akademik alanda ve araştırma enstitülerinde çalışırlar.

    Eğitim Psikolojisi (Eğitim psikoloğu): Eğitim psikoloğu insanların nasıl öğrendiğini ve etkili öğrenmenin gerçekleştirilmesi üzerine yoğunlaşırlar. Her yaştaki insanın eğitimi için gerekli araç, gereç ve yöntemleri geliştirirler. Becerileri değerlendirir ve eğitim programlarının düzenlenmesine ve uygulanmasına yardımcı olurlar. Ayrıca yüksek teknik becerilerin öğretimi, değerlendirilmesi ve düzenlenmesi konularında da eğitim psikologlarından yararlanılmaktadır.Yetenek, güdü, sınıf ortamı gibi pek çok etmeni dikkate alırlar. Eğitim psikologlarının bazıları bilgisayar programlarında da kullanılabilecek yeni yönergeler geliştirirler, öğretmenlere eğitim verirler ve öğretmenlerde iş verimini, performansını ve doyumunu etkileyen etmenleri çalışırlar.Doktora eğitimli gelişim psikologlarının çalışma alanları genellikle öğretim üyeliği ve çeşitli eğitim ortamlarında danışmanlıktır.

    Endüstri/Örgüt Psikolojisi (Endüstri psikoloğu): İş yaşamını iyileştirme ve üretimi arttırma amacıyla psikolojik ilkeleri iş yaşamına uygularlar. Bu psikologların çoğu insan kaynakları uzmanı olarak görev yaparlar. Plan yapma, kaliteli yönetim, örgütsel değişim gibi alanlarda eleman örgütlenmesi ve eğitimi konularında çeşitli örgütlere yardımcı olurlar. İlgileri arasında, örgütsel yapı, iş verimi, iş doyumu, tüketici davranışı, personel seçimi ve personelin geliştirilmesi gibi konular yer almaktadır. Endüstri psikologlarının sorumlulukları arasında araştırma yapmak, araştırma sonuçlarını kullanılır kılmak ve problem çözücü olarak işlev görmek de vardır. Endüstri/örgüt psikologları, ticarette, endüstride, kamu kurumlarında ve üniversitelerde çalışabilirler ve firmalara danışmanlık yapabilirler.

    Gelişim Psikolojisi (Gelişim Psikoloğu): Gelişim psikologları doğum öncesinden başlayarak ölüme kadar uzanan yaşam süresinde insan gelişiminin evreleri üzerinde çalışırlar. Gelişim psikologları yaşa bağlı davranış değişikliklerinin tanımlanması, açıklanması ve ölçülmesiyle ilgilenirler. Gelişimdeki evrensel nitelikler, kültürel ve bireysel farklılıklar üzerinde çalışırlar. Doktora düzeyindeki gelişim psikologları, arştırma yapma ve öğretim üyeliği gibi faaliyetlerde bulunabilirler. Lisans ve yüksek lisans mezunu olanlar kreş ve gündüz bakımevlerinde, okulöncesi eğitim veren diğer kurumlarda, hastahane ve kliniklerde gelişim psikoloğu olarak çalışabilirler.Huzurevleri ve diğer merkezlerdeki yaşlıların belirlenen hedeflere yönlendirilmeleri, yetiştirme yurdu ve bakımevlerinde ergen ve gençlere uygulanan programların değerlendirilmesi türünde faaliyetleri de yürütürler.

    Klinik Psikoloji (Klinik psikolog): Zihinsel davranışsal ve duygusal bozukluğu olan bireyleri değerlendirip, tedavi ederler. Klinik psikologların ilgilendikleri sorunlar, gelişim dönemleriyle ilgili kısa süreli gelişimsel krizlerden (ergenlikteki başkaldırı ve orta yaşta kendilik değerindeki düşme gibi) fobi, depresyon ya da şizofreni gibi daha ağır sorunların tedavisine kadar değişebilmektedir. Pek çok klinik psikolog aynı zamanda araştırma da yapmaktadır. Araştırma konuları arasında başarılı bir klinik psikoloğun özelliklerini ve bir tedavinin etkililiğinde rolü olan faktörleri belirleme, başarılı yaşlanmayla veya çeşitli davranış bozukluklarıyla ilişkili olan etmenler, fobilerin nasıl geliştiği ya da şizofreninin nedenlerini belirleme gibi konular sayılabilir. Ayrıca bireyi değerlendirmek amacıyla test ya da ölçek uygulama ve yorumlama ile tedavi amaçlı bireysel ya da grup terapisi yapma da klinik psikoloğun önemli görevleri arasındadır. Lisans ya da yüksek lisans eğitimi olan klinik psikologlar kendi muayenehanelerini açamasalar bile, doktora eğitimli bir başka klinik psikoloğun gözetiminde çalışabilirler.

    Nöropsikoloji ve Psikobiyoloji (Nöropsikolog): Biyolojik sistemler ile zihnin işlevi ve davranış arasındaki ilişkiyi incelerler. Beynin biyokimyasal mekanizmaları, beyin yapılarının fonksiyonları, kimyasal ve fiziksel değişikliklerin davranışlara ve duygulara etkisini araştırırlar. Nöropsikolog, merkezi sinir sistemi bozukluklarının teşhis ve tedavisi ile ilgilenir ve davranış bozukluğunun teşhisi ve rehabilitasyonu için hastayla çalışır. Klinik nöropsikologlar, nöroloji, pediatri, beyin cerrahisi, psikiyatri kliniklerinde görev alırlar. Bu alanda yetişmiş akademik personel, nöropsikolog yetiştirir ve klinik psikolog ile tıp doktorlarının eğitimini üstlenir. Lisans ya da yüksek lisans derecesi olanlar nöropsikolojik değerlendirmede ya da araştırma laboratuvarlarında araştırma yardımcısı olarak çalışabilirler.

    Okul Psikolojisi (Okul psikoloğu): Okul psikologları özel ya da devlet okullarında çalışır, öğrencilere danışmanlık ve değerlendirme yaparlar. Ruh sağlığı ve öğrenme için gerekli çevresel koşulları düzenleme ile de ilgilenirler. Sınıf ortamını bozan ya da özel eğitime gereksinimi olan çocuklar ile ilgilenir, programlar geliştirir ve değerlendirir; sınıf yönetimi konusunda öğretmenlere eğitim verirler. Ailelere ve okul çalışanlarına da psikolojik ve eğitsel konularda danışmanlık yaparlar. Okul psikologları, anaokullarında, hastanelerde ve ruh sağlığı kliniklerinde çalışabilirler.

    Psikometri (Psikometrist): Psikolojik bilginin elde edilmesi ve uygulanması sırasında kullanılacak teknik ve yöntemler üzerinde çalışırlar. Zeka, kişilik, yetenek ve diğer alanlardaki testleri geliştirirler. Bu testler, klinik, danışmanlık, iş yaşamı, endüstri ve okul gibi alanlarda kullanılmaktadır. Psikometristler, araştırma desenleri, veri analizi ve verinin yorumlanması konularında da faaliyet gösterirler. Bu alanda çalışan psikologlar, matematik, istatistik, teknoloji, ve bilgisayar programları bilgileriyle donanmışlardır. Yüksek lisans derecesi olanlar genellikle endüstride, araştırma merkezlerinde ve test geliştirme alanında çalışırlar.

    Sağlık psikolojisi (Sağlık psikoloğu): Sağlık psikologları, hastalıkların önlenmesi ve sağlığın sürdürülebilmesi için araştırmacı ve uygulamacı olarak çalışırlar. Sağlığı ve hastalığı etkileyen biyolojik, psikolojik ve sosyal etmenlerle ilgilenirler. İnsanların hastalıkla nasıl başedebildikleri, neden bazı insanların tıbbi önerileri izlemedikleri, acının en etkili bir biçimde nasıl denetlenebileceği ve kötü alışkanlıkların nasıl değiştirileceği ile ilgilenirler. Örneğin, sigara bırakma, kilo verme, stresi kontrol altına alma gibi konularda programlar ve sağlık kampanyaları düzenlerler. Duygusal ve fiziksel sağlığı iyileştirici sağlık stratejileri de geliştirirler.Ayrıca hasta-hekim ilişkisi ve sağlık personelinin sorunları da ilgi alanları içindedir. Sağlık örgütleri, kamu sektörü, hastane ve tıp merkezlerinde ya da polis güvenlik servislerinde çalışırlar. Henüz bu alanda oluşturulmuş bir yüksek lisans ya da doktora programı yoktur. Psikoloji bölümlerinin bazılarında verilen Sağlık Psikolojisi dersleri ve Türk Psikologlar Derneği bünyesinde verilen hizmet içi eğitim kurslarıyla eksiklik giderilmeye çalışılmaktadır. Genellikle psikologlar, psikolojinin klinik veya sosyal psikoloji alanlarında bir uzmanlaşmadan sonra bu alana yönlendirilmektedirler.

    Sosyal Psikoloji (Sosyal psikolog): Sosyal psikologlar insanların birbirleri ile nasıl etkileşime girdikleri ve sosyal çevrelerinden nasıl etkilendikleriyle ilgilenirler. Bireyleri, grupları ve grup davranışını, tutumları, önyargıları ve bunların oluşumu ile değişimini incelerler. Arkadaşlık, ikili ilişkiler, çekicilik ve saldırganlık gibi konular üzerinde araştırma yaparlar. Dolayısıyla sosyal psikolojide genellikle doktora derecesi gereklidir ve sosyal psikologlar çoğunlukla akademik ortamlarda çalışırlar. Ancak son yıllarda reklam şirketlerinde, hastanelerde, eğitim kurumlarında, mimarlık ve mühendislik firmalarında ve çeşitli kamu alanlarında araştırmacı-danışman olarak çalışmaktadırlar.

    Spor Psikolojisi (Spor psikoloğu): Spor psikolojisi, psikoloji ilkelerinin spor ortamına uygulanmasını içeren bir alt alandır. Spor psikologları hem akademisyen hem de uygulamacı olarak çalışırlar.Spor psikologları, uygulamacı olarak takımın performansını artırmaya ve takım içinde olumlu bir hava yaratmaya çalışırlar. Bir yarışma öncesindeki kaygı ve sonrasındaki başarısızlık duygusu ile nasıl başedilebileceği konularında sporculara yardımcı olurlar; ayrıca, sporcuların yarışma amaçlarına yoğunlaşmalarına ve güdülenmelerine yardım ederler. Araştırmacı spor psikologları ise sporda davranış ve performansı etkileyen faktörleri araştırırlar. Ülkemizde henüz gerçek anlamda spor psikolojisi eğitimi veren bir birim bulunmamakla birlikte bu alana duyulan ihtiyaç gün geçtikçe artmaktadır.

    Trafik Psikolojisi (Trafik psikoloğu): Trafik psikolojisi, psikoloji ilkelerinin trafik ve yol güvenliği alanına uygulanmasıdır. Türkiye de yeni bir alan olan trafik psikolojisinin etkinlikte bulunduğu alanlar; sürücü yeteneklerinin psikoteknik değerlendirilmesi, sürücülük tarzları ve trafikte risk alma davranışı, sürücü eğitimi ve rehabilitasyonu, ergonomi, trafik güvenliği için bilinçlendirme, trafik yasalarını yapan ve uygulayanlara danışmanlık, trafikle ilgili davranış tutum yetenek ve becerileri ölçme araçları geliştirme, bu konularla ilgili araştırmalar ve üniversitelerde trafik psikolojisi dersleri verme olarak sıralanabilir. Trafik psikolojisi alanında henüz üniversitelerimizde yüksek lisans programları yoktur. Ancak, Türk Psikologlar Derneği’nce düzenlenen sürekli eğitim programlarıyla alanda duyulan gereksinime yanıt verilmeye çalışılmaktadır.




    Psikoterapi Nedir?
    PSİKOTERAPİ


    Psişik etki vasıtaları ile hastaya yardımın bütün yönlerini kapsayan tedavi sistemidir. Başka bir ifade ile, hastayı ihata eden çevrenin düzeltilmesi ve onun vasıtasıyla hastalıklardan, hastalığı oluşturan etkenlerden uzaklaşılmasına yönelen bir tedavi usulüdür.

    Medikal incelemeye alınmış bir çok psikoterapi yönteminin temelini, çağdaş ilmi istikametlere yönelen, sinir sistemi fizyolojisinin kanunları ile uygunluk arz eden psikoterapi okulları olmalıdır.

    Psikoterapik etki vasıtasının en geniş yayılmış ve tecrübede kendini ispatlamış biçimi, hekimin sözüdür. Ancak doktorun söylediği tüm sözleri de, psikoterapotik etkiye sahip olduğunu söylemek doğru değildir. Hekimin sözlerinin psikoterapotik değere haiz olabilmesi için; hastanın elemine ve üzüntüsüne etki ederek onda olumlu yankılar yapsın, hastanın iyileşeceğine olan inanç artsın ve doktoruna karşı güveni yükselsin. Meşhur nöropsikiyat ve psikoterapist V. M. Behterov demiştir ki; "Doktorla konuştuktan sonra, hasta kendisini iyi hissetmiyorsa, o hekim hekim olamaz."

    Sadece doktorların değil, bazı din adamlarının, dervişlerin, medyumların, cincilerin ve bu gibi diğer insanların, hastalar üzerindeki etkileri psikoterapotik etki ve telkin efekti gibi değerlendirilmektedir. Bu açıdan, psikoterapi vasıtalarının çok eskiden beri mevcut olması gerekir. Bu da bilinen bir husustur. Rus bilim adamı hekim B. J. Botçal şöyle demiştir; "Her bir hekim, onun kendi isteğine bağlı olmayarak ilk sırada psikoterapisttir. Onun belirlediği ilaçların ve diğer tedavi usullerinin % 60'ı psikoterapotik etki gösterir."

    Psikoterapinin umumî ve hususî biçimleri vardır. Umumî psikoterapi her doktorun kendi tedavi uygulamalarından, şahsına münhasır bir yer tutar. Bu özellik, yalnız hekimin şahsî keyfiyetleri değil, bilgisi, zekası, sözleri, aynı zamanda onun harici görünüşü, muayene ve tedavi tekniği, tedavi müessesinin düzeni ve rahatlığı, duvarında asılmış plaketler, sertifikalar, diplomalar, yazılar v.s. amiller, bu etkiyi oluşturan diğer psikoterapotik faktörlerdir.

    Psikoterapinin içeriğini ve etkisini anlayan her hekim bütün bu cihetleri dikkate almalı ve gündelik çalışmasında onlardan yararlı bir şekilde istifade etmelidir.

    Psikoterapinin Özel Metodlarını aşağıya sıralamak mümkündür. Bunlar;

    1. Rasyonel Psikoterapi
    2. Psikanalitik Yöntem
    3. Telkin
    4. Hipnotik Telkin
    5. Narkohipnoz
    6. Grup Psikoterapi
    7. İmagoterapi
    8. Autogening Training
    9. v.d.

    Çağdaş psikoterapinin muhtelif ülkelerde tatbik edilen onlarca birim ve çeşidi vardır.

    RASYONEL PSİKOTERAPİ

    Rasyonel psikoterapi tüm uyanık halde hasta ile mantiki yönden temellendirilmiş bir tedavi sürecini uygulamaktır. Rasyonel psikoterapiyi ilk tatbik eden İsviçreli psikoterapist P.S. Dubya olmuştur. (1912) Telkin etme biçiminden farklı olarak, rasyonel psikoterapi uygulamasında hekim hastayı sadece duyguları üzerinde değil, daha çok entellektüel düşünme, muhakeme etme yapısı üzerinde çalışır. Hastanın iyileşmesi, hekimin yaptığı görüşme peryodları içinde, hastanın kendi hastalığının içeriğini anlaması, iç görüş sahibi olması ve hastalığına karşı münasebetlerini değiştirmesi çerçevesinde ortaya çıkar. Yani bazen de hekimin esas vazifesi hastanın "anormal" muhakemesinin, aksi istikamete döndürmek, yani hastalığının asıl mahiyetinin hastanın tasavvurundaki olumsuz bir savunma mekanizması olduğunu izah etmektir. Dubya, teklif ettiği metodun izah edici, açıklayıcı özelliğin ön plana getiriyor ve bunda hiçbir telkinin olmadığını söylüyor.

    Ancak, gerçek bu şekilde değildi. Rasyonel psikoterapi hem telkin, hem inandırma, en başlıcası ise doktorun şahsiyetine yüksek güven olmasıdır. Hekimin gösterdiği psikolojik tesir hastanın emosyonel yapısına tesir etmeden "tedavi etkisi" ortaya konamaz.

    Hekim psikoterapi sohbetine başlamadan önce derin bir anamnez toplamalı, çok iyi bir sistemik muayene yapmalı, laboratuvar araştırmalarında bulunmalı, gerekirse konsültasyon istemelidir.
    Psikoterapi, entellektüel seviyesi yüksek, zeki eğitimli insanlara yapıldığında daha büyük etki göstermektedir.

    Rasyonel psikoterapi muhtelif hipokandrial sendromlar, fobiler ve psikosomatik hastalıklarda geniş olarak tatbik edilebilir.

    PSİKANALİTİK PSİKOTERAPİ

    S. Freud tarafından ortaya konulmuş bu usul, daha çok Batı aleminde yayılmıştır. Bu metodu temelinde, hastalığı oluşturan "bilinçdışı çatışmaların" bilinçaltından bilince çıkma gayretleridir. Freud'un iddiasına göre, serbest çağrışım yöntemiyle yapılan konuşmalar neticesinde, hastanın ızdıraplarına neden olan faktörler tespit edildiğinde, bilince çıkarıldığında hastanın durumu iyileşmeye başlıyor ve tedricen düzeliyor.

    Psikonalitik yaklaşımdaki uygulamada, çeşitli sembollere, bu çerçevede rüya görmelere, görülen rüyanın muhtevasına, dil sürçmelerine, hatalara büyük önem veriliyor. Bunlar, hastalığın bilinçdışı kalmış yansımaları ve kılık değiştirmiş sunumları gibi kabul ediliyor. Hekimin başlıca vazifesi bu sembollerin anlamlarının ortaya konması, muhtevasının tahlil edilmesi ve böylelikle hastanın onların menfî tesirinden kurtarılmasıdır.

    TELKİN TEDAVİSİ

    Geniş olarak yazılmış metodlardan biri olup aynı zamanda diğer ihtisas dallarındaki uzmanlar tarafından da muvaffakiyetle tatbik edilir. Yerinde önerilmiş hekim sözünün kıymetini her zaman göz önünde tutmak gerekir.

    Tedavi seansını yapma için hekim hastayı rahat bir koltuğa oturtur veya bir yatağa uzanmasını söyler. Hastaya gözlerini kapatarak, bütün kaslarını gevşetmesini, gerginlik ve telaştan uzak kalmasını teklif eder. 5-10 dakikadan sonra hasta oldukça sakindir. Böyle bir durumda hekim, telkine başlar. Hekim sözlerini kısa, sade ve anlamlı bir şekilde söyleyerek hastanın ızdırabını hafifletmeye çalışır. Bütün hastalar için uygulanacak tek tip bir telkin yoktur. Bunu hekim tayin eder. Doktor, hastasının yaşına, cinsiyetine, entellektüel seviyesine, medenî yaşantısına ve en önemlisi ise hastalığın esas semptomlarını göz önüne alarak tertip etmelidir.

    Bazı psikoterapistlerin, meşhur yazarların ve alimlerin sözlerini buraya almakta yarar var.

    "Ümidini yitiren ümitsiz kalır."

    "Senden hareket, Allah'tan bereket."

    "Her gecenin bir gündüzü, her derdin de bir çaresi vardır."

    "Derdini söylemeyen, dermanını bulamaz."

    "Dert, dert getirir." v.s.

    Uyanık halde yapılan bu telkinin, hipnoza yatkınlığı olmadığı veya aksi tesir gösterebileceği durumlarda uygulamak gerekir. Muhtelif fobilerde, (Kardiofobi, kanserofobi, spidfobi... v.s.) nevrotik sendromlarda, çocuk nevrozlarında başarıyla tatbik olunabilir. Enfarktüs ve felç geçirmiş hastaya emredici tonda telkin yapılmaması tavsiye olunur.

    HİPNOTİK TELKİN

    Bu usulün başlıca yönü, hastayı hipnotik transın altına alacak telkin vermektir. Hipnotik transın fizyolojik mahiyeti tam olarak ortaya konamamıştır. Bir çok alimler hipnozu, normal uykunun bir çeşidi gibi kabul etmiştir. İ. P. Pavlov'a göre, normal uyku beyin korteksinin yaygın, bazen de subkortikal alanlarında içine alan inhibisyonudur. Hipnotik transı ise local bir inhibisyon halidir. Beyin korteksinde "Gözetici bölgelerin" olması ile normal uykudan ayrılır. Hipnotist, aynı "Gözetici Bölgelerin" aralığı ile hipnoz altına alınan şahısla bağlantılarını sürdürebilir.

    Hastayı hipnotik transa almadan önce, sistematik bir muayene yapılması gerekir. Aynı zamanda hipnoza yatkınlığın derecesi tayin edilmelidir. Bazı alimlerin verdiği bilgiye göre, insanlar arasında hipnoza yatkınlık % 60-70 civarındadır. Elbette, hipnoz yapanın tecrübesine ve maharetine bağlı olarak bu rakamlar değişebilir.

    Hipnotik transı oluşturmak amacı ile muhtelif uyarıcılar (parlayan eşyalar, ışık, monoton ses, tıkırtı v.s.) istifade ederek beş duyuyu etkileyen (işitme, görme, taktil v.s.) amacına ulaşır. Sözle telkin, gözle tespit yöntemi ile hipnotik trans oluşturmak en çok uygulanan yöntemdir. Bu amaçla gerekli muayene ve hazırlıktan sonra hasta özel bir koltuğa alınır veya rahat bir yastığa uzandırılır. Onun dikkatini herhangi bir noktada topladıktan sonra, takriben aşağıdaki içerikli telkin ifadelerinden istifade etmek mümkündür.

    "Gözlerini aynı noktadan ayırmadan benim sözlerimi dikkatle dinleyin. Bir müddetten sonra kolların, ayakların ve nihayet bütün bedeninin ağırlaştığını hissedeceksiniz. Aynı tempoda göz kapaklarının ağırlaşmaya başlayacak ve sonra onları kapatarak uyumaya başlayacaksınız. Ona kadar sayıyorum. 10 dediğimizde göz kapaklarınız kapanarak rahat ve sakin uykusunda dertsiz olacaksınız. Bir...... iki...... üç..... kollarınız yavaş yavaş ağırlaşıyor, ağırlık bütün bedenini sardı. Dört.... beş..... şimdi ise göz kapaklarınız ağırlaşmaya başlıyor. Altı.... yedi..... aralarla derin nefes alın. Gözleriniz kararıyor, bedeninizi hoş bir rahatlık kapladı. Sekiz.... dokuz..... artık gözlerinizi açık tutamıyorsunuz. İradenin dışında onlar kapanmak istiyor. On.... gözleriniz tamamı ile kapanıyor... Rahat ve tam istirahat edin, daha derin uyuyun...."

    Elbette ki telkinin içeriği daha geniş ve başka ifadelerden ibaret olabilir. Başlıca şart, söylenen sözlerin telkin gücünü artıran faktörlere bağlıdır. Sözleri monoton sözle, arayla, inandırıcı şekilde söylemek lazımdır. Başlıca şartlardan biri de, muntazaman çalışmak ve tecrübe toplamaktır. Hipnoz ile tedavi metodunun bütün cihetleri konu ile ilgili literatürde geniş olarak mevcuttur.

    Hipnotik trans altında telkin etmekle, tedavi bir çok hastalıklarda, nevrozlarda ve nevrotik sendromlarla psikosomatik bozukluklarda, bronşial asthma, hipertanyison ve şeker hastalığında birtakım diğer rahatsızlıklarda, çocuklarda enüreziste, konuşma ve davranış bozukluklarında başarı ile tatbik edilebilir.

    Literatürde en çok dissosiyatif bozukluklarında uygulandığını ve en basit tedavi yolu olduğunu görüyoruz. Onun haricisinde anksiyete nevrozu grubu hastalıklarda (fobiler, obsessif kompulsif bozukluk, genelleşmiş anksiyete bozukluğu, PTSS), somatoform bozukluklarda, kişilik bozukluklarında, cinsel fonksiyonel bozukluklarda kullanıldığını ve muhtelif psikoterapotik yöntemlerle kombine edildiğini görüyoruz.

    NARKOHİPNOZ

    Hastanın ven içine heksonal (% 10'luk) veya tiopental sodyum vermekle uyku meydana getirilebilir. Ancak bu tedavi yönteminde hastayı tam uyutmuyor, sadece bilinçli hali kayboluyor. Ancak hekimle irtibatı devam ediyor. Bu esnada hekimin telkinleri başlıyor. Bazı hallerde yatması için izin veriliyor. Tedavi seanslarının sayısı, hastalığın ağırlık derecesine ve şahsın bu tedavi usulüne ilgisini dikkate alarak 8-10 veya daha çok seans yapılabilmektedir.

    Sade yöntemlerle hipnotik trans mümkün olmadığında narkohipnoz metodundan istifade edilir. M. E. Teleşevskiya, bu yöntemi teşvik edici, düzeltici ve güçlendirici bir terapi olarak isimlendirmiştir.

    GRUP PSİKOTERAPİSİ

    Aynı zamanda birkaç kişi ile veya grup ile yapılan tipleri vardır. Grup içinde yapılan psikoterapide hekim aynı telkin ifadeleri ile bütün gruba tesir gösterir. Grup psikoterapisi, tedavi grubunda olan hastaların birbirine olumlu tesirinden de istifade eder. Bu maksatla, hastalar gruba alınırken, teşhisleri, yaşları, entellektüel seviyeleri göz önüne alınarak seçilir. Psikoterapi konusunun esasını, hekimin grupla diyalogu teşkil eder. Hekim hastalara, onları rahatsız eden hastalıkları hakkında onun meydana gelme sebepleri ve diğer yerlerden bilgi verir. Hastalık hakkında onlarda meydana gelmiş, yanlış düşünceleri ortadan kaldırmaya çalışır. hekimin becerisi, hastalarda biçimlenmiş olan negatif yaklaşımları değiştirmek, onların tedavi olacaklarına ve iyileşeceklerine olan inançlarını sağlamalı ve bunları yükseltmelidir.

    Bu tedavi yöntemi, genellikle alkolizm, nevrozlar, nevrotik sendromlar ve sinir sisteminin diğer fonksiyonel bozukluklarında tatbik edilir.

    İMAGOTERAPİ

    Rus psikoterapisti İ. J. Volpert tarafından (1972) de teklif edilmiş bu yöntemin mahiyeti şöyledir: Psikoterapistin rehberliği (tavsiyesi) altında kendi hastalık belirtilerinin ortadan kaldırılmasına müsbet etki gösterebilecek "hayali suretlerle (imajinasyonla)" hayaller oluşur ve günde 1-2 saat aynı hayalin rolünü oynatır. Hasta seçtiği rolün, mânevî hususiyetlerini, davranışlarını, ilk etaptan duygulanımını ne kadar canlı ve objektif ifade ederse, o kadar çok başarı kazanmış olur.

    Hastaya öğretmek gerekir ki; o kendisini temkinli, sakin ve huzurlu hissetsin. Kendindeki gerginliği, asabiliği ve diğer bu gibi halleri mülayimlik, tebessüm, şaka ve çeşitli yollarla ortadan kaldırır. 1-3 ay devam eden bu tedavi usulü bir çok hallerde müsbet neticeler verir.

    İmagoterapi nevrozların bütün biçimlerinde o çerçevede gerginlik, sinirlilik, dahili organlarda hoşagitmez duygularla belirtilen nevrotik sendromlar da tatbik edilir.

    AUTOGEN TRAİNİNG

    Bu yöntemin başlıca üstünlüğü odur ki; onu benimseyen her birkişi, hekimin iştiraki olmadan istenilen vakit ondan istifade edebilir. Autogen Training ilk defa Alman psikiyatristi ve psikoterapisti Şults (1932) tarafından tatbik edilmiştir. Autogen training veya psikoloji jimnastica onunla meşgul şahsın iradesinin gücüne kendine telkin etkisi sağlamak usulüdür. Bu maksatla ilk sırada, kasların relaksasyonuna ulaşmak, bunun arkasından Şults'un teklif ettiği altı vaziyeti oluşturmak gerekir. Bu esnada hasta, rahat yatakta veya kanapede oturmalı veyahut yatmalıdır. Rahat nefes alıp vermek başlıca şarttır. Çalışmaları günde üç defa (sabah uykudan uyanır uyanmaz, öğleyin ve gece yatarken) yapmak gerekir. Önceden bu konu ile çalışan bir kişi, kollarını, bacaklarını, sonra ise tüm vücudunun ağırlaşmasını ve uyuşmasını telkin etmeyi öğrenmelidir. Bu maksadla, kendi kendine içten birkaç defa "kolların ve bacaklarım ağırlaşıyor. Bütün bedenin ağırlaşıyor" diye tekrar etmeli. Ağırlaşmanın tafsilatını hayalinde canlandırmalıdır. Bundan sonraki aşamada ise; sıcaklık hissi, mide bulantısı, nefes alıp vermenin serbest ve muntazam olmasını, karında sıcaklık ve nihayet alında serinlik hissi oluşturmayı öğrenmelidir.

    Gösterilen umumi aşamaların becerilmesinden sonra, her bir kişi için ortaya konan özel telkin biçimlerine geçilir. Tedavi etkileri ortaya çıkarana kadar çalışmalar sürdürülür.

    Autegen Training kompleksine, yalnız başına becerilebilmesi için 2-3 ay süreyle her gün uğraşmak gerekir. Hekimle birlikte çalışıldığında bu süre kısalır, kendine telkin her bir şahsın, kendi organizmasına, tedaviye cevap vermesine ve sinir sisteminin bir çok fonksiyonel bozukluklarını tedavi etmeye geniş imkanlar verir.


    Konu Bilgileri       Kaynak: www.azeribalasi.com

          Konu: Psikoloji & Kişisel Gelişim

          Kategori: Sağlık Kütüphanesi

          Konuyu Baslatan: Dygsuz

          Cevaplar: 71

          Görüntüleme: 16554

    Konu Dygsuz tarafından (25.03.2009 Saat 12:18 ) değiş;tirilmiş;tir.

  2. #2
    Dygsuz - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik Tarihi
    30.07.2008
    Mesajlar
    10.793
    Konular
    3263
    Beğendikleri
    0
    Beğenileri
    3
    Tecrübe Puanı
    1050
    @Dygsuz

    Standart

    Başarılı Olmanın 3 Temel Kuralı
    Alice: Hangi yoldan gideyim?Tavşan: Nereye gideceğini bilmiyorsan, hangi yoldan gittiğinin hiçbir önemi yok
    Lewis

    Karayı Görebilseydim...


    Florence Chadwick, hem Fransa’dan İngiltere’ye, hem de İngiltere’den Fransa’ya yüzerek Manş denizini her iki yönde geçen ilk bayan yüzücüydü. Bir ideali daha vardı: Catalina Adası’ndan California sahiline kadarki 21 millik mesafeyi yüzen ilk bayan olmak... Ama bu iş hiç de o kadar kolay olmayacaktı.
    Yılın en sıcak günlerinden olan 4 Temmuz’da bile, yüzeceği denizin suyu insanın bedenini uyuşturacak kadar soğuktu. Hava o kadar sisliydi ki, yüzücü kendisine eşlik eden tekneleri zorlukla seçebiliyordu. Üstelik o bölgede köpek balıkla-rına da rastlanıyordu.
    Florence, soğuğa ve köpek balıklarına rağmen tam 15 mil yüzdü. Teknede bulunan annesi ve antrenörü “Başaracaksın! Az kaldı!” diye bağırıyorlardı. Televizyonlarının başında onu seyreden milyonlarca insan, başarısı için dua ediyordu. Sonra 5 mil daha yüzdü. Hatta California sahillerine sadece yarım mil kaldı. Teknedekilerin bütün teşviklerine rağmen kendisini sudan çıkarmalarını istedi. Herkes hayal kırıklığı içindeydi. Sadece birkaç kulaçlık bir mesafe kalmışken, ba-şarılı yüzücü vazgeçmişti.
    Florence Chadwick, daha sonra başarısızlığının nedenini şöyle açıkladı:

    “Önümde hiçbir şey göremiyordum. Karayı görebilseydim, başarabilirdim!”

    Onu durduran ne soğuk, ne on altı saat süreyle kulaç atmanın yorgunluğu, ne de köpek balıklarıydı. Başarısızlığına hedefini görememesi neden olmuştu!

    İki ay sonra, Florence yine denedi. Su yine soğuktu, köpek balıkları yine vardı, sis yine her şeyin üstünü örtüyordu. Ama bu defa, Florence sisin ardında bir yerde kıyının olduğunu düşünerek yüzdü hep. Sahili hayal ederek attı kulaçlarını. Ve başardı! Catalina Kanalını geçen ilk kadın unvanını kazandı. Hem de erkeklerin rekorunu iki saat farkla geçerek!

    Deneme sınavlarından istediğim başarıyı elde edemiyorum.” “İçimden bir türlü çalışma isteği gelmiyor.” “İçimden çalışma isteği geliyor da ben mi çalışmıyorum!” “Dersin başına oturduğumda canım sıkılıyor ve çalışma masasından kalkıyorum; ders çalışmak için ilham bir türlü gelmiyor.”

    Bu ve benzeri cümleler zaman zaman hepimizin sarf ettiği cümleler adeta. Beyaz atlı bir prens(es) gelip bizi bu dertten kurtarsa ya da birileri öyle cümleler kurarak bizi etkilese ki içimizdeki çalışma isteğini durduramasak... Ne güzel olurdu değil mi?

    Bu masallarda olacağına göre bizim içine düştüğümüz kısırdöngüden çıkabilmek için kendimizi iyi tanımamız gerekliliği ortaya çıkmaktadır. Gelin bu kısırdöngüden çıkmak için ne yapmamız gerektiğini değerlendirelim.

    Derslerde istediği başarıyı gösteremeyen bir öğrenci; sebeplerin (derslerde anlatılanları anlayamama, soru çözmede yeteri kadar başarılı olamama, kavramsal ilişki ağlarını görememe v.b.) sonuçları (deneme sınavında başarılı olamama), sonuçların da (deneme sınavlarında başarılı olamama) sebepleri şekillendirdiği bir kısırdöngünün içine girmiştir adeta. Başarılı olamadığımız için derslere çalışma arzusu duyamayız; çalışma arzusu duymadıkça merak ve ilgi duymayız; merak ve ilgi duymadığımız için de derslere çalışmak istemeyiz. Bu bir kısırdöngü değil de nedir? Zira anlamadığımız şeylerden zevk alamaz ve ona ilgi de duyamayız. En sonunda belki de o konuda kendimize olan güvenimizi bile kaybedebiliriz.

    Derslerden uzaklaştığınızı hissediyorsanız, ödevlerinizi yapmakta zorluk çekiyorsanız ve dahası dersler bir an önce bitse diye hapishaneden çıkacağı günü bekleyen bir mahpus gibi günleri ve hatta dakikaları sayı-yorsanız, öğrenmenin ve öğrenilen konuların siz de uyandıracağı zevkin tadına varamamışsınız demektir.

    Peki, bu ve benzeri problemlerin ortaya çıkmasının sebepleri nelerdir? Neden bazı insanlar daha başarılı iken diğerleri daha az başarılıdır? Başarılı insanlar ile yaptıkları işlerde başarısız olan insanların genel özellikleri nelerdir? Bu yazının konusu, genelde, başarılı olan insanların, özelde de, Öğrenci Seçme Sınavı’nda hedefledikleri başarıyı yakalayan öğrencilerin başarılı olmalarını sağlayan özelliklerdir.

    Ancak isterseniz bu kez farklı bir yol izleyelim ve öncelikle “Nasıl başarısız olunur?”, “Başarısız olmak için nasıl davranmak gerekir?” ve “Başarısız olmak için ne tür özelliklere sahip olmak gerekir?” sorularını cevaplayalım. Daha sonra da, eğer ilginizi çekerse, nasıl başarılı olunabileceğini birlikte görelim.

    Başarısızlığa Giden Yolda Yolcu Olmak

    Her durumun kendine özgü birtakım vasıfları vardır. Kişi eğer, o vasfa sahip olmak istiyorsa o vasfa ait gereklilikleri de yerine getirmek zorunda olduğunu bilmelidir. Başarılı olmanın temel formülleri gibi başarısız olmanın da bazı püf noktaları vardır. Gelin şimdi başarısızlığa giden yolda nasıl davranmak gerekir? soru-suna, yaptıkları işlerde başarılı olamayan insanların genel niteliklerini gözden geçirerek başlayalım.

    Başarısız insanların genel özellikleri şunlardır:

    1.Başarabileceklerine dair özgüvenleri ve inançları yoktur. Üniversite sınavında başarılı olmak için çalışmaya başlamış olabilirsiniz. Ancak bu çalışma işini kararlılıkla sürdürmüyorsanız başarılı olabilmeniz zordur. Kararlılık ise başarabileceğine dair kendinize güven duymanıza bağlıdır. Bu yüzden ÖSS’de başarısız olmak istiyorsanız, kararlılığınızı başarılı olamayacağınıza yönelik bir inançla balta-lamalısınız.

    2.Sürekli endişeli oldukları görülür: Özgüven eksikliği insanlarda başarılı olamama korkusunu ve endişesini de beraberinde getirmektedir.

    3.Çalışma azmi ve alışkanlığına sahip değildirler.

    4.Amaca değil, başarısızlıklarına odaklanırlar.

    5.Hedef koyarlar; ancak bu hedefe en kısa yoldan nasıl ulaşabileceklerinin planını yapmazlar.

    6. Hedeflerine ulaşmalarını engelleyecek bir problemle karşılaştıklarında hemen vazgeçerler.

    Yukarıdaki özellikler, yaptıkları işlerde başarılı olamayan kişilerin genel özellikleridir. Peki, bu tür insanların yaptıkları işlerde (yarım yamalak da olsa) karşılarına çıkan en büyük sorunun ne olduğunu hiç düşündünüz mü? Bu problem “verimli olamama”dır. Verimli olamama doğrudan kişisel özelliklere bağlı bir problemdir. Ancak yapılan işin niteliğine gönderme yapar. Daha açık bir ifadeyle “Çok çalışıyorum; ama bir türlü başarılı olamıyorum.” diyen bir öğrencinin yaşadığı sorun aslında verimli çalışamamaktır. Peki verimlilik probleminin ortaya çıkmasını sağlayan faktörler nelerdir? Eğer sizde verimlilik probleminizin olduğunu düşünüyorsanız, bunun sebebi aşağıdakilerden bir ya da daha fazlası olabilir: Bunlar:

    a. Hedefleri açık ve net olarak belirlememek:

    Eğer hedefinizi açık ve net olarak belirlemediyseniz hangi işleri daha önce yapmanız gerektiğini ve bunları nasıl organize etmeniz gerektiğini bilemezsiniz.

    b. Yapılacak işleri önem ve aciliyet sırasına göre düzenlememek:

    Üniversiteye hazırlanan bir öğrenci olarak hangisi sizin için daha önemli: Arkadaşlarla sohbet etmek mi, TV’de sevdiğiniz bir programı seyretmek mi yoksa ders çalışmak mı?

    Öncelikli olanın hangisi olduğuna karar vermelisiniz. Aksi takdirde başarılı olmak için yapma(ma)nız gerekenlerin bir listesini çıkartmanız size herhangi bir fayda sağlamayacaktır. Doğal olarak da size daha kolay ve eğlenceli gelen şeyleri tercih etme ihtimaliniz daha yüksek olacaktır.

    c. Günlük, haftalık ve aylık bir program yapmadan çalışmak:

    Bir plan yapılmadan başlanılan her iş verimlilik sorunuyla yüz yüze gelmeye mahkumdur.

    d. Çalışmayı kesintiye uğratmak ve ertelemek:

    Bir plan yaptınız. Ancak yapılan plana uymuyor ve başka şeylerle ilgileniyorsanız dönüp arkanızda bıraktığınız şeylere bir bakmalısınız.

    e. Bilgi ve anlayış düzeyine uygun olmayan kaynaklardan çalışmak:

    Verimsizliğe neden olan faktörlerden biri de eğitim hayatı boyunca edinilen bilgi ve anlayış durumuna uygun bir noktadan (kolay ya da orta derece zorlukta bir çözümlü soru bankası, yaprak test, dergi v.b.), yani anlaşılması ve çözülmesi daha kolay kaynaklardan çalışmamaktır. Bu nokta ne ümitsizliğe ve yılgınlığa düşürebilecek derecede zor ne de ilgi ve merakı söndürecek kadar kolay olmalıdır.

    Bu durumu bir örnek vererek açıklayalım: Araba kullanmayı öğrenmek istiyorsanız yapacağınız ilk şey belki de bir sürücü kursuna yazılmak ve ilk önce arabanın teknik yapısı ile ilgili bilgi edinmek, sonra da belirli aralıklarla araba kullanmayı öğrenmek için boş bir arazide ya da yol da denemeler yapmak olacaktır. Direksiyon başına geçtikten sonra arabanızın vahşi bir at gibi sizi üstünden atmak istediğini düşünebilirsiniz. Bu durum, eğer araba kullanmayı yeni öğreniyorsanız ve örneğin bunu ilk defa İstanbul’un en işlek caddelerinden birinde yapıyorsanız, sizde hayal kırıklığı ve ümitsizlik uyandıracaktır. Hâlbuki yapılması gereken şey trafiğe, hazırlanmadan çıkmak değil belirli bir zaman dilimini sakin ya da boş yollarda deneme sürüşleri yaparak geçirmek olacaktır. Böylelikle araba kullanmanın zevkini de duyacaksınız.

    Şimdi de yaptıkları işlerde başarılı olan insanların özelliklerini inceleyelim.

    Başarıya Giden Yol: Amaç Belirleme, Plan Yapma, Alınan Kararları Hayata Geçirme

    Başarı çalışmayı, öğrenmeyi ve öğrendiklerini kullanmayı kolaylaştırarak çalışma verimini artıran kısa ve uzun vadeli amaçları belirlemek, belirlenen amaç ya da amaçlara ulaşmak için bir plan yapmak ve alınan kararları hayata geçirmekle birlikte gelmektedir.

    Bunun anlamı ise “etkili ve verimli çalışma”dır. Günümüzde artık “çok çalışmak” uygun bir ifade olmak-tan çıkmıştır. Başarılı olmak için gerekli olan şey, belirlenen hedefe belirlenen zaman dilimi içerisinde ulaşmanın yol ve yöntemlerini bilmektir. Bu da “etkili ve verimli çalışma”yı bilmekle mümkündür.

    Şimdi bunların başarı üzerindeki etkilerini inceleyelim.

    A- Amaç belirleme:

    Bir futbol oyuncusunun maç başladıktan sonra sahanın bir köşesinden diğerine amaçsız bir şekilde koşma-sının kendisine ve takımına faydasının olacağı nasıl düşünülemezse hedeflerini açık ve net bir şekilde belirlememiş bir öğrencinin de kendisine ve çevresine faydalı olacağını düşünmek safdillik olur. Bu yüzden bir işe başlarken kendinize bir amaç koymalı ve bu amacı gerçekleştirmek için harekete geçmelisiniz. Ama öncelikle amaç belirlerken kendinize sormanız gereken birtakım soruların olduğunu da unutmamalısınız.

    Şimdi de amaçlarınızı belirlerken kendinize sormanız gereken soruların neler olduğunu gözden geçirelim.

    1. Amaçlarımı açık ve net bir şekilde belirledim mi?

    Amaç, bir kişinin belirli bir zaman dilimi içerisinde ulaşmak istediği noktayı açık ve net bir şekilde belirle-iş olmasıdır. Belirsiz ya da net olarak belirlenmemiş hedefler kişilerde rahatlık meydana getirirler ve motive edici özellikleri de yoktur. Bu yüzden kısa ve uzun vadedeki hedeflerinizi net olarak belirlemelisiniz.

    Amacını açık ve net bir şekilde belirlememiş bir kişi gideceği limanı bilmeyen bir gemiye benzer. Böylesi bir geminin rotası belli olmadığı için rüzgar hangi yönden eserse gemi o tarafa gitmeye adeta mahkumdur.

    2. Kazanmayı hedeflediğim bölüm hangisi?

    Hangi bölümü neden kazanmak istiyorum? sorusuna cevap verebilmelisiniz. Eğer “Puanım bir gelsin de ona göre tercih yaparım.” diyorsanız hedefinizi açık ve net olarak belirlememişsiniz demektir. Buysa hangi mesleği severek ve mutlu bir şekilde yapacağınızı düşünmediğiniz anlamına gelir.

    3. Hedeflerimi belirlerken beceri ve yeteneklerimi gözden geçirdim mi?

    Başarılı insanların özelliklerinden biri de ilgi, beceri ve yeteneklerini geliştirmek için yeterli kapasiteye sahip olup olmadıklarını bilmeleridir. Bu yüzden siz de ilgi ve yeteneklerinizi iyi değerlendirmeli ve yapmaktan mutlu olmayacağınız bir alanı kendini-ze hedef olarak seçmemelisiniz. Zira insan kendini yeterli gör-düğü alanda mutlu ve başarılı hissedebilir.

    4. Belirlediğim hedefleri gerçekleştirebileceğime inanıyor muyum?

    Bir işi başarabilmenin temel koşullarından biri, hedefe ulaşmak için gereken çalışmayı zamana yaymaktır. Böylece belirlenen hedefe adım adım yaklaştıkça başarmaya olan inanç da artacaktır. Başarmaya olan inancın en önemli kaynağı ise, elde edilmiş başarılardır. Başarılar bireylerdeki özgüveni ve saygıyı artırır. Özgüven ve kendine saygı da başarıyı beraberinde getirir.

    5. Amaçlarımı belirlerken yeterince gerçekçi miyim?

    Hedefler belirlenirken gerçekçi olunmalıdır. Bireylerin bilgi ve kapasitelerini aşan amaçlar, bir kişinin kendi vücut ölçülerine uymayan bir elbise giymesi gibidir. Elbiseniz ne çok bol ne de çok dar olmalıdır. Ulaşılamayacak bir hedef, kişinin kendine olan güvenini kaybetmesine de neden olabilmektedir.

    6. Belirlediğim hedefler motive edici bir özelliğe sahip mi?

    Belirlediğiniz hedeflerin motive edici olması, ulaşılabilir olup olmamalarına bağlıdır. Ulaşılabilir bir hedef, çalışma azmini artırır ve atalete (isteksizlik, hareketsizlik) kapılmayı engeller.

    7. Hedeflerime ulaşmak için gereken istek, gayret ve kararlılığı gösterebilir miyim?

    Başarılı insanların en önemli özelliklerinden biri de hedeflerine ulaşmak için gereken istek, gayret ve kararlılığı gösterebilmeleridir. Ancak bu sanıldığı kadar basit değildir. Bunları sağlayabilmek için ne yapılması gerektiğini biraz daha detaylı inceleyelim. Çünkü bunlar yukarıda anlatılanlara doğrudan bağlıdır.

    İstemelisiniz, Gayret Etmelisiniz, Kararlı Olmalısınız!

    Öğrenilecek konuya ya da derse yöneltilen dikkat, çalışma isteğinin bir sonucudur. Böyle bir istek olmazsa öğrenmek geçmek bilmeyen saatlere dönüşen can sıkıcı bir etkinlik halini alır. Öğrenmek kendinize güven duymanızı, kişiliğinizin güçlenmesini sağlar ve üzerine eğildiğiniz işe hakim olma duygusu verir.

    Bu yüzden başarılı olmak için öncelikle başarılı olmayı samimi bir şekilde istemeli ve bunun için de eliniz-den gelen gayreti göstermelisiniz. “İçimden çalışma isteği geliyor da ben mi çalışmıyorum.” türünden sözler ne isteğin ne de bu istek üzerinde yoğunlaşmış bir gayretin olmadığını gösteren bahanelerden başka bir şey değildir. Bu cümleyi lise 1’de okuyan bir öğrencim sarf etmişti. Siz de yakınınızdaki birçok öğrencinin bu cümleyi benzeri şekillerde kullandığını duymuşsunuzdur. Kim bilir belki siz de bu öğrencilerden birisinizdir!

    Ders çalışmak bir istek ve ilhamın dışardan bize pompalanmasıyla meydana gelmezler. İsteğin gelmesini de gelmemesini de sağlayacak olanlar bizlerizdir.

  3. #3
    Dygsuz - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik Tarihi
    30.07.2008
    Mesajlar
    10.793
    Konular
    3263
    Beğendikleri
    0
    Beğenileri
    3
    Tecrübe Puanı
    1050
    @Dygsuz

    Standart

    Başarının sırrı uyumdan geçer
    Dünyanın en ünlü basketbol oyuncularından Michael Jordan'ın 7 yıl boyunca NBA'in en skorer oyuncularından biri olmasına rağmen takımı Chicago Bulls'un hiç şampiyon olamadığını biliyor muydunuz? Michael Jordan, bu dönemde bazen bir maçta 66 basket atıyordu; ama yine de bazen takımları yeniliyor; bazen de şampiyonluğu kaçırıyordu. Michael Jordan çok yetenekliydi ve çok akıllıydı; ama bu, takımının şampiyon olmasına yetmiyordu. Dolayısıyla Jordan şampiyon olamayan bir takımda ligin belki de en yetenekli oyuncusuydu. Sonunda Michael Jordan, kendi yeteneklerini bilemekten ve kullanmaktan daha önemli bir şey olduğunu anladı. O da takım arkadaşlarının yeteneklerinin bir uyum içinde kullanılmasıydı. Bir maçta kendi attığı toplam sayıyı düşürmek pahasına, arkadaşlarının attığı sayıyı yükseltmeliydi. Eğer arkadaşlarının performansı yükselecek olursa şampiyon olabilirlerdi ve gerçekten oldular. Şampiyon olmakla kalmadılar üç kez üst üste şampiyon oldular. Bir otomobil düşünün, öyle bir far tasarımı var ki, hiçbir arabada yok. Müthiş bir görünüm, müthiş ekonomik, müthiş ölçüde sağlam. Ancak arabanın diğer bölümleri ortalama bir araba kadar ya da belki biraz daha iyi. Dışarıdan biri bu arabayı gördüğünde ilk, farlarını fark edecektir. Bununla birlikte, farın dışındaki bölümler zayıf ve kalitesiz bulunacaktır. Dolayısıyla önemli olan otomobilde farın dışındaki unsurların kalite ve potansiyelleri anlamında doruğa çıkmalarıdır. Aynı örneği insanlara taşıyalım; üniversitede 25 öğrencili bir bölüm düşünün ya da bir şirketin 15 çalışanlı bir bölümünü. Her iki bölümde de eğer çok yetenekli biri varsa ve öne çıkan tutumuyla başarılı oluyorsa bu genel olarak bölümü olumsuz etkileyebilir. İnsanlar gölgede kalmaktan rahatsız olabilir. Bir de eğer bir karar almak isteniyorsa bu çok yetenekli ve akıllı kişi büyük olasılıkla fikriyle öne çıkacaktır; diğerleri de bu durumda ezilebilir. İster istemez bir çatışma olabilir. Bu tür bir durumu önlemenin yolu, bu yetenekli ve akıllı kahramanımızın ukala, kibirli ve kendini beğenmiş olmayan bir tavırla, diğerlerine, kendi potansiyelleri ve amaçları doğrultusunda gelişmelerine yardım etmesidir. Bu dahi kabul olmayacaktır; çünkü birçok insan yardım dahi kabul etmeyecektir. Dolayısıyla daha büyük bir uyumun başlangıcı için, bu yetenekli insanın zaman zaman kendini geriye çekmesi gerekecektir. Günlük dilde söylersek, birçok grup 'çıkıntılık' yapanlardan hoşlanmıyor; bu çıkıntılar üstün yetenekli ve çok akıllı olsalar da. Birlikte çalıştığımız insanlarla uyum içinde olduğumuzda, onların gelişmesine ve başarılı olmasına yardım ettiğimiz zaman onlarla birlikte ilerleyebiliyoruz. Dolayısıyla bazen taviz vermek gerekiyor. Nereye kadar taviz verebiliriz? İlişkilerde ve taviz konusunda sınırı, özümüz oluşturuyor. Özümüzü kaybetmemek şartıyla uyumlu olmak adına bazı şeylerden vazgeçilebilir. Mutlu bir yaşamın sırrı, paradan puldan çok, uyumdan geçiyor. İçinde bulunduğumuz dünyada amaçlarımıza ulaşmamız, diğer insanların desteğine bağlı. Birçok örnekte onlardan destek görmemiz de, bizim onları desteklememiz ve onlara uyum göstermemizle ilgili. Aklınıza "Peki nasıl çok yetenekli oluruz?" sorusu takılmış olabilir. Çok yetenekli olmanın formülü basit: Herkesten çok ve akıllıca çalışmak. Güzel sanatlar konusunda genetik yatkınlık da önemli bir girdi olabilir.

  4. #4
    Dygsuz - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik Tarihi
    30.07.2008
    Mesajlar
    10.793
    Konular
    3263
    Beğendikleri
    0
    Beğenileri
    3
    Tecrübe Puanı
    1050
    @Dygsuz

    Standart

    Başarısızlık işe daha akıllıca başlamak için yeni bir fırsattır
    Başarı beyinde başlayıp, beyinde biten bir olay. Beynin çalışması hakkındaki bilgilerimiz şimdilik yetersiz olduğu için, herkesin kullanabileceği bir başarı haritası çizilemiyor. Başarının belirli bir reçetesi olmasa da toplumlarda başarılı sayılan insanların çoğunun kimyasında aşağıdaki unsur ve niteliklerin bulunduğunu hemen fark edersiniz.

    Başarı günümüzün büyülü kelimesi... Ekonomide, sanatta kültürde ve sporda insanlar hep "başarı" peşinde. Bazıları başarı şansının kendi ayağına kadar gelmesini bekliyor. Başarı yolunun bir kitap okuduktan ya da bir önemli kişi ile tanıştıktan sonra açılacağını düşünenler de var. Başarının formülü için kitaplar yazılıyor. Ellerinde başarının reçetesi olduğunu iddia eden kişiler, insanları çıplak ayakla kor ateşte yürütüyor veya onları hipnotize ediyor. Yönetim "guru"ları etraflarına topladığı müritlerine başarının sırlarını anlatıyor. Ancak bilimin bugünkü düzeyi, başarının belirli bir formülünün veya reçetesinin yazılmasına maalesef yetmiyor. Başarı beyinde başlayıp, beyinde biten bir olay. Beynin çalışması hakkındaki bilgilerimiz şimdilik yetersiz olduğu için, herkesin kullanabileceği bir başarı haritası çizilemiyor. Başarının belirli bir reçetesi olmasa da toplumlarda başarılı sayılan insanların çoğunun kimyasında aşağıdaki unsur ve niteliklerin bulunduğunu hemen fark edersiniz. Siz de kendinize göre bir başarı grafiği çizmek istiyorsanız, bu unsur ve niteliklerden esinlenebilirsiniz:

    Adanmışlık duygusu: Kendinizi yaptığınız işe tam bir dolulukla verdiğinizde, yaptığınız iş de tüm sırlarını size açacak. Adanmışlık duygusu, zihninizi berraklaştıracak, zekânızı bileyecek. İşinize sarılıp gönlünüzü de kattığınızda yetenekleriniz daha hızlı gelişecek, yeni beceriler elde etmeniz kolaylaşacak.
    Yetenek ile at başı giden bir tutku: Başarma arzusunu tüm hücrelerinizde hissedeceksiniz. İçin için yanacaksınız ama bu akkor halindeki duyguyu yeteneğinizi geliştirecek kalıplara dökmesini de bileceksiniz. Aksi takdirde hırsınız sizi de yakar. Yetenek ve becerileriniz, başarı tutkunuza yetişemediğinde ise yandınız: Hırsınız sizi de yakar bitirir. Eskilerin "kifayetsiz muhteris" dedikleri bu kişilik tipi, fosforlu elbise giymiş kişiler gibi karanlıkta bile sırıtır.

    Geleceğe yönelmek: Geçmişin ruhunuzdaki ipoteğini kaldırmadan gelecekteki başarıya ulaşmanız çok zor olur. Bu nedenle geçmişin sorunlarının size ayak bağı olmasına izin vermeyin. Geçmişe ancak hatalarınızın analizi için dönün. Başarı için, tüm gücünüzle geleceğe yoğunlaşın. Gelecek konusunda kafa yordukça, beyninizdeki göz daha uzakları görebilir.

    Hayalgücü: Beyninizi dar ve ufuksuz bir alana hapsettiğinizde yaratıcı çözümler üretmek zorlaşır. Hayalgücünüzün rahatça at koşturabileceği bir özgürlük meydanı oluşturduğunuzda ise performans farklılığına ve başarıya yaklaşabilirsiniz. Ancak başınız bulutlarda olsa da yere sağlam basmayı da hiç ihmal etmeyin.
    Geleceğe yönelmek: Geçmişin ruhunuzdaki ipoteğini kaldırmadan gelecekteki başarıya ulaşmanız çok zor olur. Bu nedenle geçmişin sorunlarının size ayak bağı olmasına izin vermeyin. Geçmişe ancak hatalarınızın analizi için dönün. Başarı için, tüm gücünüzle geleceğe yoğunlaşın. Gelecek konusunda kafa yordukça, beyninizdeki göz daha uzakları görebilir.

    Özen: İşin en rutin yönlerinde ve ayrıntılarında bile ilk günün heyecanını ve dikkatini kaybetmeyeceksiniz. Bu özen hem yaptığınız işin mükemmel olmasını sağlayacak hem de hayatınızı güzelleştirecek. İşinize ve çevrenize duyduğunuz saygıyı, özenli davranışlarla ifade ettiğinizde, başarı yolundaki engellerin birer birer ortadan kalktığını göreceksiniz.

    Hayat stratejisi: Kaynağını mutluluk anlayışınızdan alan bir başarı anlayışı ve mücadele azmi sizi başarıya adım adım yaklaştırabilir. İmkânların, ortamın, çevrenin esiri olan ve ayağını yorganına göre uzatan bir hayat stratejisi ise size pek yarar sağlamaz. Siz imkânları zorlayacak, yorganı ayağınıza göre uzatabilecek bir stratejiyi oluşturacaksınız. Geleceğinizi beyninizde kurduğunuzda, başkalarının yazdığı senaryolarda figüran rolünü üstlenmekten kurtulacaksınız.

    En iyiyi hedeflemek: İşin başında siz en iyiyi hedeflediğinizde, başarıya ulaşma şansınız daima vardır. Vasatlığa ve ortalama sonuçlara razı olduğunuzda ise karşınıza çıkan engeller ve aksilikler sizi başarısızlığa mahkûm eder.

    Pozitif gerçekçilik: Hareket noktanız muhakkak gerçeklik olacak ama pozitif bakış açısından hiç ödün vermeyeceksiniz. Negatiflik, yenilgiyi ve başarısızlığı daha işin başında kabul etmek anlamına gelir. Bilgili, uyanık ve çalışkan bir pozitiflik ise başarıya giden yolu aydınlatır.

    İlişkiler ağı: Geçen yüzyılda başarı süreci bir merdivende yükselmeye benzerdi. O günlerde çevreye pek dikkat etmeden, çalışarak ve emin adımlarla basamakları çıkar ve hedefinize ulaşabilirdiniz. Artık durum değişti. Günümüzde başarı için bir ilişkiler ağı öreceksiniz. Bu ağ (network) ne kadar sağlam ve kalıcı olursa başarıya da o kadar çabuk ulaşabilirsiniz.

    Hazırlıklı olmak: Başarıya ulaşmak için mücadele verirken, yolunuza çıkabilecek risk ve tehlikeleri daha işin başında dikkate alın. Aksi takdirde bir başarı öyküsünün kahramanı olmak yerine, çevrenize bahane ve mazeret masalları anlatmak zorunda kalırsınız.

    Sürece ve bütüne yönelik zeka: Arada bir başarısız olsanız da, mücadele ettikçe olayın bütününü ve akışını zihninizde canlandırmayı öğreneceksiniz. Bu yaşanarak edinilmiş zekâ sizi kanatlandıracak. Labirentleri, engelleri ve tuzakları kuşbakışı ile daha iyi görebileceksiniz.

    Hayatta en iyi rota, başarı çizgisi ile kişinin mutluluk anlayışının bileşkesidir. Toplumda geçerli olan başarı kriterlerinin tutsağı olanlar ve kendi hayatını yaşamaktan vazgeçenler için başarı bir süre sonra anlamsızlaşır. Başarıyı, başkalarının geride bırakmak için değil de, kendi kendisi ile yarışmak için isteyenlerin ödülü ise daima mutluluk olur. Koşullar insanı yenik düşürdüğünde bile direncini ve mücadele gücünü koruyabilenler ve teslim olmayanlar da kendilerini başarılı sayabilir…

    BAŞARISIZLIĞIN DOKUZ NEDENİ

    Başarısızlığın aşağıdaki nedenlerinin bilinmesi ve gerekli önlemlerin alınması başarı ihtimalini yükseltir:

    Kendini tanımamak: Kendi yetenek, beceri ve zaaflarını dışarıdan ve tarafsız gözle bakarcasına tespit edemediğin takdirde, hayat ve iş mücadelesine yenik başlaman kaçınılmazdır. Çünkü kendini tanıyamadığında zaaflarını giderecek, becerilerini geliştirecek yol ve yöntemleri bulamazsın. ..

    Donanımsızlık: Bilgi ve beceri düzeyini sürekli olarak yükseltemediğinde başarı için kestirme yolları denemek sana tek yol gibi görünür. Bu kestirme yol, bazen başarı getirse de bu başarı kısa ömürlü olur. Başarıya giden kestirme yolların çoğunluğu çıkmaz olduğu için duvara karşı yürümek senin zamanını çalar.

    Entelektüel kibir: Belirli bir alanda çok bilgili olan kişiler, kendi uzmanlık alanı dışındaki bilgileri küçümser. Bir mühendis, insanlar hakkında bir şey bilmediğini çevresindekilere övünürcesine açıklar. İnsan kaynaklarında çalışanlar, matematik konusundaki bilgisizliklerini göğüslerini gere gere herkese duyurur. Bu boş kibir senin olayları her yönüyle analiz etmeni zorlaştırır

    Ertelemek: Yapılacak işleri hep yarına bıraktığında, sorunların büyür, engeller yolunu keser. Bugün başlayamadığın işe, yarın da başlayamazsın.

    Mazeret üretimi: Başarı için mücadeleden vazgeçtiğinde sakın mazeret üretimine başlama! Ürettiğin mazeret hem seni hem de çevrendekileri çaresizliğe ve atalete sürükler. Başarısızlık için zaten bini bir para olan mazeretlerden birine sarıldığında, kendini rahat hissedersin ama başarıya giden yolu da kapamış olursun.

    Güvensizlik: Kendine, çalıştığın kuruma ve ülkene güvenemiyorsan başarısızlığa mahkûm olursun. Güvensizliğin doğal sonucu, endişe ve korkudur. Endişenin sisli ve boğucu ortamında, olumlu işlere imza atman çok zor olur.

    Sebatsızlık: Türkiye'de çok yaygın olan bu davranış, başarı için gerekli olan sürekliliği ortadan kaldırır. Girişimlerinde ikide bir yarı yoldan geriye döndüğünde zaman ve enerji kaybedersin. İnsanların kariyerleri boyunca verimli ve yaratıcı yeteneklerinin zirveye çıktığı bir 10 yıl vardır. Bu 10 yılı sık sık iş değiştirmekle geçirirsen, eninde sonunda başladığı noktaya dönersin ve en değerli yılların heba olur.

    Vasata razı olmak: Hayat yarışında herkes ipi ilk göğüsleyen kişi olamaz tabii. Ancak kişi sahaya çıkarken daima en iyiyi ve en mükemmeli hedeflemek zorundadır. Terslikler ve aksilikler nedeniyle çoğu kez vasat bir sonuçla yetinmek zorunda kalırız. Ama sen daha daha işin başında vasata razı olursan, bu kıyasıya yarışta hep sonlarda kalırsın.

    Kırılganlık: Başarı elde edebilecek pek çok insanı, bilincinde oldukları bir zaafları ve başarısızlık korkusu engeller. Bu kişiler, herkesin kendi zayıf noktasını bildiğini düşündükleri için hep huzursuz olurlar. Oysa sen en başarılı kişilerin bile sayısız zaafı olduğunu dikkate almalı ve bu zaafların seni yolundan alıkoymasına izin vermemelisin.

    BAŞARISIZLIK ÖĞRETİCİDİR Başarı veya başarısızlık her zaman kişinin iradesine ve yeteneklerine bağlı değildir. Bazen ortam ve koşullar, bazen de tesadüfler ve şans, başarı ile başarısızlık arasındaki çizgiyi çeker. Ancak başarısızlık kendini bilen ve güçlü insanlar için yeni bir başarı girişiminin başlangıcıdır. Başarılı olmak isteyenler, başarısızlıktan dersler çıkarıp, kendi zaaf ve eksikliklerini belirlemek zorundadır. Bunları gidermek için ter döküldüğünde bir sonraki girişiminde başarı ihtimali yükselir. Başarısızlığın bilimsel bir şekilde analiz edilmesi ve hangi önemli yanlışların yenilgiye yol açtığının belirlenmesi, sonraki denemelerde başarıyı kolaylaştırır. Atatürk’ün Balkan Savaşı’nı ve Birinci Dünya Savaşı’ndaki muharebeleri çok iyi analiz ettiği ve gerekli dersleri çıkardığı için, Kurtuluş Savaşı’nda başarıya ulaşmasını bildi. Başarısızlığın morallerini bozmasına izin vermeyenler, er veya geç başarıya ulaşır. Edison icatlarını, her başarısız denemeden sonra, bıkmadan usanmadan yeni çözüm yolları denemesine borçluydu. Aşağıdaki özdeyişler başarısızlık ile başarı arasındaki ince çizginin nasıl aşılacağı konusunda önemli ipuçları veriyor: Tecrübe, bizim başarısızlıklarımıza verdiğimiz bir addır. Oscar Wilde. Ben hiç başarısız olmadım, yalnız yanlış yapmanın 100 yolunu buldum. Benjamin Franklin. Seni durduran başarısızlık değil, başarısızlık korkusudur. Jack Lemmon. Başarısızlık işe daha akıllıca başlamak için yeni bir fırsattır. Henry Ford. Başarısızlık öğreticidir. Düşünebilen bir insan başarılarından olduğu kadar, başarısızlıklarından da öğrenebilir. John Dewey. Yanlış yapmakla geçirilen bir hayat, hiçbir şey yapmadan geçirilenden daha onurlu ve yararlıdır. George Bernard Shaw. Hep denedin, hep yenildin. Olsun. Yine dene, yine yenil. Daha iyi yenil. Samuel Beckett.

    NEDEN OLMASIN

    Başarmak fiili “baş” kelimesinden üretilen bir fiildir. Bu fiil, eylemi başı önde ***ürmeyi daha ileriye varmayı ve daha önde olmayı tanımlar. Eskiden aynı anlamda kullanılan Arapça “muvaffakiyet” kelimesi ise uyum anlamına gelen “vefk” kökünden gelir. Günümüzde bir işi olumlu sonuçlandırmak için uyum da gerekli ama esas önemli olan kendi yolunda başı dik olarak ilerlemektir. Her başarı öyküsü birbirinden farklıdır ama bu öykülerin başlangıç noktası çoğunlukla aynıdır. Başarı için gözünüzü hedefinize diktiğinizde ve sıradanlığa isyan ettiğinizde beyninizde hep bu iki kelime yankılanır: Neden olmasın? Bu soruya cevap verirken kazanmanın mümkün olabileceğini düşündüğünüzde ve başarısızlığın bir kader olmadığını kavradığınızda, bu iki kelime size yeni bir dünyanın kapısını açar. Kozadan çıkıp, zamanın ruhunu soluduğunuzda ve günün bilgilerini bir öğrenme açlığı ile özümsediğinizde hedefinize doğru adım adım yaklaştığınızı fark edersiniz. Yolun sonu yaklaştığında, yüreğiniz ve gönlünüz. Ruhunuz yüzyıllardır tüm başarıların anası olan "cesaret" ile dolar. "Cesaret Ana"nın kucağında, dünya çapındaki başarılar bile sizin için bir düş olmaktan çıkar. Rekabet alanında göğüs göğüse mücadele başladığında ise direnç ve azim önem kazanır. Mücadeleyi esas alan bir zihniyet ve hayat tarzı başarıyı kolaylaştırır. Başarı, daima koşullara meydan okuyan, kendini bir amaca adayan ve doğru bellediği yolda sebat edenlerin olur. İlk yenilgi sonunda, kendinizi ve başkalarını suçladığınızda, başarının o müthiş zevkini hiçbir zaman tadamazsınız. Edilgenlik, sızlanma ve şikâyet edebiyatı ise başarı yollarınızı tıkar ve sizin kendinizi frenlemenize yol açar. Öğrenilen her bilgi, tanıdığınız her insan ve gelecek için beslediğiniz her umut, sizi ruhunuzdaki girdaplardan, karabasanlardan ve kör kuyulardan kurtarır. Düşünerek, üreterek ve verimliliğinizi yükselterek, duygularınızdaki kilitlenmeleri açarsınız. Tabii her mücadele öyküsü bir "mutlu son"la, bir başarı ile bitmez. Bazen tüm yollar kapanır ve geçit vermez. Aksilikler ve yol kazaları, sizi başarının yörüngesinden çıkarabilir. Bilginizin ve enerjinizin tükendiğini hissettiğinizde çaresizlik ve umutsuzluk ruhunuzu sarabilir. Dehlizler ve labirentler içinde kaybolabilir, bazen ilk başladığınız yere dönersiniz… Olsun! Siz her şeye rağmen yolunuza devam ettiğinizde içinizi bir dinginlik kaplar. "Elimden geleni yaptım" demenin huzuru sizi rahatlatır. Son dakikaya kadar mücadele etmenin onuru, sizi başarıya ulaşmış kadar mutlu eder. "Belki de önemli olan başarının kendisi değil. Başarı için verilen mücadele ile hayatı dolu dolu yaşamış olmak da güzel." diyebilirsiniz.

    Başınızı dik tutabildiğiniz takdirde, hangi yaşta ve durumda olursanız olun gözünüzü yeni bir hedefe, yeni bir başarı umuduna dikebilirsiniz…

  5. #5
    Dygsuz - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik Tarihi
    30.07.2008
    Mesajlar
    10.793
    Konular
    3263
    Beğendikleri
    0
    Beğenileri
    3
    Tecrübe Puanı
    1050
    @Dygsuz

    Standart

    Beden dili, bütün lisanların üzerinde
    Şu dünyada her şey söylendiyse, bütün fikirler ortaya atıldıysa, söylenip de duyulmadıklar için Google çıktıysa biz ne yapacağız? Bilgiyi beden dilimizle harmanlayıp yeniden satacağız elbette! Bilgi çağının bireylerinin her biri ayrı birer bilgisayar. Herkes biliyor. Şu ana kadar ağzı olan konuşuyor idiyse, Google’ı olan da biliyor artık. 6 harfle saniyeler içinde bilgiye ışınlanabiliyorsunuz. Ali Fuat Başgil, “Şu gökkubbe altında söylenmedik söz, ortaya atılmadık fikir kalmadı.” demişti. Peki her şey söylendiyse, üstelik söylenip de duyulmadıklar için de Google çıktıysa, size söyleyecek ne kaldı? Bilgiyi nasıl satacağınızı düşünmek kaldı. İşte çağ tam da bu yönüyle bir öncekinden ayrılıyor. Yeni çağ bu yüzden artık kendini bilgi çağı değil; bilgiyi satabilmeyi; nabız şerbet koordinasyonunu ayarlamayı ifade eden bilişim (bilgi-iletişim) çağı olarak tanıtmayı yeğliyor. Ve bilişim çağının iletişim gücü yüksek bilgi sahipleri, diğerlerinin arasından bir anda sıyrılıp yeterince zeki olmasalar bile yeterince “iletişimci” olarak kariyer hayatlarına bir Ferrari kıvamında devam ediyor. Yapılan araştırmalar, devrin iş dünyası başarı listesini dolduran CEO’ların zekadan çok bu yönlerinin daha belirgin olduğunu gösteriyor. Her zeki başarılı olamazken, her iletişim yıldızı ama orada ama burada, ama öyle ama böyle, bir şekilde ve bir konuda mutlaka başarılı oluyor. Ve en önemli iletişim araçlarından biri olarak da araştırmalar dünyadaki bütün dilleri pasifize edecek kadar güçlü bir “beden dili” çığlığı atıyor. Araştırmalara göre yüz yüze iletişim pastasının kelimeler 10’unu, ses tonu % 30’unu temsil ederken, beden dilinin pastanın % 60’ını tek başına yediğini göstermektedir. Gelin nabızlara verilecek şerbetlerin (iletişim) prospektüsü niteliğinde birkaç beden dili şifresini deşifre edelim ve iletişim çağının beden dili kulvarında biz de kendimize bir yer bulmaya çalışalım. “Dur, geçme!” olarak algılanması ve ucu açık sorularla karşı tarafı bolca konuşturmadan, atlanmaması gereken bir iletişim duvarıdır. Karşınızdakinin kollarını çözmeye başladığını gördükten sonra konuyu istediğiniz minvale doğru çekmeye başlayabilirsiniz. Aksi takdirde kollar kapalıyken geçerseniz bir iletişim kazası kavşakta sizi bekliyor olacaktır, bizden söylemesi. Eskiden beri açık avuçlar dürüstlüğün ve açık sözlülüğün sembolü olmuştur. “Anla artık” derken iki avucumuzun içini farkında olmadan gösterir ve karşı tarafın samimiyetimize inanmasını bekleriz. Yurtdışında mahkemelerde yemin ederken bir el İncil’in üzerindeyken diğeri açıktır ve karşıya dönüktür. Çocuklar yalan söylerken avuçlarını koltuk altlarının altına veya arkalarına saklarlar. Yetişkinler ise bunu daha profesyonelce yapar, bazen ceplerini bazen tutundukları masayı kullanırlar. Özetle, görünmeyen avuçlar gösterilmek istenmeyen, sizden saklanan bir şeyler var diye pimpiriklenmek için doğru fırsattır. Hele ki bu saklanan avuç içlerinin yanına göz temasının azalması, göz kırpma refleksinin hızlanması da eşlik ediyorsa karşınızda amatör bir yalancı var denilebilir. Yalan söylemek zor iştir, avuçlarını saklayacaksın, gözlerini kaçıracaksın, kelimelerinin arkasındaki endişeni ses tonuna yansıtmayacaksın, kelimelerini tökezletmeyeceksin, gözlerini yukarıya kaydırmayacaksın (araştırmalar, yalan söylerken söylenecek yalanın hayalini kurmak için gözlerin yukarı kaydığını söyler), alnını kırıştırmayacaksın... (araştırmalar bütün bunları yapmak yoğun bir dikkat gerektirdiği için yalan söylerken alnın kırıştığını söyler). Bu kadar zahmet insanı mecburen etik kılıyor. (Zamanında Clinton’ın Monica Lewinsky ile ilgili açıklaması böyle bir çehre üstüne oturduğunda psikologlar “bu adam yalan söylüyor”u çoktan demişti.) Bütün bu süreçler farkında olmadan gelişir. Ama şurası kesindir; açık avuçlar karşınızdakinin samimi olduğunun en açık ifadesidir. Bu durumu kendi mesajınızı karşı tarafa vermek için bir zamanlama fırsatı olarak değerlendirebilirsiniz. Bununla birlikte bazı jestlerin kişi farkında bile olmadan arkadan arkaya ne fısıldadığıyla ilgili evrensel literatüre geçmiş bazı açıklamalar vardır. Bunları, “bu kesin bu anlama gelir!” şeklinde değerlendirmemek, hemen asıp kesmemek gerekir. Bir duyguyla ilgili bütün beden dili organları aynı mesajı gösteriyorsa mesaj pekişecektir. Bu doğrultuda aşağıdakileri peşin ve kesin hüküm oluşturma aracı olarak kullanmayınız, çocukların erişemeyeceği yerde saklayınız.

    Beden dilinin şifreleri

    Canlı, hareketli, dik yürüme: Güven, emniyet.

    Eller kalçada bekleme: Hazır olma veya agresyon.

    Bacaklar çaprazlanmış şekilde oturmak ve ayağı hafifçe vurmak: Can sıkıntısı.

    Bacaklar ayrı oturmak: Dinlemeye açık, rahat.

    Göğüs üzerinde kolları bağlama: Savunmada, diyaloğa kapalı.

    Eller cepte, omuzlar eğik yürüme: Üzgün, kederli.

    Eller yanakta: Değerlendirme, düşünme.

    Burnuna dokunma, yavaşça ovma: Kabul etmeme, şüphelenme veya yalan söyleme.

    Gözleri ovuşturmak: İnanmama, şüphelenme.

    Elleri arkada bağlama: Kızgın, korkulu veya hayal kırıklığına uğramış.

    Ayakları kilitleme: Korku

    Başı ellere dayama, gözlerin aşağıya bakması: Can sıkıntısı.

    Elleri ovuşturmak: Ummak, heyecanlanmak.

    Elleri başın arkasında bağlama, bacakların çaprazlanması: Kibirlilik, üstünlük.

    Burun kemiğini sıkma, gözleri kapama: Olumsuz değerlendirme.

    Parmaklara hafifçe vurma, ritim tutma: Sabırsızlık, tahammülsüzlük.

    Parmakları dik tutma: Otorite

    Eğik başla dinleme: İlgilenme

    Çeneyi okşama: Karar vermeye çalışma.

    Saçları okşama: Kendine güven eksikliği.

    Aşağı doğru bakma, başı başka tarafa doğru çevirme: Kuşku, inanmama.

    Tırnak yeme: Emniyetsizlik hissi veya sinirlilik.

    Kulak memesini çekme: Kararsızlık, tereddüt

  6. #6
    Dygsuz - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik Tarihi
    30.07.2008
    Mesajlar
    10.793
    Konular
    3263
    Beğendikleri
    0
    Beğenileri
    3
    Tecrübe Puanı
    1050
    @Dygsuz

    Standart

    Beyninizi Doğru Kullanın!
    Önemli kararlarınızı açık havada yürürken alın, yabancı dil öğrenmeye çalışın, güzel bir fotoğrafa bakın, odanızın camını açarak kendinize oksijen ısmarlayın... İşte beyninizi daha iyi çalıştırmanın yolları.

    AÇIK HAVADA DÜŞÜNÜN

    1- Beyin açık havadayken ve ayaktayken daha iyi çalışır. İnsan beyninin ayaktayken yaklaşık yüzde 10 daha fazla çalıştığı düşünülmektedir. Önemli kararlarınızı alırken kapalı alandaysanız, “volta atmayı” deneyebilirsiniz.

    2 - Yürürken kolları sallamak beynin performansını olumlu etkiliyor. Önemli kararlarınızı açık havada, kollarınızı sağa sola sallayarak yürürken almaya ne dersiniz?

    3- Yabancı bir dil öğrenme beyni güçlendiriyor. Her gün birkaç yabancı ya da yerli yeni kelime öğrenip, kullanabilirsiniz. Sözlük okuyabilirsiniz. Alışveriş listesi veya telefon numaralarını ezberlemeyi deneyebilirsiniz.

    4- Zihinsel jimnastik /antrenman yapın. Bunun için çeşitli bulmacaları çözebilirsiniz. Satranç gibi akıl oyunları oynayın.

    RUTİNDEN KURTULUN

    5 - Rutin olarak tekrar ettiğiniz davranışlardan vazgeçin. Bazen telefonu sol elinizde tutun, çantanızı diğer elinizle taşıyın, evinize başka bir yoldan gidin. En azından bir günlüğüne televizyon kumandasını sık kullanmadığınız elinizde tutun.

    6 - Entelektüel zevklerinizi geliştirmek için her gün mutlaka iyi bir özdeyiş antolojisinden birkaç cümle okuyun. Beyninizi kaliteli cümlelerle besleyin!

    7 - Her gün güzel bir resme veya fotoğrafa bakmaya çalışın. Estetik algınız, gördüğünüz estetik şeyler kadar gelişir.

    8 - Sevdiğiniz bir müziği bir süre gözleriniz kapalı dinleyin. Beyin otoriteleri tarafından klâsik müziğin zekâya 7 puan ekleyebildiği iddia edilmektedir.

    9 - Günde aklınızdan 60 bin ile 80 bin arası düşünce geçer. Bu düşünceler ne hakkındaysa, hayatınız da ona göre şekillenir. Unutmayın, kafanızda en çok neyi düşünürseniz, hayatınızda da onu çoğaltırsınız.

    10 - Bir konu hakkında düşünürken, nasıl düşündüğünüzü de gözlemleyin. Düşünmek üzerine düşünmek, beyin ve düşünce kapasitesini artırır.

    KALİTELİ BEYİN İÇİN UYKU

    11 - İyi bir uyku kaliteli bir beyin için şarttır. Çok uyuyorum diye üzülmeyin. Einstein‘in günlük 10 saatten fazla uyuduğu biliniyor. 24 saati geçen uykusuzluk beyinde sarhoşluğa benzer bir etki yapar.

    12 - Bol ve temiz oksijen beyin için çok önemlidir. Beynimiz ağırlık olarak vücudumuzun yüzde 2’sini oluşturduğu halde, vücuda gelen oksijenin yüzde 25’ini tüketir. Oksijensiz kaldığımızda ölümü gerçekleşen ilk organımız beyindir. Odanızın penceresini açarak kendinize bol bol oksijen ısmarlayın.

    13 - Farklı düşünme tarzları beyninizi geliştirir. Çocuklar ve hayvanlarla daha fazla vakit geçirin. Sizden farklı düşünen insanlarla konuşun.

    14 - Kullanılmayan organ körelir. Sürekli televizyon seyrederek beyninizi “düşük viteste çalıştırmayın.

    15 - Beynin en tehlikeli yanı “ters çaba” kuralına göre çalıştığı anlardır. Başınıza gelmesinden en çok korktuğunuz şeye odaklanırsanız, korktuğunuzu başınıza getirir! Buna ters çaba kuralı denir. Beyin odaklanılan hedef olumsuz olsa bile, bunu gerçekleştirmek için çalışır. Topluluk önünde konuşma yaparken “acaba heyecanlanır mıyım?” diye düşünürseniz, heyecanlanırsınız.

    16 - Beyni yoran monotonluktur. Hayatınızı ne kadar renklendirirseniz, beyninizi o kadar neşelendirirsiniz.

    SİHİRLİ SAYI KURALI

    17 - Beyin kısa süreli hafızada beş ile yedi arasındaki bilgiyi işleyebilir. Yeni bir bilgi gelince, bu bilgilerden birini atar. Buna “sihirli sayı” kuralı denir. Bu kural aşılıp aşırı bilgi yüklenmesi durumunda beynimiz “servis dışı” olur. Hayatınızın en büyük kararlarını alırken “kafadan “ değil, tıpkı beş haneli iki rakam grubunu çarparken yaptığınız gibi, bir kâğıt üzerine yazarak ne yapacağınızı hesaplayın.

    18 - Sağlam kafa sağlam vücutta bulunur. Fiziksel zindelik, zihinsel zindelik getirir. Uzun süre hareketsiz kalmak, zihni de hareketsizleştirir. Spor yapmaya, fazla kilolarınızdan kurtulmaya özen gösterin. Yeterince su için. Çünkü insan beyninin yüzde 78’i su ile kaplıdır.

    19 - Ders çalışırken ilk öğrenilenler, son öğrenilenler, sık tekrarlananlar ve ilginç bulunanlar en çok akılda kalanlardır. Dersleri kısa aralar vererek çalışmak akıllıca bir harekettir.

    20 - Bu hafta kafanızı nasıl daha iyi çalıştırabileceğiniz üzerine daha fazla düşünün. Unutmayın, beynimizi daha iyi çalıştırmak için kullanacağımız organ yine beynimiz! “Aklınızı “başınıza” toplayın ve kullanın!

    (Kaynak : Mümin Sekman - Beynine iyi bak )

  7. #7
    Dygsuz - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik Tarihi
    30.07.2008
    Mesajlar
    10.793
    Konular
    3263
    Beğendikleri
    0
    Beğenileri
    3
    Tecrübe Puanı
    1050
    @Dygsuz

    Standart

    Duygusal Zeka Nedir?
    Sık sık enerjiniz düşüyor, zihinsel netliğiniz zayıflıyor, başkalarıyla olan ilişkilerinizde sorunlar yaşıyor musunuz?

    Büyük bir olasılıkla hayatınızın herhangi bir alanında yolunda gitmeyen şeyler var.

    Hayatımızda yolunda gitmeyen şeyler varsa kontrol edemediğimiz duygularımız var demektir. Biz duygularımızı yönetemiyorsak duygularımız bizi yönetir.

    Duyguları yönetebilme becerisine duygusal zekâ diyebiliriz. Bir başka değişle; duygularımızı yönetebildiğimiz ölçüde duygusal zekâya sahip olduğumuzu söyleyebiliriz.

    En çok, bilinmeyene karşı verdiğimiz tepkide ortaya çıkar duygusal zekâmız.

    Bilinmeyen, bizde ya endişe yaratır ya da heyecan. Beklediğimiz şeye göre değişir hissettiklerimiz. Beklentimiz olumsuzsa, olumsuz düşüncelerin yaratacağı duygular da olumsuz olacaktır; olumluysa, duygularımız da olumlu olur. Ne var bunda, diyebilirsiniz. Buraya kadar pek bir şey yok aslında ama sonrası önemli...

    Duygularımızın beklentilerimiz tarafından yaratıldığını unutuyor ve karşılaştığımız hoş olmayan şeylerin bizi üzdüğünü ya da hayal kırıklığına uğrattığını düşünüyoruz. Bu bakış açısı içine düştüğümüz duygusal çukurdan çıkmamızı engelliyor.

    Yönetemediğimiz her duygu, bizi yönetir. Hayatımızda beklemediğimiz ve istemediğimiz çalkantılar yaratır. Bizi baş edemeyeceğimizi düşündüğümüz sorunlarla yüz yüze getirir. Bu süreç uzarsa bizi depresyona kadar ***ürür.

    İçine sürüklendiğimiz duygunun ya kölesi oluyoruz, ya efendisi.

    Duygusal zekâmızı geliştirmek için atacağımız ilk adım, duygularımızın sorumluluğuna sahip çıkmaktır. Bizi güçsüz kılan, duygularımızın başkaları ya da koşullar tarafından yaratıldığı düşüncesidir. Bu temelden yanlış bir düşüncedir.

    Herhangi bir durumda üzülmeyi seçmiş olabiliriz. Bu durumda üzüntümüzü dolu dolu yaşarız. Bu, bizim hayatımızı allak bullak etmez; bir süre sonra karşımıza çıkan yeni durumlara uygun düşüncelere ve duygulara yerini bırakır.

    Ama eğer üzüntümüzü kendimizin seçtiğini düşünmüyorsak, bizi üzen kişilere ya da koşullara olan öfkemiz dinmek bilmez. Kendimizi haksızlığa uğramış olarak algılamak üzüntümüzü sürekli besler; üzüntümüz de beslenen her şey gibi canlılığını devam ettirir.

    “Neden ben? Bütün bunlar neden benim başıma geliyor?” soruları yanlış sorulardır. Bulacağımız cevap bizi sorumluluktan kurtarsa da gücümüzü elimizden alır, bizi çaresiz kılar. Çünkü bizden kaynaklanmayan nedenleri değiştiremeyiz. Kendimizi çaresiz hissettiğimiz her durumda duygusal zekâmızı kullanmadığımızı hatırlayalım.

    Duygusal zekâmızı devreye sokmanın yolu; “Bu durumu nasıl yarattım?'' sorusundan geçer. Doğru yanıt için doğru soru gerekir.

    “Bu durumu nasıl yarattım?” sorusu doğrudur çünkü bize bizim yanlışlarımızı, yanlış seçimlerimizi gösterir.

    Seçimlerimizin sorumluluğunu aldığımızda gücümüzü hissederiz.

    Bizden kaynaklandığını bildiğimiz her şeyi değiştirebilme gücü de bizdedir.

    Özetle; duygusal zeka, duygularımızı kendimizin yarattığı bilinciyle kimseyi suçlamadan, mazeret üretmeden ve dışsal engelleri aşarak yaşamaktır

  8. #8
    Dygsuz - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik Tarihi
    30.07.2008
    Mesajlar
    10.793
    Konular
    3263
    Beğendikleri
    0
    Beğenileri
    3
    Tecrübe Puanı
    1050
    @Dygsuz

    Standart

    Empati Nedir?
    Genel çizgileri ile bakıldığında empatiyi şöyle tanımlayabiliriz: Bir kişinin kendisini karşısındaki kişinin yerine koyarak olaylara onun bakış açısıyla bakması, o kişinin duygularını ve düşüncelerini doğru olarak anlaması, hissetmesi ve bu durumu ona iletmesi sürecine “empati” adı verilir.

    · Empati üç temel öğeden oluşmaktadır. Bu öğeler olmadıktan sonra empati kurmuş sayılmayız. Bunları şöyle sıralayabiliriz:

    a) Empati kuracak kişi, kendisini karşısındakinin yerine koymalı, olaylara onun bakış açısıyla bakmalıdır. Başka bir deyişle empati kurmak isteyen kişinin, karşısındaki kişinin fenomenolojik alanına girmesi gereklidir. Fenomenolojik alan nedir? Psikolojiye göre herkesin böyle bir alanı vardır. Her insan gerek kendisini, gerekse çevresini, kendine özgü bir biçimde algılar, bu algısal yaşantı özneldir; kişiye özgüdür. Yani her insan, dünyaya kendi bakış tarzıyla bakar. Empati kurmak isteyen kişi de, karşısındakinin dünyaya bakışıyla bakması gerekmektedir.

    b) Empati kurmuş sayılmamız için, karşımızdaki kişinin duygularını ve düşüncelerini doğru olarak anlamamız gereklidir.

    c) Son öğe ise, empati kuran kişinin zihninde oluşan empatik anlayışın, karşıdaki kişiye iletilmesi davranışıdır. Eğer karşımızdakinin duygularını ve düşüncelerini ona ifade etmezsek, empati kurma sürecini tamamlamış sayılmayız. Örneğin bir dostumuz üzülmektedir. Kendimizi onun yerine koyup, neler yaşamakta olduğunu anlarız. Onun duygularını hissederiz. Sıra ona karşı ifade etmeye geldiğinde ise hiçbir şey yokmuş gibi gülümseyerek “Takma kafana!” dersek, yüzümüzdeki ifade ile söylediğimiz sözler arasında çelişki yaşamız oluruz. Böylece de hem karşımızdakine yardımcı olamayız, hem de empati süreci tamamlanmamış olur.

    · Empatik tepki vermenin başlıca iki yolu vardır:
    1 - Yüzümüzü ya da bedenimizi kullanarak onu anladığımızı ifade etmek
    2 - Sözlü olarak onu anladığımızı ifade etmek.

    !!! Ancak empatik tepki vermenin en etkili yolu, herhalde ikisini birden kullanmaktır. Böylece daha etkili bir şekilde amacımıza ulaşabiliriz. !!!

    EMPATİNİN SEMPATİDEN FARKLILIĞI
    · Öncelikle sempatinin tanımını yaparak, daha önce yaptığımız empati tanımıyla karşılaştıralım.
    - > Bir insan sempati duymak demek, o insanın sahip olduğu duygu ve düşüncelerin aynısına sahip olmak demektir. Karşımızdaki kişiye sempati duyuyorsak, onunla acı çekeriz ya da seviniriz. Empati kurduğumuzda ise karşımızdakinin duygu ve düşüncelerini anlamak esastır. Kendimizi sempati duyduğumuz kişinin yerine koymamıza, onu anlamamıza gerek yoktur; sempatide “yandaş” olmak esastır.
    · Örneklerle anlatmak gerekirsek:
    Diyelim ki bir futbol takımını tutuyorsunuz. Aynı takımı tutan kişilere sempati duyarsınız; takımınız kazandığında hep birlikte sevinirsiniz. Fakat bu kişilerin, tuttuğunuz takımla ilgili neler hissettiklerini bilmeyebilirsiniz. Eğer bilseydiniz bu kişiye sempati kurmanızın yanında empati de kurmuş olurdunuz.
    · Başka bir örnek verirsek:
    Diyelim ki bir ziyafettesiniz ve bir yakınınız, yanında oturan kişinin üzerine yemek döktü. Eğer yakınınızın utandığını fark ederseniz bu empatidir. Eğer yakınınız yemeği döktü diye, onunla birlikte siz de utanırsanız, sempati duymuş olursunuz. Bunun nedeni ise yakınınızla özdeşim kurmanızdır. Sempati duyulan insanlarla özdeşim duyulur.

    BENMERKEZCİLİK VE EMPATİ
    · Ben-merkezcilik ve empatik anlayış birbiriyle bağdaşmaz. Olaylara ben merkezci yakalaşan birinin karşısındakinin üne girmesi ve olaylara onun bakış açısıyla bakması, yani sempati kurması mümkün değildir. Ben merkezcilik, empatiden uzak davranıştır.
    · Ben-merkezci sahip olanlar, nesnelere ve başka insanlara ilişkin gerçekleri fark etmede, diğer insanların üne girmede güçlük çekerler. Böylece de diğer insanların neler düşündüklerini ve hissettiklerini yeterince anlayamazlar.

    - > Bir örnekle ben-merkezcilik ve empatinin farklılığını pekiştirelim.

    · Diyelim ki bir kağıda üç tane resim çizdik. Sırayla bir adam, bir dağ ve bir ağaç. Bu söylenen sırayla bir kağıda çizilmiş. Daha sonra ise resimdeki adamla empati kurmamız istenmiyor, yani kendimizi onun yerine koymamız isteniyor. Daha sonra ise “bu adam ne görüyor?” deniliyor. Ben merkezci bir insan bu soru karşısında şu cevabı verir: “Resimdeki adam dağ ve ağacı görüyor.” Ancak empati kuran bir insan bu cevabı vermez ve doğru olan cevabı verir, yani “Resimdeki adam sadece dağı görüyor. Çünkü dağ, ağacın önünü kapatmıştır.” Böylece kendimizi resimdeki adamın yerine koymuş oluruz.

    · Bu konu hakkında günlük hayatımızdan örnek verirsek:
    Size birisi adres sordu diyelim. Siz adresi tarif ederken, “soldan ikinci sokak” dediğinizde kendi solunuzu kastederseniz empati kurmamış olursunuz ve ben-merkezci olarak olaya yaklaşmış olursunuz. Halbuki sizin sağınızı yani onun solunu gösterirseniz empati kurmuş olursunuz.

  9. #9
    Dygsuz - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik Tarihi
    30.07.2008
    Mesajlar
    10.793
    Konular
    3263
    Beğendikleri
    0
    Beğenileri
    3
    Tecrübe Puanı
    1050
    @Dygsuz

    Standart

    Erteleme ve affetme
    Unut Bey, o gün işte amiri Adem Bey ile atışmıştı. Eve dönüş yolunda içine girdikleri tartışmayı düşünmüştü. Adem Bey haklı olduğu halde itiraz etmeye devam etmişti.

    Çünkü görüntü Unut Bey'i haklı gösteriyordu. Adem Bey, Unut ile tartışırken tezini kanıtlayamadığı için perişan olmuştu. Unut Bey ise haksız da olsa Adem Bey'i tartışmada ufalamaktan hoşlanmıştı. Bir an kendini Adem Bey' in yerine koydu ve utandı. Ondan özür dilemesi gerektiğini düşündü. "Neyse bir gün baş başa kaldığımızda özür dilerim." diye aklından geçirdi.

    Eve vardığında karısı ve çocuğu karşıladı. Karısı yemek hazırlamaya başladı. Oğlu Çakıl ise babasına kendisiyle oynamak istediğini söyledi. Unut Bey, "Sonra oynarız oğlum. Şimdi televizyon seyrediyorum." dedi. Çocukcağız omuzlarını düşürüp o da televizyon izlemeye daldı. Yemek hazır olmuştu. Unut Bey'in eşi Hizmet, harika bir sofra kurmuştu. Her akşam misafir ağırlanacakmış gibi hazırlık yapan Hizmet Hanım, birkaç çeşit yemek ve tatlı hazırlamakla kalmaz; üstelik sofrayı da bir saray sofrası gibi süslerdi. Unut Bey ve oğlu Çakıl sofraya oturdu. Yemekler de enfes olmuştu. Çakıl, en sevdiği tatlıyı görünce, "Anne sen çok yaşa." dedi. Unut Bey de yemeklere bayılmıştı. Başka evlerde böylesine güzel yemek pişmediğinin ve böyle güzel sunulmadığının da farkındaydı. Misafirliğe gittiklerinde bile böyle bir sunumla karşılaşmıyorlardı. Karısına teşekkür etmeyi aklından geçirdi; "Ama ne gerek var." dedi içinden.

    Yemekten sonra telefon çaldı. Annesi arıyordu Unut Bey'i. Unut Bey, üç yıldır annesini görmüyordu. Annesi eve bir televizyon alırken oğlunu kefil yapmıştı. Ancak televizyonun son senedini ödeyememişti kadıncağız. Oğluna borç vermesini, senedi ödeyemediğini söylemişti. Çünkü emekli maaşının olduğu cüzdanı düşürmüştü. Unut Bey, mali konularda çok katıydı. Annesine borç vermemişti. Unut Bey'e göre annesi cüzdanına hakim olmalıydı. Her ay cüzdanını kaybedecek olursa Unut Bey mi onu finanse edecekti? Televizyon satıcısı da senedi annesinden tahsil edemeyince Unut Bey'in maaşından icra ile alacağını aldı. Unut Bey, bu duruma o kadar kızdı ki, annesini ziyaret etmeyi bıraktı. Sadece annesi telefonla arıyor; hatır soruyor ve Unut Bey de annesine soğuk soğuk cevap veriyordu. Annesini bir türlü affedememişti. Halbuki annesi onun çocukluğunda, gençliğinde ve evlendikten sonra yaptığı onlarca hatayı affetmişti.

    Unut Bey, o gün eve gelmeden oldukça uygun şartlarda taksitle bir plazma ekran TV kampanyasına girmişti. Ancak beş ay ödeme yapacak, altıncı ay plazma ekran televizyon eve gelecekti. İlk taksiti ödemişti. Bu tür mali konularda karısı Hizmet'e bilgi verirdi. Çünkü ödemeleri Hizmet Hanım takip ederdi. "O akşam söyleyecekti. Ama gazete ve televizyon derken, erteledi sonra söylerim." diye aklından geçirdi ve söylemedi.

    Ertesi sabah her zaman olduğu gibi beşte kalktı.Yine harika bir kahvaltı sonrasında ziyafet yaptıktan sonra evden çıktı. Ancak karşıdan karşıya geçerken bir araba durmayıp Unut Bey'e çarptı. Yarı baygın vaziyette Unut Bey'in hayatı gözünün önünden aktı. Son günün resimleri aklına geldi.

    Eğer o günün hayatının son günü olduğunu bilseydi, amirini öyle sıkıştırır mıydı, oğluyla oynamaz mıydı, karısına her gün kurduğu sofralar için teşekkür etmez miydi, annesini çoktan affetmez miydi, yeni aldığı televizyon hakkında karısına bilgi vermez miydi ? Unut Bey'i bir ambulansla hastaneye kaldırdılar.

    Her günün hayatımızın son günü olabileceği bilincine varsak, hiçbir şeyi ertelemeyiz. Affetmeyi, sevdiklerimize zaman ayırmayı, teşekkür etmeyi, özür dilemeyi, yapılacak işleri yapmayı ..

  10. #10
    Dygsuz - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik Tarihi
    30.07.2008
    Mesajlar
    10.793
    Konular
    3263
    Beğendikleri
    0
    Beğenileri
    3
    Tecrübe Puanı
    1050
    @Dygsuz

    Standart

    Gerektiğinde "Hayır" diyebilmek
    Gülşen, iyi bir öğrenimin ardından iyi bir iş bulmuştu. İşinde kısa sürede yükselmişti. Bu arada evlenmiş ve birkaç yıl sonra da anne olmuştu. Bir taraftan bir dergide yazıları da yayımlanmaya başlamıştı. Aile yaşantısı da parlak bir performans sergiliyordu. Eşi ve oğluyla son derece mutluydu. Bir gün eski komşusu Ahzade ile karşılaştı. İkisi de aynı yaştaydı. Sohbet etmek üzere bir kafeteryaya oturdular. Ahzade, liseden sonra üniversiteye devam edememişti. Ancak evlenmiş ve o da çocuk sahibi olmuştu. Ahzade, cesaret ederek Gülşen’e başarılarını açıklayacak bir formülü olup olmadığını sordu. Gülşen de babasının iki arkadaşından söz etti. “Babamın arkadaşları Yalçın ve Merih Bey’den çok önemli iki şey öğrendim.” dedi. Sohbet şöyle devam etti: “Yalçın amca, bana küçükken ‘hayır’ kelimesinin gücünü anlattı. Birçok insan, ‘hayır’ kelimesi üzerine düşünmez. Ben de düşünmemiştim. Yalçın amca, özellikle bu dünyada ‘hayır’ diyebilenlerin yükseldiğini söylemişti. Ben de, ‘Ne zaman hayır denir?’ sorusunu yöneltmiştim. O da kısa bir cevap vermişti. ‘Bir amacın olduğunda ve amacına uygun olmayan bir şey teklif edildiğinde ‘hayır’ denir. Yani şöyle: Diyelim ki, amacın ders çalışmak. Ama arkadaşın sinemaya gitmeyi teklif ediyor. Amacına uygun bir öneri mi, değil. Öyleyse ‘hayır’ diyeceksin. Ya da birçok kadın kilo vermeyi amaçlıyor. Ama bir misafirliğe gidildiğinde tatlı, şeker ve çikolata teklifleri yapılıyor. ‘Hayır’ demeyi bilmiyorlar ve kilolarına kilo katıyorlar. İş hayatında da böyleymiş. Şirketin bir amacı var; bu amaca uygun olmayan önerilere ‘hayır’ demeyi bildiğinde, sadece amaca uygun eylemler kalıyor. Ben de bunu kendime yaşam felsefesi yaptım. Gerektiğinde hayır diyorum. Ama sanırım buradaki püf noktası, bir amaca sahip olmak. Bir amacın yoksa, neye göre hayır diyeceğini de bilemiyorsun. Aslında bir-iki referans noktası var. Örneğin, insanın dinî ve ahlakî değerleri de, gerektiğinde bazı önerilere hayır demek için referans noktası olabilir. Ahzade, “Peki, Merih Bey’den ne öğrenmiştin?” diye sordu. Gülşen, gülümseyerek söze başladı: “İnanmayacaksın; ama Merih amcadan da ‘evet’in gücünü öğrendim. Ben yedi-sekiz yaşında bir çocukken bir gün bize misafirliğe gelmişlerdi. Merih amca, kızı Halime ile yürümek isteyip istemediğimi sormuştu. Ben de ona ‘hayır’ demiştim. O zaman Merih amca bana, ‘Peki, evet deseydin ne kazanacaktın?’ diye sordu. Ona yine ‘hayır’ dedim. Merih amca, tatlı ve yumuşacık bir ses tonuyla devam etti. ‘Ah evladım, keşke evet demenin sihirli gücünü bir an önce öğrenebilseniz. Bak şimdi, sen kızımla yürüme teklifime evet demedin. Televizyon seyrediyorsun; sanırım her zaman seyrettiğin bir program. Halbuki Halime ile yürüyecek olsaydın, Halime bizim sana aldığımız hediyeyi verecekti. Büyüklerin küçüklere hediye vermesi de güzel; ama yaşıtların birbirine hediye alması ve sunması bence onların arasındaki arkadaşlığı besliyor. Ayrıca Halime, belki de seninle çok iyi arkadaş olabilecek birisi. Ama sen ‘hayır’ dediğin anda bunu da öğrenme şansını kaybettin. Eğer ‘hayır’ demeni gerektiren çok özel bir neden yoksa, insanlara ‘evet’ dedikçe başarılı olursun. Her şeye hayır diyenlerden olursan, insanlarla aranda köprü kurulmasını engellediğin gibi, öğrenme fırsatlarını da kaçırmış olursun.’ İşte böyle Ahzade, ben de ne zaman hayır diyeceğimi ve ne zaman evet diyeceğimi öğrendim. Zamanında söylediğim hayırlar benim üniversiteye hazırlanma yönümdeki çalışmalarıma odaklanmamı sağladı. Bana birer öğrenme fırsatı tanıyabilecek her konuya da çok özel bir sebep olmadıkça evet diyorum. Hayatım bir tenis maçı gibi geçiyor; masanın bir yönü evetse, diğeri hayır. Önemli olan tenis topuna isabetli bir vuruş yapmak gibi, isabetli bir zamanda ve güçte evet ya da hayır diyebilmek.

Sayfa 1 Toplam 8 Sayfadan 123 ... Sonuncu

Giriş

Giriş