http://img441.imageshack.us/img441/9468/116133.jpg OSTEOPOROZ (KEMİK ERİMESİ) Menopoz insan hayatında önemli değişkliklerin meydana gelmesine neden olur. Hem ruhsal hem de fiziksel bu değişiklikler temel olarak vücutta yumurtalıklardan salgılanan östrojenin azalması nedeniyle ortaya çıkar. Menopozla birlikte özellikle aşağıda anlatılacak olan risk faktörleri olanlarda kemik dokusu da kısa zamanda kalitesinden ödün vermeye başlayabilir. Menopozda olan kadınlar yaşamlarının geri kalan

Bu konu 9366 kez görüntülendi 21 yorum aldı ...
Bayan Sağlığı...Bayanların Bilmesi Gerekenler 9366 Reviews

    Konuyu değerlendir: Bayan Sağlığı...Bayanların Bilmesi Gerekenler

    5 üzerinden | Toplam: 0 kişi oyladı ve 9366 kez incelendi.

  1. #1
    Dygsuz - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik Tarihi
    30.07.2008
    Mesajlar
    10.793
    Konular
    3263
    Beğendikleri
    0
    Beğenileri
    3
    Tecrübe Puanı
    1050
    @Dygsuz

    Standart Bayan Sağlığı...Bayanların Bilmesi Gerekenler


    [Linkleri Görebilmek İçin Üye Olmanız Gerekmektedir. Üye Olmak İçin Tıklayın...]



    OSTEOPOROZ (KEMİK ERİMESİ)

    Menopoz insan hayatında önemli değişkliklerin meydana gelmesine neden olur. Hem ruhsal hem de fiziksel bu değişiklikler temel olarak vücutta yumurtalıklardan salgılanan östrojenin azalması nedeniyle ortaya çıkar. Menopozla birlikte özellikle aşağıda anlatılacak olan risk faktörleri olanlarda kemik dokusu da kısa zamanda kalitesinden ödün vermeye başlayabilir. Menopozda olan kadınlar yaşamlarının geri kalan kısımlarında osteoporoza bağlı %50'lik bir kemik kırığı riski ile karşı karşıyadırlar.
    Osteoporoz insan ömrünün giderek uzamasıyla birlikte ülkemizde de önemli bir sorun haline gelmiştir.
    Osteoporoz nedir?
    Osteoporoz, ya da daha çok bilinen adıyla "kemik erimesi", kemiğin mineral içeriğinin azalması nedeniyle dayanıklığının azalması, yani kalitesinin düşmesidir. Vücutta kortikal kemik ve trabeküler kemik olmak üzere iki ayrı kemik türü vardır. Kortikal kemik tüm vücut kemiklerinin %80'ini oluştururken, trabeküler kemik, bir arıpeteği yapısında olan ve yüzey alanı daha geniş bir kemik türüdür. Trabeküler kemik omurgalarda ve uzun kemiklerin uç kısımlarında yeralır ve osteoporoza bağlı kırıklara en hassas bölgeler de buralarıdır. Kemikler sürekli olarak yapım-yıkım olaylarının ardarda devam etmesiyle yenilenen canlı dokulardır. Trabeküler kemiğin yapım-yıkım hızının kortikal kemiğe göre 4-8 kat daha hızlı olması bu kemikleri kırıklara daha hassas hale getirmektedir.
    Kadınlarda 40 yaşına kadar yapım-yıkım olayı dengeli bir şekilde devam ederken, bu yaştan itibaren yıllık %0.5'lik bir oranda geri dönüşümsüz bir kemik kaybı olur. Bu, özellikle menopozdan itibaren daha da hızlanır ve menopozda olan bir kadın her yıl trabeküler kemiklerinin %5'ini ve tüm vücut kemik dokusunun %1-1.5'luk bir kısmını kaybeder. Bu kayıpılar 10-15 yıllık hızlı bir dönemden sonra oldukça azalır. İşte bu aşamaya kadar kaybedilen kemik dokusu miktarı kadının ileride kemik kırığıyla karşılaşıp karşılaşmayacağını belirleyen en önemli etkenlerden biridir. Zira bu süre içerisinde trabeküler kemiğin %50'si kortikal kemiğin ise %30'u kadar bir miktarı kaybedilmiş olabilir.
    Osteoporoz hangi kemikleri etkiler?
    Osteoporoz en sık vücudun yükünü taşıyan ve trabeküler yapıda olan omurları etkiler. Tüm osteoporoz olgularının %47'si omurlarda, %20'si kalçada (uyluk kemiğinin baş kısmında), %13'ü bileklerde ve %20'si diğer kemiklerde görülür.
    Bunun sonucunda özellikle ileri yaşlarda omurlardaki çökme kırıklarına bağlı olarak boyda kısalma olabileceği gibi (bir kadının ileri yaşlarda boyu 15-20 cm'ye kadar kısalabilir!), hafif düşmeler sonucunda ya da kendiliğinden, başta kalçada olmak üzere diğer kemiklerde hayatı tehdid eden kırıklar meydana gelebilir.
    Osteoporoz kimlerde daha sık görülür?
    Osteoporoz riski yaşla birlikte artar ve özellikle kadınlarda erkeklere göre daha sık görülür. İnce kemik yapısı olanlarda, ailesinde ve özellikle ailesindeki kadınlardan birinde kemik kırığı öyküsü ya da boyunda kısalma öyküsü bulunan kadınlarda, 45 yaşından önce kendiliğinden ya da ameliyatla yumurtalıkların alınması neticesinde menopoza giren kadınlarda, uzun süreli adet görememe şeklinde adet düzensizliği olan kadınlarda, gıdalarının kalsiyum içeriği az olan kadınlarda (en önemli kalsiyum kaynakları süt ve süt ürünleridir), yaşamlarında egzersize yer vermeyen, sigara içen, aşırı alkol kullanan kadınlarda, kortizon ve diğer bazı ilaçları kullanmak zorunda olanlarda ve başta hipertiroidi (tiroid hormonlarının yüksek olması) olmak üzere çeşitli hormonal hastalıklarda osteoporoz riski artmıştır.
    70 yaşın üzerinde olan kadınların %21'inde hiçbir belirti olmasa da radyolojik olarak kırık yönünde değişiklikler gözlenir. Kalça kemiği kırıklarının riski menopozdan 10-15 yıl sonra artmaya başlar ve 90 yaşında bir kadının kalça kemiği geçirmiş olma olasılığı %20'dir. Bu kalça kırıklarının yaklaşık %15'i ilk üç ayda ölümle sonuçlanacak kadar ağırdır. Özellikle kalça kırıkları %50 kadında sakatlıkla sonuçlanır.
    Osteoporoz tanısı nasıl konur?
    Klasik radyolojik yöntemlerle (düz röntgen filmleriyle) osteoporoz tanısı koymak hatalıdır. Bunun yerine DEXA adı verilen özel yöntemle ve kemik tomografisi yöntemiyle vücudun en hassas kemikleri olan uyluk başı bölgesi, omurlar ve kol kemiklerinin incelemesi yapılır ve hassas bir şekilde tanı konabilir. Raporda "normal", "osteopeni" (osteoporoz başlangıcı), "osteoporoz" ve "ileri derecede osteoporoz" olmak üzere farklı ifadeler kullanılabilir.
    Hiç bir şikayeti olmayan kadınlarda bile menopoza girdiklerinde bir kez ve daha sonra beşer yıllık aralıklarla kemik ölçümü önerilmektedir.
    Osteoporoz nasıl tedavi edilir?
    Başlamış bir osteoporoz süreci sonucu kaybedilen kemiği yerine geri getirmek zordur. Ancak süreç bazı tedavilerle büyük oranda durdurulabilir. Bunun sonucunda ileri derecede osteoporoz olguları hariç, kırık oluşma riski de önemli derecede azalmış olur.
    Östrojen tedavisinin süreci yavaşlattığı artık kesinlikle kanıtlanmıştır. Östrojen tedavisi alanlarda kol ve kalça kırıklarında %50-60 oranında azalma, beraberinde kalsiyum alımı da sağlandığında (kalsiyumdan zengin gıdalar alınması ve gerekli durumlarda ilaç şeklinde kalsiyum tedavisi) omurga kemiği kırıklarında %80'lik bir azalma beklenebilir. Bu, özellikle en az 5 yıllık bir tedavi sonrası etkili olur.
    Östrojen tedavisinin etkili olabilmesi için tedavi devam etmelidir. Tedavi bırakıldığında osteoporoz süreci tedaviden önceki eski hızıyla devam eder. Progesteron tedavisi de kalsiyum metabolizması üzerindeki olumlu etkileriyle osteoporozun önlenmesine katkıda bulunur.
    Kalsiyum emilimi yaşla birlikte azalır ve özellikle menopoz sonrası azalma daha belirgin olur. Kalsiyum dengesinin sağlanması osteoporoz engellenmesinde en önemli basamaklardan biridir. Ancak östrojenin az olduğu durumlarda kalsiyum ne kadar alınırsa alınsın etkili olmayabilir. Bu yüzden östrojen tedavisine ek olarak vücuda gıdalarla ya da ilaç verilmesi yoluyla günlük 1000 gram kalsiyum girişinin sağlanması önemlidir.
    Östrojen tedavisinin sakıncalı olduğu durumlarda ise kalsitonin adlı ilaçtan faydalanılır.
    İlaç tedavisi dışında osteoporozun önlenmesi ya da ilerlemesinin durdurulması için yaşam tarzında da bazı değişiklikler yapılmalıdır. Günde en az 30 dakika olmak üzere, haftada 3 kez vücudu zorlamayan sporlar yapılması menopoz döneminde kemiğin mineral miktarını önemli ölçüde iyileştirir. Sigara ve alkol bırakılmalıdır. Dengeli bir diyetle yeterli kalsiyum alınması için gerekli değişiklikler yapılmalıdır.


    Konu Bilgileri       Kaynak: www.azeribalasi.com

          Konu: Bayan Sağlığı...Bayanların Bilmesi Gerekenler

          Kategori: Sağlık Kütüphanesi

          Konuyu Baslatan: Dygsuz

          Cevaplar: 21

          Görüntüleme: 9366

    Konu Dygsuz tarafından (24.03.2009 Saat 14:56 ) değiş;tirilmiş;tir.

  2. #2
    Dygsuz - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik Tarihi
    30.07.2008
    Mesajlar
    10.793
    Konular
    3263
    Beğendikleri
    0
    Beğenileri
    3
    Tecrübe Puanı
    1050
    @Dygsuz

    Standart

    TİROİD BEZİ SORUNLARI
    TİROİD BEZİ HAKKINDA GENEL BİLGİLER

    Tiroid hormonları ve yumurtalık işlevleri birbirleriyle o kadar iç içedirler ki, yumurtalık işlevlerinde sorunların varlığı durumunda tiroid bezi işlevleri tanı aşamasının ilk başlarında değerlendirilir. Kronik bir yumurtlama bozukluğu olan Polikistik Overi (PKO) daha iyi anlayabilmek için her kadının tiroid bezi işlevleri hakkında temel bilgilere sahip olması son derece önemlidir.

    Vücudun en temel işlevlerini yöneten tiroid bezine ait sorunlar (tiroid hormonlarının az çalışması, fazla çalışması veya bez içinde oluşan kitleler), erkeklerden daha çok kadınlarda görülmektedir. Tiroid bezi sorunları sıklıkla otoimmun tabiyattadır (otoimmun hastalık, vücudun kendi dokularından birine bilinmeyen nedenlerle yabancılaşması ve bu “yabancı” dokuyu bağışıklık sistemiyle vücuttan uzaklaştırmaya yönelik girişimler yapması neticesinde oluşan hastalıktır. Bağışıklık sistemi vücudun aslında kendine ait olan bu dokusunu tahrip ettikçe dokunun işlevleri aksamakta ve buna bağlı sorunlar ortaya çıkmaktadır).

    Kadınlarda tiroid bezi sorunlarının sık olması nedeniyle hormonal dengesizlik düşünülen hemen her durumda ve hatta aşağıda anlatılacağı gibi hiçbir şikayeti olmayan bir kadında bile belli aralıklarla tiroid hormon ölçümü yapılması önerilmektedir. Günümüzde henüz belirti ve bulgular ortaya çıkmadan bile tiroid bezi sorunlarını ortaya çıkarabilecek hassas laboratuvar ölçüm yöntemleri geliştirilmiştir.

    TİROİD BEZİNİN İŞLEVLERİ

    Tiroid bezi boyunda hemen gırtlağın altında yerleşmiş ve elle hissedilebilen, iki ayrı lobdan (lob, bölüm anlamındadır) oluşmuş kalkana benzeyen (tiroid Latince kalkan anlamına gelir) bir salgı bezidir.

    Tiroid bezi besinlerle aldığımız iyodu kandan çekerek içinde depolar. İyot T3 ve T4 olmak üzere iki ayrı şekilde bulunan tiroid hormonlarının yapısında yer alan önemli bir maddedir.

    Tiroid bezi hormonları üretirken ve iyodu depolarken emri hipofiz bölgesinde bulunan TSH (Tiroid Stimulan (uyarıcı) Hormon) adı verilen hormondan alır. TSH’ın salgısı ise hipotalamus adlı beyin bölgesinden salgılanan TRH (TSH Releasing (salgılayıcı) Hormone) adı verilen bir hormon tarafından yönetilir.
    Hipofiz bezi yumurtalıklara emir veren LH ve FSH ve tiroid bezine emir veren TSH dışında yan resimde görülen diğer organlara da emir verir. Doğum sonrası rahim kasılması, vücuttaki kortizon hormonu salgısının denetimi, memelerden süt salgılanması ve diğer birçok işlev hipofiz bezi denetimindedir ve hipofiz bezi sürekli olarak beynin hipotalamus bölgesi tarafından denetim altında tutulur.

    TRH salgısı tiroid hormonlarının kana ne kadar geçmesini gerektiğini belirleyen hormondur ve ihtiyacı vücudun her bölgesinden hipotalamusa ulaşan sinyaller tarafından yönetilir.

    T3 ve T4 hormonları tiroid bezi içinde tiroglobulin adı verilen bir madde içinde depolanırlar ve bu hormonlar TSH hormonu etkisiyle bu maddenin içinden çıkarak kana geçerler.

    T4 hormonu T3’ten çok daha fazla salgılanmasına karşın kanda ve dokularda T3 hormonuna dönüşür ve hemen tüm tiroid hormonu işlevleri esasen T3 tarafından gerçekleştirilir.

    Tiroid hormonları vücudun hemen her hücresinin işlevi için gereklidir ve ister diğer hormonların yapımı olsun, ister hücre büyümesi ve çoğalması olsun metabolizmanın normal işlemesi açısından vazgeçilmez hormonlardır.

    Ateşli hastalıklar, ağır hastalıklar, beslenme bozuklukları, stres gibi durumlarda vücut enerji tasarrufu yapmak zorundadır ve bunu kandaki tiroid hormonu seviyesini azaltarak yapar. Tiroid hormonlarının azalması vücut işlevlerinin, yani metabolizmanın, olay devam ettiği sürece yavaşlamasını sağlar (bir savaş durumunda besin maddelerinin dikkatli tüketilmesi, enerji tasarrufu yapılması gibi).

    Tiroid hormonları da diğer hormonlar gibi vücutta çeşitli proteinlere bağlı olarak dolaşırlar ve kandaki T3 ve T4 hormonlarının önemli kısmı başta TBG (tiroksin bağlayıcı globulin) olmak üzere çeşitli protein yapılı maddelere bağlıdırlar. Serbest olan hormonlar ise hücreler içine girerek etkilerini gösterirler.

    TRH, TSH hormonu salgısı yanında yine hipofizden Prolaktin hormonu salgısını da yönetir. Bu nedenle TRH hormonunun artmasına neden olan durumlar (hipotiroidi, yani tiroid hormon salgı yetersizlikleri) Prolaktin hormonu artışına da neden olabilmektedirler. Prolaktin hormonu salgı bozukluğundan şüphelenilen her durumda bu nedenle kan prolaktin hormonu seviyesi yanında TSH seviyesi de bakılır (TRH artınca TSH da artacaktır, bu nedenle TRH yerine ölçümü daha kolay olan TSH seviyesi bakılır).

    Tiroid Bezi İşlevlerini Değerlendiren Testler

    Serbest T4 (sT4)
    Total (toplam) T4 (T4)
    Total (toplam) T3 (T3)
    TSH

    Günümüzde kanda oldukça düşük TSH seviyelerini bile gösterebilen laboratuvar yöntemleri geliştirilmiştir.

    Bu testler arasında kan hormon seviyelerini en iyi yansıtan sT4’tür ve genellikle TSH ölçümüyle beraber tercih edilir. Kan TSH ölçümü tek başına bile tiroid bezi işlevlerini yansıtabilen hassas bir yöntemdir ve kanda yüksek bulunması tiroid bezi hormonlarının (T3, T4) düşük olduğunu, düşük bulunması ise tiroid bezi hormonlarının yüksek olduğunu gösterir. Bu tür durumlarda sT4 seviyesi değerlendirmesi yapılarak düşüklük veya yüksekliğin derecesi belirlenir.

    Bazı durumlarda TSH seviyeleri normal sınırlar dışında olmasına rağmen, tiroid bezi hormon seviyeleri normal sınırlar içinde bulunabilir. Bu durum hipofiz bezinin çok çalışarak (TSH’ı daha fazla üreterek) veya daha az çalışarak (TSH’ı daha az üreterek) olayı kompanse etme çabasını gösterir ve hastalığın henüz belirti vermeye başlamadan saptanmasını mümkün kılar.

    Diğer Testler

    Tiroid bezi ultrasonografisi, tiroid bezi sintigrafisi, tiroid bezinden numune alınması (aspirasyon biyopsisi) ve diğer bazı yöntemler özellikle tiroid bezi içinde kitle varlığından şüphelenilen durumlarda yapılır. Bu testlerin ayrıntısını İç Hastalıkları-Endokrinoloji branşına ait bilgiler içeren sitelerden bulabilirsiniz.

    GUATR (“goiter”) Nedir?

    Tiroid bezinin genel olarak büyümüş olduğu durumlara guatr adı verilir. Guatr en sık gıdalarla alınan iyot maddesinin yetersiz olmasına bağlı olarak gelişir. Ülkemizde özellikle Karadeniz bölgesinde iyot maddesi nispeten az olduğundan bu bölgelerde guatra sık rastlanır. Daha az alınan iyodu daha iyi bir şekilde kullanabilmek için bir anlamda depolarını büyütmek şeklinde özetlenebilecek bu guatr şekli, ek olarak iyot alınmasıyla (sıklıkla iyotlu sofra tuzu şeklinde) kendiliğinden düzelir. Diğer guatr şekilleri ise tiroid bezi içinde kitle oluşumlarına veya diğer bazı nedenlere bağlı oluşabilir.

    TİROİD BEZİNİN AZ ÇALIŞMASI (HİPOTİROİDİ)


    Sıklıkla otoimmun nedenlere (otoimmun hastalık, vücudun kendi dokularından birine bilinmeyen nedenlerle yabancılaşması ve bu “yabancı” dokuyu bağışıklık sistemiyle vücuttan uzaklaştırmaya yönelik girişimler yapması neticesinde oluşan hastalıktır. Bağışıklık sistemi vücudun aslında kendine ait olan bu dokusunu tahrip ettikçe dokunun işlevleri aksamakta ve buna bağlı sorunlar ortaya çıkmaktadır) bağlı olarak ortaya çıkan bu durumda tiroid bezi tahribat görmüş olması nedeniyle işlevlerini daha az yapmaktadır. Guatr ile birlikte olması durumunda genellikle Hashimoto Tiroiditi (tiroidit, tiroid bezinin otoimmun süreçle oluşan iltihabıdır (iltihap ile enfeksiyon karıştırılmamalıdır) adını alır.

    Hipotiroidi gelişme riski her yaşta var olmasına karşın risk yaş ilerledikçe artar ve 60 yaşından sonra yüzde 2-4 oranında hipotiroidi görülür.

    Sık görülmesi, kolay tanı konması, tarama yönteminin ucuz ve oldukça hassas olması ve durumun kolay tedavi edilebilir olması nedeniyle günümüzde hiçbir şikayet olmasa dahi 35 yaşından itibaren 5 yılda bir, 60 yaşından sonra iki yılda bir hassas TSH (“ultrasensitif TSH”) kan ölçümüyle tarama yapılması önerilmektedir. Yine hemen her türlü endokrinolojik bozukluk şüphesinde yapılan incelemelere TSH ölçümünün de eklenmesi sık görülen bu durumun tanısı açısından önemlidir.

    Hipotiroidi Ne Gibi Belirtiler Verir?

    Üreme çağında olan kadınlarda en sık görülen belirtiler adet düzensizliği şeklindedir. Gecikmeli adet görme veya uzun süreli adet görememe direkt hipotiroidiye bağlı olabileceği gibi, hipotiroidi neticesinde artan TRH hormonunun prolaktin hormonu salgısını uyarmasıyla ortaya çıkan hiperprolaktinemi neticesinde olabilir.

    Hipotiroidide hiçbir belirti görülmeyeceği gibi görülen belirti ve bulgular vücut metabolizmasının azalmasına bağlıdır ve hemen tüm organların işlevleri yavaşlamıştır. Bunun neticesinde kabızlık (bağırsak hareketlerinin yavaşlaması), soğuğa tahammülsüzlük ve vücut ısısının düşmesi (metabolizma yavaşlamasıyla ısı üretiminin azalması), zihinsel işlevlerin yavaşlaması (unutkanlık, uykuya eğilim, sakarlık, yavaş konuşma), kolay yorulma, nabzın yavaşlaması (kalbin az çalışmasına bağlı), kansızlık (kan üretiminin azalmasına bağlı), kan kolesterol seviyelerinin artması (kolesterolün az harcanmasına bağlı), su tutulumuna bağlı ödemler, su tutulumuna bağlı olarak bilek kanalından geçen sinirin sıkışmasına bağlı oluşan karpal tünel sendromu sık görülenler arasında yer alır.

    Muayene bulguları arasında yukarıdakilere ek olarak kalp büyümesi, reflekslerin yavaşlaması, kas güçsüzlüğü, depresyon bulunabilir.

    Laboratuvar bulguları arasında yukarıdakilere ek olarak karaciğer enzimlerinde yükselme söz konusu olabilir.

    Hipotiroidi Tanısı Nasıl Konur?

    Tarama amacıyla yapılan TSH hormon ölçümünün yüksek bulunması sonrasında yapılan sT4 ölçümünün düşük bulunması tanıyı koydurur. Genellikle bu aşamada daha ileri inceleme yapmadan tedaviye başlanmakla beraber bazı durumlarda antitiroid antikorları ölçümü yapılarak olayın otoimmun olup olmadığı belirlenir.

    Gizli Hipotiroidi

    Hipotiroidi henüz tam gelişmeden önce tanı konabilir. Bu amaçla TSH tarama testi yüksek bulunduğunda kan sT4 seviyesi normal sınırlar içerisinde bulunur. Hipofiz bezi TSH salgısını artırarak tiroid bezini daha çok çalışmaya zorlamakta ve bu nedenle sT4 henüz normal sınırlar içerisinde bulunmaktadır. Belli bir süre sonunda tiroid bezi daha fazla çalışamayacak ve TSH hormonu tiroid bezini ne kadar zorlarsa zorlasın kan seviyelerini normal sınırlar içerisinde tutacak üretimi yapamayacak ve sT4 seviyesi düşük bulunacaktır.

    Hipotiroidi Tedavisi Nasıl Yapılır?


    Günümüzde tiroid hormonu eksikliğinin tedavisinde T4 hormonunun sentetik olarak üretilmiş ve tablet haline getirilmiş şekli kullanılmaktadır. Tedavi hormon seviyesinin düşüklüğüne göre belirlenir ve tedavi etkinliği belirli aralıklarla genellikle kan TSH ölçümüyle izlenir.

    TİROİD BEZİNİN FAZLA ÇALIŞMASI (HİPERTİROİDİ)

    Sıklıkla "Toksik Diffüz Guatr" (Basedow-Graves Hastalığı) veya Toksik Multinodüler Guatr (Plummer Hastalığı) şeklinde görülen hipertiroidi, hipotiroidi gibi nispeten sık rastlanan bir durumdur.

    Plummer hastalığı daha çok uzun süreler guatrı olan yaşlılarda görülürken Basedow – Graves daha çok genç yaşlarda görülmektedir.

    Hipertiroidi Ne Gibi Belirtiler Verir?

    Üreme çağında olan kadınlarda adet düzensizliği belirtileri genellikle geri plandadır ancak gecikmeli adet görme veya uzun süreli adet görememe hipertiroidi durumunda da söz konusu olabilir.

    Hipertiroidide belirtiler hipotiroidi kadar sinsi değildir ve görülen belirti ve bulgular vücut metabolizmasının artmasına bağlıdır ve hemen tüm organların işlevleri hızlanmıştır. Bunun neticesinde ellerde titreme, sıcağa tahammülsüzlük, sinirlilik ve hassasiyet, kilo kaybı, aşırı terleme, nabzın hızlanması ve çarpıntı, ishal sık görülen belirtiler arasındadır. Bunun yanında çeşitli göz bulguları (gözlerin ileri doğru çıkması ("egzoftalmi"), göz kapağının düşmesi gibi) ve guatr gelişimi (tiroid bezinin büyümesi) söz konusu olabilir.

    Hipertiroidi Tanısı Nasıl Konur?

    Çeşitli belirtileriyle hipertiroidi düşündüren durumlarda veya tarama amacıyla yapılan TSH incelemesinin düşük bulunması ve sT4 veya sT3 seviyesinin yüksek bulunması tanıyı koymak için yeterlidir.

    Hipertiroidi tanısı konduktan sonra yapılacak incelemeler tiroid bezi içinde nodül adı verilen kitlesel oluşumların bulunup bulunmadığına yöneliktir.

    Gizli Hipertiroidi

    Hipertiroidi henüz tam gelişmeden önce tanı konabilir. Bu amaçla TSH tarama testi düşük bulunduğunda kan sT4 seviyesi normal sınırlar içerisinde bulunur. Hipofiz TSH salgısını azaltarak tiroid bezini daha az çalışmaya zorlamakta ve bu nedenle sT4 henüz normal sınırlar içerisinde bulunmaktadır. Belli bir süre sonunda tiroid bezi daha TSH’ın "daha az çalış" emrine uymayacak ve sT4 seviyesi yükselecektir.

    Hipertiroidi Tedavisi Nasıl Yapılır?

    Hipertiroidi tedavisinde fazladan üretilen tiroid hormonlarının dokulara olan etkisini gideren ilaçlardan faydalanılabildiği gibi (nabız hızını azaltmak için ilaç kullanılması gibi), en ideal tedavi yöntemi hormon üretimini azaltan ilaçlarla yapılan tedavidir. Bu ilaçlardan en sık kullanılan iki tanesi propiltiyourasil ve metimazol adı verilen ilaçlardır. Endokrinoloji uzmanı tarafından başlanan tedavinin etkinliği belli aralıklarla yapılan hormon ölçümleriyle değerlendirilir.

    Tiroid hormonları bu ilaçlarla normale döndükten sonra sıklıkla radyoaktif iyot tedavisi adı verilen yöntemle tedavi pekiştirilir. Bu tedavi gebelik döneminde uygulanmaz ve tedavi sonrasında da gebeliğin belli bir süre ertelenmesi radyoaktif iyodun bebeğe muhtemel zararları nedeniyle önemlidir.

    Bazı durumlarda fazla hormon salgısı yapan tiroid nodüllerinin ameliyatla çıkarılmaları gerekebilir.

    Hipertiroidi ve Osteoporoz (kemik erimesi)

    Menopoz döneminde nispeten sık görülen hipertiroidi bu dönemde zaten artmış olan kemik erimesi riskini daha da artırır. Bu nedenle hipertiroidi tedavisinin etkili bir şekilde yapılması son derece önemlidir. Aynı risk hipotiroidi nedeniyle tiroid hormonu tedavisi alan kadınlarda dozların iyi ayarlanamamış ve bu nedenle gereğinden fazla hormon alarak hipertiroidik hale gelmiş kadınlar için de geçerlidir.

    TİROİD BEZİ VE GEBELİK

    Gebelik bazal metabolizma hızını artıran bir durumdur ve tiroid hormonlarının üretimi artar. Bu durum bazı kadınlarda tiroid bezinin büyümesine ve daha belirgin hale gelmesine neden olabilir.

    Tiroid hormonu üretimi ne kadar artarsa artsın TSH ve sT4 ölçümleri normal sınırlar içerisinde kalır ve gebelik döneminde ortaya çıkan tiroid bezi büyümeleri, hiper veya hipotiroidi belirtileri her zaman itinayla ele alınır.

    Gebeliğin temel hormonlarından biri olan HCG yapısal olarak TSH hormonuna çok benzer ve HCG’nin aşırı arttığı gebeliklerde (mol gebeliği, çoğul gebelikler) HCG, TSH gibi davranarak tiroid hormonu üretiminin normal sınırlar dışına çıkmasına neden olabilir. Gebelik döneminde bebeğin kendi tiroid hormonlarını kendi ürettiği ve TSH, T4 ve T3’ün ne anne tarafından bebeğe ne de bebek tarafından anneye geçebildiği kabul edilir.

    Yenidoğan tarama testlerinde TSH seviyesine bakılarak yaklaşık 4000’de bir görülen hipotiroidinin tanısının erken konması ve bebeğin beyinsel ve bedensel gelişimi olumsuz etkilenmeden tedavi edilmesi mümkündür.

    Gebelikte Hipertiroidi

    Tedavi edilmemiş hipertiroidi gebelikte preeklampsi, kalp yetmezliği, rahim içi gelişme geriliği ve ölü doum riskini artıran bir durumdur. Gebelikte hipertiroidinin en sık görülen belirtileri gebelik ilerlemesine rağmen kilo alamama ve uykudan uyanınca ortaya çıkan nabız hızlanmasıdır. Yine hiperemezis (çok aşırı bulantı kusma) da ender de olsa hipertiroidiye bağlı olarak ortaya çıkabilmektedir.

    Tanı ve tedavi, radyoaktif iyod kullanımı hariç, genellikle gebe olmayan kadınlara uygulanan şekilde uygulanabilir.

    Gebelikte Hipotiroidi

    Ağır hipotiroidi genellikle gebe kalmaya engel bir durum yaratır ve bu nedenle gebelik döneminde çok ender görülür. Hipotiroidinin ağırlık derecesiyle ilgili olarak düşük riski, preeklampsive rahim içi gelişme geriliği gelişme riski artar. Tedavi yine sentetik tiroid hormonu ilaçları verilmesi ve hormon seviyelerinin düzenli olarak kontrol edilmesi şeklindedir.

    Doğum Sonrası Tiroidit

    Bazı kadınlarda doğumdan üç-altı ay sonra gelişen bir durumdur ve kendini hipo veya hipertiroidi şeklinde gösterebilir. Özellikle Tip I (insülin kullanılan) şeker hastalığı olan, ailesinde bu tür bir hastalığı bulunan veya daha önce bir otoimmun tiroidit atağı geçirmiş olanlarda sıktır.

    Sıklıkla birkaç ay içinde kendi kendine geçen bir durumdur ancak sonraki gebeliklerde tekrarlama ve ileri yaşlarda hipotiroidi gelişme eğilimindedir. Tedavi hormon değerlerine göre düzenlenir.

  3. #3
    Dygsuz - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik Tarihi
    30.07.2008
    Mesajlar
    10.793
    Konular
    3263
    Beğendikleri
    0
    Beğenileri
    3
    Tecrübe Puanı
    1050
    @Dygsuz

    Standart

    Meme kanseri teşhisinde yeni yol

    - Avrupalı araştırmacılara göre MRI (manyetik rezonans görüntülemesi) taraması, meme kanserini erken evrelerde teşhis edebilmek için yeni bir yol olabilir, riski yüksek kadınlarda kanseri önleyebilir. Almanya'da yapılan çalışma, MRI'ın 'ductal carcinoma in-situ' (DCIS) adlı iyi huylu tümörü saptamada standart mamografiden daha etkili olduğunu ortaya koydu. Buluş cerrahlara, lezyonu kansere dönüşmeden almaları için zaman kazandırıyor. Bonn Üniversitesi'nden radyolog Dr. Christiane Kuhl ve ekibinin 7 bin 319 kadınla beş yıllık incelemesi sonucunda, DCIS'nin bulunmasında mamografi yüzde 56 sonuç verirken, MRI'la DCIS'li kadınların yüzde 90'ı tespit edildi. Bu beklenmeyen buluş daha çok kadın üzerinde denenip onaylanırsa, MRI meme kanseri için standart tarama yöntemi haline gelebilir.

  4. #4
    Dygsuz - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik Tarihi
    30.07.2008
    Mesajlar
    10.793
    Konular
    3263
    Beğendikleri
    0
    Beğenileri
    3
    Tecrübe Puanı
    1050
    @Dygsuz

    Standart

    Makyaj kurbanı olmayın!

    Yanlış kozmetik kullanımı ve makyajı yeterince temizlemeden uyumak göz sağlığını tehdit ediyor

    Bilinçsiz makyajının göz sağlığını tehdit ettiğini belirten Memorial Göz Merkezi’nden Opr. Dr. Mustafa Temel, makyaj ve bakıma gerekli özen gösterilmediğinde alerji, enfeksiyonlar ve tahrişe bağlı cilt hastalıklarına davetiye çıkarıldığını söyledi.

    Vücutta bazı bölgelerin görevleri nedeniyle daha fazla damar ve sinir içerdiklerini söyleyen Opr. Dr. Mustafa Temel, gözlerde de damar ve sinir dokularının fazla bulunduğunu, bu nedenle göz ve çevresinin diğer bölgelere göre daha hassas olduğunu vurguladı. Temel şöyle devam etti:

    Gözlerde kozmetik ürünlere bağlı olarak görülen rahatsızlıkların başında alerjiyi sayabiliriz. Kozmetik malzemelerin içindeki birçok madde gözde alerjiye sebep olabilir. Ayrıca, aynı kozmetik malzeme bir kişide alerji yaratmazken diğer bir kişide alerjik reaksiyona sebep olabilir. Alerji geliştiğinde gözde kızarıklık, yanma, kaşıntı, batma, sulanma, çapaklanma gibi yakınmalardan biri, birkaçı ya da hepsi olabilir. Bu durumda hastanın makyaj malzemesini kullanmayı bırakarak doktora danışması gerekir. Bu açıdan, özellikle sık sık alerji problemi yaşayanların su ile çıkabilen ürünleri kullanmasında ve üreticinin önerdiği aralıklarla kozmetik malzemelerini yenilemesi yararlı olacaktır.

    YAĞSIZ VE SU BAZLI ÜRÜNLER TERCİH EDİLMELİ
    Yoğun yağ içeren kozmetik malzemelerin kullanılmaması gerekiyor. Yağın göz yaşına karışıp bir tabaka oluşturarak görmeyi bulanıklaştırması istenmeyen sonuçlardan biri olarak karşımıza çıkıyor. Yağlı ürünler korneanın beslenmesi için gerekli gözyaşının işlevini engelleyerek korneada oksijensizliğe neden oluyor. Bu da göz sağlığımızı tehdit ediyor.

    YATARKEN MAKYAJINIZI TEMİZLEMEYİ UNUTMAYIN
    Temizlenmeden yatılan göz makyajı gözlerde tahrişe neden oluyor. Kişide kuru göz, kaşıntı gibi şikayetler görülüyor. Göz kapakları ve gözaltlarına sürülen far zaman içerisinde gözyaşında ve gözün konjonktiva adlı dış zarı ile temas ederek tahrişe neden olabiliyor. Kirpiklere sürülen rimeli ve kirpik diplerine uygulanan eyelineri uzun saatler çıkarmayan ve göz makyajını temizlemeyen bir kadının göz kapaklarının altında pürtüklü bir görünüm ve bunların içinde de siyah partikülleri görmek mümkündür. Bu durum gözyaşı salgılayan hücrelerde soruna yol açar. O nedenle yatmadan göz makyajının hassas bir temizleyici ile çıkarılması çok önemlidir.

    MAKYAJ MALZEMELERİNİ DİKKATLİ KULLANIN

    Makyaj malzemesi ve kremlerin kullanım süresi de göz sağlığı için büyük önem taşır. Kullanım tarihi geçmiş ürünler, gözlerde önemli şikayetlere yol açabilir. Renginde bozulma ve kokusunda değişme fark edilen ürünlerin kesinlikle kullanılmaması gerekir. Makyaj yapmadan önce eller güzelce yıkanmalıdır. Makyaj malzemesini sürülmesi sırasında hata yapıldığında, silmek için kirli ve önceden kullanılmış pamukların ve temizleme mendillerinin kullanılmaması gerekir. Özellikle göz enfeksiyonu geçirildiği dönemde göz için kullanılan malzemelerin bir daha kullanılmaması gerekir.

  5. #5
    Dygsuz - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik Tarihi
    30.07.2008
    Mesajlar
    10.793
    Konular
    3263
    Beğendikleri
    0
    Beğenileri
    3
    Tecrübe Puanı
    1050
    @Dygsuz

    Standart

    Meme Kanserinin Önlenmesinde Beslenmenin Rolü
    --------------------------------------------------------------------------------

    Hazırlayan : Uzm.Dyt.Şeniz ILGAZ

    Soya Mucizesi


    Batı toplumlarında meme kanseri en fazla görülen 2. kanser türüyken, Uzak Doğu ve Asya’da görülme oranı daha düşüktür. Asya ve Uzak Doğudan Amerika’ ya göç edenler üzerinde yapılan çalışmalarda meme kanseri oluşumunda çevresel koşulların genetik etmenlerden daha etkili olduğu saptanmış ve buna en önemli katkıyı da beslenme şeklinin sağladığı belirtilmiştir.

    Bir çok bitkide östrojenik aktiviteye sahip çeşitli kimyasal bileşikler mevcuttur. Bu bileşikler tıpkı insan vücudunda bulunan östrojene benzer yapı gösterirler.

    Uzak Doğuda çeşitli formlarda soya fasulyesinin tüketimi yaygındır (soya fasulyesi, tofu, soya sütü gibi). Soya, bitkisel östrojenler (fitoöstrojen) açısından zengin bir kaynaktır.
    İnsan fizyolojisinde östrojenlerin rolü genellikle önemlidir. Bitkisel besinlerde bulunan fitoöstrojenler, insan sağlığının korunmasında, pek çok hastalığın önlenmesinde önemli rol oynarlar.

    Yapılan çalışmalarda, fitoöstrojenlerin oral olarak alındıklarında; kanser, koroner kalp hastalıkları gibi pek çok hastalığın oluşma riskini ve menopozda ve adet döneminde meydana gelebilecek problemleri azalttığı belirtilmiştir.

    Bu nedenle, soya meme kanserinden korunmada etkili bir besindir.

  6. #6
    Dygsuz - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik Tarihi
    30.07.2008
    Mesajlar
    10.793
    Konular
    3263
    Beğendikleri
    0
    Beğenileri
    3
    Tecrübe Puanı
    1050
    @Dygsuz

    Standart

    Gebelikte Fiziksel Değişiklikler


    Gebelik Öncesi Dönemde Dikkat Edilmesi Gerekenler
    Gebelikte hormonal değişikliklere ya da vücuda fazla yük binmesine bağlı olarak çeşitli rahatsızlıklar görülebilir. Bunların çoğu normaldir. Bu belirtilerin ne olduğunu ve nasıl bir önlem almanız gerektiğini bilirseniz , gebeliğiniz o kadar rahat geçecektir.

    İlk 3 Ayda Görülebilecek Değişiklikler

    * Yorgunluk; gebeliğin vücuda getirdiği yük nedeniyle olabilir. Fırsat buldukça dinlenin ve erken yatın.
    * Bulantı - kusma; nedeni tam olarak bilinmemektedir. Gün boyunca sık fakat az yemek yiyin. Size bulantı verecek yiyecek ve kokulardan uzak durun.
    * Sık idrara çıkma; rahmin idrar torbasına basısı ile oluşur. Geceleri az su için. İdrar yaparken yanma olursa doktora danışın.
    * Göğüslerde hassasiyet; hormonların artmasına bağlı olarak oluşur. Göğüslerinizi iyi destekleyen sütyen takın.

    3 - 6 Ay Arasında Görülebilecek Değişiklikler

    * Kabızlık; sindirim sisteminin yavaşlaması ve büyüyen rahmin barsaklara baskı yapması nedeniyle oluşur.Bol sebze ve meyve yiyin. Çok su için. Düzenli jimnastik yapın.
    * Diş eti kanaması; diş etleri yumuşar ve daha kolay kanar. Yemeklerden sonra ağzınızı çalkalayın , dişlerinizi fırçalayın.
    * Cilt renginde koyulaşma; gerçek nedeni belli değildir.Güneş ışığından kaçının.
    * Sırt ve kasık ağrısı; kalça bölgesindeki kemiklerin arasındaki eklemlerin yumuşaması ve rahmin ağırlığının artması nedeniyle ortaya çıkar.Uzun süre ayakta kalmayın . Jimnastik yapın.

    6 - 9 Ay Arasında Görülebilecek Değişiklikler


    * Karında çatlama; aşırı kilo almanın etkisi olur. Fazla kilo almaktan kaçının.
    * Parmak ve bileklerde şişlik; vücudun fazla su tutması nedeniyle meydana gelir.Bacaklarınızı yükseğe kaldırarak dinlendirin.

    Gebelikte Ruhsal Durum
    Gebeliğin ilk aylarında kadınların çoğunda yorgunluk hissi , çok uyuma isteği görülebilir. Gebeliği kabullenme ve reddetme gibi zıt duyguları aynı anda yaşayabilirler. Gebelik için uygun zaman olup olmadığı konusunda tereddüt duyabilirler.
    Gebeliğin 3. ile 6. ayları arasında ise ; çoğu kadın gebeliği kabullenmiş olur. Bu dönemde bebek hakkında hayaller kurma görülür.
    Gebeliğin son aylarında daha çok doğuma yönelik endişeler ortaya çıkabilir. Doğum ne şekilde olacak, bebek zarar görecek mi, iyi anne olunabilecekmi v.b düşüncelere kapılma görülebilir.


    Doğuma Hazırlık
    Doğum hazırlıkları en geç gebeliğin 7. ayında tamamlanmış olmalıdır.
    Annenin bavulunda bulunması gerekenler;

    Anne için ;
    Gecelik ( yedekli ), sabahlık, iç çamaşırı, sütyen, çorap, kadın bağı, terlik, sabun, diş fırçası ve macunu, havlu, peçete, bardak, kolonya, tarak,
    Bebek için ;
    İç ve dış giysi, şapka, çocuk bezi, bebek battaniyesi, çorap, ıslak mendil bulunmalıdır.

  7. #7
    Dygsuz - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik Tarihi
    30.07.2008
    Mesajlar
    10.793
    Konular
    3263
    Beğendikleri
    0
    Beğenileri
    3
    Tecrübe Puanı
    1050
    @Dygsuz

    Standart

    Parfüm Annenin Sütüne Karışıyor

    Amerika'da anne sütleri üzerine yapılan bir araştırmada süt örneklerinde sentetik koku kimyasallarına (fragrançe) rastlandı. Uzmanlar, sentetik kokuların sadece parfümlerde değil, hemen hemen bütün kozmetik ürünlerinde, şampuan, tıraş kremleri, çamaşır yumuşatıcıları gibi sık kullanılan birçok üründe bulunduğuna dikkat çekiyor.Araştırma sonuçlarına göre Amerikalı annelerin sütlerinde xylene, ketone, HHCB, HHCB-lactone ve AHTN adlı kimyasallar bulundu. Bu kimyasalların miktarının da Danimarka ve Almanyalı annelerin sütlerinde 10 yıl önce çıkan miktarın beş katı olduğu açıklandı.

  8. #8
    Dygsuz - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik Tarihi
    30.07.2008
    Mesajlar
    10.793
    Konular
    3263
    Beğendikleri
    0
    Beğenileri
    3
    Tecrübe Puanı
    1050
    @Dygsuz

    Standart

    Menopozun 4 belirtisi ve 9 öğüt


    İstanbul Hizmet Hastanesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Bölümü’nden Op. Dr. Meltem Eğilmez, menopoz belirtileri ve nasıl atlatılması ile ilgili bilgiler verdi.
    Yumurtalıkların daha az kadınlık hormonu üretmeye başlayan her kadın belli bir yaşa geldiğinde menopozu yaşar. Ancak gelişen tıp ve teknoloji, bu dönemin hissedilmeden atlatılmasını, hatta olumlu yönlerinin kadınlar tarafından yaşanmasını mümkün hale getirmiştir. Tabii bu ancak düzenli doktor kontrol ve tedavileri ile mümkündür. Doğal olarak azalmaya başlayan hormonları kısmen yerine koymayı hedefleyen hormon replasman tedavisi, bu dönemde olabilecek riskleri en aza indirebilmekte, yaşam kalitesini arttırmaktadır. Ancak bunun için rutin doktor kontrolleri gereklidir.

    Menopoz Belirtileri

    1. Sıcak basması ve terlemeler. Bu en çok görülen ve en tipik menopoz belirtisidir.

    2. Depresyon, uykusuzluk, sinirlilik ve yorgunluk. Bu şikayetler menopoz dönemlerine yakın hissedilmeye başlandığında altında psikolojik nedenler aramadan önce menopoz üzerinde durulmalıdır.

    3. Kilo alma bir menopoz belirtisi değildir ve genellikle menopozdan çok önce başlar.

    4. Adet düzeninde değişiklikler. Adetlerde gecikmeler, az ya da fazla miktarda veya uzamış adet dönemleri.


    Tedavi:

    Menopozun tek bir “tedavi”si yoktur. Aslında yapılmaya çalışılan bu hormonal değişimin vücutta çeşitli sistemlerde yaptığı istenmeyen değişiklikleri önlemek ve hayat kalitesini yüksek tutmaktır. Bu amaçla cinsel hayatı, günlük aktiviteyi, kemik yapısını, kalp-damar sistemini ve ruh halini yerine göre beraber veya ayrı ayrı o kişi için göz önüne almak, değerlendirmek ve uygun tedaviyi vermek gerekir. Bundan da anlaşılacağı gibi herkese uyan “tek tip” bir menopoz “tedavi”si olamaz. Her ilacın bir yan etkisi vardır. Özellikle hormonlar uzman kontrolünde olmadan kesinlikle devam edilmemesi gereken ilaçlardır.

    Menopozal yaş grubu bayanların yaş riski ile oluşma ihtimali artan başlıca kanser türleri menopoz takibi yapan kadın hastalıkları ve doğum uzmanları tarafından taranması ve gerekli tetkiklerin yapılması gerekir.

    Bu amaçlarla , kadın hastalıkları ve doğum bölümü dışında da bu yaşlardaki kadınların gerek menopoz gerekse yaşın getirisi olan bir takım hastalıkları taramak ve erken teşhis etmek amacıyla yaş kategorilerine uygun bir menopoz tarama ve takip programı oluşturulmalıdır.


    Menopozu Daha Rahat Atlatmanın Yolları:

    1. Hemen başlayın ve ömür boyu spor yapın (kemiklerin erimesi önlenir, tansiyon yükselmeleri önlenir, kalp ve damarlar korunur, selülit önlenir, ruhsal durumunuz “genç” kalır).

    2. Sigara içmeyin.

    3. Güneşe çıkın (güneş kemikleri güçlendirir).

    4. Her gün kalsiyum alın. Gerekirse çinko takviyesi yapın.

    5. Yeşil renkli sebzeleri sofranızdan eksik etmeyin. Örneğin bol bol roka yiyin. Roka, dereotu, ıspanak, brokoli çok yararlı ve sağlıklı besinlerdir.

    6. Menopoza girdikten sonra değil, öncesinde bol bol süt ürünü tüketmek önemli. Bunun için her gün yoğurt yiyin.

    7. Beyaz unlu gıdalardan ve şekerden uzak durun.

    8. Menopoz döneminde kilo alabilirsiniz. Kilo vermek için aç kalmayın. Günde üç öğününüzü yiyip, ara öğünlerde de meyve ve tok tutucu hafif şeyler tüketin.

    9. Bol su için ama oda sıcaklığında ılık su olmalı.


    Op. Dr. Meltem Eğilmez


  9. #9
    Dygsuz - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik Tarihi
    30.07.2008
    Mesajlar
    10.793
    Konular
    3263
    Beğendikleri
    0
    Beğenileri
    3
    Tecrübe Puanı
    1050
    @Dygsuz

    Standart

    Sağlam kemikler için D vitamini şart


    “Osteoporoza bağlı kalça kırığı yaşayan her 5 kadından 1'i bir yıl içinde hayatını kaybediyor”. Hastaların yeterli miktarda D Vitamini alması halinde ise bu oranda azalma gözleniyor. Osteoporozlu kadınların yeterli D vitaminini besinlerden alması içinse haftada 140 yumurta yemesi, 52,5 litre süt içmesi ya da 14 porsiyon ton balığı tüketmesi gerekiyor.

    Menopoza bağlı osteoporozda kalça ve omurga kırıklarını önlemek için kalsiyum alınması gerektiği birçok kişi tarafından biliniyor, ancak tek başına kalsiyum güçlü kemiklerin oluşumu için yeterli değil. Kalsiyumun vücutta emilimini sağlamak için aynı zamanda D vitamini takviyesi almak da çok önemli. Çünkü D vitamini kalsiyumun vücuttaki emilimini yüzde 65 oranında arttırıyor.

    Küresel bir problem olan D vitamini yetersizliği, özellikle menopoza bağlı osteoporoz görülen kadınlarda önemli sorunlara neden olabiliyor. Yapılan araştırmalara göre travmaya bağlı olmayan (hafif düşme sonucu) kırık problemiyle hastaneye başvuranların yüzde 97'sinde D vitamini yetersizliği görülmektedir.
    Yeterli D vitamini takviyesini doğal yollardan almak ise hiç kolay değil. Yeterli D vitamini takviyesi için haftada 140 adet yumurta, 52,5 litre süt, 14 porsiyon ton balığı ya da 14 porsiyon sardalya tüketmek gerekiyor.

    Uzmanlar D vitamini ihtiyacının günlük, haftalık veya aylık olmak üzere diğer osteoporoz ilaçları ile birlikte ya da tek tabletde verilebileceğini belirtiyorlar.

    KALÇA KIRIĞI: 5 KADINDAN BİRİ HAYATINI KAYBEDİYOR
    Yapılan araştırmalara göre dünyada her yıl 1,7 milyon kalça kırığı vakası bildiriliyor². Uzmanlar bu sayının 2050 yılı itibarıyla dünya çapında 6,3 milyona ulaşacağını tahmin ediyor. Avrupa'da her 30 saniyede bir kalça kırığı vakası yaşanıyor ve bu oran ölümcül kalp krizi vakalarından iki kat daha fazla. Bunların yanı sıra bir yıl içinde kalça kırığı yaşayan beş kadından biri hayatını kaybederken, kalça kırığı yaşayanların neredeyse tamamının hastanede yatması gerekiyor³.

    TÜRK KADINI D VİTAMİNİ EKSİKLİĞİ KONUSUNDA BİLGİSİZ
    Türkiye Osteoporoz Derneği, Nielsen araştırma firması aracılığı ile Türkiye'de 40 yaş üzeri 216 kadınla 13 ilde yüz yüze bir kamuoyu araştırması gerçekleştirdi. Araştırmanın sonuçlarına göre, osteoporoz tedavisinde kadınların yarısı D Vitamini eksikliğinin yol açtığı sonuçları, 3'te 1'i D vitamini eksikliğini giderme yollarını bilmiyor. Bir Akdeniz ülkesi olarak kabul edilen ülkemizde ise kadınların yazın %43'ü, kışın %56'sı güneşten yeterince yararlanmıyor.

    TÜRK KADINI YETERLİ D VİTAMİNİ ALIYOR MU?

    Osteoporozlu hastaların bilgilerini öğrenmek amacıyla yola çıktıklarını belirten Türkiye Osteoporoz Derneği Başkanı Prof. Dr. Özlen Peker, "Osteoporoz özellikle menopoz sonrası kadınları yakından ilgilendiren çok önemli bir halk sağlığı sorunudur. Risk grubunu oluşturan herkesin erken tanı ve tedavi ile bu hastalığın olası olumsuz sonuçlarından korunmaları mümkündür " dedi.

    HASTA D VİTAMİNİ KONUSUNDA EĞİTİLMELİ
    Kemik sağlığı açısından yaşamsal öneme sahip olan D vitamininin birçok hekim tarafından hastalara önerildiğini söyleyen İ.Ü. Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Merih Sarıdoğan, ise hastaların bu tavsiyelere istikrarlı bir şekilde uymadığını söyledi. Menopoz sonrası Türk kadınlarının % 76,7'sinde D vitamini yetersizliği olduğunu belirten Prof. Dr. Sarıdoğan toplumun kemik sağlığında D vitamininin önemi konusunda eğitilmesi gerektiğini savundu.

    TEDAVİDE TEMEL UNSUR D VİTAMİNİ
    Prof. Dr. Merih Sarıdoğan D vitamininin, osteoporoz tedavisinin temel bir öğesi olduğunu söyleyerek, “D vitamini, kalsiyumun bağırsaklardan emilimi için mutlak gereklidir ve bu nedenle kemik sağlığını korumak için hayati önem taşımaktadır” diye konuştu. Osteoporoz konusunda kadınların bilinçli olması gerektiğini de hatırlatan Prof. Dr. Sarıdoğan şunları söyledi:
    “Sonuçlarını paylaştığımız yeni araştırma gösteriyor ki, Türkiye'de kadınlarımızın yaklaşık yarısı D vitamini eksikliğinin yol açtığı sorunları bilmiyor. Kadınların tedaviden tamamen yararlanabilmeleri ve kemik gücünü arttırarak, kırıklara karşı korumanın tamamlanması için mevcut osteoporoz ilaçlarının yanında mutlaka D vitamini almaları gerekmektedir. Oysa günümüzde kadınlar günlük koşuşturmaları arasında çoğu zaman D vitamini takviyesi almayı unutuyorlar. Osteoporozlu hastalarda haftalık D vitamini dozunun osteoporoz tedavisi ile birlikte alınmasını garantilemek için geliştirilen tek tabletlik form hastaların ve hekimlerin işini kolaylaştıracaktır. ”

    GÜNEŞLİ BİR ÜLKEDE YAŞAMAK YETERLİ DEĞİL
    2005 yılında yapılan bir çalışmanın sonuçlarına göre D vitamini eksikliği, Avrupa, Orta Doğu, Asya, Latin Amerika ve Pasifik Ülkeleri'ndeki menopoz sonrası osteoporozlu kadınlar arasında yaygın olarak görülüyor. Avrupa, Orta Doğu, Asya, Latin Amerika ve Pasifik Ülkeleri'ndeki toplam 18 ülkeden 1285 osteoporozlu kadının katıldığı araştırma D vitamini yetersizliğinin coğrafi bölgelere bağlı olmadığını gösteriyor. Yani güneşli bir ülkede yaşamak yeterli D vitamininin alınması anlamına gelmiyor. Araştırmaya katılan kadınların yüzde 59'unda D vitamini yetersizliği görüldüğünü söyleyen Prof. Dr. Merih Sarıdoğan “Bu çalışma, daha güneşli iklimlerde yaşayan osteoporozlu kadınların D vitamini açısından endişe duyması gerekmediği yönündeki yaygın inanışı değiştirmektedir. Coğrafi bölgesinden bağımsız olarak 18 ülkeden çalışmaya katılan menopoz sonrası kadınların %64'ünün D vitamini yetersizliği olduğunu göstermektedir. D vitamini düzeylerinin yeterli olması kalsiyum emilimi ve kemik sağlığı için önemli olduğundan osteoporozu olan menopoz sonrası kadınların D vitamini takviyesi alması gereklidir.” diye konuştu.

    200 MİLYON KADIN OSTEOPOROZ HASTASI
    Osteoporoz kemik kaybına ve kırık eğilimine yol açan kronik bir durumdur. Osteoporoz 60-70 yaş arası kadınların yaklaşık üçte birini ve 80 yaş üzeri kadınların üçte ikisini etkiler; tüm dünyada yaklaşık 200 milyon kadın osteoporoz hastasıdır.4 Ayrıca pek çok yaşlı erkek de osteoporozdan etkilenir. Kadınlar menopozdan sonraki ilk beş yıl içinde yaşam boyu kemik kayıplarının üçte birini yaşayabilirler. Menopozdan sonra her iki kadından biri osteoporoza bağlı kırık yaşamaktadır. Osteoporotik kırıklar bedensel bozukluğa, işlev kaybına ve hareketlilik kaybına yol açarak kadının günlük aktivitelerini gerçekleştirmesini önleyebilir ve başkalarına bağımlı hale gelmesine neden olur.5 Araştırmalar kalça kırığı yaşayan her beş kadından birinin bir yıl içerisinde hayatını kaybettiğini de göstermiştir.

  10. #10
    Dygsuz - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik Tarihi
    30.07.2008
    Mesajlar
    10.793
    Konular
    3263
    Beğendikleri
    0
    Beğenileri
    3
    Tecrübe Puanı
    1050
    @Dygsuz

    Standart

    Anne adaylarına Aspirin uyarısı

    Selçuk Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi öğretim üyelerinden Doç. Dr. Ahmet Kağan Karabulut, hamileliğin ilk 3 ayında ağrı kesici olarak Aspirin kullanan anne adaylarının bebeklerine kalıcı zararlar verebileceği uyarısında bulundu.

    Konya'daki Türkiye'nin ilk ve tek embriyo kültür laboratuvarının sorumlusu olan Doç. Dr. Ahmet Kağan Karabulut, embriyo kültürleri üzerine doktorasını tamamladığı İngiltere'nin Nottingham Üniversitesi'nde yaptığı araştırma, Aspirin'in doğacak bebekler üzerinde oluşturabileceği tehlikeyi gözler önüne serdi. Fare embriyoları üzerinde yapılan deneylerle Aspirin'in hamileliğin ilk 3 ayında sık alındığı taktirde bebeklerde sakat doğumlara yol açtığını kaydeden Doç. Dr. Karabulut, doğumdan sonra çocuklarda öğrenme geriliğinin görülebileğini ve vücudun daha yavaş gelişeceğini belirtti.

    Aspirin'in `Asetilsalistik Asit'den yapıldığını ve bu maddenin cenine zarar verdiğini söyleyen Doç, Dr. Karabulut, şöyle dedi: "Aspirin günümüzde de ağrıkesici olarak yaygın olarak kullanılıyor. Özellikle az gelişmiş, gelişmekte olan ülkelerde ve kırsal kesimlerde hamile kadınlar tarafından da sıklıkla kullanılıyor. Aspirin içerdiği asit nedeniyle bebeklere zarar veren bir ilaç. Fare embriyoları üzerinde yapılan deneyler sonucu beyinde ve vücutta kalıcı hasarlar veriyor. Anne adaylarının ağrı kesici olarak aspirin yerine paraseamol (ağrı kesici ilaç) kullanmasını öneriyoruz.'' Hamileliğin ilk 3 ayında ağrı kesici olarak sıkça Aspirin kullanan annelerde sakat doğumlar görülebildiğini kaydeden Doç. Dr. Karabulut, şunları söyledi:

    "Aspirin cenin üzerinde birçok hasara yol açıyor. Beyinin gelişim sürecinde fonksiyonlarını azaltıyor. Ceninde kanamalara neden oluyor. Omurgada bozukluklara yol açıyor. Öte yandan kol ve bacak gelişimini olumsuz etkilerken, ileriki dönemlerde öğrenme güçlüğüde gözlenebiliyor.


    Doç. Dr. Ahmet Kağan

Giriş

Giriş